ﺍِﻥَّ ﺍﻟﻠَّﻪَ ﻣَﻊَ ﺍﻟﺼَّﺎﺑِﺮِﻳﻦَ "Şüphesiz, Allah sabredenlerle beraberdir." Bakara Sûresi, 2:153; Enfâl Sûresi, 8:46.) de hikmet ve gaye nedir?
Elcevab:
Cenab-ı Hak, Hakîm ismi muktezası olarak, vücud-u eşyada bir merdivenin basamakları gibi bir tertib vaz'etmiş. Sabırsız adam teenni ile hareket etmediği için, basamakları ya atlar düşer veya noksan bırakır; maksud damına çıkamaz. Onun için hırs mahrumiyete sebebdir. Sabır ise müşkilâtın anahtarıdır ki, ﺍَﻟْﺤَﺮِﻳﺺُ ﺧَﺎﺋِﺐٌ ﺧَﺎﺳِﺮٌ ٭ ﻭَﺍﻟﺼَّﺒْﺮُ ﻣِﻔْﺘَﺎﺡُ ﺍﻟْﻔَﺮَﺝِ "Hırslı olan kimsenin ümidi boşa çıkar ve hüsrâna uğrar." "Sabır, ferahlık ve genişliğin anahtarıdır." Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, 6:298, no. 9318; Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, 2:21.) durub-u emsal hükmüne geçmiştir. Demek Cenab-ı Hakk'ın inayet ve tevfiki, sabırlı adamlarla beraberdir. Çünki sabır üçtür:
Biri:
Masiyetten kendini çekip sabretmektir. Şu sabır takvadır, ﺍِﻥَّ ﺍﻟﻠَّﻪَ ﻣَﻊَ ﺍﻟْﻤُﺘَّﻘِﻴﻦَ "Allah takvâ sahipleriyle beraberdir." Bakara Sûresi, 2:194.) sırrına mazhar eder.
İkincisi:
Musibetlere karşı sabırdır ki, tevekkül ve teslimdir. ﺍِﻥَّ ﺍﻟﻠَّﻪَ ﻳُﺤِﺐُّ ﺍﻟْﻤُﺘَﻮَﻛِّﻠِﻴﻦَ ٭ ﺍِﻥَّ ﺍﻟﻠَّﻪَ ﻳُﺤِﺐُّ ﺍﻟﺼَّﺎﺑِﺮِﻳﻦَ "Muhakkak ki Allah tevekkül edenleri sever." Âl-i İmrân Sûresi, 3:159. "Muhakkak ki Allah sabredenleri sever." Âl-i İmrân Sûresi, 3:146.) şerefine mazhar ediyor. Ve sabırsızlık ise Allah'tan şikayeti tazammun eder. Ve ef'alini tenkid ve rahmetini ittiham ve hikmetini beğenmemek çıkar. Evet musibetin darbesine karşı şekva suretiyle elbette âciz ve zaîf insan ağlar; fakat şekva ona olmalı, ondan olmamalı. Hazret-i Yakub Aleyhisselâm'ın ﺍِﻧَّﻤَٓﺎ ﺍَﺷْﻜُﻮﺍ ﺑَﺜّﻰِ ﻭَ ﺣُﺰْﻧِٓﻰ ﺍِﻟَﻰ ﺍﻟﻠَّﻪِ " Ben derdimi de, üzüntümü de ancak Allah’a şikâyet ederim" Yusuf Sûresi, 12:86.) demesi gibi olmalı. Yani: Musibeti Allah'a şekva etmeli, yoksa Allah'ı insanlara şekva eder gibi, "Eyvah! Of!" deyip, "Ben ne ettim ki, bu başıma geldi" diyerek, âciz insanların rikkatini tahrik etmek zarardır, manasızdır.
Üçüncü Sabır:
İbadet üzerine sabırdır ki, şu sabır onu makam-ı mahbubiyete kadar çıkarıyor. En büyük makam olan ubudiyet-i kâmile canibine sevkediyor.
Said Nursi
Hakîm: Hikmet sahibi.
Mukteza: İktiza eden, gereken.
Vücud-u eşya: Varlıkların maddi yapısı ve bedeni.
Vaz'etmiş: Koymuş.
Teenni: Acale etmeyip düşüne düşüne hareket etme.
Maksud: Kasdedilen, kasdedilmiş, istenen. *Gaye.
Mahrumiyet: Mahrumluk, yoksunluk.
Müşkilât: Zorluklar, güçlükler.
Durub-u emsal: Atasözleri, meşhur sözler.
(cc): Celle Celalühü: "Celil oldu, celil olsun" meâlinde Allah İsm-i Celali işitildiği veya anıldığı anda, tâzim makamında söylenir.
İnayet: İyilik, yardım, lütuf.
Masiyet: Günah, isyan, itaatsizlik, emre karşı gelme.
Takva: Bütün günahlardan ve her türlü yasaklardan kendini koruma.
Mazhar: Sahip olma, ulaşma, kazanma, nail olma, erişme.
Tazammun: İçine almak.
Ef'al: Fiiller, işler.
İttiham: Suçlama.
Şekva: Şikayet.
Âciz: Güçsüz, gücü yetmez.
Zâif: Zaif, kuvvetsiz.
Yakub(a.s.): (a.ö.i.) Hz. İbrahim'in (a.s.) oğlu Hz. İshak'ın (a.s.) oğludur. Kenan bölgesine peygamber olarak gönderilmiştir. Hz. Yusuf'un (a.s.) babasıdır. Lâkabı İsrail olduğundan onun soyundan gelenlere İsrailoğulları denilmiştir. Büyük oğlunun adı Yehud olduğundan bunlara Yahudi denilmiştir. Hz. Yakub (a.s.) uzun bir ayrılıktan sonra ömrünün son zamanlarını, Mısır azizi olan oğlu Hz. Yusuf'un (a.s.) yanına giderek Mısır'da geçirmiştir. Vefat ettikten sonra, babası Hz. İshak'ın (a.s.) şam yakınlarında bulunan kabrinin yanına defnedilmiştir. Kur'ân-ı Kerim'de Yusuf Suresinde, onun şefkatinden kaynaklanan hissiyatı en parlak hakikat olarak nazar-ı dikkate verilmiş ve kendisinden övgüyle bahsedilmiştir.
(A.s): Aleyhisselâm: Selâm O'nun üzerine olsun.
Rikkat: Acıma, incelik, yufka yüreklilik, kalb inceliği.
Makam-ı mahbubiyet: Sevilir olma derecesi ve sevilecek duruma gelme makamı, Allah'ın(cc) sevgisini kazanma makamı.
Ubudiyet-i kâmile: Mükemmel kulluk vazifesi, en üstün ve mükemmel şekilde Allah'a kulluk.