Gerçekten de insanın önce kendi elinde olana kanaat etmesi, sonra konu komşusunda olana da haset etmemesi, öylesine büyük bir İlahi takdire razı olma halidir ki, bu kadere razı olma halinden hem kendisi mutlu olur, hem de haset duymadan baktığı komşuları.
Aksine, kendine ve çevresine böylesine teslimiyetle bakmayanlar ise, Cenab-ı Hakk'ın kendileri için takdirine kanaat etmeyip, daha iyisine, daha çoğuna, değişik nimetlere layık olduğunu, ama verilmediğini düşünmeye yönelirler; başkalarına ise, o nimetlere layık olmadığı halde verildiğini hayal edip haset etmeye başlarlar. Böylece ne kendi huzur bulur, ne de hasetle baktığı komşuları onun bakışından emin olurlar.
Durum böyle olunca; şimdi durup düşünme sırası bize gelmiş demektir. "Biz nasıl düşünüyoruz acaba?" diyerek şöyle bir nefis muhasebesi yapsak mı? Biz de kendimizde olana kanaat ediyor, komşumuzda olana da haset etmekten kendimizi alıkoyuyor muyuz? İşte bütün mesele buradadır. Hakkımızdaki İlahi takdire razı olabilmekte.
Şayet bir kul, kafasındaki bir sürü hırslı isteklerine değil de, kendisine verilen ne ise nefsini ona razı eder de hakkındaki İlahi takdirden razı olursa ne olur? İzin verirseniz bunun cevabını da Hazret-i Musa aleyhisselamdan alalım. Tur dağındaki duasında der ki:
– Rabbim! Sen kulundan ne zaman razı olursun? Gelen cevap çok açık:
– Kulum benden ne zaman razı olursa!..
Evet, kul ne zaman Rabbinin kendisi hakkındaki takdirinden razı olursa Rabbi de kuldan o zaman razı olur!..