+ Konu Cevaplama Paneli
1. Sayfa - Toplam 3 Sayfa var 1 2 3 SonuncuSonuncu
Gösterilen sonuçlar: 1 ile 10 ve 23

Konu: İman ve Amel

  1. #1
    Yasaklı Üye Ene-Zerre - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Jul 2007
    Bulunduğu yer
    Kainat Mescidi...
    Mesajlar
    2.452

    Standart İman ve Amel

    .. gerek dilciler ve gerekse Ehl-i Sünnet âlimlerinin cumhuru (büyük çoğunluğu) nazarında "imanın hakikatı"; Allah Teâlâ'nın varlığını ve birliğini (ulûhiyetini ve tevhidini), Hz. Muhammed (s.a.s.)'in peygamberliğini ve Allah'dan getirip tebliğ ettiklerinde sadık olduğunu kalp ile tasdikten ibarettir.

    [Selef Uleması ile, Hadis âlimlerinden birçoğu ise rivayete göre, İmam Mâlik, İmâm Şâfiî ve İmam Ahmet (r.a)'a göre Şer'î İman; "İkrarın bil lisan, tasdikun bil cenan ve amelün bil erkân"dır. Yani, "dil ile ikrar, kalp ile tasdik ve rükünlerle amel" Fakat bu görüşe sahip olan Selef Uleması ve bazı mezhep imamları, ameli terk eden kimseleri "fâsıkâsî" saymışlarsa da, bu gibilerin imandan çıkarak kafir olacaklarına hükmetmemişlerdir]


    Birçok ayet ve sahih hadisler, bu hükme sarahaten delâlet etmektedir. Nitekim Hak Teâlâ Kur'an-ı Kerîm'de, "iman" kelimesini daima insanların kalblerine isnat etmek suretinde ifade buyurmuştur:

    a. "İşte onlar o kimselerdir ki, (Allah) imanı kalblerine yazdı." (el-Mücadele: 58/22)

    b. "İman henüz kalblerinize yerleşmedi (hele bir yerleşsin)..." (el-Hucurât: 49/14)

    c. "... Kalbi iman ile (dolu ve) mutmain (müsterih) olduğu halde... " (en-Nahl: 16/106)

    Peygamberimiz (s.a.s) ise; "Lâ ilâhe illallah" demesine rağmen "kâfirdir" diye bir kimseyi öldüren Üsâme'ye;

    "Kelime-i Tevhid'i" söylediği halde, onu niçin öldürdün?" diye sormuş,
    "o bu sözü, kendisini ölümden kurtarmak için söyledi" cevabını alınca:
    "Onun kalbini yarıp ta (imanı var mı diye) baktın mı?" buyurmuşlardır.[1]

    Aynı âlimlere göre "dil ile ikrar"da, yukarda belirtildiği gibi, imanın hakikatından bir cüz, ondan bir rükün olmayıp, bir kimsenin müslüman olduğunu bilmek ve ona İslâm'ın dünyevi ahkâmını tatbik edebilmek için zarurî görülen bir şarttır.

    İslâmî hükümlerle amel etmek, yani inanılan dinî hükümleri bilfiil tatbik etmek ise; Ehl-i Sünnet imam ve âlimlerinin çoğunluğu nazarında, imanın hakikatına dahil değildir. Bu hususa yukarda kaydedilen delillerden başka şu muhkem ayetler açık ve kesin olarak delâlet etmektedir:

    a. "Ey iman edenler; sizin üzerinize oruç (tutmak) farz kılındı" (el-Bakara, 2/183).

    Bu ve benzeri ayetlerde [2] önce "iman edenler" diye hitap edilmiş, sonra müminlerin yapmaları ve yapmamaları gereken emir ve yasaklar bildirilmiştir. O halde olumlu veya olumsuz olan amel, imanın hakikatından olmayan, ayrı ve başka bir şeydir.

    b. "İman eden ve iyi (salih) amel işleyen kimseleri Cennetimize koruz." (en-Nisâ, 9/57)

    Bu ve benzeri ayetlerde[3] salih amel imana atfediliyor ki; arapça gramer kaidesince, ancak manası başka olan şeyler birbiri üzerine atfedilir. Yani âtıf işlemi, "ma'tûf" ile "ma'tûfun aleyh"in başka başka manada olmasını gerektirir. O halde amel, imandan başka olup, ondan bir cüz değildir.

    c. "Kim mümin olarak, iyi ve güzel amel işlerse..." (Tâhâ: 20/112).

    Bu âyet-i kerîmede amelin makbul olması, imanlı olma şartına bağlanmıştır. Meşrutun (yani amelin) şartta (yani imandan) dahil olmayacağı, bilinen kural gereğidir. O halde iman ve amel ayrı ayrı şeylerdir.

    d. "Eğer müminlerden iki zümre birbirleriyle vuruşur, cenk yaparsa, aralarını bulup onları sulh ediniz..." (el-Hucurât: 49/9).

    Bu ayet-i kerimede; birbiriyle cenk yapan büyük günah sahipleri "mü'min" diye anıldığına göre; iman ile haram olan adam öldürme fiilinin dahi mümin bir şahısta birlikte bulunabileceği, dolayısıyla her cins amelin imandan ayrı ayrı ve ondan başka bir unsur olduğu gayet açık olarak bildirilmektedir.

    Bu ve benzeri ayet-i kerîmelerin sarahatına ilaveten, herbiri birer salih amel olan ibadetlerin Allah indinde makbul olabilmesi için, önce imanın (kalbdeki tasdikin) şart olduğunda, İslâm âlimleri arasında icma vardır. Bu bakımdan, kafirin yaptığı ibadetin bir değeri ve sevabı yoktur. Çünkü o, önce iman etmekle, sonra ibadet ve salih amelle mükelleftir. İnanmadan yapılan ibadetler, Allah katında makbul ve muteber değildir.

    Yukarda zikredilen delâleti katı dinî delillere ve ulemanın icmaına binaen; amelin, imanın hakîkatından ve aslından bir rükün olmadığı açıkça anlaşılmaktadır.[4]

    Her ne kadar imandan bir cüz ve rükün değil ise de, ikisi arasında çok sıkı bir münasebet vardır. Çünkü ibadet ve salih amel (iyi ve güzel işler), sahibinin imanını olgunlaştırır. Allah Teâlâ'nın vadettiği ve Resulullah (s.a.s)'ın müjdelediği ebedî nimetleri ve rıza-i ilâhîyi kazandırır. O halde, kalbde bulunan iman nurunu parlatmak ve kuvvetlendirerek onu kemale erdirmek için Allah'a ibadet etmek, iyi ve salih ameller yapmak gerekir. Çünkü eseri dış hayatta ve toplumda görülmeyen bir iman, meyve vermeyen bir ağaç gibidir. Dinin de, dinin temeli olan imanın da bir hedefi ve bir gayesi vardır. Bu hedef, güzel ahlâk, insanlara faydalı olmak ve Allah'ın rızasını kazanmaktır. Allah Teâlâ'nın rızası ise, yalnız -bir kalp ve vicdan işi olan- iman ile değil; o imanın meyvesi olan ibadetle, salih amellerle ve güzel ahlâk sahibi olmakla, yani inanılan şeylerin icabını bilfiil yapmakla elde edilir. Esasen kalp ve gönül sahasından çıkmayan herhangi bir inancın, ameli ve hayati bir kıymeti olamaz. Çünkü bu, imanı kalpte hapsetmekten ve ondan faydalanmamaktan başka bir şey değildir. Hakîki iman, insanı harekete getiren, sahibini iyiye, doğruya, salih amele götüren muharrik kuvvet olmalı; eseri hayata fiilen intikal ederek mümini ve çevresini aydınlatmalıdır. İşte bu da, inanılanı, hayatta tatbik etmekle, yani; Allah'a ibadetle, Salih amel adıyla anılan iyi ve doğru işler yapmakla ve güzel ahlâka ermekle olur. O halde, imansız olarak yapılan ibadet ve amel makbul değilse (ve nifâk alameti sayılırsa), amel ve ibadete sevketmeyen ve kalbde saklı kalan iman da kâfi değildir. Öyle ise, imanı kemâle erdirmek ve olgun bir hale getirmek için, Allah'ın emirlerine sarılmak, yasaklarından kaçınmak; yani salih amel lâzımdır.İşte ancak bu gibiler, Allah'ın rızasına ve sonsuz saadete ererler.

    Bunun içindir ki; amel imanın hakikatine dahil değil ise de; kemâlinden olduğunda şüphe yoktur. Bu bakımdan, yukarda belirtildiği gibi- Selef uleması, hadisçiler ve bazı mezhep imamları, ameli imandan, yani kemâlinden saymışlardır. Bu görüş, doğru ve isabetli bir görüştür.

    Bu açıklamalardan anlaşılacağı gibi, iman ile amel arasında sıkı bir münasebet vardır. Zira imansız amel makbul olmadığı gibi amelsiz iman da kâmil değildir. Yani iman, amel ile kuvvet kazanır, amel olmayınca zayıflar ve korunması güçleşir. Bu yönden, imanın muhafazası, kazanılmasından daha güç sayılmıştır. Çünkü imanı izale edecek birçok sebep vardır. Mesela; bir kimse dini esaslardan birini yahut İslami kesin bir hükmü inkâr veya istihza (alay) ederse veya dinen haram olan bir şeyi helâl; helâl olanı da haram sayarsa, yahut bir müslümanın dinine, imanına söverse, o şahıs imandan ve İslam’dan çıkar.[5]

    Kur’an’ın, imanı tanımladığı ayetlere dikkat edecek olursak, hemen tamamında imanla amelin yan yana geldiğini görürüz. Özellikle iman ve salih amelin birlikte kullanıldığına şahit oluruz. Kur’an, amelin imandan bağımsız olmadığının delilleriyle doludur. Hatta kinaye olarak Kur’an’da amel, iman olarak adlandırılmıştır.

    Allah imanlarınızı zâyi edecek değildir.”(Bakara: 2/143)
    Bu ayetteki iman’dan kasıt “namaz”dır.

    Sahih sünnette de iman-amel münasebetlerini ele veren birçok rivayete rastlamak mümkün. İşte şu hadiste iman-amel iç içe:

    “Nebi’ye soruldu:

    ‘Hangi amel daha efdaldir?’

    “Allah ve Rasulü’ne iman” buyurdu.

    ‘Sonra hangisi?’ diye soruldu.

    “Allah yolunda cihad.” Buyurdu. Ardından yine soruldu:

    ‘Sonra hangisi?’ Cevapladı:

    “Hayır üzere yapılmış bir hac.” [6]

    Rasul’ü sevmek imandandır:

    Nefsim elinde olan Allah’a yemin olsun ki, ben, içinizden herhangi birine babasından ve evladından daha sevimli olmadıkça iman etmiş olamazsınız.”[7]

    Allah yolunda cihad, imanın bir parçasıdır:

    Allah, bir kimseye kendi yolunda cihadı nasip ederse ve o da Allah’a ve Rasulü’ne iman ediyorsa çıksın. Ya ecri, ya ganimeti, ya da şehadeti elde eder. Eğer ümmetime lazım olmasaydım hiçbir çarpışmadan geri kalmazdım. Andolsun Allah yolunda öldürülüp sonra dirilmeyi, sonra öldürülüp bir daha dirilmeyi ve yine öldürülmeyi ne kadar isterdim.”[8]

    Haya da imandandır:

    Haya imandandır.”[9]

    Allah için sevmek, kızmak, vermek ve engel olmak da imandandır:

    Allah için seven, Allah için kızan, Allah için veren, Allah için engel olan kuşkusuz imanını tamamlamıştır.”

    Allah Rasulü, imanın parçalardan meydana gelen bir bütün olduğunu, bunların içinde amellerin de yer aldığını açık bir biçimde ifade etmiştir:

    İman yetmiş küsür şubedir. En üst derecesi la ilahe illa’llah, en alt derecesi, çevreyi rahatsız edici bir engeli yoldan kaldırmaktır.”[10]

    Bu hadiste nazarî iman olan “la ilahe illa’llah” ile, amelî iman olan “eziyet veren şeyi ortadan kaldırmak” bir bütünün farklı ağırlıktaki parçaları olarak geçiyor. İşte o bütünün adı “iman”dır.

    İmanın ve İslam’ın şartlarını sayılarla ve belli maddelerle sınırlamanın yanlışlığınını delili olan şu sahih hadiste namaz, zekat, oruç “iman nedir?” sorusunun cevabı olarak zikredilmektedir:

    “Allah Rasulü, kendisine gelen bir elçiler grubuna “yalnızca Allah’a iman etmeyi” emretti ve sordu:

    “Yalnızca Allah’a iman nedir, bilir misiniz?”

    ‘Allah ve Rasulü daha iyi bilir’ dediler. Bunun üzerine buyurdu ki:

    Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in O’nun Rasulü olduğuna şehadet etmek, namazı kılmak, zekatı vermek, Ramazan orucunu tutmak ve beşte biri (humus) vermektir.”[11]

    İman ağacının meyvesidir amel. Mü’minlik iddiasının isbatı, vahyin hayata dönüşmesidir amel. İmanın, zihinde hapsolunan soyut bir düşünce, kalpte mahkûm olan zavallı bir akide, dilde söylenilegelen kuru bir iddia olmaktan çıkarak göze fer, bileğe güç, dize derman olarak yürümesidir amel. İmanın beden ülkesinde şeytanın ve nefsin iktidarını yıkarak iktidara geçtiğinin göstergesidir amel.

    Bizim ayetlerimize yalnızca o kimseler inanır ki, onlar kendilerine hatırlatıldığı zaman hemen secdeye kapanırlar. Rablerini överek tesbih ederler, büyüklük taslamazlar.” (Secde: 32/15)

    Mü’minler ancak o kimselerdir ki, Allah’a ve Peygamberi’ne inanırlar, toplumsal bir iş (görüşmek) üzere onunla buluştukları zaman ondan izin almadan gitmezler.” (Nur:24/62)

    Konumuzun eksenini teşkil eden “amel” den kasıt, Allah’a itaattir. Burada sözkonusu ettiğimiz amel, nafile olan ameller değildir; Allah’ın emir ve yasaklarıdır.

    Allah’a inandığını söylediği halde O’nun emirlerini yapmayanın durumu şu askerin durumu gibidir:

    Komutan, kendisine hayatî önemi olan bir plânı verdikten sonra plânın yerine getirilmesi için gerekli emirleri de vermiştir. O plânın doğru olduğunu bilen, buna kalbiyle de inanan ve diliyle komutanın emirlerine uyacağını taahhüd eden bu adamın verilen emir ve talimatların hiçbirini tutmamasının iki sebebi olur:

    Ya inanmamıştır, ya da inandığı halde zaafları yüzünden emri aksatmıştır. İki halde de cezaya çarptırılır;

    Birinci durumda inanmayanların cezasına, ikinci durumda da âsîlerin cezasına.

    Bu noktada İmam Ebu Hanife'nin şu tesbitini aktarmak yerinde olacaktır: Allah Teala mü'mine ameli, kâfire imanı, münafığa da ihlası farz kılmıştır.

    "Ey insanlar, Rabbinizden korkun." (Hac: 22/1) ayetinde "Ey mü'minler Allah'a itaat edin!" , "Ey kâfirler Allah'a iman edin!" , "Ey münafıklar, ihlaslı ve samimi olun!" anlamı vardır.[12]

    İman hem amel, hem marifet, hem tasdik ve hem de ikrardır. Bunların her biri farklı ağırlıklarla imanı oluşturan boyutlardır. Bunlardan birini, ikisini ya da üçünü kaybeden kimse, imanî dengesini kaybeder. Yapması gereken işlevi ifa edemez. İşlevini ifa edemeyen iman da iman olmaktan çıkmış demektir.

    İmanın vicdanlara hapsedildiği bir çağda, bundan zarar gören yalnızca mü'minler olmayacaktır.

    Bilakis bütün insanlık zarar görecektir. Çünkü imanın hakim olduğu toplumda ahlak, adalet, fazilet, muhabbet, muâvenet, sadakat ve iffet baştacı edilen değerler olarak yerini alacak; İmanın hakim olmadığı toplumda ise rezalet, nefret, sefalet, sefahat, atalet, ihanet, bencillik ve her türlü dalavere ortalığı kaplayacaktır.

    Kimsenin unutmaması gereken bir gerçek var:

    İman, atom ve nötron bombasını yapan "insan" adlı muazzam silahın emniyet anahtarıdır. Onun olmadığı bir yerde her an herkesin 'kaza'ya kurban gitme ihtimali çok yüksektir. Bütün bunlar imanın dünyevî kazancına dahildirler. Bir de onun uhrevî kazancı vardır ki o başka hiçbir şeyle elde edilemeyen bitimsiz mutluluğun ta kendisidir.[13]

    --------------------------------------------------------------------------------

    [1] Tirmizî, Kader: 7; İbn Mace, Mukaddime: 13; Ahmed İbn Hanbel, Müsned: 2/4.

    [2] el-Bakara: 2/153, 187; Âl-i İmrân: 3/59; el-Enfâl: 8/20, 27; en-Nûr: 24/21; el-Ahzâb: 33/70; el-Cum'a: 62/9.
    [3] el-Bakara: 2/227; Yunus: 10/9; Hûd: 11/23; Lokman: 31/8; Fussilet: 41/8; el-Buruç: 85/11; el-Beyyine: 98/7; el-Ankebut: 29/7, 9, 58; el-Fâtır: 35/7; eş-Şûrâ: 42/22.
    [4] Fazla bilgi için bk. Fıkh-ı Ekber, Aliyyu'l-Karî Şerhi, s. 80; Tefsîr-i Kebir, 1/249; Şerhu'l-Makâsıd, 2/187; Şerh-i Mevâkıf, 3/248.
    [5] Ali Arslan Aydın, Şamil İslam Ansiklopedisi: 3/148-149.
    [6] Buhari, İman: 26.
    [7] Buhari, İman: 14.
    [8] Buhari, İman: 37.
    [9] Buhari, İman: 24.
    [10] Buhari, Müslim.
    [11] Buhari, İman: 53.
    [12] Vasıyet, İmam Azam'ın Beş Eseri, s. 75.
    [13] İman Risalesi, M. İslamoğlu, s. 311-313, 346-348. Ahmet Kalkan İslam Akaidi: 84-86. Ahmet Kalkan, Kur’an Kavram Tefsiri.

    Kavramlar Ansiklopedisinden..


  2. #2
    Ehil Üye düğüm - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Aug 2008
    Bulunduğu yer
    Altıncı Şehir
    Mesajlar
    1.007

    Standart

    iman ancak amel ile tesir ederken, isyan ile tesiri kırılır. bu hususta ne havaric dışlamacı politikasıyla, ne mürcie aşırı yumuşaklılığıyla ve ne de mutezile agnostik tavırlarıyla isabet etmiştir. imam hanefi nin dediği gibi ehl-i kıble tekfir edilemez! lakin amelsiz müminde kusurludur. imam maturidinin dediği gibi: iman kalbin bir fiili ve işlevidir.

    Allah razı olsun ağbey...

    ...

    kainatı değiştiren simyanın peşindeyim

    ...

    ...nazarım simyamdır...

    ...


  3. #3
    Yasaklı Üye Ene-Zerre - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Jul 2007
    Bulunduğu yer
    Kainat Mescidi...
    Mesajlar
    2.452

    Standart

    Alıntı düğüm Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
    iman ancak amel ile tesir ederken, isyan ile tesiri kırılır. bu hususta ne havaric dışlamacı politikasıyla, ne mürcie aşırı yumuşaklılığıyla ve ne de mutezile agnostik tavırlarıyla isabet etmiştir. imam hanefi nin dediği gibi ehl-i kıble tekfir edilemez! lakin amelsiz müminde kusurludur. imam maturidinin dediği gibi: iman kalbin bir fiili ve işlevidir.

    Allah razı olsun ağbey...
    Amin cümlemizden ama agnostik ne anlamadım.

    Allah senden de razı olsun mübarek kardeşim..

  4. #4
    Müdakkik Üye ErekNUR - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Nov 2008
    Bulunduğu yer
    Van-Horhor
    Yaş
    44
    Mesajlar
    854

    Standart bİLİMSEL OLARAK İSPATLANDI Vicdandan kaçış yok!

    Rus bilimcilerin yaptığı araştırma, her insanın bilimsel olarak vicdan sahibi olduğunu ortaya koydu.A

    Rusya'daki Beyin Araştırmaları Enstitüsü'nden uzmanlar, insan beyninin sözgelimi kişi yalan söylediğinde tepki verdiğini ve bu durumu protesto ettiğini ortaya koydu. Araştırmacılar ayrıca, vicdanın bilgisayar ekranında izlenebileceğini de belirtiyor. Rus biliminsanlarının araştırması, vicdansız insan olmadığını öne sürüyor. Hatta uzmanlar, vicdanın oluşumunu da gözlemlemeyi başardı. Araştırmanın en ilginç taraflarından biri uzmanların, yalan söyleme üzerinde çalışırken, vicdan olgusuyla tesadüfen karşılaşmış olmaları.

    Özel bir bilgisayar programıyla, bu programa özel bağlantılarla bağlı insan beyninin faaliyetlerini değişik durumlarda izleyen araştırmacı ekipten Maxim Kireev, deneylerden birini şöyle anlatıyor: "Monitörde aşağı ve yukarı oklar görüyorsunuz. Göreviniz basit bir bilgisayar oyunu oynamak. Yapmanız gereken tek şey yalan söyleyemek. Ekranda yukarı doğru bir ok gördüğünüzde aşağı doğru bir ok gördüğünüzü söylemek ve yukarı doğru bir ok gördüğünüzde ise tam tersini. Böylece özel bir bilgisayar programı sayesinde beynin reaksiyonları algılanabiliyor ve beynin yalan söylerken ya da doğru söylerken ne durumda olduğunu bilgisayar üzerinden görebiliyoruz. Bir insan yalan söylemek üzereyken bile beyni, aynı anda protestoya başlıyor.

    O anda vicdan uyanıyor. Ancak bu durum çıplak gözle görülemiyor. Kişi herhangi bir acı hissetmiyor, terlemiyor ya da elleri titremiyor. Beynin protestosu ancak özel bir bilgisayar programı aracılığıyla izlenebiliyor."

    ALKOL ÇÖZÜM DEĞİL

    Rus Bilimler Akademisi Beyin Araştırmaları Merkezi müdürü Svjatoslav Medvedev, "Beynimizde bizi bir şeyi yanlış yaptığımız konusunda bilgilendiren bir mekanizma var. Bu mekanizma vicdan azabı ya da pişmanlık olarak bilinan olguyu devreye sokuyor ve gerçekten de vicdanımızdan nefret etmemize yol açan pişmanlığımız. Birçok insan bu yüzden bundan kurtulmaya çalışıyor. Ve bunun en popüler yolu da alkol tüketimidir. Ancak genelde pişmanlık içki mahmurluğu sırasında çok daha güçlüdür" diyor.

    Moskova Dilbilimsel Programlama Merkezi'nden Andrey Kenig ise, "Vicdan azabından kurtulmak için bazı fikirler bulmak gerekir. Sözgelimi, kişi ülkesi için bir şey yaptığını söyleyerek, yaptığı şeyden dolayı başkasının acı çektiğini düşünüp çekeceği vicdan azabından kurtulmayı tercih edebilir. Bu telkin, çok sayıda ülkenin ordularında yaygın olarak kullanılıyor. Sözgelimi ABD ordusu yetkilileri, Amerikan askerlerinin Irak savaşında suçluluk ve vicdan azabı çekmemeleri için telkin uygulamasına gitmiştir" diyor.(Gazeteport)

    RİSALE-İ NUR DA VİCDAN
    Sekizinci Medar: İnsanın fıtrat-ı zîşuuru olan vicdânı saadet-i ebediyeye bakar, gösterir. Evet, kim kendi uyanık vicdânını dinlerse, "Ebed, ebed!" sesini işitecektir. Bütün kâinat o vicdâna verilse, ebede karşı olan ihtiyacının yerini dolduramaz. Demek, o vicdan, o ebed için mahlûktur. Demek, bu vicdânî olan incizab ve cezbe, bir gâye-i hakikiyenin ve bir hakikat-i câzibedarın yalnız cezbi ile olabilir.

    İşte, Cenâb-ı Hak ve Hakîm-i Mutlak, bu insanda istihdam ettiği bu cihazâtın, elbette herbirerlerine lâyık ücretlerini verecektir. O müteaddit enva-ı muhabbetin sâbıkan beyân edilen dünyadaki muaccel neticelerini herkes vicdan ile hisseder.

    Birinci vecih: Gecede zulümât, nasıl nuru gösterir; öyle de, insan zaaf ve acziyle, fakr ve hâcâtıyla, naks ve kusuruyla bir Kadîr-i Zülcelâlin kudretini, kuvvetini, gınâsını, rahmetini bildiriyor ve hâkezâ, pekçok evsâf-ı İlâhiyeye bu sûretle âyinedarlık ediyor. Hattâ, hadsiz aczinde ve nihayetsiz zaafında, hadsiz a'dâsına karşı bir nokta-i istinad aramakla, vicdan, dâimâ Vâcibü'l-Vücuda bakar. Hem, nihayetsiz fakrında, nihayetsiz hâcâtı içinde, nihayetsiz maksadlara karşı bir nokta-i istimdâd aramaya mecbur olduğundan, vicdan, dâimâ o noktadan bir Ganî-i Rahîmin dergâhına dayanır, duâ ile el açar. Demek, her vicdanda şu nokta-i istinad ve nokta-i istimdâd cihetinde iki küçük pencere
    Kadîr-i Rahîmin bârigâh-ı Rahmetine açılır; her vakit onunla bakabilir.

    Vicdan, cezbesi ile Allah'ı tanır Vicdanda mündemicdir, bir incizab ve cezbe. Bir câzibin cezbiyle dâim olur incizab.
    Cezbe düşer zîşuur, ger Zülcemâl görünse, etse tecellî dâim pürşâşaa bîhicab.
    Bir Vâcibü'l-Vücuda, Sahib-i Celâl ve Cemâl, şu fıtrat-ı zîşuur katî şehâdetmeab.
    Bir şâhidi o cezbe; hem diğeri incizab.


    Demek sırat-ı müstakîmden ne kadar uzak düşse, o derece nisbeten şu hâlet tesir eder, vicdânı bağırttırır. Her lezzetin içinde elemi var birer iz.
    Demek heves, hevâ, eğlence, sefâhetten memzûc olan şâşaa-i medenî, bu dalâletten gelen şu müthiş sıkıntıya bir yalancı merhem, uyutucu zehirbâz.
    Ey azîz arkadaşım! İkinci yolumuzda, o nurânî tarîkte bir hâleti hissettik. O hâletle oluyor hayat mâden-i lezzet; âlâm olur lezâiz.
    Onunla bunu bildik ki, mütefâvit derecede, kuvvet-i İmân nisbetinde ruha bir hâlet verir. Cesed ruhla mütelezzizdir, ruh vicdanla mütelezziz.
    Bir saadet-i âcile, vicdanda mündericdir. Bir firdevs-i mânevî, kalbinde mündemicdir. Düşünmekse deşmektir, şuur ise şiâr-ı râz.
    Şimdi ne kadar kalb ikaz edilirse, vicdan tahrik edilse, ruha ihsâs verilse, lezzet ziyâde olur. Hem de döner ateşi nur, şitâsı yaz.
    Vicdanda firdevslerin kapıları açılır; dünya olur bir cennet. İçinde ruhlarımız, eder pervâz ü perdâz, olur Şehbâz ü Şehnâz, yelpez namaz ü niyaz.
    Ey azîz yoldaşım! Şimdi Allahaısmarladık. Gel, beraber bir duâ ederiz, sonra da buluşmak üzere ayrılırız.




    Risale-i Nur bir derece muvaffak oluyorsa,
    bunun sırrı işte budur. Said yoktur.
    Said’in kudret ve ehliyeti de yoktur.
    Konuşan yalnız hakikattir,
    hakikat-i imaniyedir
    çünkü DAVAM DEVAM iledir
    vanasyanur


  5. #5
    Dost *remz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Jan 2009
    Mesajlar
    38

    Standart

    insan nasıl diliyle tad alıyorsa vicdanda ruha öyle tatbik edilebilr
    dikat edilirse br iş düzgünse insanlar vicdanım rahat diyorlar yapılanişte yanlışlık yoksa
    ama hatalar ve yasaklar işlenmeye başlayınca vicdanda cehennem başlıyor
    elemler ızdıraplar.......

    ebed için yaratılan mahluk , yaratıcının yasak etiği sınırı gecmeye başlayınca cehennem ateşi kavurmaya başlıyor, dünyadan gitmeden onu bastırmanın yolu muvakkaten iptali his nevinden gayrı meşru eğlenceler ve oyunlar ..........

    zaten hayat oyun ve eğlenceden ibaret değil mi

  6. #6
    Ehil Üye seyyah_salih - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Dec 2007
    Bulunduğu yer
    Şan(S)lıUrfa'DaN
    Yaş
    55
    Mesajlar
    15.435

    Standart

    Akıl tatil-i eşgal etse de, nazarını ihmal etse, vicdan Sanii unutamaz. Kendi nefsini inkar etse de onu görür. Onu düşünür. Ona müteveccihtir. Hads-ki, şimşek gibi sür'at-i intikaldir-daima onu tahrik eder. Hadsin muzaafı olan ilham, onu daima tenvir eder. Meyelanın muzaafı olan arzu ve onun muzaafı olan iştiyak ve onun muzaafı olan aşk-ı İlahi, onu daima marifet-i Zülcelale sevk eder.Mesnevi-i Nuriye
    Marifet ufku....

    Muhabbet denizinde çalan bir melodi gibidir

  7. #7
    Ehil Üye seyyah_salih - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Dec 2007
    Bulunduğu yer
    Şan(S)lıUrfa'DaN
    Yaş
    55
    Mesajlar
    15.435

    Standart

    Alıntı seyyah_salih Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
    Akıl tatil-i eşgal etse de, nazarını ihmal etse, vicdan Sanii unutamaz. Kendi nefsini inkar etse de onu görür. Onu düşünür. Ona müteveccihtir. Hads-ki, şimşek gibi sür'at-i intikaldir-daima onu tahrik eder. Hadsin muzaafı olan ilham, onu daima tenvir eder. Meyelanın muzaafı olan arzu ve onun muzaafı olan iştiyak ve onun muzaafı olan aşk-ı İlahi, onu daima marifet-i Zülcelale sevk eder.Mesnevi-i Nuriye
    Demek, şu iki noktayla bu derece nizam-ı âlemde hükümfermâlık,
    hakikat-i nefsü'l-emriyenin hâssa-i münhasırası olduğu için,
    hervicdanda iki pencere olan
    şu iki noktadan vücud-u Sâni tecellî ediyor.
    Akıl görmezse de fıtrat görüyor.
    Vicdan nezzardır;
    kalb penceresidir.
    Muhakemat
    Marifet ufku....

    Muhabbet denizinde çalan bir melodi gibidir

  8. #8
    Yasaklı Üye Ene-Zerre - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Jul 2007
    Bulunduğu yer
    Kainat Mescidi...
    Mesajlar
    2.452

    Standart

    Alıntı seyyah_salih Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
    Akıl tatil-i eşgal etse de, nazarını ihmal etse, vicdan Sanii unutamaz. Kendi nefsini inkar etse de onu görür. Onu düşünür. Ona müteveccihtir. Hads-ki, şimşek gibi sür'at-i intikaldir-daima onu tahrik eder. Hadsin muzaafı olan ilham, onu daima tenvir eder. Meyelanın muzaafı olan arzu ve onun muzaafı olan iştiyak ve onun muzaafı olan aşk-ı İlahi, onu daima marifet-i Zülcelale sevk eder.Mesnevi-i Nuriye

  9. #9
    Dost *remz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Jan 2009
    Mesajlar
    38

    Standart

    Alıntı *remz Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
    insan nasıl diliyle tad alıyorsa vicdanda ruha öyle tatbik edilebilr
    dikat edilirse br iş düzgünse insanlar vicdanım rahat diyorlar yapılanişte yanlışlık yoksa
    ama hatalar ve yasaklar işlenmeye başlayınca vicdanda cehennem başlıyor
    elemler ızdıraplar.......

    ebed için yaratılan mahluk , yaratıcının yasak etiği sınırı gecmeye başlayınca cehennem ateşi kavurmaya başlıyor, dünyadan gitmeden onu bastırmanın yolu muvakkaten iptali his nevinden gayrı meşru eğlenceler ve oyunlar ..........

    zaten hayat oyun ve eğlenceden ibaret değil mi
    bahsetiğimiz mesele vicdanın iki meselesi noktayı istimdad noktayı istinad bu aynı zamanda fıtrattada mevcuttur

    fıtratta ilham meyalan arzu aşk vardır


    bu nüktelere baktıktan sonra şu bürhan-ı enfüsi olan VİCDAN a bak. Göreceksin ki, kalb bedenin aktarına hayat ettiği gibi, kalbdeki hayat ukdesi olan ALLAH ı bilme ilmi, insanda sınırlanmamış olan mütenasip olan amel ve meyiller birbirine karşı acılmış pencereleri neşr-i hayat eder. Lezzeti içine atar ve kıymet verir ve bast ve temdid eder.

  10. #10
    Dost *remz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Jan 2009
    Mesajlar
    38

    Standart

    Demek sırat-ı müstakîmden ne kadar uzak düşse, o derece nisbeten şu hâlet tesir eder, vicdânı bağırttırır. Her lezzetin içinde elemi var birer iz.
    Demek heves, hevâ, eğlence, sefâhetten memzûc olan şâşaa-i medenî, bu dalâletten gelen şu müthiş sıkıntıya bir yalancı merhem, uyutucu zehirbâz

    Onunla bunu bildik ki, mütefâvit derecede, kuvvet-i İmân nisbetinde ruha bir hâlet verir. Cesed ruhla mütelezzizdir, ruh vicdanla mütelezziz
    lemaattan alıntıdır

+ Konu Cevaplama Paneli

Konu Bilgileri

Users Browsing this Thread

Şu an 1 kullanıcı var. (0 üye ve 1 konuk)

     

Benzer Konular

  1. İmansız Amel ve Amelsiz İman Nasıl Olur
    By hayırlısı in forum İslami Konular ve İman Hakikatleri
    Cevaplar: 8
    Son Mesaj: 28.02.20, 09:05
  2. Tahkiki İman-Taklidi İman Ayırımı
    By Ahsen Nur in forum İslami Konular ve İman Hakikatleri
    Cevaplar: 41
    Son Mesaj: 03.12.09, 14:13
  3. 'Ey İman Edenler İman Edin..(Nisa, 136)
    By SoNDeM in forum İslami Nitelikli Yazılar
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 22.11.08, 10:01
  4. Ey İman Edenler, İman Edin?
    By beyzade in forum İslami Konular ve İman Hakikatleri
    Cevaplar: 4
    Son Mesaj: 14.05.08, 09:34
  5. İman ve Amel
    By aşur in forum Hadis-i Şerifler
    Cevaplar: 3
    Son Mesaj: 09.11.06, 14:18

Bu Konudaki Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
Google Grupları
RisaleForum grubuna abone ol
E-posta:
Bu grubu ziyaret et

Search Engine Friendly URLs by vBSEO 3.6.0