Şeytanın en tehlikeli hilelerinden biri şudur: Bazı hassas ve temiz kalbli insanlara, küfrü hayal etmekle küfrü tasdik etmeyi aynı şey gibi gösteriyor. Dalâleti düşünmeyi, onu tasdik etmek zannettiriyor. Mukaddes zâtlar ve kir bulaştırmak mümkün olmayan şeyler hakkında çok çirkin hayalleri akla getiriyor. Ve zâtında mümkün olan bir şeyi aklen mümkün gösterip onu imandaki yakîne zıt bir şüphe gibi sunuyor. O vakit o biçare hassas insan, dalâlete ve küfre düştüğünü, imanındaki yakînin kaybolduğunu zanneder, ümitsizliğe düşer ve o ümitsizlikle şeytana maskara olur. Şeytan onun hem ümitsizliğini hem de o zayıf damarını kullanır, bu hileyi çok yapar. O insan da ya divane olur ya da "Ne olacaksa olsun, fark etmez" der, sapkınlığa düşer.

Şeytanın bu hilesinin aslında ne kadar temelsiz olduğunu bazı risalelerde izah etmiştik, burada da kısaca anlatacağız:

Nasıl aynadaki bir yılanın görüntüsü ısırmaz, ateşin misali yakmaz ve pis bir şeyin yansıması kirletmez. Aynen öyle de, hayal veya fikir aynasında küfre götüren şeylerin ve şirkin akisleri, dalâletin gölgeleri ve çirkin sözlerin hayalleri inancı sarsmaz, imanı zayıflatmaz, hürmetli edebi yok etmez. Çünkü meşhur kaidedir: Çirkin bir sözü hayal etmek onu söylemek olmadığı gibi, küfrü hayal etmek, küfür ve dalâleti düşünmek de dalâlet değildir.

İmana şüphe düşmesi meselesine gelince, bir şeyin zâtında mümkün olmasından doğan ihtimaller, kesin inanca zıt değildir ve ona zarar vermez.
ﺍِﻥَّ ﺍْﻟﺎِﻣْﻜَﺎﻥَ ﺍﻟﺬَّﺍﺗِﻰَّ ﻟﺎَ ﻳُﻨَﺎﻓِﻰ ﺍﻟْﻴَﻘِﻴﻦَ ﺍْﻟﻌِﻠْﻤِﻰَّ "Zâtî imkan, bir şey hakkındaki kesin bilgiye zıt değildir.") cümlesi, usûl ilminede yerleşmiş kaidelerdendir.

Mesela Barla Denizi'nin (Eğirdir Gölü) su halinde yerinde olduğu hiç şüphe duymadan biliyoruz. Halbuki o denizin şu dakikada kurumuş veya toprağın altına gömülüyor olması zâtında mümkündür. Bu zâti imkân, madem bir işaretten, bir bilgiden doğmuyor; aklen mümkün olamaz ki bize şüphe versin. Çünkü yine şu hüküm kelâm ilminde kesin kaidelerdendir:
ﻟﺎَ ﻋِﺒْﺮَﺓَ ﻟِـﻠْﺎِﺣْﺘِﻤَﺎﻝِ ﺍﻟْﻐَﻴْﺮِ ﺍﻟﻨَّﺎﺷِﻰﺀِ ﻋَﻦْ ﺩَﻟِﻴﻞٍYani "Bir emareden doğmayan zâtında mümkün bir ihtimal, aklen mümkün değildir ki şüphe doğursun, onun bir kıymeti olsun." İşte şeytanın bu hilesiyle karşılaşan biçare insan, iman hakikatlerine olan kesin inancını böyle zâtında mümkün ihtimaller yüzünden kaybettiğini zanneder. Mesela, Hazreti Peygamber (aleyhissalâtü vesselam) hakkında beşeriyeti itibari ile zâtında mümkün pek çok ihtimal akla gelebilir, fakat bunlar imanın kesinliğine ve yakîne zarar vermez. Oysa insan zarar verdiğini zanneder, zarara düşer.

Hem bazen şeytan, insanın kalbinde bulunan ve vesvesenin kaynağı olan bir yerden Cenâb-ı Hakk'a dair fena sözler fısıldar. İnsan, bunları kalbi bozulduğu için hayal ettiğini zanneder, titrer. Halbuki onun titremesi, korkması ve o sözlere rızasının olmaması, onların kalbinden gelmediğine, şeytanın kalbde bulunan, şürekli vesvese ürettiği yerden geldiğine veya şeytan tarafından hatırlatıldığına, hayale düşürüldüğüne delildir.

İnsanın latifeleri içinde teşhis edemediğim bir iki latife var ki, iradeyi dinlemez, belki mesuliyet altına da girmezler. Bazen o latifeler insana hükmediyor, hakkı dinlemiyor, insanı yanlış şeylere sevk ediyor. O vakit şeytan, insana şunu telkin eder: "Senin kabiliyetlerin hakka ve imana uygun değil ki, iraden dışında böyle yanlış yollara giriyorsun. Demek, kaderin seni bahtsızlığa ve günahlara mahkûm etmiştir." O biçare adam da ümitsizliğe düşüp helâk olmaya doğru gider.

İşte şeytanın bahsettiğimiz önceki hilelerine karşı müminin sığınağı, sınırları tahkik ehli olan asfiyanın düsturlarıyla belirlenmiş iman hakikatleri ve Kur'an'ın açık, kesin hükümleridir. Şeytanın daha sonra saydığımız hilelerine karşı ise mümin Allah'a sığınıp o aldatmacalara kıymet vermemelidir. Çünkü kıymet verdikçe o hile dikkatini çeker, gözünde büyür, şişer. Müminin böyle manevî yaralarının ilacı ve merhemi sünnet-i seniyyedir.

Kaynak: Risale-i Nur Külliyatı'ından . Aslına sadık kalınarak kısmen sadeleştirilmiştir