S- Pekâlâ o ebedî ceza hikmete muvafıktır, kabul ettik. Amma merhamet ve şefkat-i İlahiyeye ne diyorsun?
C- Azizim! O kâfir hakkında iki ihtimal var. O kâfir, ya ademe gidecektir veya daimî bir azab içinde mevcud kalacaktır. Vücudun velev Cehennem'de olsun, ademden daha hayırlı olduğu vicdanî bir hükümdür. Zira adem, şerr-i mahz olduğu gibi, bütün musibet ve masiyetlerin de merciidir. Vücud ise velev Cehennem'de olsa, hayr-ı mahzdır. Maahâza kâfirin meskeni Cehennem'dir ve ebedî olarak orada kalacaktır.
Fakat kâfir, kendi ameliyle bu duruma kesb-i istihkak etmiş ise de, amelinin cezasını çektikten sonra, ateş ile bir nev' ülfet peyda eder ve evvelki şiddetlerden âzade olur.
İşarat-ül İ'caz
Ebedî: Sonsuz, sonsuzlukla ilgili.
Muvafık: Uygun, yerinde.
Şefkat-i İlahiye: İlahi şefkat, Allah’ın(cc) kutsal ve kusursuz şefkati.
Adem: Yokluk, hiçlik, bulunmama.
Velev: Eğer, her ne kadar, hatta, isterse.
Vicdanî: Vicdana ait, vicdanla ilgili.
Hüküm: Karar, emir, yargı.
Zira: Çünkü.
Şerr-i mahz: Tam kötülük.
Masiyet: Günah, isyan, itaatsizlik, emre karşı gelme.
Mercii: Kaynağı.
Hayr-ı mahzdır: Tam hayır.
Maahâza: Bununla beraber.
Amel: İş, çalışma, görevi yerine getirme.
Kesb-i istihkak: Hak kazanma.
Nev': Tür, çeşit.
Ülfet: Alışma, alışkanlık.
Peyda: Ortaya çıkma, olma, meydana çıkma, kazanma, belirme.
Âzade: Serbest, uzak, kurtulmuş, hür.