Ene-Zerre Nickli Üyeden Alıntı
"Gerçekten mü'minler ancak o mü'minlerdir ki Allah anıldığı zaman yürekleri ürperir, karşılarında âyetleri okunduğu zaman iymanlarını artırır ve rablarına tevekkül ederler."(Enfal-2)
Bir vakıt da İbrahim: «yarabbi göster bana ölüleri nasıl diriltirsin?» demişti, «inanmadın mı ki? buyurdu, «inandım velâkin kalbimin tatmin olması için» dedi, öyle ise, buyurdu: Kuşlardan dördünü tut da onları kendine çevir, iyice tanıdıktan sonra her dağ başına onlardan birer parça dağıt sonra da çağır onları sana koşa koşa gelsinler; ve bil ki Allah hakikaten azîzdir, hakîmdir.(Bakara-260)
Onlar öyle kimselerdir ki, halk kendilerine, “İnsanlar size karşı ordu toplamışlar, onlardan korkun” dediklerinde, bu söz onların imanını artırdı ve “Allah bize yeter, O ne güzel vekildir!” dediler.(Al-i İmran-173)
Bir sûre indirildiğinde, içlerinden kimisi, «bu sûre hanginizin imânını artırdı ?» diyerek (ilâhî vahyi küçümserler), imân edenlerin ise imânını artırmıştır ve onlar (bununla) sevinip müjdelenirler.(Tevbe-124)
O, mü'minlerin imanlarını kat kat artırmaları için kalplerine sekine indirendir. Göklerin ve yerin orduları Allah’ındır. Allah, hakkıyla Alim/bilendir, Hakim/hüküm ve hikmet sahibidir.(Fetih-4)
Bu ayet-i kerimelerin izahını veciz bir şekilde şöyle açıklar İ.Rabbani(r.h.)
"Îmanın artmasında ve eksilmesinde, âlimlerimiz başka başka söyledi. İmâm-ı a'zam Ebû Hanîfe , îman, artmaz ve azalmaz buyurdu. İmâm-ı Şâfi'î , artar ve azalır, dedi. Îman, kalbin tasdîk ve yakîni olduğundan azalması, çoğalması olmaz. Azalıp çoğalan bir inanış, îman olmaz. Buna, (Zan) denir. İbâdetleri, Allahü teâlânın sevdiği şeyleri yapmakla, îman cilâlanır, nûrlanır, parlar. Haram işleyince, bulanır.
O hâlde, çoğalmak ve azalmak, amelden, işlerden dolayı, îmanın cilâsındadır.
Kendisinde değildir. Bazıları cilâlı, parlak îmana, çok dedi ve parlak olmıyan îmandan, daha çoktur, dedi. Bunlar, sanki, cilâlı olmıyan îmandan bazısını, îman bilmedi. Cilâlılardan bazısını da, îman bilip, fakat az dedi. Îman, parlaklıkları başka başka olan, karşılıklı iki ayna gibi oluyor. Cilâsı fazla olup, karşısındaki cismi parlak gösteren ayna, az parlak gösteren aynadan, daha çoktur demeğe benzer. Başka birisi de, iki ayna müsâvîdir. Yalnız, cilâları ve karşılarındakileri göstermeleri, yâni hâssaları, sıfatları başka başkadır demesi gibidir. Bu iki adamdan ikincisinin görüşü, daha keskin ve doğrudur. Birincisi görünüşe bakmış, öze, içe girmemiştir. Anlatması bu fakire nasip olan bu misâl, îmanın azalıp çoğalmadığına inanmıyanların, sözlerini ortadan kaldırmış oldu ve her müminin îmanı, her bakımdan, Peygamberlerin, îmanlarına benzemedi. Çünki, onların îmanı, çok nûrlu ve çok parlak olduğundan, ümmetlerinin karanlık ve bulanık îmanlarından katkat daha çok meyveler ve kazançlar hâsıl edecektir. Bir hadis-i şerifde, (Ebû Bekr-i Sıddîkın îmanı, bu ümmetin hepsinin îmanlarının toplamından daha ağırdır) buyuruldu. Bu da, îmanın nûru, parlaklığı bakımındandır. Fazlalık, aslda, özde değil, sıfatlardadır. Nitekim, Peygamberler de, herkes gibi insandır. İnsanlık bakımından, arada fark yoktur. Fark, kâmil, üstün sıfatlardan ileri gelmektedir. Üstün sıfatları olmıyan, sanki olanlardan ayrıdır. Bununla berâber, insan olmakta hepsi birdir. Aralarında azlık, çokluk yoktur. İnsanlık, azalır, çoğalır denilemez. Bazıları îmanı anlatırken, (Dil ile tasdîk, dil ile söylemektir) demişlerdir ki, bu vakt, inanmak da, zannetmek de, îman oluyor ve îman, azalıp çoğalabiliyor. Fakat, îmanın doğrusu, kalbin tasdîk, iz'ân etmesi, yâni inanmasıdır. Zan ve şübheye, îman denmez.
(266.Mektub)