Ayrıştırıcı, çözücü (analitik) düşüncenin doğurduğu en önemli sorun ilişkisizliktir. Bir 'şeyi' ya da 'olguyu' derinlemesine anlamak elbette ki, onu kuşatan ve ona karışan başka olgularla arasındaki farklılıkları ortaya çıkarmayı gerektirir. Ama bu ayrıştırma tutkusunun doğurabileceği ilişkisizlik tehlikesine dikkât etmek gerekir. Geliştirilen sınıflandırmalar, yapılan tiplemeler kendi içinde dondurulursa, anlama faaliyeti aksar; hatta koyu bir cehâlete dönüşebilir. Ayrıştırma dondurmak için değil, ilişkileri daha berrak kurmak içindir. Değilse her analitik çaba bir meta-fizik tecrübeyle kesintiye uğrar. Modern dünyâ bu tarz kesintilerle malûldur. Daha önemlisi bu tarz kesintiler, ya da kopukluklar 'uzmanlık' denilen bir estetizasyon ile kurumsallaştırılmıştır. Pratik olarak bakılırsa uzmanlara borçlu olduğumuz pek şeyin yanında, bir o kadar, belki daha fazla olarak uzmanlığın doğurmuş olduğu körleşmenin ağır sorunlarını yaşıyoruz.Modern bakış, parçaların farkına varmamızı sağladı. Modern insan 'siyâset', 'ekonomi', 'kültür', 'doğa', 'târih' vb alanlarda geleneksel insana göre daha fazla bir farkındalık sâhibidir. Yâni, ekonomiyi, ekonomi; siyâseti, siyâset; kültürü, kültür olarak görür. Sorun bu parçaların nasıl ilişkilendirileceği noktasındadır. Modernlik bu ilişkilendirmeleri, kapitalist üretim toplumunun gerekleri doğrultusunda ve ağırlıklı olarak araçsal ve işlevsel düzeyde yaptı. Bu ilişkilendirmeler, 'sermâye-ulus-devlet' üçgeninde işleyen siyâsal ekonomileri doğurdu. Dikkât edilmesi gereken husus; bunun sâdece çekirdek ülkeleri değil; yerkürenin çeperlerine doğru yayılan ve son derecede eşitsiz bir dünyâ işbölümünü kapsamasıdır.Araçsal ve işlevsel işbölümü kasıtlı olarak öznelliği dışarıda bırakır. Öznellik bütün hesapları tehdit eden başat tehlikedir. Bu sebeple devlet, modern dünyâda bir aygıttır. Ulus ise 'üretim-tüketim' eksenlerinde örgütlenmiş kolektif bir ağdır. İnsansızlaştırılmış sosyolojiler, hukuk disiplinleri ve ideolojiler bu ilişkilerin rasyolarını kurar.Modern siyâsal ekonomilere, gerektiği ölçülerde bâzı târihsel kültürel kaftanlar da biçildiğini biliyoruz. Kültür ve târih, başlangıçta insanı çağrıştırmaktadır. Oysa işleyişte durumun böyle olmadığı hemen görülebilir. Müzecilik, etnografik-folklorik çalışmalar, ya da modern târih kürsülerindeki akademik faaliyetlerin kısm-ı âzâmı 'kendinde' kültürü ya da târihi dışlayan 'organik' ürünler ortaya koyarlar. Modernliğin gözünde kültür ya da târih, 'kendisi için'dir ve işlevsel ve araçsal bir anlamlandırmanın konusudur.Nedenlerini başka yazılarımda tartıştığım için girmeyeceğim, ama yeni kapitalizm ya da geç modernlik ayrıştırma ve çözme konusunda daha gözü kara bir tutum sergiliyor. Özcülüğün yerini sâhiciliğin almış olması da bunun göstergesi. Dolayısıyla kurulan karşıtlıklar fazla anlamlı gözükmüyor. Meselâ siyâsal ekonominin ayrışması; bunun yerini ekonomizmin alması elbette ki ekonomiyi sahihleştiriyor; ama insansızlık siyâsal ekonominin kavrayışlarına göre daha baskın bir hale geliyor. Siyâset ise 'devlet-ulus' merkezli 'sahih' merkezine çekiliyor ve bu kez kültüralizm ile eşleniyor. Burada 'devlet-ulus' temelli savunmalarla onu aşındırmak, çözmek isteyenler arasındaki çekişmenin son tahlilde sıfır toplamlı olduğunu görüyoruz. İlkinin 'organik' iddialar üzerinden yaptığını; ikincisi 'otantik' iddialar üzerinden derinleştiriyor.Bu dünyâda sahihlik sâdece farklılık tespitidir. Farklılık ise kendi asimptotunda sürekli çoğalmayı ayrışmayı özendiriyor. Farklılıkların uzlaşısı bu asimptotta sâdece bir iyi niyet okumasıdır. Çünkü günümüzde farklılık farkındalığı, dolayımı olan; yâni 'bir şeyin farklılaşması' değil, çok dolayımsız olarak 'bir şeyden farklı olmayı' dayatıyor. Bu 'biz' ve 'öteki' arasına sıkışan zayıf göndermeli bir bakıştır. Modernliği kuran analitik düşüncenin sığ bir görecelilikle birleştiği; hele hele moral düzeyde bir değer bulduğu durumlarda daha çetin târihlerin yaşanacağını söylemek kehânet olmasa gerekir. Prof. Dr. Süleyman Seyfi Öğün