Öfkene Hâkim Ol!..

Soru: Rasûl-ü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz’in, kendisinden nasihat isteyen insana “Gazaplanma!..” demesini o şahsa özel bir ikaz olarak m?, yoksa herkese yönelik umumi bir öğüt şeklinde mi değerlendirmek gerekir?
Cevap: Cennet’e ve Cemâlullah’? görmeye müştak yaşayan Ashab-? Kirâm efendilerimiz, kendilerine ebedî saadetin kap?s?n? açacak amellerin peşine düşmüş; hemen her f?rsatta Rehber-i Ekmel (aleyhi ekmelüttehâya) Efendimiz’e bu hususta sorular tevcih etmiş ve ald?klar? cevaplara göre bir hayat tarz? belirlemişlerdir. Onlardan baz?lar?, kendileri için hayatî ehemmiyeti olan mevzular? ve en çok dikkat etmeleri gereken meseleleri öğrenme maksad?yla, Rasûl-ü Ekrem’den (sallallahu aleyhi ve sellem) kişiyi Cennet’e götürecek az ve öz bir ameli haber vermesi talebinde bulunmuşlard?r. Hadis kitaplar?nda bu şekilde soru soran şah?slar?n isimleri bazen kaydedilmiş, bazen de -şayet soru ve cevap o şah?s hakk?nda su-i zanna sebep olabilecek gibi ise- hiç isim zikredilmeden özellikle Habîb-i Edîb’in nasihat? üzerinde durulmuştur.
Gazap Duygusu ve Onun Dengelenmesi
Hazreti Ebû Hüreyre’nin (rad?yallahu anh) rivayet ettiği şu hadis-i şerifte de böyle bir hâdise anlat?lmaktad?r: Bir adam Allah Rasûlü’ne “Bana nasihat et!” dileğinde bulundu. Rasûlullah ona, “Gazaba kap?lma, öfkelenme!..” buyurdu. Bunun üzerine, o şah?s, Rasûl-ü Ekrem’den tekrar tekrar nasihat etmesini istedi; Sâd?k u Masdûk Efendimiz de her defas?nda ona “Gazaplanma!..” öğüdünü verdi.
Bilindiği üzere, “gazap”, infiâle kap?lma, öfke, h?ş?m, aş?r? hiddet, hoşa gitmeyen bir hâdise karş?s?nda intikam arzusuyla heyecanlanma ve sald?rganl?k hali gibi manalara gelmektedir. Asl?nda, bu duygu, su-i istimal edilmediği takdirde, hariçten gelen hücumlar? önlemek için itici bir kuvvet ve tedbirli olmaya yarayan bir güçtür. Cenâb-? Allah insana, d?şar?dan gelecek sald?r?lardan kendisini muhafaza etmesi için “kuvve-i gadabiye” (öfke hissi) dediğimiz duyguyu vermiştir. ?nsan?n, mücahede etmesi gereken yerlerde güç ve kuvvetin hakk?n? vermesi, yiğit ve yürekli olmas? icap eden durumlarda cesaretli davranmas? ve ?rz?n?, namusunu, vatan?n?, can?n?, mal?n?, nefsini ve neslini korumas? ancak bu duygu sayesinde mümkün olmaktad?r.
Baz?lar?, gazap hissinin de bir yarat?l?ş gayesi olduğunu bilemez ve normal insanlar? çok k?zd?racak meseleler karş?s?nda dahi öfke tavr? ortaya koyamazlar; dahas? hiç korkulmayacak şeylerden dahi korkar, sürekli vehimlerle oturup kalkar ve değişik paranoyalarla hayat? yaşanmaz hâle getirirler; bunlar?n halini “cebânet” (korkakl?k) kelimesi ifade eder. Fakat, baz? insanlar da vard?r ki, onlar da hiç yoktan yere küplere binerler, en önemsiz hadiseler karş?s?nda dahi aş?r? hiddet gösterirler ve bir anda sald?rganlaş?rlar; âk?beti hiç düşünmeden, ölçüsüzce ve muhâkemesizce her işe girişir ve neticesi mutlak felaket olan tehlikelere bile pervâs?zca at?l?rlar. Kuvve-i gadabiyenin bu ifrat hâline de “tehevvür” (korkusuzluk ve sald?rganl?k) denir. Bu duygunun, adl ü istikamet üzere olan?na ise, “şecâat” ad? verilir. Evet, bütün kin, nefret, h?nç, hiddet, darg?nl?k ve k?zg?nl?ğ?n menşei say?lan gazap hissi, selim f?tratlar?n öfkesine sebep olacak vâk?alar karş?s?nda k?zmas?n? da bilme, hiddeti gerektiren durumlarda hiddet gösterme, korkulacak şeyler karş?s?nda temkinli davranma ve onlar? telâşa kap?lmadan savmaya çal?şma anlam?ndaki yiğitçe duruşun, yani “şecâat”in de kaynağ?d?r. Bu itibarla, kuvve-i gadabiye, tabiat?m?z?n bir parças?d?r ve böyle çok önemli hususlar? temin etmek için mahiyetimize konmuştur.
Dolay?s?yla, ?nsanl?ğ?n ?ftihar Tablosu’nun kendisinden nasihat isteyen sahabîye defalarca “Lâtağdab - Gazaba kap?lma!.” demesi, hepimiz için çok önemli bir ikazd?r. Çünkü, gazap insan?n en zay?f damarlar?ndan biridir. Maruz kald?ğ? kabal?klar? dahi vicdan genişliğiyle karş?layabilecek, öfke hissini kolayl?kla dengeleyebilecek ve bunu yaparken de ifratlardan, tefritlerden uzak kalarak istikamet üzere olabilecek insan say?s? çok azd?r. Bunu başarabilmek iradeye vâbestedir ve hususi cehd istemektedir.
Haddizat?nda, gazap muvakkat bir cinnettir. Öfkeyle köpürmüş bir insan?n o esnadaki tav?r ve davran?şlar? iyi bir psikiyatri uzman? taraf?ndan değerlendirilse ve o anda bir psikanaliz yapma imkan? olsa, onun halini şizofreni kategorilerinden birine irca etmek mümkün olacakt?r. Çünkü, aş?r? öfke akl?n afetidir; şuurlu bir varl?ğ? bile mecnun haline getirip vahşi bir hayvana dönüştürebilir. Zira hiddet, ak?l ve idrakin yerine kontrolsüz his ve heyecan? ikâme eder; insan?, insan olma çizgisinin alt?na düşürür. Zaten, gazap akl? perdelediği içindir ki, onun bir derecesi ve neticesi cinnet olarak görülmüştür. O haldeki birinin, kanun ve kural tan?mas?, bir nasihatçinin sözlerine kulak vermesi çok zordur. Nitekim, Söz Sultan? (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurmuştur: “Kuvvetli kimse, (güreşte has?mlar?n? mağlup eden) s?rt? yere gelmez pehlivan değildir; hakiki kuvvetli, öfkelendiği zaman nefsini yenen, gazap an?nda kendisine hâkim olan insand?r.”
Hadislerin Ezberlenmesinde Şok Tesiri Mülahazas?
Diğer taraftan; Rasûl-ü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz’in “Öfkene hâkim ol!” ikaz? her ne kadar bütün mü’minlere şamil olsa da, hususiyle karş?s?ndaki o şahs? muhatap alarak irşatta bulunmas? ve ayn? nasihat?n? birkaç kere tekrarlamas?, soru soran şahs?n hal ve tav?rlar?nda gördüğü bir asabîlikten dolay? onu ta’dil etme gayesini de akla getirmektedir.
Zira, Allah Rasûlü, nasihat isteyenlere onlar?n ihtiyaçlar?na göre tavsiyelerde bulunurdu. O engin firasetiyle herkesi en isabetli şekilde tahlil eder ve söyleyeceklerini onlar?n mizaçlar?n? nazar-? itibara alarak söylerdi. Nebiler Serveri, insanlar? karakterleriyle ve tabiatlar?n?n temel çizgileriyle tan?r; onlar?n zaaflar?n? ve boşluklar?n? çok iyi bilirdi. Dolay?s?yla, mübarek ve objektif bir emrini ortaya koyarken, çoğu zaman bunu, ta’dil edilmesini çok önemli gördüğü bir insan?n şahs?nda yapard?. Mesela; gecesinin tamam?n? uykuda geçiren birine seherî olmay? tavsiye eder, seherlerde bâd-? tecellî estiğini hat?rlat?r ve böylece onun şahs?nda herkesi seherî olmaya çağ?r?rd?. Fakat, bunu bilhassa öyle bir sahabîye söylerdi ki, o şah?s, bir yanl?ş?n?n düzeltilmesine matuf söylenmiş olsa bile, Kainât?n Medar-? ?ftihar?’ndan hem de bizzat kendisine hitaben duyduğu bu nasihat? çok büyük bir iltifat kabul ederdi. “Alemlerin Efendisi bana teveccüh buyurdu, iltifatta bulundu ve şu mevzuda nasihat etti” der; Peygamberler Sultan?’n?n hitab?na mazhar olma mülahazas?n?n şokuyla o meseleyi kabullenir, içine sindirir, -moda tabirle- içselleştirir (özümser) ve duyduğu sözü kelimesi kelimesine h?fzederdi.
Asl?nda, hadis-i şeriflerin öğrenilip ezberlenmesi mevzuunda söz konusu olan “şok tesiri mülahazas?” hemen her devirde herkes için geçerlidir. Siz de, velî gördüğünüz, Allah’a yak?n bildiğiniz ve kendisine keramet atfettiğiniz bir zattan duyduğunuz “Şöyle yürüyün, böyle oturup kalk?n, şu şekilde hareket edin...” türünden sözleri -hele bir de doğrudan size söylenmişse- kelimelerin yerlerini bile değiştirmeden h?fzedersiniz ve hayat boyu unutmazs?n?z.
Bu aç?dan, Peygamber Efendimiz’in ikazlar?nda bu “şok tesiri mülahazas?”n? da hesaba katmak gerekir. Mesela; Allah Rasûlü, birine “Nazarlar?na dikkat et!”, başka birine “Anne-baban?n hukukunu gözet!”, bir diğer sahabîye “Gecelerini ihya et!” buyurmuştur. Asl?nda, bu hususlar her mü’min için çok önemli birer nasihattir. Fakat, Hikmetin Lisân-? Fasîhi Efendimiz, bu nasihatlerini seslendirmek için öyle muhataplar seçmiştir ki, hem umum mü’minlere diyeceğini demiş, hem soru soranlar? tek tek irşat etmiş, hem de Enbiyalar Sultan?’na muhatap olma payesiyle taçland?rd?ğ? bu insanlar?n kendileriyle alâkal? o ulvî hakikatleri şok tesiriyle iyice öğrenip orada bulunmayan kimselere de nakletmelerine zemin haz?rlam?şt?r.
Dahas?, Rasûl-ü Ekrem’in irşatlar?n? ve seçtiği muhataplar? nazar-? itibara al?rken, Fetânet-i A’zam Sâhibi’nin (sallallahu aleyhi ve sellem) firasetini gözetmenin yan? s?ra, meseleyi Allah’?n denk getirmesi ve uygun vasat? halketmesi şeklinde de değerlendirebilirsiniz. Cenâb-? Hakk’?n tevafuk ettirmesi şeklinde bakarsan?z, o zaman hâdise daha müthiş ve semavî bir hal al?r. Allah Teâlâ, Habîb-i Edîb’ine öyle bir şahs? muhatap k?lm?şt?r ve o esnada orada öyle insanlar? bir hedef kitle haline getirmiştir ki, o sözlerin tam orada, o şahsa hitaben söylenmesi ve onu herkesten ziyade işte oradakilerin dinlemesi laz?md?r. Böylece, Rehber-i Ekmel, o zat?n şahs?nda diyeceğini diyecek, mesaj?n? verecektir; o insan da, evvelen ve bizzat kendisiyle alâkal? olan o sözleri çok iyi h?fzedecek, hiç unutmayacak, gezdiği her yerde onu başkalar?na da anlatacak ve o hakikatin mübelliği olacakt?r.
Öfkeyi Doğru Tarafa Yönlendirmeli!..
Diğer taraftan, selef-i salihînin de belirttiği üzere, sohbetimize mevzu teşkil eden hadis-i şerifteki “Lâtağdab - Öfkelenme!” sözünün manas? hiç kimseye ve hiçbir şeye k?zma, hiç hiddet gösterme, asla öfke izhar etme demek değildir. Zira, öfkenin kendisinin yasaklanmas? mevzubahis olamaz. Çünkü, daha önce de üzerinde durulduğu gibi, öfke tabiî bir duygu ve f?trî bir haldir; insan?n cibilliyetinden sökülüp at?lamaz. Dolay?s?yla, öfkeyi bütün bütün yasaklamak, muhali teklif etmek manas?na gelir. Öyleyse, hadis-i şerifteki emirden murad, bu konuda yap?lacak temrinler sayesinde gazap duygusunun zimam?n? ak?l ve iradenin eline vermek ve böylece öfkenin yönünü değiştirmektir.
Bu hususa dikkat çeken Nur Müellifi, istikbal endişesi, h?rs ve inat gibi f?trî duygular?n yok edilemeyeceğini, bunlar?n herbirinin meşru bir kullanma yeri ve yönü bulunduğunu; dolay?s?yla, bu kuvveleri yok etmeye değil, onlar? hay?r yolunda kullanmaya çal?şmak gerektiğini anlat?r. ?nsana verilen manevî güç, kuvvet ve duygular? nefis ve dünya hesab?na istimal etmenin kötü ahlaka ve israfa sebep olacağ?n?; fakat, hafiflerini dünyevî işlere ve şiddetlilerini de uhrevî vazifelere sarf etmenin ise, güzel ahlak? ve saadet-i dareyni netice vereceğini ifade eder. Hazreti Üstad, bu konuda nihaî hükmünü verirken şöyle der:
“Tahmin ederim ki, nâsihlerin nasihatlerinin şu zamanda tesirsiz kalmas?n?n bir sebebi şudur: Ahlaks?z insanlara “Haset etme, h?rs gösterme, adâvet etme, inat etme, dünyay? sevme.” derler; yani, “F?trat?n? değiştir” demek gibi, zâhiren onlarca mâlâyutak bir teklifte bulunurlar. Eğer deseler ki, “Bunlar?n yüzlerini hay?rl? şeylere çeviriniz, mecrâlar?n? değiştiriniz”; o zaman, hem nasihat tesir eder, hem daire-i ihtiyarlar?nda bir emr-i teklif olur.”
Şu halde, hâlis mü’min öfkesinin yönünü Allah’?n raz? olmad?ğ? işlere tevcih etmelidir. Nefsinin isyanlar?na karş? öfkelenip onun terbiyesine koyulmal?, gazap hislerini müslümanlara zulmedenlere yöneltip dinin ihyas? ve diyanetin te’yidi için daha çok çal?şmal?d?r. Kendisini s?k s?k kontrol etmeli ve şayet öfkesi Allah için değilse, hatta ona az?c?k da olsa nefsânî hisler kar?şm?şsa, hemen susmas?n? bilmeli, hiddetini dindirmeli, sakinleşmeli ve affedici olmal?d?r. Şu hâdise bu mevzuya ne güzel misaldir:
Hazreti Ömer’in Hakperestliği ve Müsamaha Yolu
Bir gün, Hazreti Ömer’in (rad?yallahu anh) ganimet dağ?tt?ğ? bir s?rada, Uyeyne ?bnu H?sn gibi yeni ihtida etmiş baz? kimseler kendi paylar?na raz? olmuyor ve daha fazlas?n? istiyorlar. Hatta henüz ?slam ahlak?yla bezenememiş bir-iki tanesi haddi aş?p küstahça davran?yorlar. Mesela, Uyeyne ?bnu H?sn, “Ey Hattâb’?n oğlu, yeter art?k! Sen bize bol vermediğin gibi, aram?zda adaletle de hükmetmiyorsun!” diyor. Hazreti Ömer Efendimiz hak etmediği bu ithama mukabil biraz öfke izhar ediyor. Zaten, adalet timsali Ömer (rad?yallahu anh) gibi k?l? k?rk yaran bir insan?n böyle bir tav?r karş?s?nda gazaplanmamas? mümkün değil. Zira, onun bambaşka bir hakperestliği var. Mevlana Şiblî, onun hayat?n? anlat?rken der ki “Ömer’in adaleti ve hakperestliği Ömer’e dost b?rakmad?.” Evet, Allah Rasûlü’nün Halifesi, herkesin hakk?n? gözetme ve her hak sahibine hakk?n? verme mevzuunda çok hassast?r; ne pahas?na olursa olsun doğruluktan hiç ayr?lmaz. Bu hassasiyetine rağmen, öyle yak?ş?ks?z bir sözü duyunca elindeki dirresiyle (k?rbac?yla) adama dönüyor ve üzerine yürüyecekmiş gibi bir hal al?yor.
O s?rada, Hazreti Ömer’in de yak?nlar?ndan olan ve çoğu zaman onun istişare heyetinde yer alan Hürr ?bnu Kays (rad?yallahu anh) hemen öne at?l?p, “Ey Mü’minlerin halifesi, Allah Teâla hazretleri Rasûl-ü Ekrem’ine, “Sen af ve müsamaha yolunu tut, iyiliği emret, cahillere ald?r?ş etme!” (A’raf, 7/199) buyurmuştur. Bu adam da cahillerden biridir!” diyor.
Bu ikaz? duyan Hazreti Ömer, olduğu yerde kal?yor ve art?k Uyeyne’ye hiçbir şey demiyor, hiçbir şey yapm?yor. Böyle bir ilahî tembihin hat?rlat?lmas? karş?s?nda Emirü’l-mü’minîn’in bütün hiddeti diniyor. (Doğrusu, Habîb-i Ekrem’in en öndeki dostlar?ndan olan Hazreti Ömer Efendimiz hakk?nda gazap, öfke, hiddet... gibi herkes için kulland?ğ?m?z kelimeleri kullanma mevzuunda çok korkuyorum; bir hakikati nazara vermek için mecburen bu kelimeleri istimal ettiğim için onun ruhâniyetinden özür diliyorum.)
?şte bu, hakperestlik duygusu içinde, k?l? k?rk yararcas?na yaşama ve yerinde gazap hissini de bast?rma demektir. Hazreti Ömer Efendimiz’in bu hasletinden dolay?d?r ki, o, “el-vakkâf inde’l-hak” sözüyle an?l?r olmuştur. Bu tabir, “her zaman doğrunun yan?nda yer alan, hak ve adaletten asla ayr?lmayan, kendisinin rağm?na olsa da mutlaka hakka boyun eğen, Kitabullah’?n hükmüne gönülden r?za gösteren ve hakk?n söz konusu olduğu yerde an?nda frenlemesini bilen insan” demektir. Hazreti Ömer, yumruğunu kald?r?p tam hasm?n?n gözüne indireceği bir anda, hakk?n hat?r? için öfkesini yutarak kollar?n? hafifçe iki yan?na sal?verecek kadar duygular?na hâkim bir insand?r. Şüphesiz onun bu hali, hâlis mü’minlerin ve takva ehlinin de halidir.
Nitekim, Kur’an-? Kerim, “O müttakîler ki, bollukta da darl?kta da Allah yolunda infakta bulunurlar, k?zd?klar?nda öfkelerini yutar, insanlar?n kusurlar?n? affederler. Allah, böyle iyi davranan ihsan ehlini sever.” (Âl-i ?mrân, 3/134) mealindeki ayet-i kerimede öfkesine mağlup olmayanlar?, bilakis onu yenip akl-? selimle hareket edenleri “وَالْكَاظِمِينَ الْغَيْظَ” ibaresiyle nazara vermektedir. “ve’l-Kâz?mîne’l-gayz” ifadesindeki “gayz” kelimesi, gadab?n asl? ve özüdür; hoşa gitmeyen bir şey karş?s?nda insan tabiat?n?n hiddet, k?zg?nl?k ve h?nçla heyecanlanmas? demektir. “Kâz?mîn” ifadesi ise (bu kelimenin tekili “kâz?m”d?r), deriden yap?lm?ş su kab?n?n ağz?n? bağlamak manas?na gelen “kezm” kelimesinden türetilmiştir; öfkesini yutan, hiddet ateşini sab?rla içinde tutup boğarak söndüren, zarar gördüğü kimselerden öç almaya gücü ve kudreti bulunduğu halde intikama kalk?şmayan ve kötülük edenlere karş? afv ile muamelede bulunan kimselerin unvan? olarak kullan?lm?şt?r.
Mezkur ayette, öfkenin tesirini icrâ edip insan? kötülüklere sürükleyebileceği bir hengamda, bir dikeni, bir kaktüs parças?n? yutuyormuş gibi gazap hissini de yutmaya çal?şan, bir müddet yutkunup dursa da k?zg?nl?ğ?n? iradesi ile bast?r?p kontrol alt?na alan insanlar, Cenâb-? Allah’?n verdiği bütün nimetlerden -kendi cinslerine uygun şekilde- bollukta da darl?kta da infak edip duran cömert kullarla ayn? çizgide an?lm?şlard?r.
Çünkü, hiddeti bast?r?p mülayim davranabilmek, ancak ciddi bir cehd ü gayretle iradenin hakk?n? verme sayesinde mümkün olabilecek bir davran?şt?r. Mevlâ-y? Müteâl, insan? irade sahibi bir varl?k olarak yaratm?şsa, art?k onun başka canl?lar gibi hareket etmesi, intikam almak için dişlerini ve pençelerini kullanmas? kendi seviyesine ve mahiyetine karş? sayg?s?zl?k say?l?r. “كَالأَنْعَامِ بَلْ هُمْ أَضَلُّ - Hâs?l?, o kimseler hayvanlar gibidirler, hatta onlardan da şaşk?nd?rlar.” (A’raf, 7/179) ilahî beyan?n?n çerçevesine dahil olmas? manas?na gelir.
?nsan?n başkalar? taraf?ndan gazaba sevkedilip içindeki kötülük duygusunun tetiklendiği anlarda dahi iradesinin hakk?n? vermesi ve mahiyetine muvaf?k bir tav?r sergilemesi, “menfi ibadet” kategorisi içinde mütâlaa edilebilecek bir davran?şt?r; yani, insan küplere bindiği zaman bile nefsinin dizginlerini elinden b?rakm?yor ve sabrediyor, daha sonra da değişik tedaîlerle (çağr?ş?mlarla) yer yer hortlay?p ortaya ç?kan hiddet sebeplerini unutmak için mücadele veriyor ve “Allah onu da bağ?şlas?n, beni de!.” deyip muhataplar?n? affedebiliyorsa, o kimse, hastal?klara, sakatl?klara, musibetlere ve afetlere sabretmiş gibi çok büyük sevap kazan?r.
Hiddeti Bast?rabilmenin Vesileleri
Ne var ki, gazap hissine yenik düşmemek, ancak ihsan şuuruyla dolu bulunmakla mümkün olur. Nitekim, gayza sevkedecek hâdiseler meydana geldiği zaman bile öfkesini yutabilen sab?rl? kullar?n anlat?ld?ğ? ayetin sonunda “وَاللَّهُ يُحِبُّ الْمُحْسِنِينَ - Allah, böyle iyi davranan ihsan ehlini sever.” denilerek, bu insanlar?n birer muhsîn olduğuna ve hiddeti yenmenin ihsan duygusuna bağl? bulunduğuna işaret edilmektedir.
Bu beyan-? ilahîdeki ihsan?n da yine iki manas? melhuzdur:
Birincisi; kötülük yapana karş? iyilikte bulunmakt?r. ?slâm ahlâk?na göre, kötülüğe bile iyilikle mukabele etmeye çal?şmak esast?r ve bu ancak sabredenlere mahsus bir meziyettir. “?yilikle kötülük bir olmaz. O halde sen kötülüğü en güzel tarzda uzaklaşt?rmaya bak. Bir de bakars?n ki seninle kendisi aras?nda düşmanl?k olan kişi candan, s?cak bir dost oluvermiş! Ama kötülüğe karş? iyilik hasleti, ancak sabredenlerin, faziletten yana nasibi bol olanlar?n kâr?d?r.” (Fussilet, 41 /34-35) mealindeki ayet-i kerime bu hakikati vurgulamaktad?r. Bu mevzuda, bir hadis-i kudsîde de şöyle denmektedir: “Faziletlerin en büyüğü; aran?zdaki akrabal?k ve dostluk bağlar?n? koparan? senin aray?p sorman, seni mahrum b?rakana senin ihsanda bulunman ve bir de zulmüne maruz kald?ğ?n insan? affetmendir.”
?kinci manas? itibar?yla ise, ihsan; hak ölçülerine göre iyi düşünme, iyi şeyler plânlama, iyi işlere bağl? kalma ve kullukla alâkal? bütün davran?şlar? Allah’?n nazar?na arz ediyor olma şuuruyla ortaya koyma; her zaman Allah’? görüyormuş gibi hareket etme ya da en az?ndan O’nun taraf?ndan görülüyor olman?n hakk?n? verme demektir.
Meseleye bu aç?dan yaklaş?l?rsa, Rasûl-ü Ekrem (aleyhissalâtu vesselâm) Efendimiz’in öfkelenen kimseye şeytandan istiâze etmesini söylemesindeki s?r da ortaya ç?kar. Zira, öfkeyi yenme ihsan duygusuna, yani Allah’? gönülden hat?rlamaya ve O’na s?ğ?nmaya bağl?d?r ki, “istiâze” de Allah’tan yard?m ve iltica talep etme manas?n? taş?yan sözlerden biriyle O’na s?ğ?nmak demektir.
Öfkeyi bast?rma konusundaki ikazlar?ndan birisi de susmakt?r. Rehber-i Ekmel Efendimiz, “Sizden biriniz k?zd?ğ?nda hemen sussun.” buyurmuştur. Gazap halinde söylenen nice çirkin laflar vard?r ki, insana bir ömür boyu vicdan azab? yaşat?r. Bu itibarla, öfke an?nda sükut etmek en ak?ll?ca davran?şlardan biridir.
Ayr?ca, manevî hayat?m?zdaki bir s?k?nt? ve kabz halinde inşirah kaynağ? olabilecek hususlardan bir diğeri psikolojik tav?r ve durum değişikliğidir. Psikologlar, insan?n kendini yenilemesi ve üzerindeki s?k?nt?y? atabilmesi için bir hal ve tav?r değişikliğini sal?k vermektedirler. Rasûlullah’?n, “Sizden biriniz ayakta iken öfkelenirse otursun, öfkesi geçerse ne âlâ, öfkesi geçmezse uzans?n.” nasihati de bu zaviyeden değerlendirilebilir.
Şayet, istiâze, sükut ve oturma ya da uzanma gibi bir durum değişikliği de öfkeyi bast?rmaya yetmezse, o zaman hemen abdeste koşmak icap eder. Habib-i Edib “Gazap şeytandand?r, şeytan da ateşten yarat?lm?şt?r. Ateş ancak su ile söndürülür. Biriniz k?zd?ğ? zaman abdest als?n.” buyurmuştur. K?zg?nl?k an?nda abdestin sal?k verilmesinin hikmetlerinden biri de yine bahsi geçen tav?r değişikliğini temin etmektir. Nihayet, kötü sözden ve dünyevî kavgalardan bütün bütün uzaklaşman?n biricik yolu olan namaz da gazab? söndüren bir iksir olarak Rehber-i Ekmel’in tavsiyeleri aras?ndad?r: “Her türlü öfke ve ağ?z kavgas?n?n ilac?, iki rekat namazd?r.”
Öfkeniz Allah ?çin mi?
Evet, kuvve-i gadabiyenin de bir hikmet-i vücudu vard?r ve onu yok etmeye çal?şmak yerine yüzünü şerden hayra çevirmeye gayret etmek laz?md?r. Şüphesiz, hiddet müslümana yak?şmayan bir tav?rd?r. Şu kadar var ki, Cenâb-? Allah’a, Rasûl-ü Ekrem ve Din-i Mübîn’e bir sald?r? söz konusu olduğunda ya da dinî bir esas?n korunmas? meselesinde inanan insanlar?n hiddetlenmeleri de normaldir; hatta mukaddesât? muhafaza etmenin lüzumu aç?s?ndan öyle bir durumda mü’minlerin makul ve ölçülü bir şekilde k?zg?nl?klar?n? ifade etmemeleri yanl?ş olur.
?bn Hacer hazretleri, gazab?n Allah için olan?n? anlat?rken, ?nsanl?ğ?n ?ftihar Tablosu’nun (aleyhissalâtu vesselâm) şahsî meselelerde sabredip hiç öfkelenmediği halde, dini ilgilendiren mevzularda gazap izhar ettiğine dikkat çekmekte ve bu hususu baz? misallerle te’yit etmektedir. Serdettiği örneklerden birisi şöyledir:
Câbir b. Abdullah’?n (rad?yallahu anh) anlatt?ğ?na göre; Muâz ibn Cebel (rad?yallahu anh), Peygamber Efendimiz’in arkas?nda namaz?n? k?lar, sonra da kendi kavmi olan Benû Selime'ye gidip, onlara namaz k?ld?r?r ve namazda da Bakara Sûresi’ni bitirecek kadar uzun okurdu. Bir defas?nda bir adam kendi baş?na k?sa bir şekilde namaz k?lm?şt?. Bu adam?n cemaatten ayr?l?p tek baş?na namaz k?ld?ğ? haberi kendisine ulaş?nca Hazreti Muâz, “O bir münaf?kt?r!” deyivermişti. Muâz ibn Cebel’in bu sözünü duyan o adam, hemen Rasûl-ü Ekrem’e geldi; “Yâ Rasûlallah! Biz ellerimizle işleyen, su çeken ve develerimizle sulama yapan bir topluluğuz. Muâz, dün bize namaz k?ld?r?rken Bakara Sûresi’ni baştan sona okudu. Onun için bu defa namaz?m? hafif k?l?p gittim. Bundan dolay? Muâz benim bir münaf?k olduğumu iddia etmiş!” dedi. Bunun üzerine Allah Rasûlü -k?zg?n bir ifade tarz?yla- üç kere: “Ya Muâz! Sen bir fettan m?s?n (fitne mi ç?kar?yorsun)? “Ve’ş-şemsi ve duhâha”, “Sebbih isme Rabbike’l-alâ” ve benzeri sûreleri okusana!” buyurdu. Evet, insan?n kendi ad?na kulluk ç?tas?n? yüksekte tutmas? güzel ve makbuldü ama başkalar? söz konusu olunca dinin özündeki kolayl?k (yüsr) prensibi esas al?nmal?yd?; Şefkat Peygamberi Hazreti Muaz gibi bir ibadet aş?ğ?n?n şahs?nda işte bu hususa işaret ediyordu.
Hâs?l?, mü’min Allah için sevmeli, Allah için buğzetmeli, Allah için hüküm vermeli.. ve öfkelenecekse Allah için öfkelenmelidir. ?nanm?ş bir insan neye ne ölçüde gazapland?ğ?na çok dikkat etmelidir. Kendisiyle alâkal? en küçük bir meseleden dolay? k?yametler kopard?ğ? halde, dini, diyaneti ve ümmet-i Muhammed’in (sallallahu aleyhi ve sellem) hal-i pürmelalini ilgilendiren mevzularda hiçbir hiddet alâmeti göstermeyen kimselerin öfkelerinin ne kadar nefsanî ve şeytanî olduğu aç?kt?r. Oysa, muvahhid bir mü’min olman?n ve hakiki ihlasa ermenin yolu nefsin hissesi bulunan her işi terketmekten geçmektedir. Bu konuda -Yirmiikinci Mektup’ta da değerlendirilen- şu hâdise ne kadar ibretliktir:
Bir vakit, ?mam-? Ali (rad?yallahu anh) kendisine karş? savaşan bir kâfiri yere sermiş. K?l?c?n? çekip tam baş?n? keseceği zaman, hasm? ona tükürmüş. Hazreti Ali, kâfiri b?rakm?ş, onu öldürmemiş. O inançs?z adam, Hazreti Ali’ye (kerremallahu vechehu) “Neden beni kesmedin?” diye sorunca, Haydar-? Kerrâr, “Seni Allah için kesecektim. Fakat bana tükürdün; hiddete geldim. ?şe nefsimin hissesi kar?şt?ğ?ndan ihlâs?m zedelendi. Onun için seni öldürmedim.” demiş. Bu cevab? alan adam Hazreti Ali’nin civanmertliğine şöyle mukabelede bulunmuş: “Sana tükürmekteki maksad?m, beni çabuk kesmen için seni hiddete getirmekti. Madem dininiz bu derece sâfi ve hâlistir; öyleyse, o din hakt?r!..”


K?r?k testi