Yeni Kadınlığa Dair Musahebe


İstanbul'un Türk kadını, tali'in sevki ile nasıl yüksek bir derecede bulunduğunu bilse, hemen alafrangadan yüz çevirir.Başka türlü güzel, başka türlü sevimli, başka türlü şık, başka türlü cazibeli velhasıl başka türlü bir kadın olur.

Romalı Kayser, Roma'nın başına geçmeden evvel, ordusuyla İtalya dağlarından geçtiği bir gün, uzaktan bir köyceğiz görmüş, yanında bulunanlara demiş ki:

'' Roma'da ikinci olmaktansa, bu köyde birinci olmak isterim.''

Kayser'in bu sözü, hanımlarımızı biraz düşündürebilir.İstanbul hanımları, daha elli sene evveline kadar Şark âlemininin en üst tabakasında bulunuyorlardı.Güzellikleri, incelikleri, zariflikleri, şiveleri, terbiyeleri, hâsılı birçok meziyetleri her yerde hayranlıkla yâd ediliyordu.

Suriye, Mısır, Tunus, Kafkas, İran hatta Hindistan şehirlerinin Müslüman kadınları, örnek diye İstanbul kadınını görüyorlardı.Türk kadını, alafrangalaşmaya başladığı günden sonra bu yüksek mevkiini yavaş yavaş kaybetti.Öyle görülüyor ki, büsbütün de kaybedecek.Bir zaman sonra Şark âleminde, Rum, Ermeni, Bulgar, Sırp, Hırvat kadınlarıyla aynı safta, belki de onlardan da dûn bir derecede görünecek.

Parisli, Viyanalı, Amerikalı kadınlar kendilerini medenileşmiş Rum, ve Ermeni kadınlarıyla bir derecede tutarlar mı? Hiç bir zaman! Eğer İstanbul'da henüz Türk kadınlığı beğeniliyorsa, bu tercih iki sebepten ötürüdür:

Biri, Türk kadını henüz merakı cezb ediyor, öteki de ne kadar olsa mazideki şanlı halini büsbütün kaybetmemiştir.Fakat biraz daha zaman geçerse, bir taraftan Avrupalıların bu merakı zail olur.Diğer taraftan da İstanbul hanımları mazideki şanlı hallerini kaybederler, birer Frenk kuklası olurlar.

Pierre Loti'nin yeni İstanbul kadınlarına dair meşhur romanında, hanımlarımızın anlayacağı hazin bir mana vardı.Fakat o romanın hazin manasını değil, hatta ünvanını bile pek anlayamadık, ''Nâşâd Kızlar'' gibi tamamıyla yanlış bir tercüme ile bozduk.Pierre Loti ''Desenchante Kızlar'' derken alafrangalaşarak İslâm hareminin sihr ü efsununu kaybeden Türk kızlarından bahsediyordu.

Eğer dünyanın dört köşesinde herkesin manasını anladığı bu meşhur tesmiyeyi doğru bir tarzda tercüme edersek, ''Sihr ü Efsununu Kaybeden Kızlar'' demek lâzım gelir.İşte Pierre Loti yeni Türk kadınına verdiği bu sıfatla Türk âleminde büyük bir hadiseyi keşfetti.O, bu hadiseyi keşfettiği zaman, biz Avrupa medeniyetinin hasretiyle yanıyorduk...

Hikâyecilerimizden Hüseyin Rahmi Bey gibi heccav olanları Türk kadınını tramvaylarda yaygaracı, İstanbul'un iç mahallelerinde gürültücü, konaklarda gülünç; Halit Ziya gibi şair olanları ise Avrupa bebekleri kılığında birer hayali mahlûk olarak tahayyül ediyorlardı.Bizim bu dalgınlık devremizde İstanbul kadınlarının sihr ü efsunu zail olmaya yüz tuttu.

Abdülmecid ve Abdülaziz devirlerinde İstanbul'un Türk kadını, çok değişmiş, çok asrîleşmiş, tekâmül etmişti.Mısır saraylarındaki kadınlar İstanbul'u tahayyül ederler, İstanbul kadınını İslâm âleminin güzellik numunesi olarak severlerdi.O zaman İstanbul'a seyahat etmiş olan en güzide Avrupa muharrirlerinin eserlerinde İstanbul kadınına böyle bir hayranlık görülüyor.

Ben zannediyorum ki, o tekâmül tabii yolunda devam etseydi, bugün Türk kadını yine azad ve hür bir mevkide bulunur, fakat bugünkü gibi bir Avrupa kuklası olmaz, sihr ü efsununu muhafaza ederdi.

Bu tabii yoldan inhiraf, mürebbiyeler, sör mektepleri, kolejler ve bizim kendi elimizle yazdığımız özenç romanlarının yüzünden oldu.

Bugünkü alafrangalığı hep arzu, heves ve ihtiras bu dereceye çıkardı.Eğer İstanbul kadınları Garp kadınlarının mukallidi olarak son safta bulunmaktansa, İslâm âleminde birinci olmak arzusuna, hevesine, ihtirasına kapılırlarsa yalnız bu hislerin sevkiyle, derhal büyük bir inkilâp başlar.Bu yeni ihtirasın sirayetinden biraz vakit sonra görürüz ki, kisvede, yaşayışta, eğlenişte her şeyde zevk ve çeşni değişmiş.Bütün hayata Şarkın, İslâmın, Türklüğün zevkleri sinmiş, Türk kadını eski sihir ve efsununu bulmuş...

Kadını bu inkilâpta yalnız bırakmamalı.Hikayeciler, ressamlar, bediiyat meraklıları bir taraftan fikirleri ile yardım ederlerse, kadın bu yeni örneği kısa bir tekâmülden sonra hayata geçirir.

Yahya Kemal, Tevhid-i Efkâr gazetesi, 29 Temmuz 1922