ﺍَﻟْﻒُ ﺍَﻟْﻒِ ﺻَﻼَﺓٍ ﻭَ ﺍَﻟْﻒُ ﺍَﻟْﻒِ ﺳَﻼَﻡٍ ﻋَﻠَﻴْﻚَ ﻳَﺎ ﺭَﺳُﻮﻝَ ﺍﻟﻠَّﻪِ Sana milyonlar salât ve milyonlar selâm olsun, yâ Resulallah.
cümlesi, namaz tesbihatında okunurken inkişaf eden latif bir nükteyi uzaktan uzağa gördüm. Tamamını tutamadım, fakat işaret nev'inden bir iki cümlesini söyleyeceğim.
Tesbihat: Allah'ın (cc) her türlü noksanlıklardan uzak ve kusursuz olduğunu belirtmeler.
İnkişaf: Açılma, meydana çıkma, gelişme, ilerleme.
Gördüm ki: Gece âlemi, dünyanın yeni açılmış bir menzili gibidir. Yatsı namazında o âleme girdim. Hayalin fevkalâde inbisatından ve mahiyet-i insaniyenin bütün dünya ile alâkadarlığından, koca dünyayı o gecede bir menzil gibi gördüm. Zîhayatlar ve insanlar o derece küçüldüler, görünmeyecek derecede küçüldüler. Yalnız o menzili şenlendiren ve ünsiyetlendiren ve nurlandıran tek şahsiyet-i maneviye-i Muhammediyeyi (A.S.M.) hayalen müşahede ettim. Bir adam yeni bir menzile girdiği zaman, menzildeki zâtlara selâm ettiği gibi, "Binler selâm
(Haşiye) sana Ya Resulallah!" demeye bir arzuyu içimde coşar buldum. Güya bütün ins ü cinnin adedince selâm ediyorum, yani sana tecdid-i biat, memuriyetini kabul ve getirdiğin kanunlarına itaat ve evamirine teslim ve taarruzumuzdan selâmet bulacağını selâm ile ifade edip; benim dünyamın eczaları, zîşuur mahlukları olan umum cinn ve insi konuşturup, herbirerlerinin namına bir selâmı, mezkûr manalarla takdim ettim. Hem o getirdiği nur ve hediye ile, benim bu dünyamı tenvir ettiği gibi, herkesin bu dünyadaki dünyalarını tenvir ediyor, nimetlendiriyor diye, o hediyesine şâkirane bir mukabele nev'inden "Binler salavat sana insin!" dedim. Yani senin bu iyiliğine karşı biz mukabele edemiyoruz, belki Hâlık'ımızın hazine-i rahmetinden gelen ve semavat ehlinin adedince rahmetler sana gelmesini niyaz ile şükranımızı izhar ediyoruz, manasını hayalen hissettim.
Menzil: Yer.
İnbisat: Genişleme, yayılma, genleşme.
Mahiyet-i insaniye: İnsanın temel yapısı ve gerçek iç yüzü.
Zîhayat: Hayat sahibi, canlı.
Ünsiyet: Alışkanlık, dostluk, alışılmışlık.
Şahsiyet-i maneviye-i Muhammediye: Hz. Muhammedin(asm) manevî kişiliği.
Hayalen: Hayel olarak.
Müşahede: Görme, seyretme.
Resulallah: Allah'ın(cc) peygamberi.
İns ü cinn: Cin ve insan.
Tecdid-i biat: Bağlılığı yenilemek.
Evamir: Emirler.
Ecza: Kısımlar, parçalar.
Zîşuur: Şuur sahibi.
Namına: Adına.
Tenvir: Nurlandırma, aydınlatma, ışıklandırma.
Şâkirane: Şükreder şekilde, şükreder gibi.
Hâlık: Yaratıcı Allah(cc).
Hazine-i rahmet: Rahmet hazinesi.
Semavat: Gökler.
Niyaz: Yalvarma, yakarış.
İzhar: Açığa vurma, ortaya koyma, gösterme.
{(Haşiye): Zât-ı Ahmediyeye (A.S.M.) gelen rahmet, umum ümmetin ebedî zamandaki ihtiyacatına bakıyor. Onun için gayr-ı mütenahî salât yerindedir. Acaba, dünya gibi koca, büyük ve gafletle karanlıklı, vahşetli ve hâlî bir haneye birisi girse; ne kadar tedehhüş, tevahhuş, telaş eder; ve birden o haneyi tenvir ederek enis, munis, habib, mahbub bir Yaver-i Ekrem sadırda görünüp, o hanenin Mâlik-i Rahîm-i Kerim'ini o hanenin her eşyasıyla tarif edip tanıttırsa ne kadar sevinç, ünsiyet, sürur, ışık, ferah verdiğini kıyas ediniz. Zât-ı Risaletteki salavatın kıymetini ve lezzetini takdir ediniz!}
Zât-ı Ahmediye: Hz. Muhammedin(asm) kendisi.
Rahmet: Merhamet, acıma, şefkat etme, esirgeme.
Ebedî: Sonsuz, sonsuzlukla ilgili.
İhtiyacat: İhtiyaçlar.
Gayr-ı mütenahî: Sonsuz, bitmez.
Salât: Dua.
Hâlî: Boş, ıssız, tenha.
Tedehhüş: Korkma, ürperme, dehşete düşme.
Tevahhuş: Korkmak, ürkmek, kaçmak.
Enis: Dost, arkadaş.
Munis: Cana yakın.
Habib: Sevgili, sevilen, dost.
Mahbub: Muhabbet edilen, sevilen, sevgili.
Yaver-i Ekrem: En yakın ve üstün memur.
Sadırda: En önde.
Mâlik-i Rahîm-i Kerim: Çok cömert ve çok merhametli ve her şeyin sahibi olan Allah(cc).
Zât-ı Risalet: Peygamber olan zat.
O Zât-ı Ahmediye (A.S.M.) ubudiyeti cihetiyle -halktan Hakk'a teveccühü hasebiyle- rahmet manasındaki salâtı ister. Risaleti cihetiyle -Hak'tan halka elçiliği haysiyetiyle- selâm ister. Nasılki cinn ve ins adedince selâma lâyık ve cinn ve ins adedince umumî tecdid-i biatı takdim ediyoruz. Öyle de, semavat ehli adedince, hazine-i rahmetten herbirinin namına bir salâta lâyıktır. Çünki getirdiği nur ile herbir şeyin kemali görünür ve herbir mevcudun kıymeti tezahür eder ve herbir mahlukun vazife-i Rabbaniyesi müşahede olunur ve herbir masnu'daki makasıd-ı İlahiye tecelli eder. Onun için herbir şey, lisan-ı hal ile olduğu gibi, lisan-ı kàli de olsaydı, "Essalâtü vesselâmü aleyke yâ Resulallah" diyecekleri kat'î olduğundan biz umum onların namına "Elfü elfi salâtin ve elfü elfi selâmin aleyke yâ Resulallahi biaded-il cinni ve-l insi ve biadedi-l meleki vennücum" (Cinler ve insanlar sayısınca, melekler ve yıldızlar adedince milyonlar salât insin sana, yâ Resulallah.) manen deriz.
Ubudiyet: Kulluk, Allah'ın(cc) emir ve yasaklarına uymak.
Teveccüh: Yönelme,. *Alaka, ilgi gösterme.
Hasebiyle: Dolayısıyla, gereğince.
Salâtı: Duayı.
Risalet: Peygamberlik.
Cihet: Yön, taraf.
Tecdid-i biat: Bağlılığı tazelemek.
Semavat: Gökler.
Kemal: Mükemmellik.
Mevcud: Var olan, varlık.
Tezahür: Görünme, meydana çıkma.
Vazife-i Rabbaniye: Herşeyin sahibi ve terbiyecisi olan Allah(cc) tarafından verilmiş görev.
Masnu': Sanatlı yaratılmış varlık, sanatlı eser.
Makasıd-ı İlahiye: Allah'a(cc) ait maksatlar, Allah'ın gayeleri.
Lisan-ı hal: Hal lisanı, durum ve görünüş konuşması.
Lisan-ı kàl: Konuşma dili.
Manen: Manevî olarak.
ﻓَﻴَﻜْﻔِﻴﻚَ ﺍَﻥَّ ﺍﻟﻠَّﻪَ ﺻَﻠَّﻰ ﺑِﻨَﻔْﺴِﻪِ ﻭَ ﺍَﻣْﻼَﻛَﻪُ ﺻَﻠَّﺖْ ﻋَﻠَﻴْﻪِ ﻭَ ﺳَﻠَّﻤَﺖْ
Allah’ın bizzat sana salât etmesi yeter. Onun melekleri de Peygambere salât ve selâm ederler.
Said Nursî