+ Konu Cevaplama Paneli
1. Sayfa - Toplam 2 Sayfa var 1 2 SonuncuSonuncu
Gösterilen sonuçlar: 1 ile 10 ve 16

Konu: Ölüm Hayatın İkizi

  1. #1
    Ehil Üye Bîçare S.V. - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Mar 2008
    Bulunduğu yer
    İstanbul/Üsküdar
    Mesajlar
    2.407

    Exclamation Ölüm Hayatın İkizi

    Hüseyin EREN
    Ölüm hayatın ikizi




    lümsüz gerçek ölüm, hayatı solumaya devam ediyor; an be an, gün be gün ömür, ölümün kucağına akıyor… Değişmez değişim dünya döndükçe değişmeyecek; doğmak kadar ölmek, varlığın diğer yarısı olarak var olmayı sürdürecek… Nice nesiller, nice hükümranlıklar bu hükmün dışına çıkamadı, çıkamayacak; dünya iki kapısı açık bir han, gelmek kadar gitmek, her an olan, sıradan ve olağan bir hâl…
    Yanılgıların, yanlışların en büyüğü burayı sahici sanmak, sanki buralıymış gibi yaşamak, ölümü öteleyerek nefeslenmek… Tutkuların esaretinden kurtulmak, zevklerin kör kuyusundan çıkmak, ölümü önceleyerek bakmak; hayata, hadiselere, kederlere, sevinçlere… Hepsi bir “an”a dökülüyor veya bir “an”da her şey var… Ömür, zamandan düşen bir damla; ölüm, damlayı ölümsüzlük nehrine akıtan bir nefes…
    Her nefes, başlangıç ve bitişin buluşup ayrıştığı siyah ve beyaz nokta; günün siyah ve beyazda nefes alıp vermesi gibi ölümlülükten ölümsüzlüğe akıyor… Akan zamana hayıflanmak, gelen ölümden endişe etmek; hayatın iki berzah arasında sıkışmışlığı… Sıkıntıların en büyüğü “an”lık zevklerde beka arayarak koşuşturmak, sonuçta yorgun, yılgın, yitik bir şekilde yıkılmak; ne acınası bir hayat, ne kederli bir ömür, ne büyük kaybediş…
    Ölümü hayatın ikizi bilip, onsuz anlamların anlamsız, bakışların basit, düşüncelerin düşüncesiz olduğunu idrak etmek; ömür ağacını meyvelerle doldurmanın hikmet kökleri… Böyle bir köksüzlük ve meyvedarsızlık varsa o ağaç kütükten ibarettir ve sonu yanmaktır, en yanılası hâl bu hâldir… Sıkıntıları şükür, hadiseleri ibret, kelâmları zikir, nazarları tefekkürle süsleyen insan, zevkleri acılaştıran ölümü hatırdan çıkarmayandır…
    Yoksa nasıl dizginlenir azgın nefis atı, onu kışkırtan şeytan nasıl uzaklaştırılır? Toprak kadar canlı, güneş kadar gerçek ölüm; kalbi kirlerden temizleyen en tesirli bir iksir, o iksirsiz ne düşünceler disipline edilir, ne de duygular dizginlenir…
    Ondan büyük nâsih var mı? Onu anmak ve hatırlamak için, zamana ve zemine ihtiyaç yok. Her an o düşünülebilir, bitmeyen hayat dersi alınabilir... Ömür oldukça bu ders bitmez, dünyanın da dershane olduğu…
    Sonsuzluk, ölümün siyah kapısının ardında, bir eliyle o kulptan tutmak ve bırakmamak; hayatı heder olmaktan kurtaracak sağlam bir sığınma…
    Hayat aktıkça, ömür oldukça, ölüm konuşulmaya, yazılmaya, düşünülmeye, hissedilmeye, araştırılmaya devam edilecek, çünkü hayatın anlam anahtarı ölümün avuçları içinde, sonsuzluk suâlinin cevabı onun iki dudakları arasında… Ara sıra değil, sık sık ona sığınmak hem dünyayı daha yaşanılır kılacak, hem ömür eteklerini bâkî meyvelerle dolduracak…
    Sözü uzatmaya ne hâcet, öz sözle sonlandıralım: “Nasihat istersen ölüm yeter.”
    Not: Arkadaşım, dostum, bu dâvâda yoldaşım Hüseyin Hiçdurmaz’ın muhterem babası Abdullah Hiçdurmaz’ın vefatı üzdü. Üzüyor olmayan yanı, bizim de gidecek olduğumuz yere bizden önce gitmiş olması ve geride bize ibret dersler bırakması… Ölümlülüğü hatırlatması onda sonsuz sevaplar olarak yansıması duâsıyla, kabri Nur, makamı Nur olsun İnşallah.

    03.02.2009

    E-Posta: huseyineren@yeniasya.com.tr


    "İyyake nâ'büdü ve İyyake nesteîn."

    'Ancak Sana kulluk eder, ancak Senden yardım isteriz' (Fâtiha Sûresi)


    "İnsanlara teşekkür etmeyen, Allah'a da şükretmez.!" (H.Ş.)

    'Bırak bîçare feryâdı, belâdan; gel tevekkül kıl' (17.Söz.)

    "Şimdi 'OKU' kabirde okuyamazsın" (Z.Gündüzalp)

    'ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR' (YENİASYA)

    Selâm ve duâyla. Bîçare S.V.

  2. #2
    1kul
    Guest 1kul - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart

    Hüseyin EREN
    Âsımları izlemek




    Akif, İstanbul’da doğmuş olsa da batıdan, Kosova’dan gelen bir aileye mensuptur. Bediüzzaman da doğuda, Bitlis’te doğmuştur… Coğrafî olarak farklı oldukları gibi neslen de farklıdırlar, fakat ikisi bir bütünün parçasıdır; parçalanışı durdurmak, ümmeti bir arada tutabilmek, İslâm milletinin imanının selâmette kalması için çabalayan iki ayrı parça…
    Dağılan medeniyeti ayakta tutabilmek, çöküşü engelleyebilmek, maddî ve manevî felâketlere göğüs gerebilmek için, biri nazımla konuşmuş, diğeri nesirle; konuşmamış, asr-ı hazıra bağırmışlar, şiir şiir, satır satır…
    Şiir doğuda, ilim batıda daha çok yer etmesine mukabil onlar, doğunun en doğusu, batının en batısı, doğu ve batının mezcolduğu şehir, İstanbul’da bir araya gelmiş, Darü'l-Hikmeti'l-İslâmiye'de buluşmuşlar. Devletin kalbinde, milletin kalp hastalığı için müşterek çalışmışlar…
    Şiddetli fırtınaların, dehşetli kasırgaların estiği, Kur’ân etrafındaki surların yıkıldığı hengâmede, bedenen bir arada olmamışlarsa da, fikren ve kalben aynı istikamette çalışmış, nazarları Kur’ân’a çevirmiş, idrakleri Kur’ân ilhamıyla doldurma gayreti içinde olmuşlar… Satılmamış, satın alınamamış, kendi özyurtlarında garip kalmış, sürgünlerde süründürülmüşlerse de, asla yıkılmamış, asla ümitsizliğe düşmemişler… Sıra dağlar gibi iman, geniş ovalar gibi teslimiyet, onları hep fazilet zirvelerinde tutmuş, bencillik çukurlarına düşürmemiş, denî dünya ayaklarının yukarısına çıkamamış…
    İstiklâl Marşının kabulü törenine ödünç palto ile giden ve para ödülünü kabul etmeyen Akif, yüksek bir feragat örneği gösterir. Tıpkı milletvekilliğini, maaşları, makamlar, yalıları kabul etmeyen Bediüzzaman gibi…
    Mehmet Akif her ne kadar birinci mecliste bulunmuşsa da ikincisinde yoktur, Mısır’da sürgündür, Kur’ân’la meşgul olur; yirmi sekiz yıl kendi vatanında sürgün yaşayan Bediüzzaman da Kur’ân tefsiriyle…
    Bugünler, o günlerin feragatiyle ayakta. Yarınlarda daha dik, daha yükseklerde olunmak isteniyorsa, feragat mirası ve mesleğinden ayrılmamakla olacaktır… Âsım’ın nesline, Bediüzzaman’ın nesl-i cedidine düşen vazife, yeryüzünde Kur’ânî bir medeniyet kurmak, doğuya batıya, kıt'alara örnek olacak bir İslâmî yaşantı sergilemek, yerin her yerini sulh-u umumiye çevirmektir… Yol belli, yaran da belli:
    “Doğrudan doğruya Kur’ ân’dan alıp ilhamı Asrın idrakine söyletmeliyiz İslâm’ı”

    24.03.2009

    E-Posta: huseyineren@yeniasya.com.tr


  3. #3
    Ehil Üye Bîçare S.V. - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Mar 2008
    Bulunduğu yer
    İstanbul/Üsküdar
    Mesajlar
    2.407

    Standart

    "Bugünler, o günlerin feragatiyle ayakta. Yarınlarda daha dik, daha yükseklerde olunmak isteniyorsa, feragat mirası ve mesleğinden ayrılmamakla olacaktır… Âsım’ın nesline, Bediüzzaman’ın nesl-i cedidine düşen vazife, yeryüzünde Kur’ânî bir medeniyet kurmak, doğuya batıya, kıt'alara örnek olacak bir İslâmî yaşantı sergilemek, yerin her yerini sulh-u umumiye çevirmektir…"
    Yol belli, yaran da belli:
    “Doğrudan doğruya Kur’ ân’dan alıp ilhamı Asrın idrakine söyletmeliyiz İslâm’ı”
    "İyyake nâ'büdü ve İyyake nesteîn."

    'Ancak Sana kulluk eder, ancak Senden yardım isteriz' (Fâtiha Sûresi)


    "İnsanlara teşekkür etmeyen, Allah'a da şükretmez.!" (H.Ş.)

    'Bırak bîçare feryâdı, belâdan; gel tevekkül kıl' (17.Söz.)

    "Şimdi 'OKU' kabirde okuyamazsın" (Z.Gündüzalp)

    'ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR' (YENİASYA)

    Selâm ve duâyla. Bîçare S.V.

  4. #4
    Ehil Üye Muntesip - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Feb 2008
    Bulunduğu yer
    ....şehr-i güzin...
    Yaş
    37
    Mesajlar
    3.218

    Standart

    yeni bir hayatta dirilebilmek için ölmek gerek...Tıpkı ruhlar almende ölüp annemizin dirilip ve tekrar annemizin karnında ölüp dunyada dirildiğimiz gbi

    Anlamaya başlama belirtilerinden birisi de ölme isteğidir...


  5. #5
    1kul
    Guest 1kul - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart

    Hüseyin EREN
    Doyumsuz boşluk




    Boşluk, ne büyük “dolu” bir boşluk, sınırı nihayeti olmayan, derinliği ölçülemeyen uçurum üstü uçurum… Yanmanın yankılanmadığı, çığlığın duyulmadığı, sessizliğin sezilmediği yokluk içi yokluk… Var demenin var olmadığı çizgi ötesi karanlık… Kararlılık öncesi ve sonrası, kararsızlık ve karamsarlık… Karanlılığın karar kıldığı, ışıksızlık ummanı…
    Umudun umulmadığı, serinliğin esmediği yanma ötesi ateşsiz ateş… Aşkın bir kıvılcımdan öte gitmeyen sönük tebessümü, sevdanın solgun çiçekleri; boşluğu dolduramayan boş çabalar… Ne kımıldayabilmek ne kanatlanabilmek, ne konuşabilmek ne susabilmek, ne sevebilmek ne küsebilmek, ne bilmeyi bilmek ne bilmemeyi, ne varlıktan geçebilmek ne yokluğa erebilmek…
    Yokluğun yok olduğu, varın var ve yar olmadığı, kelimelerin kıymetsiz, sözlerin suskun olduğu derinlik üstü enginlik; düşünceler düşüncesiz, duygular duyarsız, zihinler zembereğini yitirmiş, idrakler idraksiz…
    Dayanılmaz bir ağırlık, taşınmaz bir hiffet, kucaklanmaz bir savrukluk, tutulmaz bir kaçış, gelmez bir kopuş; merkezsiz, noktasız, çizgisiz, belirsiz be belirsiz…
    Belirlilik, boşluğun belirsiz takipçisi, kaçışın kaçamadığı kapı… Kapılar, kelimeler, boşlukta duran viraneler…
    Yıkılmaz, devrilmez, dönmez, değişmez boşluk, sadece vardır, sadece öğütür, değiştirir, yokluğa bırakır, dayanılmaz bir hafiflikle…
    Nefes kadar boş, nefes kadar hayat boşluk, ölüm kadar yakın, hayat kadar uzak; ömrün bir “ân”a dökülüşü, bir lahza belirli beraberlik, bin lahza bilinmeyen belirsizlik…
    İfade edilemeyen, ihata edilemeyen, zihnin kıvrımlarına sığmayan, fikrin kıvamına girmeyen, hiç içre hiç boşluk… Ya her şey, ya hiçbir şey, her şeyin üstünde, her şeyin altında, anlamın zirvesi, anlamsızlığın dip çukuru…
    Boşluk olmasa yıldızlar, güneş, ay, dünya nerede döneceklerdi, nasıl var olacaklardı, sürekli genişleyen kâinat, varlığa mı koşuyor, boşluk mu yutuyor onu? Atomun içi ne kadar dolu, ne kadar boş?
    İçinde âlemler dürülen insan, nasıl bir boşluk genişlemesi içinde? Hangi küçük sevinç, hangi sahiplenme, hangi keder, hangi elem, hangi lezzet onu, o genişleyen boşluğu doldurabilir?
    Boşluk, sonsuzluğu anlamak için bir tutam varlık olmasın, idraklerin almadığı, duyguların kuşatamadığı sonsuzluktan düşen bir damla hakikat ummanı olabilir mi? İçi doldurulamayacak kadar boş bir soru, varlık başkaca da nasıl anlaşılır ki?

    14.04.2009

    E-Posta: huseyineren@yeniasya.com.tr



  6. #6
    Ehil Üye Bîçare S.V. - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Mar 2008
    Bulunduğu yer
    İstanbul/Üsküdar
    Mesajlar
    2.407

    Standart

    "Dayanılmaz bir ağırlık, taşınmaz bir hiffet, kucaklanmaz bir savrukluk, tutulmaz bir kaçış, gelmez bir kopuş; merkezsiz, noktasız, çizgisiz, belirsiz be belirsiz…
    Belirlilik, boşluğun belirsiz takipçisi, kaçışın kaçamadığı kapı… Kapılar, kelimeler, boşlukta duran viraneler…

    Yıkılmaz, devrilmez, dönmez, değişmez boşluk, sadece vardır, sadece öğütür, değiştirir, yokluğa bırakır, dayanılmaz bir hafiflikle…
    Nefes kadar boş, nefes kadar hayat boşluk, ölüm kadar yakın, hayat kadar uzak; ömrün bir “ân”a dökülüşü, bir lahza belirli beraberlik, bin lahza bilinmeyen belirsizlik…
    İfade edilemeyen, ihata edilemeyen, zihnin kıvrımlarına sığmayan, fikrin kıvamına girmeyen, hiç içre hiç boşluk… Ya her şey, ya hiçbir şey, her şeyin üstünde, her şeyin altında, anlamın zirvesi, anlamsızlığın dip çukuru…"
    "İyyake nâ'büdü ve İyyake nesteîn."

    'Ancak Sana kulluk eder, ancak Senden yardım isteriz' (Fâtiha Sûresi)


    "İnsanlara teşekkür etmeyen, Allah'a da şükretmez.!" (H.Ş.)

    'Bırak bîçare feryâdı, belâdan; gel tevekkül kıl' (17.Söz.)

    "Şimdi 'OKU' kabirde okuyamazsın" (Z.Gündüzalp)

    'ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR' (YENİASYA)

    Selâm ve duâyla. Bîçare S.V.

  7. #7
    Ehil Üye yakaza - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Jul 2008
    Mesajlar
    2.467

    Standart

    Çizginin Bittiği Yer

    Gürbüz Azak


    HEPİMİZ aynı yöne koşuyoruz. Var gücümüzle. Yanımızda günahlarımız, sevaplarımız.
    Çünkü hayat, hep aynı yöne doğru sürdürülen bir koşudur.
    Koşu biter; biz biteriz, koşu biter...
    • • •
    Dünyaya ölmeye gelinir.
    Yaşanmaya gelinseydi, koşunun sonu hep yeni yaşamalara çıkardı. Koştukça hayata yaklaşır, bitmeyen ömürleri tekrar tekrar yakalardık.
    “Her fâni ölümü tadacaktır...”
    Koşuların, hedeflerin, bitirişlerin son soluğunda ölümü tatmak var...
    Geldik, gideceğiz... Çare yok. Giderken doğduğumuz günkü gibi saf, temiz ve haramsız olabiliyor muyuz? Kazanç budur. Zor olan, imkânsız görünen budur. Ve inanmak, imkânsızı başarabilme gücü, azmi ve kuvvetidir.
    İnanmak, dolu dolu yaşamaktır.
    • • •
    Aylardan ne, günlerden hangisi, ayın kaçındayız?
    Dün kimler göçtü, bugün kaç kişi uğurlandı, yarınlar kimleri çağırmada? Dünler, bugünler ve yarınlar, bizleri hem çağıran, hem uğurlayandır.
    Dünler de bitiyor.
    Dünler de koşmakta idi bizim gibi... Demek, “dünya zamanı” da ömürlü. Bugün, dünün bittiği çizgi. Bugün ancak yarının sınırına kadar yaşayacak...
    Zaman bile sonsuz değil, mekân bile.
    Ve insan, zaman ve mekân ile birlikte eskiyor, koşuyor, tükeniyor.
    • • •
    Zaman, mekân ve insanın benzerlikleri kaderlerinde. Üçü de bitişe hizâlı ve hızlı.
    Güneş her sabah bir başka zemine doğuyor; bir gün daha yorulmuş olarak, yorulmuş bularak... Bütün büyümeler sona doğrudur. Kâinat bile büyümekte ve kaderine koşmakta.
    Demek ki, yaratılmışların tamamı ölüme yönelik...
    Bu ölümde, beraberlikler ve büyüklükler olmalı...
    Şair ne kadar haklı.. “Ölüm bunca güzel olmasaydı, Efendimiz ölmezdi...”
    • • •
    Ölüm bunca güzel olmasaydı, güzeller ölmezdi...
    Giden, gitmeyi hak edebilmeli.
    Dünyaya yaşamaya gelmek; ölüm varsa, yalandır, yanlıştır...
    Çiçekler ölüyor, kuşlar ve ağaçlarla birlikte... Ekinler ölüyor, yamaçlarla, dağlarla beraber... Gün gelecek, ân gelecek, ölüm bile ölecek... Zaman, mekân ve insan ile birlikte.
    Ölüm, “ölecekler” tükenince ölecek.
    Çünkü, kâinat çapında bir görev sona ermiş olacak.
    En son, en başa kardeş olacak.
    Sonsuz büyüklükte bir aynaya bakar gibi, en son, en başı; kendini görecek...
    • • •
    Ölüm “kötü son” değil. Sürpriz netice değil.
    Ölüm, koştuğumuz ve ulaştığımız tazeliktir...
    Ölümün bir adım ötesi yenilik.
    Ölümde konaklamadan ölümsüzlüğe varılmaz.. Ölümde dinleniriz. Ömür boyu süren yorgunluklar orada üstümüzden atılır.
    Yaradana ve İki Cihan Efendisi’ne (asm) yorgunluksuz kavuşuruz... Yepyeni!... ?




    ''Madem ben de bu vatanın evlâdıyım,bu vatanın saadetine hizmet etmek benim için farzdır.''

    Emirdağ Lahikası

    ...EN GÜZELİ SİNELERDE BİR YAD-I CEMİL OLARAK KALIP GİTMEK...


  8. #8
    Ehil Üye Bîçare S.V. - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Mar 2008
    Bulunduğu yer
    İstanbul/Üsküdar
    Mesajlar
    2.407

    Standart

    "Ölüm “kötü son” değil. Sürpriz netice değil.
    Ölüm, koştuğumuz ve ulaştığımız tazeliktir...
    Ölümün bir adım ötesi yenilik.
    Ölümde konaklamadan ölümsüzlüğe varılmaz..

    Ölümde dinleniriz.
    Ömür boyu süren yorgunluklar orada üstümüzden atılır.
    Yaradana ve İki Cihan Efendisi’ne (asm) yorgunluksuz kavuşuruz... Yepyeni!... ? "

    __________________
    [İnşaallah hepberaber...!]
    "İyyake nâ'büdü ve İyyake nesteîn."

    'Ancak Sana kulluk eder, ancak Senden yardım isteriz' (Fâtiha Sûresi)


    "İnsanlara teşekkür etmeyen, Allah'a da şükretmez.!" (H.Ş.)

    'Bırak bîçare feryâdı, belâdan; gel tevekkül kıl' (17.Söz.)

    "Şimdi 'OKU' kabirde okuyamazsın" (Z.Gündüzalp)

    'ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR' (YENİASYA)

    Selâm ve duâyla. Bîçare S.V.

  9. #9
    Ehil Üye Bîçare S.V. - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Mar 2008
    Bulunduğu yer
    İstanbul/Üsküdar
    Mesajlar
    2.407

    Standart

    Osman ZENGİN “Bursa’nın İslâmiyet gömleği yırtılmamış!” Geçtiğimiz günlerde ecdad şehri Bursa’da; ecdada yakışır, Bursa’ya yakışır bir tarzda “Bediüzzaman Mevlidi” tertip etmiştik. Bu mevlid, çok mahfillerde, çok yerlerde ses getirmiş ve bir çok kimsenin takdirini toplamış, güzel hizmetlere vesile olmuştu. Aslında her sene, Üstadımızın vefat yıl dönüm tarihi olan 23 Mart günlerinde biz Bursa’da seminer, konferans veya panel tarzında programlar yapıyorduk. Bu sene de “Nasıl yapalım?” diye düşünürken, Bursa’mızın kadim hizmet erlerinden, aziz kardeşim Aziz Doğrul’un teklifi üzerine, mevlid yapmaya karar vermiştik. Ve neticeyi de biliyorsunuz, çok güzel oldu Elhamdülillah. Bursa mevlidiyle alâkalı, hem mevlid öncesi, hem de sonrasında birçok yazı ve haber yayınlandı gazetemizde. Biz de, mevlidle ilgili hem “dâvet” makamında, hem de sonrasında “teşekkür” mânâsında iki yazı yazdık. İkinci yazımıza “Ne başlık bulalım?” diye düşünürken, “Bursa’ya Bediüzzaman geldi” başlığını koymuştuk. Tabiî yazının giriş kısmına da şu şerhi koyarak: “Bildiğim kadarıyla, Üstadımız Bediüzzaman Hazretleri, sağlığında Bursa’ya gelmemişti. Ama geçtiğimiz Pazar günü Bursa’ya öyle bir geldi ki...” Yazının çıktığı gün, yazarlarımızdan, Bursa’da ikamet eden kadim dostum, kardeşim Mustafa Öztürkçü aradı. Tebrik ettikten sonra “Yalnız Osman Ağabey, aslında Üstad Bursa’dan geçmiş” dedi. Ben de ona dedim ki: “Ben bir-iki kişiye sordum, gelmediğini zannediyordum. Ama zaten, oraya da ‘bildiğim kadarıyla’ diye şerh düşmüştüm” dedim. 16-17 yaşlarında iken Üstad Hazretlerini Emirdağ’da ziyaret edip duâsını alan ve “Erdoğan” olan ismini Üstadın “Senin ismin Rıdvan olsun kardaşım!” diyerek değiştirdiği, Aksu Köyünde ikamet eden Rıdvan Utangaç Ağabeye, daha önceki bir görüşmemiz esnasında sormuştum: “Ağabey, Üstadın Bursa’ya gelişiyle ilgili bir bilginiz var mı?” diye. O da demişti ki: “Yok, gelmemiş. Üstad bana ‘Kardaşım, Bursa, Osmanlı’nın en büyük merkezi. Ben gelmeyi çok istedim ama gelemedim’ demişti” dedi. İşte ben de, ona istinaden bu şerhi düşmüştüm. Aslında ben, daha önce gazetemizde “Hatıra yazıları yazanlar dikkatli olmalı” başlıklı bir yazı yazmış ve bu meyanda kesin bilinmeyen şeylere şerh düşülmesinin daha münasip olacağını söylemiştim. Fakat yine de bunu tekrar sorayım diye, Üstadımızın hayattaki talebelerinden muhterem Mehmed Fırıncı Ağabeye telefon ettim. Kendisi Bursa-İnegöllü olduğu için daha iyi bilir diye... O da şöyle dedi: “Üstad, ‘Gençlik Rehberi Mahkemesi’ için Emirdağ’dan İstanbul’a giderken ve gelirken geçmiş. O zaman Bilecik üzerinden Eskişehir yolu olmadığından, İstanbul’dan vapurla Yalova’ya, oradan İznik, Yenişehir, İnegöl üzerinden geçmiş. Hatta Bursalı kadınları feraceleriyle (Bursa bölgesinde kullanılan, çarşafa benzeyen, kadınların—hâlen de köylerde—kullandığı bir çeşit örtü) görünce ‘Maşaallah! Bursa’nın İslâmiyet gömleği yırtılmamış’ diye de, sevincini belirtmiş. Bizim köy civarından geçerken bir çay molası vermiş ve köylüler de ellerini öpmüşler.” Ve durum böylece vuzuha kavuşmuş, anlaşılmış oldu. Üstad, Bursa’nın etrafından geçmiş, ama Bursa’da ikamet etmemiş. Dolayısıyla Bursa, onun bir menzili olmamıştı. Daha önceki yazılarda belirttiğimiz gibi Bursa, “Bediüzzaman mevlidleri” yapılan beldelerden, Üstadımızın menzili olmayan ilk şehir özelliğini taşıyor. Yazdığımız yazıda da, çok şükür bariz bir hata yapmamış, Üstadın Bursa’da ikamet etmediğini, onun menzili olmadığını belirtmiştik. Gelip geçme başka şey; ikamet edip menzili olması ayrı şeydi. Yani, her şeyde bir hikmet var; biz bu meseleyi araştırırken, Üstadımızın, daha önce duymadığımız, ecdad şehri Bursa’yı medheden sözlerini duymuş olduk.15.04.2009 E-Posta: osmanzengin0616@hotmail.com
    "İyyake nâ'büdü ve İyyake nesteîn."

    'Ancak Sana kulluk eder, ancak Senden yardım isteriz' (Fâtiha Sûresi)


    "İnsanlara teşekkür etmeyen, Allah'a da şükretmez.!" (H.Ş.)

    'Bırak bîçare feryâdı, belâdan; gel tevekkül kıl' (17.Söz.)

    "Şimdi 'OKU' kabirde okuyamazsın" (Z.Gündüzalp)

    'ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR' (YENİASYA)

    Selâm ve duâyla. Bîçare S.V.

  10. #10
    Ehil Üye Bîçare S.V. - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Mar 2008
    Bulunduğu yer
    İstanbul/Üsküdar
    Mesajlar
    2.407

    Standart

    Elif Eki

    VEHBİ HORASANLI

    “Üçüncü madde: Tesettür kalkacak!”

    ‘TÜRBAN RAHATSIZLIĞI’NIN TARİHî ARKA PLANI
    Mazhar Müfit Kansu, “Erzurum’dan Ölümüne Kadar
    Atatürk’le Beraber” adlı eserinde ilginç bir nottan
    bahsediyor. 7-8 Ağustos 1919 tarihinde Erzurum
    Kongresi esnasında M. Kemal, yanında Süreyya Yiğit
    olduğu bir anda, gelecekte yapacağı devrimler
    ile ilgili şunları söylüyor:

    “Bir: Hükümetin şekli Cumhuriyet olacak.
    İki: Padişah ve hanedanına icap eden muâmele yapılacak.
    Üç: Tesettür kalkacaktır.
    Dört: Fes kalkacak, Şapka giyilecek.”


    “Üçüncü madde: Tesettür kalkacak!”

    Mazhar Müfit Kansu, “Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber” adlı eserinde ilginç bir nottan bahsediyor. 7-8 Ağustos 1919 tarihinde Erzurum Kongresi esnasında M. Kemal, yanında Süreyya Yiğit olduğu bir anda, gelecekte yapacağı devrimler ile ilgili şunları söylüyor:
    “Bir: Hükümetin şekli Cumhuriyet olacak. İki: Padişah ve hanedanına icap eden muâmele yapılacak. Üç: Tesettür kalkacaktır. Dört: Fes kalkacak, şapka giyilecek.” Bu arada elinden kalemi düşen Kansu, M. Kemal’e “Çok hayalperestsiniz” diyor. Cevap olarak “Bunu zaman tayin eder” diyerek beşinci maddeye geçiyor: “Latin harfleri kabul edilecek” denilince, Kansu “Paşam, kâfi… kâfi…” der ve “Sabah oldu” diyerek yanından ayrılır.
    Aradan yıllar geçer. M. Kemal, şapka inkılâbını gerçekleştirmiş ve Kastamonu’dan dönüyorken yanında şapka giymiş Diyanet İşleri Reisi olduğu halde Kansu’yu görür ve der ki: “Azizim Mazhar Müfit, kaçıncı maddedeyiz?”
    Bu yazımda, “Ne müthiş inkılâp olmuş!” diyen Kansu’nun notları arasında yer alan üçüncü madde üzerinde bir parça durarak türban ve başörtüsü konusunu incelemek istiyorum.
    Evet, seçimlerde milletten devamlı şekilde tokat yiyen CHP yöneticileri, bu gidişâta bir son vermek için geçen seçimlerden önce sırası ile çarşaf, Kur’ân kursu ve tarikat açılımları yaptı. Bu yüzden kendi partisinden de çok büyük tepkiler aldı. Partililer, M. Kemal’in yolundan sapıldığını iddia ettiler ve bunda da haksız sayılmazlardı. Zira yukarıda ifade ettiğimiz notlarda geçtiği gibi “Tesettür kaldırılmalı”ydı(!) Şimdi nasıl olur da böylesine bir taviz verilebilirdi.
    Partilileri bir tarafa bırakıp yakın tarihimizi kısa bir gözden geçirmeye devam edelim:
    Gerçekten de M. Kemal, devrimlerinin tamamını başarı ile gerçekleştirmişti. Fakat şu tesettür maddesi hâlâ yerinde duruyordu. Üstelik başörtülü hanımların sayısı azalmamış, aksine çığ gibi artmıştı. Peki devrimlerden bir sapma mı olmuştu? Hayır. Zira tesettürün kalkması için oldukça büyük güç sarf edilmiş, fakat bu noktada başarısız kalınmıştı.
    Tek partili dönemde yapılanları bir tarafa bırakalım, 1950’den sonraki olayları inceleyelim. Bakın neler yapılmış:
    Meselâ “İnkılâplarımızı nasıl koruyabiliriz?” konulu fikir yarışmasında derece kazanan makalede “Namus ve şerefin çarşafla, fesle muhafaza edilemeyeceğinin daimî propaganda ile herkese kabul ettirilmesinin mümkün olduğu; irticaın baş gösterebileceği yerlerde sık sık açılacak sergilerle milletlerin tarih boyunca kıyafetlerinde olan değişiklik ve tekâmüllerin zamana, ihtiyaca, iklimlere göre vuku bulduğunu halkın gözü önüne sermenin gerekliliği” gibi tekliflerde bulunuluyordu.
    Yine İsviçre’den gönderilen, ismi saklı bir okuyucu yazısında, kadınların çarşaf giyme “alışkanlığını” korumaları eleştirilerek şöyle deniyordu:
    “Artık bizim için bir yüz karası haline gelen çarşafa mani olmalıyız. Kadın cemiyetleri seferber olmalı, konferanslar tertip etmeli, çarşaf yerine giymeleri gereken elbise önerilerini bizzat giyerek göstermeli, sevdirmeli. Bir köydeki bütün kadınlar vazgeçerse, namus, ayıp meselesi kalmayacağı anlatılmalıdır.
    “Köylü saatinde radyolar harekete geçmeli, bilhassa şarkı ve türküler arasında bunun lüzumsuz-luğunu belirtmelidirler. Nihayet, muayyen bir tarihten sonra çarşaf giyenlerin çarşafı alınacağı gibi, para cezası almalı, hatta çarşaflar toplanmalı ve çarşaflık imal ve satışını yasak etmeli, köylere havadan broşürler atmalı.”
    İsviçre’den “hüviyeti mahfuz” olarak yazan okuyucunun bu “demokratik” (!) teklifleri ve gazetenin ısrarlı yayını etkili olur ve hemen ertesi günü (13 Mart 1956) üç kadın milletvekili çarşafın yasaklanması için Meclis’e kanun teklifi götürürler. Türk Kadınlar Birliği tarafından da olumlu karşılanan bu teklif, Meclis’te hiçbir işlem görmez.
    Cumhuriyet gazetesi, bu teklif üzerine çeşitli siyasal kişiliklere sorular sorar. Bir milletvekili, tasarının kanunlaşmasını beklediğini, medenî bir memleket olarak “çarşaf acayipliğinden” (!) kurtulmak gerektiğini söyler.
    Başka bir milletvekili Pertev Arat ise, çarşafın bir kanun meselesi değil zamanla halledilecek bir telkin ve terbiye meselesi olduğunu ve fes “ucubesi” (!) ile çarşaf meselesini ayrı değerlendirmek gerektiğini ileri sürerek şöyle konuşur:
    “Eğer çarşafla dolaşanlar son günlerde çoğalmış ise, bunun sebebi, alâkalı teşekküllerin vazifelerini ihmal etmiş olmalarıdır. Millî Eğitim Bakanlığı, kadın teşekkülleri ve diğer sosyal müesseseler, mayolu defileler tertip edeceklerine, çarşafla gezenlerle mücadele etsinler. Şu veya bu, sık sık antidemokratik kanunlardan bahsedilmektedir. Tasarı eğer kanunlaşırsa, çarşafın yasak edilmesine dair kanun, antidemokratik kanunların başında gelecektir. Biz, vatandaşların arzularına aykırı hareket edemeyiz.”
    Çarşafın yasaklanması yönünde kamuoyu oluşturma faaliyetlerine Türk Kadınlar Birliği de katılacaktır. Kadınlar Birliği Merkez İdare Kurulu aynı günlerde bir toplantı yaparak, tasarının kabulü hâlinde, çarşaflarını çıkartacak kadınlara ucuz manto temini ve bunların tipi gibi konuları görüştüler.
    Kadın mantoları satan mağazaların sahipleri de bu toplantıda bulunarak görüşlerini belirttiler. Sonuçta, yerli kumaşlardan hazırlanacak çeşitli tipteki mantoların istenilen zarafette olması ve ucuza mâl edilmesi kararlaştırıldı; modellerin hazırlanması ve kadınlara tavsiyesi işlerini de Olgunlaşma Enstitüsü üstlendi.
    İşte görüldüğü gibi bu hamur çok su götürüyor. O halde kısa keserek türban ve başörtüsü etrafında koparılan fırtınanın esas sebebini okuyucularımın takdirine sunuyorum...

    Bediüzzaman, tesettür âyetini tefsir ettiği için ceza almıştı

    “Eskişehir Mahkemesi (1935), tek bir mesele olan tesettür-ü nisâ (kadınların örtünmesi) hakkındaki bir küçük risâlenin beş on kelimesini bahane ederek, lâstikli bir kanunla hafif bir ceza verdiği zaman, Mahkeme-i Temyizden sonra lâyiha-yı tashihimde kanunsuzluğun yalnız tek bir numunesi olarak resmen Ankara’ya yazdım ki: ‘Bin üç yüz elli senede, üç yüz elli milyonun kudsî bir düsturuyla daimî ve kuvvetli bir âdet-i İslâmiyeyi ders veren ve emreden tesettür âyetini, eskide bir zındığın Kur’ân’ın bu âyetine itirazına ve medeniyetin tenkidine karşı müdafaa için üç yüz elli bin tefsirin icmâına ve hükümlerine ittibâ ederek o âyeti tefsir edip bin üç yüz elli senede geçen ecdadımızın mesleğine iktidâ eden bir adama o tefsiri için verilen ceza ve mahkûmiyeti, dünyada adalet varsa, elbette o hükmü nakz edecek ve bu acip lekeyi bu hükümet-i İslâmiyedeki adliyeden silecek.’”
    (Bediüzzaman, Şuâlar, s. 332) vehbihorasanli@ttmail.com

    http://www.yeniasya.com.tr/2009/07/17/elif/default.htm
    "İyyake nâ'büdü ve İyyake nesteîn."

    'Ancak Sana kulluk eder, ancak Senden yardım isteriz' (Fâtiha Sûresi)


    "İnsanlara teşekkür etmeyen, Allah'a da şükretmez.!" (H.Ş.)

    'Bırak bîçare feryâdı, belâdan; gel tevekkül kıl' (17.Söz.)

    "Şimdi 'OKU' kabirde okuyamazsın" (Z.Gündüzalp)

    'ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR' (YENİASYA)

    Selâm ve duâyla. Bîçare S.V.

+ Konu Cevaplama Paneli

Konu Bilgileri

Users Browsing this Thread

Şu an 1 kullanıcı var. (0 üye ve 1 konuk)

     

Benzer Konular

  1. Hayatın İçinden..
    By delailinnur in forum Risale-i Nur Talebeliği
    Cevaplar: 1
    Son Mesaj: 29.08.09, 21:14
  2. Ölüm Var Ölüm, Ölünde Görün...
    By Beste-i Rana in forum İslami Konular ve İman Hakikatleri
    Cevaplar: 2
    Son Mesaj: 24.01.09, 20:19
  3. hayatın 29 hassası
    By Allahın nuru in forum Bediüzzaman ve Risale-i Nur Çalışmaları
    Cevaplar: 2
    Son Mesaj: 07.12.08, 07:24
  4. Hayatın Enleri...
    By yasemenn in forum Resim - Fotoğraf Galeri
    Cevaplar: 20
    Son Mesaj: 13.08.08, 00:08
  5. Cevaplar: 3
    Son Mesaj: 21.02.08, 15:03

Bu Konudaki Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
Google Grupları
RisaleForum grubuna abone ol
E-posta:
Bu grubu ziyaret et

Search Engine Friendly URLs by vBSEO 3.6.0