Bir sakin ol kardeşim.
Tasarrufu yok, demedik. Hakiki tasarrufu yok, dedik.
Ben ne zaman "Üstad'ım medet" desem muhakkak yardım geldi. Ama bu yardımda tasarruf Allah'a aittir. Hakiki manada Üstad'ımdan bilsem onu İlah yapmaktır. Haşa!
Yani, bazı zatlar nasıl talebelerine diri iken dua ediyor. Öldükten sonrada dua edebiliyor. Yani, dua tasarrufu devam ediyor. Yoksa, ne bir iradesi ne bir kudreti yoktur.
Sakın, sakın, sakın! Çabuk, bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz.
"Ubudiyet, emr-i İlâhîye ve rıza-yı İlâhîye bakar. Ubudiyetin dâîsi emr-i İlâhî ve neticesi rıza-yı Haktır. Semerâtı ve fevâidi uhreviyedir. Fakat ille-i gaiye olmamak, hem kasten istenilmemek şartıyla, dünyaya ait faydalar ve kendi kendine terettüp eden ve istenilmeyerek verilen semereler, ubudiyete münâfi olmaz. Belki zayıflar için müşevvik ve müreccih hükmüne geçerler. Eğer o dünyaya ait faydalar ve menfaatler o ubudiyete, o virde veya o zikre illet veya illetin bir cüz'ü olsa, o ubudiyeti kısmen iptal eder. Belki o hâsiyetli virdi akîm bırakır, netice vermez.
İşte bu sırrı anlamayanlar, meselâ yüz hâsiyeti ve faydası bulunan Evrâd-ı Kudsiye-i Şah-ı Nakşibendîyi veya bin hâsiyeti bulunan Cevşenü'l-Kebîr'i, o faydaların bazılarını maksud-u bizzat niyet ederek okuyorlar. O faydaları göremiyorlar ve göremeyecekler ve görmeye de hakları yoktur. Çünkü o faydalar, o evradların illeti olamaz ve ondan, onlar kasten ve bizzat istenilmeyecek. Çünkü onlar fazlî bir surette, o hâlis virde talepsiz terettüp eder. Onları niyet etse, ihlâsı bir derece bozulur.Belki ubudiyetten çıkar ve kıymetten düşer.
Yalnız bu kadar var ki, böyle hâsiyetli evrâdı okumak için, zayıf insanlar bir müşevvik ve müreccihe muhtaçtırlar. O faydaları düşünüp, şevke gelip, o evrâdı sırf rıza-yı İlâhî için, âhiret için okusa zarar vermez. Hem de makbuldür. Bu hikmet anlaşılmadığından, çoklar, aktabdan ve Selef-i Salihînden mervî olan faydaları görmediklerinden şüpheye düşer, hattâ inkâr da eder.(On Yedinci Lem'a )
Biz ise hem insancasına, hem Müslümancasına yaşamak istiyoruz. (Bediüzzaman)
ben mealci değilim.
fatiha okurum. büyük zatlardan yardım isteyeceğim zaman önce fatiha okur hediye ederim.
yalnız Allah'tan yardım dilemek gerekiyorsa eğer, mealciler yalnız ondan yardım dilesin. ben hem ondan yardım dilerim hem de büyük zatlardan.
bunun şirk olduğunu söyleyenlere ise, bu konudaki fetvalara havale ederim.
bu konuda açıkça fetvalar verilmiştir. o fetvaları bırakıp, mealcilerin lafına itibar etmem.
طُوبَى لِمَنْ عَرَفَ حَدَّهُ وَلَمْ يَتَجَاوَزْ طَوْرَهُ
Yâni: "Ne mutlu o âdeme ki, kendini bilip haddinden tecavüz etmez." Nasıl bir zerre camdan, bir katre sudan, bir havuzdan, denizden, kamerden ta seyyarelere kadar güneşin cilveleri var. Herbirisi kabiliyetine göre güneşin aksini ve misalini tutuyor ve haddini biliyor. Bir katre su, kendi kabiliyetine göre "Güneş'in bir aksi bende vardır" der. Fakat "Ben de deniz gibi bir âyineyim" diyemez.
Öyle de: Esma-i İlahiyenin cilvesinin tenevvüüne göre, makamat-ı evliyada öyle meratib var ki Esma-i İlahiyenin herbirisinin bir güneş gibi kalbden Arş'a kadar cilveleri var. Kalb de bir Arş'tır, fakat "Ben de Arş gibiyim" diyemez. İşte ubudiyetin esası olan, acz ve fakr ve kusur ve naksını bilmek ve niyaz ile dergâh-ı uluhiyete karşı secde etmektir.Yoksa naz ve fahr suretinde gidenler; zerrecik kalbini Arş'a müsavi tutar. Katre gibi makamını, deniz gibi evliyanın makamatıyla iltibas eder. Kendini o büyük makamata yakıştırmak ve o makamda kendini muhafaza etmek için tasannuata ve tekellüfata ve manasız hodfüruşluğa ve birçok müşkilâta düşer.
Elhâsıl: Hadîste vardır ki:Lemalar : هَلَكَ النَّاسُ اِلاَّ الْعَالِمُونَ وَهَلَكَ الْعَالِمُونَ اِلاَّ الْعَامِلُونَ وَهَلَكَ الْعَامِلُونَ اِلاَّ الْمُخْلِصُونَ وَالْمُخْلِصُونَ عَلَى خَطَرٍ عَظِيمٍ
Yani: Medar-ı necat ve halas, yalnız ihlastır. İhlası kazanmak çok mühimdir. Bir zerre ihlaslı amel, batmanlarla hâlis olmayan amele müreccahtır. İhlası kazandıran harekâtdaki sebebi, sırf bir emr-i İlahî neticesi rıza-yı İlahî olduğunu düşünmeli,vazife-i İlahiyeye karışmamalı.
Herşeyde bir ihlas var. Hattâ muhabbetin de ihlas ile bir zerresi, batmanlarla resmî ve ücretli muhabbete tereccuh eder. İşte bir zât bu ihlaslı muhabbeti böyle tabir etmiş:
وَمَااَنَا بِالْبَاغىِ عَلَى الْحُبِّ رِشْوَةً ضَعيِفٌ هَوٍى يُبْغَى عَلَيْهِ ثَوَابٌ
Yani: "Ben muhabbet üzerine bir rüşvet, bir ücret, bir mukabele, bir mükâfat istemiyorum. Çünki mukabilinde bir mükâfat ve bir sevab istenilen muhabbet zaîftir, devamsızdır."
Hattâ hâlis muhabbet, fıtrat-ı insaniyede ve umum vâlidelerde dercedilmiştir. İşte bu hâlis muhabbete tam manasıyla vâlidelerin şefkatleri mazhardır. Vâlideler o sırr-ı şefkat ile, evlâdlarına karşı muhabbetlerine bir mükâfat ve bir rüşvet istemediklerine ve taleb etmediklerine delil; ruhunu, belki saadet-i uhreviyesini de onlar için feda etmeleridir.Mesela tavuğun bütün sermayesi kendi hayatı iken, yavrusunu itin ağzından kurtarmak için kendi kafasını ite kaptırır.(On Yedinci Lem'a )
Biz ise hem insancasına, hem Müslümancasına yaşamak istiyoruz. (Bediüzzaman)
"Düşmanlarım bana ne yapabilir ki? Ben cennetimi yüreğimde taşıyorum,nereye gitsem o benimle gelir.
Hapsedilmem halvet,sürgün edilmem hicret,öldürülmem şehadettir.Değil mi ki göğsümde ALLAH (CELLE CELLALUHU)'ın Kitabı ve Rasulü'nün sünneti vardır!"
"Düşmanlarım bana ne yapabilir ki? Ben cennetimi yüreğimde taşıyorum,nereye gitsem o benimle gelir.
Hapsedilmem halvet,sürgün edilmem hicret,öldürülmem şehadettir.Değil mi ki göğsümde ALLAH (CELLE CELLALUHU)'ın Kitabı ve Rasulü'nün sünneti vardır!"
Şu an 1 kullanıcı var. (0 üye ve 1 konuk)