schenseditör Nickli Üyeden Alıntı
- Lütfen beş dakika müsaade buyurun, şimdi gider sahiplerinden izin al?r?m, dedi.
Bağ bekçisi Taife döndüğü zaman, Hz. Zeyd de bir yandan yaralar?n?n ac?s?, bir yandan da Efendimizin duas?ndaki ak?l almaz merhamet hikmetinin dalgalanmas? içinde gerçeği düşünüp duruyordu. Efendimiz, Zeyd'e mânâ penceresini aç?verdi. O anda Taifde bağ sahipleri, bekçinin müsaade almak üzere gelişini Efendimizin bir ahlâk örneği göstererek, bütün yorgunluğuna ve susuzluğuna rağmen üzümü yemeyişte gösterdiği ahlâki yüceliği işitince; hemen îman ettiler. Efendimiz Zeyd'e dönerek:
- Eğer duam?zla azab? önlemeseydik, Taif yerle bir olacak ve bağ?n şimdi iman eden bu iki sahibi de kâfir olarak ölecekti. Hâlbuki bak, inananlar ordusuna iki kişi daha kazand?k, buyurdu.
Nitekim, k?sa bir süre sonra, Efendimizin bu rahîm s?rr? kader kompüterlerine yans?d?, beklenen ümit Akabe Bîat?'nda doğdu. Ve Medine'ye hicret kap?lar? aç?ld?.
Bu devrin s?k?nt?l? günlerinde, şüphesiz ki en önemli hadiselerden biri Hz. Hamza'n?n zâlim Mekkelilere karş? ?slâm safina geçerek ciddi bir baraj teşkil etmesidir. Burada, gözden kaçan önemli bir gerçeği dile getirmek istiyorum. ?lk Müslümanlar aras?nda oldukça güçlü ve zengin kimseler de vard?. Ne çare ki, Mekke müşrikleri öylesine sert ve zâlim davran?yorlard? ki; bizzat bunlar?n hayat? dahi fakir müslümanlardan farks?z s?k?nt?lar içinde geçiyordu. ?lk müslümanlardan olan Hz. Osman bizzat akrabalar? taraf?ndan defalarca dövülmüş, korkunç eziyetlere mahkûm edilmişti. Ayn? ezâlar Hz. Ebû Bekire yap?l?yordu. Bunlar?n istisnas? Hz. Hamza idi. Hz. Hamza öylesine bir yiğitti ki; onunla kavga etmek, ne bir ferdin, ne de bir topluluğun haddine değildi. Nitekim, müşriklerin gözü önünde Ebû Cehil'i dövdüğü hâlde kimse ağz?n? açamad?. Hind'in kardeşi Huzayfe de Müslüman olmuş, ailesinin bütün ?srar ve zorlamalar?na rağmen ?slâm saflar?nda mücadeleden vazgeçmemişti. Bu say?l? kuvvete rağmen, iman, ateşten bir gömlek gibi bütün mü'minleri ?zd?r?ptan ?zd?raba sürüklüyor, hepsi de Hz. Bilâli Habeşi'de sembolleşen, zirveye ulaşan dayanma gücünü güzel örneklerle sergiliyorlard?.
C) KUR'ÂN'IN MUHTEŞEM MUC?ZELER?
Ku?'ân, inzâl olduğu andan itibaren muhteşem mucizelerini ?ş?k ?ş?k kesiksiz yayd? durdu. Şüphesiz Kur'ân'?n sonsuz mucizeleri bütün bilim dünyas?nda bilinen harika olaylard?r. Ancak burada üzerinde durmak istediğimiz konu Ku?'ân'?n insanlara etki s?rr?d?r.
Kur'ân, kendi tarifiyle Levh-i mehfuz s?rlar?n?n arapça kompüterize bir yorumu olduğundan; onu ilmen çözmek, hele on dört as?r önce, hiç mümkün değildi. Çağ?m?zda bile, pek az noktalar?n? sezebildiğimiz yüce kitab?m?z, ancak gönüllerde s?rr?n? aç?yordu. Ve Mekke'de yüzelli kişinin gönlü bu muhteşem s?rra lây?k görülmüştü.
Allah, bu gerçekleri bize anlatmak için ünlü bir olay? sergileyiverdi. 0 çağda Arabistan'da, yine Ku?'ân'?n Sûre-i Müddesix'de işaret ettiği Velid Bin Mug?yre isminde biri vard?. Korkunç bir matematik zekân?n, cins bir hâf?zan?n temsilcisi idi. Ayn? zamanda güçlü ve varl?kl?yd?. Efendimiz, ilk inzâl olan âyet gruplar?n? halka okurken, bir defas?nda Velid- Bin Mug?yre de dinledi ve:
- Böyle güzel sözler hayat?mda işitmedim, dedi.
Burada as?l hikmet, ilk gelen beş âyette ondokuz say?s?n?n Ku?'ân'da yayg?n olan nümerik entegrasyonu idi. Bu ilk beş âyet, ondokuz kelimeden, yetmişalt? harften kurulu idi. Yetmişalt? ondokuzun dört kat? olarak bir matematik nizam?n işaretini vermekte idi. (19X4=76). Cenab-? Hak, özellikle matematik zekâs? ile hâf?zas? çok güçlü olan Mug?yre'nin bu inceliği fark etmesini bekliyordu. Müşrikler ise, o anda Mug?yre'nin Müslüman olmas?ndan korkarak, ona büyük dünya zevki ve gururu verdiler Ve Velid Bin Mug?yre, cins kafas?na rağmen Kur'ân'? inkâr etti, «beşer sözleridir» dedi. Sonra da Kur'ân'?n her yeni âyet grubu inzâl oldukça önce îman etmeye niyet etti, sonra da benliğe düşüp inkâr etti. Bu dönüşümler, sonûnda Mug?yre'yi ç?ld?rtt?. Kafas?n? vura vura öldü.
Ebû Leheb de az?l? din düşmanlar?ndand?. Kur'ân'?n ilk y?lda inzâl olan âyetlerinde Ebû Leheb'in ateşler içinde yan?p öleceği, mal?n?n kendine yard?m edemiyeceği bildirilmişti. On y?l sonra Ebû Leheb Panfigus hastal?ğ?ndan ölünce ve de hastal?ğ? s?ras?nda bütün servetini ortaya koymas?na rağmen çirkin kokular yüzünden kimse kendisine yard?mc? olmay?nca, ilâhi mûcize inkâr edilemez bir şekilde tahakkuk etti.
Fakat bütün bunlar, başlang?çta söylediğimiz gibi insanlar?n gönüllerinde bir îman kabiliyeti olmad?kça, onlar? çirkinliklerden çevirmiyordu. Çünkü Allah, Kur'ân'?n müthiş s?rr?n? ancak gönüllerde yaşanabilen hikmetler demeti hâlinde yaratm?şt?. Kalbi mühürlü olanlar tüm apaç?k mûcizeleri görüyorlar, fakat iman edemiyorlard?.
Bütün bunlara rağmen, Mekke'den bin kilometreden fazla uzakta Yemen'de bir çoban ise kalp gözü ile mutluluk çağ?n? aynen seyrediyor, âyetler inzâl oldukça mekân ötesinde onlar? gönülden al?yor ve ezberliyordu.
Mutluluk çağ?nda yaşayan herkes, Kur'ân'?n ve Efendimizin hikmetlerini sergilemek için, ilâhi kader kompüterinden sahneye özel olarak indirilmiştir. ?şte Veysel Karani de, Kur'ân'?n zaman ve mekân ötesinde gönüllere yans?yan s?rr?n? anlatmak için Yemen'e ?ş?nlanm?şt?r.
Kur'ân'?n en büyük mucizesi, gönülleri fethederken, zaman ve mekân diye tan?d?ğ?m?z bağ?ml?l?klar? aşmas?d?r. Veysel Karani hazretleri binlerce kilometre ötede Kur'ân zevkini ve Efendimiz sevdas?n? öyle özünde yaş?yordu ki; y?llar sonra bile kendisine anlaş?lmaz konular üzerinde müracaat edilmiştir. Onun bir tek zevki vard?: Efendimizi madde gözü ile de görmek istiyordu. Ne çare ki, Allah Kur'ân'?n bu mekânlar ötesi mucizesini göstermek için madde mekân?nda bu ziyareti yasaklam?şt?.
?ncelerin incesi hikmete bak?n?z ki, bir kez Veysel Karani hazretleri Cenab-? Hakk'a:
- Ya Rabbi, madem ki kaderde görme nasibim yok, O'nu görmeden hiç değilse evini ziyaret edeyim, kokusunu alay?m ve soluduğu havay? teneffüs edeyim, dedi.
Nitekim, onüç gün süren yolculuktan sonra s?cak çöllerin tepelerini aşt?, ziyarete geldi. Yar?m saat bekleyip Efendimizin camiden dönmesine intizâr etmeden onüç gün tekrar k?zg?n çölleri aşt?. Yirmialt? günlük yolculuğu s?rf fevkalâde nazik ziyaret için tamamlad?. Yoksa yirmialt? günlük yolculukta, yar?m saat gecikmenin elbette anne r?zas?na ters düşmeyeceği aşikârd?. Ancak, insanlar?n bu muhteşem olay? ve duyguyu anlamalar? çok zor olduğu için; beklemeyiş nedeni anne r?zas? şeklinde yorumland?.
Veysel Karani hazretleri Kur'ân'?n ak?l almaz mûcize s?rr?n? çağlar ötesine p?r?l p?r?l yayarken, Kur'ân'a inananlar?n dev ahlâk ufuklar?nda bir başka insan?n erişemeyeceği güzelliğe erişiyordu.
Veysel Karani'nin bütün duygular? Efendimiz tarafindan çok iyi bilindiği için, Efendimiz sonsuzlara yans?rken mübarek h?rkalar?n? Veysel Karani hazretlerine armağan etti. Böylece, kendisini sevmenin hikmet dolu ihtişam?n? bizlere bir kez daha sergiledi. Mânâ ilminde Veysel Karani hazretleri, elest meclisinin şanl? bir y?ld?z? ve mutluluk çağ?n?n bir mânâ ashab?d?r. Gönülden eğitime de Veysîlik denir.
Efendimizin etraf?nda nurdan bir halka kuran ashab-? güzinin her biri ayr? bir ilâhi hikmeti yaşat?r. Onlar tekteki derinliği ile anlaş?lmad?kça, îman mutlak güzelliğine ulaşamaz. Bu yüzden onlara ayr? ayr? sevgi ve hayranl?ğ?m?z emredilmiştir.
D) EFEND?M?Z BEŞER?YET? KURTULUŞA ÇAĞIRIYOR
?slâmiyet'in yakt?ğ? ilim meşalesi öylesine net, başlatt?ğ? insanl?ğ?n şeref tar?m? öylesine aç?kt? ki; ne o gün için Mekke'nin ne de çağlar boyu toplumlar?n bu davaya karş? ç?kmas? ak?l al?r bir hareket değildi. Konu ?slâm Tarihi aç?s?ndan olduğu kadar medeniyet tarihi aç?s?ndan da fevkalâde önemlidir.
Mekke'de Erkam'?n evinde başlay?p, ilk ilkelerini tesbit ederek, Mekke, hatta tüm çevreye bir bildiri niteliğinde görüşlerini aç?klad?. Bu ilkeler, ileride Medine Beyannemesi'nde daha da netleşecek ve medeniyet vesikas? hâline gelecektir. Mekkeliler'i ç?lg?na çeviren bu ilkeler acaba nelerdi?
1-) ?nsanlar doğuştan eşittir ve bu eşitliği birbirinden üstünlük iddias? ile kimse bozamaz.
2-) Kad?nlar da erkeklerle eş yarat?lm?ş ve onlarla eşit haklara sahiptir. Onlar?n farkl? hizmet ve davran?şlar? eşitlik ilkesini bozamaz.
a-) Özellikle, evlenmede kad?n?n hür iradesi şartt?r.
b-) Kad?nlar mutlaka okuyup yazmal?, ekonomik haklar? tümüne sahip olmal?d?r.
3-) Kimse kimseyi, ekonomik güçle sömüremez. Her türlü haks?zl?k sona erdirilecektir.
4-) Tüm yanl?ş âdetler, put tapmalar, uğursuzluk düşüncesi, evlâd?n? gömmek gibi çirkin çarp?kl?klar hemen terk edilecektir.
5-) Toplumlar? çökerten her türlü ahlâks?zl?ğa, özellikle yalana son verilecektir.
?şte ?slâm'?n ilk açt?ğ? insanl?ğ?n haysiyet meşalesi, alevinden bu ilkeleri dalgaland?r?yordu. Hemen ard?ndan ilim öğrenme, temizlik ve sağl?k ilkelerine uyma prensipleri Ku?'ân emri hâlinde bildirildi. Hâlbuki o günkü Mekke ve ondan sonra gelen toplumlar?n çoğu bu güzelliklerin tersi olan çarp?k yaşant?y? seçmişlerdi. ?şte Mekke zenginlerinin dönemediği viraj bu idi.
0 tarihten sonra da, böylesine aç?k erdemlikler dururken, çirkin yaşant?y? seçenler ne yaz?k ki çoğunlukta kalm?şlard?r. Bugün pek çoklar? «çağ?n gereği bu» diye çarp?k yaşant?y? sürdürürken, bunu kendileri icat etti san?r. Hâlbuki 14 as?r önce Mekke'li müşrikler onlardan çok âlâs?n? yap?p ç?kmaz sokakta saplan?p kalm?şlard?.
Kur'ân'?n en büyük mucizesi, getirdiği ilkelerin çağlar boyu yavaş yavaş toplumlara sinerek yay?lmas?d?r. Bugün Birleşmiş Milletler Ana Sözleşmesi bile, bu s?rr?n ötelerden yans?yan bir görüntüsüdür. Bu noktaya üçüncü bölümde daha etrafl?ca değineceğim. .
Elest meclisinde ruhlar, paniğe kap?l?p nas?l «evet» demekte gecikmişlerse, ayn? olaylar önce Mekke'de, sonra da bin küsur y?ld?r insanl?k tarihinde tekrar edip durmuştur. Dikkat ederseniz Mekkeliler de 17 y?ll?k gecikmeden sonra gerçeklere boyun eğmiş, insanl?k tarihi de as?rlar boyu gecikmeden sonra Kur'ân ahlâk?na fark etmeden uymaya başlam?şt?r. Baz?lar?n?n medeniyet âlemi diye hayranl?kla seyrettiği gelişmiş ülkeler, el, yüz y?kamay?, kad?n eşitliğini ancak 100 seneden bu yana uygulayabilmişlerdir.
Mekke müşrikleri, ?slâmiyet'e karş? direnirken, bir avuç kahraman? imhâ etmek isterken, elbette kendilerinden bin y?l sonra doğmaya başlayacak medeniyetin temeline bomba koymaya kalkt?klar?n?n fark?nda değillerdi.
Mutluluk çağ?nda ilk inananlar aras?nda baz? mutlu kişiler de doğrudan doğruya Efendimizin mânâ cereyan?na kap?larak bu imân? bulmuşlard?r. Nitekim, Hz. Ömer, Efendimize suikast amac? ile yola ç?km?ş, fakat ilk Müslümanlardan olma şeref?ni taş?yan kardeşi Fât?ma sultan?n cereyan?na çarp?l?vermişti.
Hz. Ömer'in Müslüman oluşu Hz. Fât?ma'n?n mânâ s?rr?nda gizlidir. Mânâ ilimleri aç?s?ndan çok önemli olan bu hadise şöyle cereyan etmiştir:
Fât?ma annemiz o s?rada yeni gelen Taha Sûresi'ni okuyordu. Taha, Efendimizin Ledün âlemindeki ismidir. Hz. Fât?ma bu sûreyi o kadar içten okuyordu ki, Ledün âleminden Efendimize mânâ cereyan? bağlan?verdi. ?şte o s?rada Ömer, kardeşinin ?slâm olmas?na fevkalâde k?zarak Hz. Fât?ma'ya bir tokat att?. Hz. Fât?ma da kutsal bir öfke ile elini kald?r?verdi. Hz. Ömer, ?slâm olduktan sonra bu olay? anlat?rken:
- Fât?ma bana elini kald?r?nca, öyle şiddetli tokat yedim ki, hayat?mda öyle bir tokat? en şiddetli savaşlarda bile görmemiştim, sanki o bir şimşek gibi bütün bedenimi titretti. Oradan ç?kt?ktan sonra Erkam'?n evine gidene kadar, bütün vücudum titredi.
Hz. Ömer'in îmana gelişinde bir başka s?r da Efendimizin Cenab-? Hak'tan onu ismen istemesinde idi. Fahr-i Kâinat Efendimiz Müslümanlar?n çok eziyet çektiği günlerde Al­lah'a niyâz ederek, inananlar?n ya Ebû Cehil'le ya Ömer'le takviyesini istedi. Şeref Hz. Ömer'e nasip oldu. Bize göre bu s?r, kardeşi Fât?ma'n?n gönlünden doğmuştur. Ancak mânâ bilimlerinde Hz. Ömer'in ?slâmla şereflenişi bir başka aç?dan şöyle izah ederler: 0 zamanda Ömer de Ebû Cehil de küfür ve isyanda idi. Ebû Cehil devaml? fitne içinde olan bir çirkinliğe sahipdi. Ayn? zamanda Yahudi bir fahişe olan Sara'ya maddesel ve âdi ilgilerle öylesine zebun olmuştu ki, iç dünyas? bu âdi fahişenin bile plânlar?yla doluydu. Hâlbuki Ömer, iç dünyas?nda böyle bir fitneye sahip değildi.
Îman zincirinin önemli bir halkas? da sonradan Medine'de îman eden Hz. D?hye'der. Mânâ bilimlerinde D?hye olay?na çok önem verilir.
D?hye, başlang?çta Müslüman değildi, fakat ?slâm olmad?ğ? hâlde Efendimizi çok seven, O'na hizmetten zevk alan zengin bir gönüle sahipti. Sehas?, güler yüzü, tatl? dili onu pek sevimli k?lm?şt?. Mânâ ilimlerinde bu karakter çizgisine «latif mizaç» denir. Efendimiz de D?hye'yi çok sevmesine rağmen, îman konusunda hiçbir şey söylemez, bu konuda isteği ondan beklerdi. Ne çare ki, kaderin bir cilvesi, D?hye îman etmekte gecikiyordu. Nihayet beklenen an geldi. Ve bir gün Efendimiz ashab? ile otururken, kalk?p h?rkas?n? hane-i saadetlerinin eşiğine serdi, sebebini soran ashab?na:
- D?hye îman etmek üzere geliyor, buyurdu.
Ve sonra D?hye geldi, eşiğe basmadan H?rka-i şerifi ald?, öptü, ağlayarak yüzüne sürdü ve îman etti.
D?hye hazretlerinin mânâ bilimlerinde bile hikmeti çok zor kavran?r. Efendimizin sevgisi D?hye üzerinde öylesine şiddetli, öylesine net idi ki, D?hye hazretleri kime îman teklif ederse, o insan mukavemet edemez, hemen îman ederdi. Hatta, Bizans ?mparatoru Heraklius'a elçi olarak gittiği zaman o bile mukavemet edemedi, îman etti. Mûte Savaş? bölümünde bu esrarl? hikmetlere tekrar döneceğiz.
Veysel Karani bölümünde söylediğim gibi, Fahr-i Kâinat'?n âlemleri kaplayan nuru etraf?nda Allah'?n ?ş?k ?ş?k yakt?ğ? hikmetler, ilâhi sevdan?n ak?l almaz sanat şaheserleridir. S?rf Fahr-i Kâinat Efendimizin saltanat?ndaki sonsuzluğu göstermek için, renk renk güzellikler hâlesi hâlinde Ashab-? Güzini farkl? yans?malar şeklinde yaratm?şt?r.
E) EVREN?N EN MUHTEŞEM OLAYI: MÎRAÇ
Mekke'nin o çetin günlerinde Efendimiz bir yandan ak?l almaz fazilet savaş? veriyordu, bir yandan da gönlünde ilâhi aşk?n raks?n?, ha.n tan?m?d?r ki; ancak inananlar?n Efendimize karş? olan aşklar? nisbetinde hissedebilir. K?ymetli okuyucular?ma mîrac?n kendisini olmasa bile, hiç değilse sonuç çizgilerini anlatmak istiyorum.
Yüce kitab?m?z Kur'ân, mîrac? iki ayr? sûrede bildirmektedir:
a-) ?srâ Sûresi birinci âyet: «Kulu Muhammed'i bir gece Mescid-i Haram'dan alt?p, bir k?s?m âyetleri göstermek için çevresini mübarek k?ld?ğ? Mescid-i Aksa ya götüren Allah'?n şan? yücedir, doğrusu o işitir ve görür.» Bu âyet, mîrac?n gerçeği aç?s?ndan fevkalâde önemlidir. Ve özellikle mîrac?n bedenle birlikte yürüdüğünü; önce dünya mekân?nda, yani madde evreninde başlad?ğ?n? anlatmaktad?r. Mîrac?n bu safhas? birkaç saniye sürmüştür.
b-) Sûre-i Necm'de Mîrac?n bütün incelikleri anlat?ld?ğ? hâlde, Mîraçtan bahsedilmez. Bunun nedeni de, ilâhi hikmetin kavranmas?ndaki güçlük nedeniyle, Efendimizin mekânlar? aşan s?rr? on üç ilâ on yedinci âyetlerden anl?yoruz ki, Cebrail ile birlikte evrenin diğer boyutlar?n? ve mekânlar?n? aş?p S?dre-i Münteha'ya varm?şt?r. Bu çizgi, tüm hilkat?n s?n?r ve ufuk çizgisidir. Bundan ötesi Cebrail'in intikaline imkân vermeyen ilâhi katlard?r ki, tüm varl?klar içinde ancak Efendimize nasip olmuştur.
Mîrac?n bu safhas? da zaman ötesinde cereyan ettiği için hiçbir süre ölçüsü içinde değildir. Eğer bir saat ifadesi gerekirse, s?f?r zamanda cereyan etmiştir.
Mîrac?n Mekke'den Kudüs'e olan safl?as?, dünyadaki zaman kavram?n? ifade etmektedir ve mîraçta geçen zaman?n tümü bundan ibarettir. Nitekim Efendimiz Mîraçtan döndüğü zaman henüz yatağ? soğumam?şt?.
Mîrac?n çok önemli iki çizgisini aç?klamak istiyorum. Madem ki, mîraç safha safha boyutlar? ve mekânlar? geçerek sürmüştür. 0 hâlde bu s?rada zaman boyutu da aş?lm?şt?r. Bunun anlam? ise çok ilginçtir.
Fahr-i Kâinat Efendimiz, mîrac?n Kudüs'ten sonraki bölümünde zaman diliminin; bir başka anlamda zaman boyutunun tümüne intikal etmiştir. Böylece yaşad?ğ? çağ?n öncesini ve sonras?n? nokta nokta aşm?şt?r. Daha aç?k tan?m? ile, mîraç s?ras?nda Efendimiz, meselâ bizim zaman dilimimizden de geçmiştir. Ondört as?r önce, şu an?m?z? aynen seyretmiş, daha gerçek tan?m? ile aynen yaşam?şt?r. Bunun anlam?n? fark ettiniz mi? Bu büyük mânâ olay?n?n pek net olan bu hakikati karş?s?nda hiç kimse Efendimiz için «bizim bu günlerimizi ne bilecekti?» diyemez. Mânâ ehli, gönül sevdal?lar?, Efendimizi bu anda ondört as?r önceki beden gerçeği
ile görebilirler. Zaten mîrac?n en derin hikmetlerinden birisi budur. Mîraç intikali s?ras?nda zaman?n her an, her dakikas? içinde Efendimiz fiilen bulunmuştur. Onun için, Efendimizi 1400 sene önce yaşam?ş bir efsane sananlara, tüm boyutlar kahkaha ile gülüyor.
Mîraç olay?n?n yine çok önemli bir yan? da Efendimizin mikro kozmosa, yani atom çekirdeğinin en ücra köşelerine ve de makro kozmosa, yani galaksilerin tümüne yans?m?ş olmas?d?r. Bu yüzden mîraç, evrenlerin hem enfüsünde (en iç noktalar?nda) hem âfak?nda; evrenin tüm mesafelerinde sürmüş bir Muhammedî intikal s?rr?d?r.
Şimdi mîraç konusunda en çok tart?ş?lan bir konuya geliyorum. Fahr-i Kâinat Efendimiz, mîraçta Allah'? görmüş müdür, ya da bir başka deyimle mîraç demek Allah'? görmek demek midir?
Bu soruyu cevaplamak için evvelâ Allah'? görme kavram?na bir yaklaş?m gerekir. Allah, bir fotoğraf seyredilir gibi görünür mü? Elbette görünmez. Allah kendinin görünümünü anlamam?z için yüce kitab?nda aynen şu tarifi yap?yor:
«O evvel ve âhirdir», yani zamandan önce, zamanla beraber ve zamandan sonra da O vard?r. Âyet devam ediyor: «O zâhir ve bât?nd?r» yani hem tüm aç?kl?ğ? ile meydandad?r, hem de tüm gizlilikler ve bilinmezliklerde O vard?r.
Demek ki, Allah'? görme kavram?nda hem zaman düzlemi ve onun ötesindeki sonsuzluk ve hem de her türlü mekânlar?n, boyutlar?n ötelerine yans?yan sonsuzluk vard?r.
?şte Fahr-i Kâinat Efendimiz, mîraçta zaman ve mekân eylemlerinin tümünü geçerek ötelere yans?d?. Bu ciheti, Cebrail'in S?dre-i Münteha'da kal?p Efendimizin daha ötelere intikalinden anl?yoruz. S?dre-i Münteha boyutlar?n ana iskelet sistemini temsil etmektedir. ?şte Efendimiz bunun da ötesine geçerek, ilâhi güzelliklerin «evvel ve âhir, zâhir ve bât?n» olan tüm hikmetlerini seyretmiştir.
Namaz?n S?rlar? kitab?ndan hat?rlayacağ?n?z gibi, burada Efendimize Ettahiyyâtü hadisi verilmiştir.
Allah, Efendimizin hamdindeki ilâhi sevdaya öylesine meftun olmuştur ki; bu hadiste, tüm övgülerin üstünde Efendimize bereket s?rr? ihsan etmiştir.
Mekke'nin, o y?llarda ak?l almaz çetin günlerinde, bir avuç mü'minle sürdürülen büyük kulluk çilesi, Fahr-i Kâinat Efendimizin kalbinde ilâhi sevday? bir an eksiltmek şöyle dursun; aksine artt?rm?ş ve Allah da bu günlerin müjdesini o anda emredivermiştir. ?şte o bereket müjdesi milyarlar? aşan mü'minlerin kurtuluş s?rr?d?r.
Fahr-i Kâinat Efendimiz, huzur-u ilâhide ak?l almaz bir hikmeti daha bize yans?tm?şt?r. Cenab-? Hak, Efendimize:
- Habibim, bana kulluk s?rr?ndan ne getirdin? buyurunca, Efendimiz:
- Ya Rabbi, sana, sende olmayan bir şey getirdim, diye niyaz etti. Allah:
- Bende olmayan nedir habibim? buyurunca. Efendimiz.
- Ya Rabbi, sende olmayan tek şey yokluktur, sana onu getirdim, buyurdu.
Burada Mîraç ile Elest meclisinin hikmetleri birleşiyordu. Herkesin merak ettiği bir soru Efendimizin Elest meclisinde paniğe kap?lmadan nas?l «Belî» dediği s?rr? idi. ?şte Efendimiz, Allah'a sunduğu ve Allah'?n hilkat s?rr?ndan Efendimize karş? sonsuz aşk? sergilediği bu yokluk s?rr? idi. Nitekim: El fakr-? fahri (yokluğumla iftihar ederim) hadisi şerifi, Allah karş?s?nda kulluğun mutlak tarifidir. ?nsanlar bu tarife yaklaşt?kça mutlak kulluğa yaklaş?r, bu kavramda uzaklaşt?kça isyana gider.
Allah Efendimize lütfettiği bereket s?rr? içinde ve de Efendimizin mutlak kulluktaki yokluğu sunmas?ndan öylesine raz? oldu ki:
- Sevgili Habibim, ne istersen ihsan edeceğim, ?stediğini dile buyurdu.
Ve Kâinat?n Fahr-i Ebedîsi o anda yaln?z mü'minleri diledi:
- Salih kullar?n? da mîraca eriştir, diye niyâz etti. Ve Allah:
- 0 hâlde namaz k?ls?nlar, diye emretti.
Böylece inananlara hem namaz gibi ak?l almaz bir nimetler demeti hediye edildi, hem de mîraç namaz?na ilâhi izin ç?kt?.
Sevgili okuyucular?m, şüphesiz mîraç, Allah ile sevgilisi aras?nda bir sevda hikâyesidir. Elbette, biz onun ne ateşini, ne rüzgar?n?, ne de gönüllerini sonsuza dek coşturan hazz?n? idrak edemeyiz. Bize düşen, mîrac?n s?rr?ndaki inceliği bilmek ve Elestte ask?da kalan kulluğumuzu kazanmak için dört elle namaza sar?l?p; her an hamdin gerçeğini öğrenmeye gayret sarfetmemizdir.
Kur'ân'?n yaşanmas?, onun âyetlerinin sonsuz s?rr?n?n hissedilmesi, ancak mîraçta verilen namaz sayesinde mümkündür. Özellikle ve mutlaka Fahr-i Kâinat Efendimizin kimliğimizde vizesi şartt?r. Fahr-i Kâinat Efendimize, tüm sevgileri gölgede b?rakan bir aşkla bağlanmad?kça hiç bir metodla hiçbir yere varamay?z. Mîrac?n bize yans?yan en önemli hikmeti budur.
Onk.Dr.Haluk Nurbaki