+ Konu Cevaplama Paneli
1. Sayfa - Toplam 2 Sayfa var 1 2 SonuncuSonuncu
Gösterilen sonuçlar: 1 ile 10 ve 11

Konu: Muzaffer Arslan Ağabey Hakka Yürüdü !

  1. #1
    Pürheves asamet - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Jan 2007
    Mesajlar
    158

    Standart Muzaffer Arslan Ağabey Hakka Yürüdü !

    Muzaffer ARSLAN Ağabey Hakka Yürüdü !


    İkamet ettiği Kahramanmaraş ta 1 hafta önce rahatsızlanarak, Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi Yoğun Bakım Ünitesine yatırılan Muzaffer ARSLAN Ağabey, Bugün (02-08-2007) saat 01 sularında Hakkın Rahmetine kavuşmuştur.
    Muzaffer ARSLAN ağabeyin cenaze namazı, 03-Ağustos-2007 Cuma günü, Gaziantep Ulucamiide Cuma namazını müteakip kılınacaktır.
    www.risale-inur.org ailesi olarak çileli yıllarda yardan-serden geçip , Risale-i Nur Külliyatını tüm yurda yayan kahraman Ağabeyimize Cenab-ı Allah (C.C.) dan rahmet ,Resul-ü Ekrem Efendimizden (SAV) şefaat diliyoruz.
    Aşk karşılık bekler ,şefkat beklemez,hakiki sevmek şefkattir...

  2. #2
    Pürheves asamet - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Jan 2007
    Mesajlar
    158

    Standart

    Arkadaşlar Adanada aylarca kald? dar dairede uzun uzun sohbetleriyle tan?ma imkan?m oldu abimize namazlar?m?zda çokca dua edelim inşaallah.
    Aşk karşılık bekler ,şefkat beklemez,hakiki sevmek şefkattir...

  3. #3
    Pürheves asamet - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Jan 2007
    Mesajlar
    158

    Standart


    Muzaffer ARSLAN Agabey *

    * Asagida okuyacaginiz hatiralar yakinda yayinlanacak 'Agabeyler Anlatiyor' kitabinin 2. cildinde nesredilecekti. Fakat bu kiymetli agabeyimizin ani rahatsizligi sebebi ile, umumun duasina vesile olur diye muhterem Ömer Özcan beyefendi tarafindan sitemize gönderilmistir.

    1928 senesinde Erzurum'un İspir İlçesinin Gaziler Köyünde dünyaya geldi. 1950 de İzmir'e taşındı, aynı sene Risale-i Nurları İzmir'de tanıdı. Alsancak DDY de üç sene çalıştıktan sonra, 1954'de istifa edip ayrıldı. Manisa'da askerlik yapmakta olan Abdullah Yeğin ağabeyin teklifiyle 1954 başlarında Manisa'ya yerleşti. Artık, bu andan itibaren kendi dünyasını, insanların âhiretleri için feda etmeye karar vermişti. Tıpkı üstad'ı Bediüzzaman gibi. Bundan sonra bütün mesaisi Kur'an ve iman hizmetlerine aitti. Muzaffer Arslan seyyar olarak Risale-i Nur dağıtma işine başlayarak, bütün Türkiye'yi il il; kasaba kasaba; köy köy dolaşmaya başladı. Her yerde Risale-i Nurları neşrediyor, mahiyetini insanlara anlatarak dağıtıyordu. Bütün bunları Hz. Üstadla veya üstadın yanındaki talebelerle sık sık görüşerek, istişareyle yapıyordu. Dile kolay, iki elinde, iki ağır tahta bavul ile, bütün Anadolu... Hem de senelerce, bir ömür boyunca… Yaşlanınca herkesin midesi aşağı sarkarken, onunki göğüs kafesine çekilmiş. Cerrahpaşa'daki Doktorlar hayret etmişler; "herhalde o ağır valizlerden olacak" diyor kendisi.. Muzaffer Ağabey gittiği bir çok beldede; ya soruşturma geçirdi, ya karakollarda sabahladı veya hapishanelerde yattı. Ama o her seferinde, kaldığı yerden, bir santim bile geriye kaymadan hizmetine devam etti. Yorulmaz ve patinaj yapmaz bir motor oldu... bereketler saçarak hep ilerledi. Mübarek Anadolu'ya Nur Tohumlarını ekti. Olağanüstü bir istidata sahip olduğu halde; mal-mülk, para, evlad, evlilik konularını hiç gündemine sokmadı. O zamanlar hizmet yolunda yürümek çok sıkıntılı ve zahmetli idi. Bazen yol parası bile bulamadı, yamalı gezdi, dükkanlarda yattı, hatta aç bile kaldı. Fakat O, şunu iyi anlamıştı: "…hizmet-i Kur'aniyede bulunana; ya dünya ona küsmeli veya o dünyaya küsmeli. Tâ ihlas ile, ciddiyet ile hizmet-i Kur'aniyede bulunsun." (Lem'alar 43) O şimdi bizim nazarımızda, hem "Muzaffer"dir, hem de "Arslan"dır. Yani ismiyle müsemmadır. Elbette, O müşfik üstad, böyle bir talebesinden razıydı. Rıza-i İlâhi için yaptığı fedakarca hizmetlerini her seferinde tebessümle tebrik ediyor, dualarla teşvik ediyordu. Muzaffer Arslan'ın aşağıda okuyacağınız hatıraları bir cihette kendi hayatı; bir cihette de nur hizmetlerinin Anadolu'daki büyüme, yayılma serüvenidir. Anlattıkları sadece bir kesittir, birkaç örnektir. Şayet bir gün Nurculuğun Anadolu'da yayılma serüveni yazılacaksa, bence temel kaynaklardan birisi Muzaffer Arslan olmalıdır. Hatıralar okununca görülecek ki şaşırtıcı bir hafızası var. İfade kabiliyeti çok mükemmel, ağır ağır fevkalede fasih konuşuyor Muzaffer Ağabey.

    “Kayda deger bir sey yok” deyip beni hep atlatmisti

    1968 senesinde Izmir Patlicanci yokusunun sonunda bulunan, Mustafa Birlik agabeyin evinde yapilan mutad Sali derslerinden birine gitmistim. Muzaffer Agabeyi ilk defa orada görmüs, dinlemis ve çok etkilenmistim. O gün Ihlas Risalesini açiklayarak okuduktan sonra, az sayida bulunan cemaate söyle bir soru sormustu: “Neden Kur’andaki sûre’nin birinin adi Ihlâs?” Beklemeden kendisi cevap verdi: “Çünkü bu sûre’de Allah (CC) sadece kendi sifatlarini anlatiyor.” Muzaffer Agabeyle görüsmemiz kirk senedir devam ediyor. Zannedilmesin ki bu hatiralari kolayca aldim kendisinden. Defalarca tesebbüsümden sonra, ancak 21 Nisan 2006 da Izmir Sirinyer’deki mütevazi evinde, bir büyügümün de bulundugu ve destekledigi bir ortamda nasip oldu. Bir de daha sonra evimdeki bir derse istirak etti, orada da ilave hatiralar aldik. Fakat hep perde arkasinda kalmayi sevdiginden ve fevkalede mütevazi kisiliginden dolayi, bu is epeyce gecikmis oldu. “Kayda deger bir sey yok” deyip beni hep atlatmisti.
    Bu kudsî hizmetin 1950 senesinden sonraki seyrini kismen hülasa eden, veya perdeyi aralayan bu hatiralarin merakla okunacagini tahmin ediyorum. Anlattiklarindan çikarilacak çok dersler var.
    Velhasil: Muzaffer Agabey, Anadolu’nun sinesine nur tohumlarini serpen çok kiymetli agabeylerimizden biridir. Allah kendisine saglikli, hayirli uzun ömürler versin.. âmin.

    Fethullah Gülen ne diyor?

    Muzaffer Arslan Agabeyi benim tam olarak tanitabilmem mümkün degil. O’nu en güzel sekilde, sahsiyeti ve hizmetleriyle bütün dünyanin gözlerini kamastiran Fethullah Gülen Hocaefendi anlatmistir. Söyle ki: Hocaefendi henüz onalti yaslarinda Erzurum’da Arapça dersleri alirken, Mehmed Kirkinci Hocaefendi tarafindan ilk defa bir Nur dersine götürülüyor. Fethullah Gülen, iste ilk olarak orada görüyor Muzaffer Arslan’i.
    Hocaefendi o günkü duygularini “Küçük Dünyam” ve “Fasildan fasila” kitaplarinda söyle anlatiyor: “…Bilhassa Muzaffer Arslan'in bir sahabe hayati yasamasi, sadeligi ve samimiyeti bana çok tesir etti. Ben zaten sahabe asigi bir insandim. Onu görünce, iste aradigim insanlari buldum, dedim ve bir daha da ayrilmayi düsünmedim. Muzaffer Arslan’in pantolonunun iki dizi de yamaliydi. Ceketi de iste ona göreydi. Tabii ki bu sadelik bana apayri duygular ilham ediyordu…” “… Caminin hünkar mahfiline çiktim. Namazdan sonra, içime bir arzu, bir istiyak ve ates düstü ki tarifi mümkün degil. yana yakila yalvariyorum: “Allah’im bahtina düstüm, beni de bu arkadaslarin arasina kat. Onlardan biri olayim. bu hizmetle bütünleseyim. distan gelip giden insan olmayayim. Kendimi bu hizmete vakfedeyim!..” O gün sabaha kadar yalvardim. Hayatimda böyle bir hal içinde duaya ya bir ya da iki kere muvaffak olabilmisimdir. Çiglik oldum inledim, sabaha kadar gözyasi döktüm. O gün sadece Rabbimden bunu istedim.” (Küçük Dünyam 47)
    “Hiç unutmam, unutamam Hz. Pir-i Mugan, Isparta’da iken, Dogu’ya birisini göndermisti. O zat, halkin içinde otururken dizlerindeki yamalari göstermemek için, sirtina aldigi eski pardösünün etekleri ile onlari kapamaya çalisiyordu. Onun pantolonu, ceketi böyle ise, yediklerini tahmin edebilirsiniz. F.Gülen” (Fasildan Fasila:3)
    Aşk karşılık bekler ,şefkat beklemez,hakiki sevmek şefkattir...

  4. #4
    Pürheves asamet - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Jan 2007
    Mesajlar
    158

    Standart

    Risale-i Nurlari 1950’de Izmir’de tanidim

    -Risale-i Nurlari nasil ve nerede tanidiniz?
    -Izmir de tanidim. Izmir’e gelis sebebim suydu: Sene 1950. Küçük biraderimin kaçip buraya geldigini haber aldim. O, buralarda bozulmasin diye Izmir’e geldim, biraderi buldum. Maksadim onu alip memlekete geri götürmekti.. Baktim Halkapinar meyan fabrikasinda çalisiyor. Biraderle 15 gün beraber kaldik. Sonra o, Ankara Muhafiz Alayina asker oldu. Birader yakisikli boylu-poslu idi. Tam o sirada Devlet Demir Yollarinda çalisan dayim Izmir’e tayin olmustu. Beni ikna etti; “Memlekete gidipte ne yapacaksin, gel Alsancak’taki yol atölyesine gir, beraber çalisalim” dedi. Iste bu sekilde Izmir’de kalmis olduk .

    Basmane’de, Anafartalar Caddesinde bir ev tutmustuk. Bir hafta sonuydu, Basmane’deki Çorakkapi Camisinde ikindi namazini kildim. Oradaki koca çinar agaçlarinin altinda -karakola varmadan- bir kahve vardi. Orada bir çay içeyim dedim ve içeri girdim. Selam verdim oturdum. “Merhaba genç, kimsin, necisin?” dedi birisi. Kimligimizi, isimizi anlattik. “Bir tarikata mensup musun?” dediler. “Yok! Tarîkati Muhammedeniye’denim” dedim. “Nurcu filan misin yoksa?” dedi. “Yok! Nurcu filan da degilim” dedim, sogukkanlilikla. Fakat ilk defa duydugum bir tabirdi, “tarikati biliyoruz da, nedir bu nurculuk?” dedim. “Sarktan sürgün olarak gelen, Emirdag’inda bir Islam âlimi var. Mesrutiyetten beri Islam’i savunmakla geçmis ömrü. Mahkemelere verilmis, sürgünlere gönderilmis. Iste O’nun kitaplarini okuyanlara nurcu diyorlar” dedi. “Yok, alakam yok” dedim. “Sen iyi bir gence benziyorsun Izmir gibi bir yerde namazini kilabiliyorsun, hocalarla oturuyorsun; tavsiye ederim bu kitaplari oku, çok istifade edersin” dedi.
    -Bunu diyen zat kimdi, simdi hatirliya biliyor musunuz?
    -Evet. Bu zat, Cumaovasi’ndan (simdiki Menderes Ilçesi) Imam-Hatip Ferdi Hoca idi. Allah rahmet etsin. “Bu kitaplari nereden bulurum?” dedim. “Burada Abdurrahman Cerrahoglu var, Basmane’de Anafartalar caddesinde, kösede kendisinin bir kitap dükkani vardir. Benim selamimi söyle. O, el altindan bu kitaplari satiyor, al oku” dedi. “Olur hocam” dedim. Ferdi Hocam devam etti: “Ben Emirdag’inda Üstadi ziyaret ettim. Çok büyük bir alim, çok lûgat biliyor, çok agdali konusuyor. Bir çok müsküllerim vardi, ziyaret esnasinda bunlarin hepsini cevaplandirdi” diyerek üstadi çok övdü bana. Sonra dedi ki: “Benim Üstadi ziyaret sebebim suydu: Bir rüya gördüm. Asrin bütün imamlari toplanmis, onlarin üzerinde birisi vardi. Sordum, ‘bu kimdir?’ ‘Bediüzzaman Said Nursi’ dediler. Ondan sonra ziyarete gittim ben.” Iste benim Ferdi Hoca vasitasiyla Risale-i Nurlarla ilk haberdar olus tarzim böyle olmustu.

    Izmir’de ilk hizmetler

    Oradan kalktim, Abdurrahman Cerrahoglu agabeye gittim, tanistik. O zaman daha Latin harflerle Risale baskisi yoktu. Fakat ben Osmanlica’da bilirdim, okur ve yazardim. Bana teksir bir kitap verdi, mürekkebi dagitmis bir kitap. “Ciltli kitap yok mu Abdurrahman agabey?” dedim. “Kalmadi yakinda gelecek” diye cevap verdi. Bir iki hafta sonra bütün külliyati, ama ne varsa, müdafaalar dahil hepsini aldim. Müdafaalar da ciltliydi. Tek tarafli sayfa baskisi vardi o zaman. Hepsi Osmanlica. Hutbe-i Sâmiye, Münazarat da var içinde. Ben geldim eve; nedense Mektubat’tan basladim okumaya. O zaman Mektubat iki cilt. Üstad hocalara Zülfikar’i tavsiye edermis, ama daha biz oralari bilmiyoruz ya. Mektubat’i gözden geçirirken, 15. mektup dikkatimi çekti. “Sahabeler hakkinda görüsü nedir acaba, ehl-i sünnet’e uygun mu degil mi?” diye baktim; tam ehl-i sünneti savunuyordu orada Üstad.
    Bu arada ben, bir taraftan, Manisa’nin eski müftüsü Edipzade Ahmet Efendi’den sarf nahiv, yani Arapça çalisiyordum. Hafta sonlari Kestanepazari Camisine gidiyor, Arapça okutan hocalari dinliyordum. Her hafta sonu mutlaka Kestane Pazari’na gidiyordum. Saban Düz Hocayla da o zaman tanismistik, yakinlarda daha yeni vefat etti, Allah rahmet etsin. Hem Salih Efendiden, hem Ali efendiden ders aliyor, hem de asagidakilere ders okutuyordu.
    O sirada Eskisehir’den Ali Demirel tayin oldu Izmir’e. Derken arkasindan Mehmet Akif Usanmaz tayin oldu. Ikisi de astsubay. Mustafa Birlik o zaman askerde idi. Bu astsubaylar o zaman Eskisehir’de üstadi ziyaret etmisler. Esnafimiz yok, biz de yeniyiz. Ali Demirel’in evinde toplanmaya basladik. Bu arada Hüseyin Çagdir’la, Saim Atlihan’la tanismistik.
    Aşk karşılık bekler ,şefkat beklemez,hakiki sevmek şefkattir...

  5. #5
    Pürheves asamet - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Jan 2007
    Mesajlar
    158

    Standart


    Abdullah Yegin: Manisa’ya tasin

    Biz böyle Izmir’de toparlanirken, o siralarda bize Urfa’dan bir telefon geldi: “Bir agabey askere geliyor, karsilayin.” diye, 1953 sonlariydi. Gelen Abdullah Yegin Agabeydi, Manisa’ya askere geliyormus. Neyse Basmane’de karsiladik kendisini. Fakat düsünün misafir edebilecek bir yerimiz bile yok. Saban Hocaya dedim: “Câminin –Fettah Camii- anahtarini ver.” Artik camide misafir ettik Abdullah Agabeyi. Sabahleyin Manisa’ya gitti. Aradan bir ay geçmisti, Astsubay Mehmet Akif dedi ki: “Muzaffer Kardes, Abdullah Agabeyi bir ziyaret edelim.” Ve gittik Manisa’ya.
    Abdullah agabey dedi ki: “Muzaffer Kardes! Manisa dindar bir yer, merkez, çevre hep öyle. Fakat bu Menemen Hadisesinden dolayi halk sindirilmis. Ben ise erken mesaiye gidiyorum, geç geliyorum, halkla münasebet kuramiyorum. Sen Manisa’ya gelsen çok iyi olur” dedi. Mehmet Akif de Manisali ya: “Ooo, Çok iyi olur Abdullah Agabey! çok iyi olur Abdullah Agabey!” dedi. “Ben gelsem nerede kalacagim” dedim. “Yahu! sen gel” dedi. Onun da yedek subay bir arkadasi vardi, ögretmen. Onunla bir ev tutmus, orada kaliyordu. Abdullah agabey “Dil Tarih’i” bitirmemis ama, o zamanlar 1960 öncesi, liselilere de yedek subaylik veriyorlardi.
    Böylece 1954 baslarinda Manisa’ya tasindim. Abdullah Agabeylerde bir iki gün misafir kaldim. Biz de o zamanlar her dogru bildigimizi her yerde anlatiyoruz ya… hocalarla münakasalarimiz da oluyordu. Dedim: “Abdullah agabey! Benim size zararim olmasin, ben baska bir yerde kalayim.” Iki tane ziraat memuru vardi, Bekir Amca ve Ahmet Binici, yeni yeni alisiyorlardi. Göktasli’da ev tutmuslardi. Onlar dediler ki: “Bizim Mahalle camisinin müezzini yok, çok güzel de odasi var. Biz imamla konusalim, sen gel, hem müezzinlik yaparsin, hem orada kalirsin, hem de orada sohbet yapariz” dediler. Gittiler hocayla konustular. Böylece Bu iki ziraatçinin teklifiyle mahalle camisinin bir odasinda kalmayi kabul ettik; tasindik caminin odasina. Nedense o zaman ögle ve ikindi kilinmiyordu o camide. Yani ben rahattim. Akhisar’a, Turgutluya, Izmir’e… gidiyor aksama dönüyordum. Bazen de yazin Kur’an ögrettigim gençlere birakiyordum müezzinligi.
    Caminin imami Hamdi Hoca, varlikli bir insandi, Allah rahmet etsin. O, o zaman 80 lira maas aliyor, 20 lirasini caminin masrafina ayiriyor, 60 lirasini da bana veriyordu. Ben onu yol parasi yapiyordum. O zaman Izmir otobüsle 1 lira idi.

    Manisa’da kisa süren Vaizlik

    Artik biz Manisa’da kalmistik. Beni Erzurumlu degil de, ismimiz bu hizmette orada çiktigi için Manisali bilirlerdi.
    Bir ara, bizim sarf nahiv okudugumuz, Manisali eski müftü Edipzade Ahmet Efendi ayligini almak için Manisa’ya gelmis. Bana haber salmis, gittim. “Gel seninle müftülüge gidelim” dedi. Gittik, müftüye bizi anlatti; “her camide konusabilir” dedi. Müftü de bizi imtihan etmeden hemen vazife verdi.
    Ben, Cuma vaazlarinda kitaplari çikartmadan, ayet-hadis okuyarak, hocalarin tarzinda, risalelerden nakiller yaparak konusuyordum camide. Ramazan yaklasmisti; bir ikindiden sonra vaiz diye bizim ismimizi yazmislar. Cuma günü cemaate dedim: “Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin çok kiymetli kitaplari var, onlardan okuyacagim.” Bir müddet öyle devam ettik. Sonra bir gün, bir arkadas beni bir Cuma günü baska bir camiye davet etti. Orada Ahirzaman hâdisati ile ilgili bazi seyler söyleyince, beni mahkemeye verdiler…

    Kitaplarin temin edilmesi

    -Dagittiginiz Risale-i Nurlar nereden geliyordu?
    -Istanbul’dan geliyordu. Daha Latin harfine geçilmemisti, Osmanlica, ciltli teksirler vardi. Isparta’dan da gelirdi. Mustafa Ezener agabey Mersinde Gençlik Rehberini bastirmis; Antalya’da Ileri matbaasinda Hutbe-i Sâmiye basilmis; Istanbul’da Zübeyr agabey’in Konferansi teksir edilmis; Samsun’da Büyük Cihad matbaasinda da “Küçük Sözler” basilmisti. Iste oralardan geliyordu kitaplar. Agri’da Mesuliyet Gazetesi vardi, o da tefrika ediyordu Nurlari. Ilk basilan teksir kitaplar, biraz mürekkebi filan tasmis, 3. hamur’a basilmis kitaplardi. Ama sonradan fevkalede düzene girdi bunlar.
    Kitaplari sakladigim yer ise: Manisa’da iken; en evvel Mesut’un babasi Haci Ekber Agabeye… sonra yurtdisinda çalismis Hamdi Kumbaraci vardi; O, Vakiflardan Muradiye Camisine yakin bir yer tutmus, yorgancilik yapiyordu. Gelen kitaplari kasalarla onlarin deposuna koyuyorduk. Hem orasi garaja yakindi, bundan dolayi benim için de kolaylik oluyordu. Izmir’de de Gönen Palas’ta; Mehmed Metin, otelinin alt katinda bana bir oda vermisti, kitaplari orada depoluyordum. Orasi da o zamanki Basmane garajina yakindir zaten. Iste oralardan Tire, Bayindir.. her tarafa gidiyordum. Allah kolaylik veriyordu.
    -Elinizde o eski kitaplardan var mi hiç, hâtira olarak?
    -Manisalilar Benim elimde eski hiçbir sey birakmadilar. Mesela Üstadin verdigi alti tane 25 kurusu Manisa’ya gittigim zaman hemen bölüstüler. “Sen nasil olsa Üstad’dan yine alirsin” dediler. Kitaplar da öyle, hep hatirini kiramadigim ahbablara verdim gitti. Ama diger odadaki kütüphaneme bir baksaniz iyi olur.
    Aşk karşılık bekler ,şefkat beklemez,hakiki sevmek şefkattir...

  6. #6
    Pürheves asamet - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Jan 2007
    Mesajlar
    158

    Standart

    Besinci Sua
    -Nurlari daha ilk tanidiginizdan beri gittiginiz yerlerde Besini Sua’yi çok okudugunuzu biliyoruz. Simdi bile sizi besinci sua uzmani olarak görüyor çok kimse. Bunun sebebi neydi?
    -Üstad Hazretlerinin sahsi üzerinde çok durmusumdur Anadolu’da. Kitaplari nazara verdigimiz kadar; bilhassa Üstadin makami (mehdiligi) üzerinde ve Ahirzaman’daki eshas-i mühimme üzerinde duruyordum. Bu sebeble 5. Sua’yi çok okuyordum. Aslinda 5. Sua en evvel okunacak mesele degildir. Ama ben 1950-60 arasinda o zaman her gittigim yerde onu okuyordum. Zaten bas tarafinda da: “Akide-i avam-i mü’mininin imanlarini vikaye ve sübehattan muhafaza etsin diye…” yazilmis. Bu istikbal meseleleri hakkinda avam-i müminin ve bazi hocalarimiz da dahil, yanlis malumat sahibiydiler. Çünkü bu istikbale aid hadisleri okuyanlar muhkem gibi kabul edip, yanlisliga düsüyorlardi. Halbuki mütesabih hadisler tevil ister. Bunlari da ancak ilimde vukufu bulunanlar tevil edebilirler. Yoksa Riyaz-üs Sâlihin gibi kitaplara bakiyorum, oldugu gibi nakletmisler. Halbuki bunlar mütesabih hadislerdir.
    Üstadin izahlarina baktigimiz zaman: Hadislerde geçen, “alninda yazili bir kisi” veya, “eli delik bir kisi”yi aramak degil de, ondan murat nedir? Onlari anlatiyor üstad. Peygamberimizin huzurunda isitilen bir gürültü duyuldugunda, Resulullah ne diyor: “Yetmis senedir yuvarlanan bir tas, Cehennemin dibine yuvarlandi.” Biraz sonra: “Yetmis yasindaki filan münafik öldü, Cehenneme gitti.” diye haber geliyor. Iste bunun gibi mütesabih, yani benzetmeli hadislerdir bunlar. Ben çocuklugumdan beri bu Mehdi-Deccal meselelerini, Muhammediye, Ahmediye kitaplarindan okumustum, bunlari bekliyordum. Âl-i Beyt’ten birisini bekliyordum ben. Sunu da bilin ki, onlari okudugumda daha üçüncü siniftaydim.
    Ögretmenimiz kadindi, Bir gün bana 23 Nisan hakkinda bir siir verdi, “bunu okuyup ezberleyeceksin” dedi. Çocuklar içinde biraz görüntülüydüm ben. O siiri bir okudum, fakat ezberleyemedim onu. Çünkü, benim itikadima, inancima aykiri seyler vardi içinde. Bu sebeble okula gitmedim ve o siiri de okumadim.. Daha üçüncü siniftaydim, o yasta bizim inancimiz buydu. Bu halimle ve yasimla ben hep bu meseleleri bilirdim. Ahirzaman’da kim nedir anlardim, anlatirdim. Oysa ailemden böyle bir terbiye de almamistim. Çünkü daha alti yasimda babam, onalti yasimda da anam vefat ettiler. 1948-1950 arasi Davutpasa’da askerligimi yaptim. O zaman bölügün yarisina Kur’an ve ilmihal ögrettim. O zamanda bile ilgilenirdim bu meselelerle. Daha 5. Sua’yi da okumamisim henüz. Vakta ki 22 yasinda Izmir’e geldim…
    -Duyduguma göre, 5. Sua gibi yerlerden çok okudugunuz için bazi agabeyler sizi üstada sikayet etmisler?
    -Evet.. Zübeyir agabey anlatmisti.. Birileri üstada gelerek, “en son okunacak mahrem eserleri en evvel okuyor…” tarzinda üstada anlatmislar. Fakat Üstad da gülmüs, bir sey dememis…

    ÜSTAD HAZRETLERINE ZIYARETLERIM
    Ilk ziyaretim

    -Üstad Hazretlerini ilk defa nerede ve nasil ziyaret ettiniz? Neler konustunuz?
    -Agabeyler, “Üstad ziyaretçi kabul etmiyor, kitaplari okuyun diyor” dedikleri için benim ziyaretim biraz gecikti. Üstad 53’den sonra Isparta’ya geldi. Daha evvel malum Emirdag’inda ve kismen Eskisehir’de kaldi. Bir de 52’de Istanbul Gençlik Rehberi Mahkemesi vardir.
    Izmir’de Mustafa Birlik’in kayni Mehmet Uslu ve onun kardesi Kadir vardi. “Üstadi bir ziyaret edelim” dediler. O zaman ben DDY’de çalisiyordum. Ramazan Bayrami yakindi. “Giderken Üstad’a bir kutu seker, iki kilo da bal alalim, gelen ziyaretçilere bayramda ikram ederler” dedim. “Üstad kabul etmiyor ama” dediler. “Siz alin da biz kabul ettiririz” dedim; kendimden gayet emin olarak. (Muzaffer Agabey bunun mümkün olmadigini sonradan gördügü için gülerek anlatti bu kismi)
    Isparta’ya vardik, gece Nuri Benli Agabeyin otelinde kaldik. Sabahleyin Rüsdü Çakin Agabeyin Kitapçi dükkanina gittik. Dedi: “Kardesim, Üstad burada, ama bakalim ziyaretçi kabul edecek mi?” Dedim: “Yahu sen yerini bir tarif et yeter.” Yerini tarif etti, simdi müze olan ev. Kapiyi çaldik, Tâhirî Mutlu Agabey bizi içeri aldi, dedi: “Kardesim Üstad rahatsiz, ziyaretçi kabul eder mi bilmiyorum, buyurun çikalim” dedi. Fakat elimizdeki esyalari biraktirdilar, onlari içeri almadilar. Tâhirî Agabey: “Kardesim Üstad hediye almaz, simdi bunlari görürse bizi azarlar” deyince, mecburen hediyeleri öylece biraktik. O zaman Üstadin evinin kapisinin arkasinda ziyaretçilere dair bir mektup vardi. Gelen gidenlere okuturlardi. “Benim eserlerimin her biri bir Said’dir. Bunlari okumaniz benimle görüsmek gibidir…” diye. Orada Tâhirî Agabeyden baska, Zübeyr Agabey ve Ceylan Kardes vardi. Bayram Yüksel kardes o zaman Kore’de idi. Mahmut Çaliskan var miydi hatirlamiyorum.
    Meger Üstad ziyaretçileri yatak kiyafetiyle karsilamiyor, evvela giyim kusamini düzeltip ondan sonra kabul ediyormus. Neyse Zübeyr Agabey haber verdi. Üstadin yanina girerken, Agabeyler bize üç talimat vermislerdi: 1.Yaninda fazla kalmayin 2.Sual sormayin 3.Yüzüne bakmayin. Girdik içeriye. Üstadin elini öptüm, sag tarafina diz çöktüm, oturdum. Üstad Hazretlerini ilk defa görüyordum. Hemen dikkatimi çekti: Üstadin belinde hiç bir egilme yoktu. O yasinda dimdik ve dinçti. Ahir hayatina kadar da hep öyle kaldi Üstad. Su Fatih Camiinde dua ederken bir fotografi var ya, aynen o tarzdaydi, zaten en vurucu resim de o geliyor bana..
    Neyse Zübeyr agabey bizi takdim etti. Erzurumlulara Üstad hemsehrim diyordu. “Masallah, masallah..” diye iltifatlar ettiler. Üstadin konusmalarini Zübeyr Agabey bize tekrar ediyordu. Izmir’den hususan Abdurrahman Cerrahoglu’nun selamlarini söyledim. Ege hizmetleri hakkinda bilgi verdim. Üstad konusmalarinda zorlanarak da olsa mücadelelerini bize anlatmaya çalisiyordu. Risale-i Nurlari okumanin öneminden ve bugünkü gençligin kurtulusunun, ancak Risale-i Nurlarin okunmasiyla mümkün olacagindan bahsedip, daima akla kapi açiyordu.
    Üstad konusmayi kestigi zaman kalkin demekti. Dedim: “Üstadim, sizin yaninizda uzun zaman kalmak isteriz, fakat sizi rahatsiz etmemek için, hem mesguliyetiniz de olabilir, bize müsaade buyurun” dedim. Ayrilirken: “Üstadim! Bayramda agabeyler ve ziyarete gelecekler için misafir sekeri getirmistik, sizin için de iki kilo bal almistik.” Dedi: “Kardesim ben hediye kabul etmiyorum. Beni, kaidemi bozmaya zorlamayin.” “Anliyorum da bir sefer kabul etseniz Üstadim” dedim. Üstad tekrar etti. Biz israr edince: “Peki madem bizim için getirmissiniz, ben onlarin bedelini ödeyeyim” dedi. Ben, bedel deyince: “Üstadim önemi yok onun” dedim. “Söyle öyleyse kaça aldiniz?” dedi. “150 kurusa aldik” dedim. Üzerinde bugday kellesi olan 25 kurusluklar vardi o zamanlar; Üstad krem kutusundan alti tane çikardi verdi bana. “Burada kalan talebeler için bunu kabul ediyorum. Sizi de talebelige kabul ediyorum, sizi otuz kirk senelik eski talebeler gibi kabul ediyorum” dedi. Üstad iltifat ediyordu tabi.
    Tekrar elini öptük. O da bizim basimizi oksadi. “Buralara kadar masraf edip benim için gelmissiniz, beni minnet altinda birakiyorsunuz, sizin yol masraflarinizi karsilamam lazim” diye de, Üstad bizi ikaz etti. Izmir’den Abdurrahman Cerrahoglu’na, Ahmed Feyzi’ye, “bana vekaleten selam söyleyin” dedi.
    Sonra “Denizliye de ugrayacak misiniz? Orada Yakali Hâfiz Mustafa var, ona da selam söyleyin” deyince; “ugrayacagim üstadim” dedim. Halbuki biz direk trenle dönecektik, simdi bu bizim için bir emir olmustu. Denizli’ye daha önce hiç gitmemistim.
    Üstad ziyaretçileri orada tutmak istemiyordu. “Kardesim simdi araba var, binin gidin” dedi. Emniyet eziyet veriyordu o zaman. Ama ben uzun yillar üstad’a gidip geldigim halde, hiç öyle bir sikintim olmamisti. “Peki üstadim” dedik ve çiktik. Trene bindik, ben Denizli’de indim, digerleri Izmir’e devam ettiler. Iste ilk ziyaretimiz bu tarzda olmustu. Daha sonralari birkaç defa Emirdag’inda, fakat daha ziyade Isparta’da iken çok ziyaretlerim olmustur.
    Geçenlerde birisi; “Muzaffer Abi ne zamandan beri hizmettesin?” diye sormustu. “Seksen senedir” dedim. “Yahu agabey yasin kaç ki?” dediler. Dedim: “Yasim o kadar yok; belirli bir fiili hizmetimiz var. Ama otuz kirk sene de müktesep hakkimiz var” dedim. Hani üstad: “Sizi otuz kirk senelik eski talebeler gibi kabul ediyorum” demisti ya…
    Aşk karşılık bekler ,şefkat beklemez,hakiki sevmek şefkattir...

  7. #7
    Pürheves asamet - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Jan 2007
    Mesajlar
    158

    Standart

    Denizli’de Yakali Hâfiz Mustafa

    Üstad, “Denizli’de Yakali Mustafa’ya selam söyle” deyince, bunu emir telakki edip Denizliye geldim. Ben Yakali Mustafa Agabeyi hiç tanimiyordum. Firincilik yapiyormus, sora sora buldum. Bakiniz Üstad onu hiç unutmamisti. Üstad dokuz ay Denizli hapsinde yattigi zaman, evinden hep yemek götürürmüs, çamasirlarini yikatirmis. Üstadin tahliyesi için hakimlerle özel görüsmüs, çok gayretler sarfetmis o zaman. Bu hizmetleri için Üstad onu unutmamisti.
    Misafiri oldum, çok sevindi. Orada bir hatira anlatti bana: “Ben Hicaz'a giderken, üstadi ziyaret ettim. Bana bir takim Osmanlica külliyat verip: “Haci Mustafa, bunlari Mekke-i Mükerreme'ye birak, okunsun” dedi. Sinirdan geçerken valizleri açtilar, kitaplari gördüler, ellemediler. Fakat bulundugum yerin emniyetine haber vermisler. Dönüste Emniyete çagrildim. Emniyet müdürü: “Haci! Allah kabul etsin. Iyi güzel de, giderken bu Said-i Kürdi'nin eserlerini niye götürüyorsun. Bunlarin zararli oldugunu bilmiyor musun?” dedi. Ben de dedim ki; “Eger bunlar size göre zararli eserler ise, memleketin disina götürerek memleketi bunlardan kurtardim. Yok, faydali bir Islamî eserlerse, bir Islam memleketine götürdüm, okunsun. Artik bunlari birakin. Bu tür seylerle bizi rahatsiz etmeyin. Memlekette demokrasi var” deyince, serbest biraktilar beni.” Yakali Agabey çok demokrat, kahraman, korkusuz bir insandi. Üstad,
    Emirdag Lahikasinda bir mektubunda merhum Mustafa Efendinin bu hizmetini söyle anlatmaktadir:
    “Aziz, siddik kardeslerim!
    Hadsiz sükür olsun ki, Risale-i Nur'un Haremeyn-i Serifeyn'ce makbuliyetine bir alâmet sudur ki: Denizli kahramani Hâfiz Mustafa, Istanbul'dan aldigi Zülfikar ve Asâ-yi Musa ve Siracünnur'u -ki Hindistan ülemasina gönderilecekti- onlari alip yolda bazi hacilara okutup, beraber Medine-i Münevvere'de Kesmir'li gayet meshur bir âlim ve Türkçe de güzel bilen zâta teslim etmis. O zâtin da çok takdir edip kat'î teminat ile Hindistan ülemasinin merkezine gönderecegini ve Medine-i Münevvere'ye mahsus olan mecmualar da yetistigini ve sair yerlere de gönderilen mecmualar selâmetle yetistigini, Denizli'li Hâfiz Mustafa'ya beraber arkadas olup ve yolda Nurlari okuyarak giden hem genç, hem Nurcu iki Afyon'lu haci ve baska hacilar, bu müjdeli haberi bana getirdiler ve hariçte Risale-i Nur'un ehemmiyetli revacini ve makbuliyetini müjdelediler.” (E.Lâhikasi 275)

    Üstad’dan kopuk çalismiyordum


    -Dolastiginiz yerlerden üstadin haberi oluyor muydu?
    -Ben o zaman yazlari Ege’de kaliyordum, Agustos ay’i oldugu zaman Erzurum’a gidiyordum. Giderken Üstad’i ziyaret edip bilgi veriyordum. Gittigim, veya gidecegim yerler hakkinda bilgi veriyordum. Dönüste de ugradigim yerler hakkinda tekrar Üstad’a bilgi veriyordum. Onun için Üstad’dan kopuk çalismiyordum. Yani resmî bir mukavelemiz yoktu ama, her seyden Üstad’in malumati oluyordu. Yalniz daha ziyade Zübeyr Agabey bizi Üstad’a anlatiyordu. Netice itibari ile Üstad bizim faaliyetlerimizi biliyor, Zübeyr agabey de Üstada devamli anlatiyordu.
    Sarka gittigim zaman alti ayda bir Üstadi görebiliyordum. Bir giderken, bir de dönerken. Ama Ege’den bazi arkadaslarla haydi… deyip ayda bir gittigimde olmustur. Fakat Üstad sik sik ziyareti iyi karsilamazdi. Hizmet olmaliydi. Mesela bir gün yeni harflerle Mektubat basilmis daha bize gelmemis, biz de: “Üstadim Mektubat basilmis, biz daha onu almadik da onu almak için geldik” derdik, bunun gibi hizmet vesileleri olmaliydi.

    Üstadin teklifi ile verilen Tayinat
    Ben Ege’de iken tayin bedeli filan almiyordum. Kitaplar satildi mi, hemen parasini yeni baskisi yapilsin diye Istanbul’a gönderiyordum. Onun için Üstadin nasirlere biraktigi yüzde onikibuçuk aliyorduk sadece. Zaten o da, masraflar filan oluyordu… öyle ticaret filan gayesi yoktu. Bir kitap, mesela kaça mal oluyor.. masraflar çikarilir maliyet belirlenir, yüzde onikibuçuk üzerine konulurdu, o da diger masraflari karsilasin diye. Onun için kitaplar hep maliyetine satiliyordu.
    Ikinci sefer Üstad’a gidisimde Üstad bana sordu: “Tayin bedeli aliyor musun?" "Almiyorum Üstadim" dedim. Üstad: “Olmaz kardesim, bu kadar masrafi nasil karsiliyorsun?” dedi. “Kardesim, eger benim imkanim olsa sana birkaç tane tayin bedeli öderdim, fakat imkanimiz bu kadar” dedi. Üstadin yaninda kalanlara aylik veriliyordu. Ayda dokuz lira, bir ekmek parasi. Bana da ayni, yillik 108 lira veriyorlardi, çünkü ben sarkta bes alti ay kaliyor, çok yerleri dolasiyordum. Erzurum’da kaliyordum iki buçuk ay, Erzincan’da kaliyordum bir ay, Sivas’ta, Kayseri’de, Van’da… on iki ay içinde en sonunda Çukurova’da kaliyordum. Kisi orada geçiriyordum. Edirne’den Hakkari’ye kadar her yere gittim.
    -Dersaneler mi vardi oralarda?
    -Yok, ne dersanesi daha? Otelde kaliyoruz, dava arkadaslarimizda kaliyoruz. Mesela Hemsehrim Ayhanlar, o zaman Adana’da oturuyorlardi, onlarda kaliyordum. O sebeble Adana’da problemim yoktu. Hizmete sahip çikan arkadaslarin evlerinde misafir oluyordum. Netice itibariyle hani Üstad “fitrî nurcu” diyor ya. Bizim yapimiz ona müsaitti...

    Istigna düsturundan ne anlasilmali

    -Istigna düsturunu nasil anlamaliyiz agabey?
    -Ben Erzurum dogumluyum, nüfusumu Izmir’e aldirdim. Saktan garba hiç kimse bir sey diyemez… Daima izzetimle yasadim. Bu meslek- i kudsiyeye, cemaatime zarar verici, itibarina leke verici bir davranista bulunmadim bu zamana kadar. Buna da kararliyiz.
    -Agabey bizim için sormustum, istigna düsturunun devami hususunda?..
    -Istigna sahislarimiz içindir. Ehl-i himmetin hizmete istirakine mani olunmaz. Risalelerde bunlar vardir.

    FETHULLAH GÜLEN ILE ALAKALI HATIRALAR
    Çok edepliydi

    -Fethullah Gülen Hocaefendi ile tanismaniz nasil oldu? Daha sonraki münasebetleriniz nasil devam etti?
    -Sene 1956. O zaman ki tarzim, yazin Ege’de kaliyor, Eylül-Ekim’i Erzurum’da geçiriyordum. Erzurum’da Mehmed Serçil vardi, terzilik yapiyordu. Erzurum’un en yaslisidir. Ben Risaleleri tanidiktan sonra ilk defa onun adresini alip gitmistim. Kirkinci Hoca ile henüz daha tanismiyordum. Mehmed Serçil’i aradim. Muratpasa Camisinin bitisiginde vakiflara aid bir dükkani kiralamis, orada terzilik yapiyordu. Iste ben bu adrese gittim ilk defa. Ama henüz daha cemaat tesekkül etmemisti Erzurum’da. Kirkinci Hocam da o zaman ki âlimlerden ders okumus, askerden gelince kendi muhitindeki bir camide gençlere Arapça okutuyordu.
    Mehmed Serçil’e anlattim: “Ben Erzurum’a bu hizmet için geldim...” “Hos geldiniz” dedi. Sonra bir arkadas evinden bir hali getirdi. Aksamlari o terzi dükkanina serip, aksam derslerine orada yapmaya basladik. Mehmed Serçil de evden bana bir yatak getirdi, onun terzi dükkaninda yatiyordum. Orasi, gündüzleri terzi dükkani, aksamlari dersane, geceleri de benim yattigim yer oldu. Bitisigi de cami, namazlarimi orada kiliyordum. Orada bu ilk kalisim birbuçuk ay oldu, eylül ayi dahil. Her gün orada dersler yapiyorduk.
    Bu sirada, Kirkinci Hocam, Fethullah Hocamiza: “Erzurum’a bir hemsehrimiz geldi. Bu aksam onunla oturacagiz, sen de gel” demis. Kirkinci Hocanin teklifi ile derse geldiler. Iste Fethullah Hocamizla ilk defa o zaman tanismis oldum. Eski Müftü yardimcisi Osman Bektas’tan ders okuyordu. Bir gün, Kirkinci Hocam beni beraber müzakereli Arapça ders okuduklari yere, ögle yemegine davet etti. Baktim Fethullah Hoca da orada. Hem Osman Bektas’tan ders okuyor, hem de Kirkinci Hoca ile müzakereli ders okuyorlardi. Bunlari orada böyle görmüstüm. Bir de Hatem vardi, arkadasi, o Izmir’e gelmisti.
    Böylece, Fethullah Hocam ile Kirkinci Hocamin vesilesi ile tanismis oldum. Ben Erzurum’da oldugum müddetçe derslere her gün gelirdi. Fethullah Hoca çok edepli bir insandi. Ben o zaman yirmiyedi yasimda idim, o da onalti-onyedi yaslarinda idi. Çok edepliydi. Gelir, ders boyunca diz üstü oturarak dersi dinlerdi.

    Hocaefendi ile alakali mektubun asli

    Fethullah Hoca ile alakali, Üstad mektup yazmis diyorlar ya. Üstad O’na özel bir mektup yazmadi da.. Zaten Erzurum’dan o mektubu yazan da bendim. Bu söyle oldu:
    Erzurum’da hizmet yeni basladigindan, Üstada bir mektup yazdim. Evvela Kirkinci Hoca’yi basa yazdim, Mehmet Serçil, Hatem, Fethullah Hoca ve oradaki nurlarla alakadar olanlarin da isimlerini yazdim. Dogrudan dogruya Üstad’a mektup yazilamaz. Rüsdü Çakin vasitasiyla yazardik ekseriya. O zaman Üstad Ceylan’in yazisiyla; “O kardeslere birer birer selam, muvaffakiyetlerine dua ediyorum” diye bize mukabele etti. Meselenin asli budur. Yoksa ayri bir mektup yok. Bazilari bana: “Hocaefendiye üstaddan bir selam mi gelmis?” diye soruyorlar ya, iste meselenin mahiyeti budur.
    Hocaefendi daha sonra Arapça okumayi kifayet derecede gördükten sonra, bir sene için Ramazan’da Tokat’a gitmis, sonra Edirne’ye. Edirne’de bulundugu müddetçe uzun bir süre Hoca efendi’yi göremedik. Sonradan Edirne’ye ziyarete gitmistik. Orada Üç Serefeli Camii vardir, kaldigi ve görev yaptigi yer. Görevlilere sordum: “Fethullah Hocanin kaldigi yer neresiydi?” Pencereyi gösterdiler. Orada kaliyormus, orada yatip kalkiyormus.

    Hocaefendi sizin için "sahabe gibiydi” demis?

    -Fethullah Gülen Hoca Efendi demis ki: “Muzaffer Arslan sahabe gibiydi!”
    -Tabi o ilk zamanlarda bizim yasantimiz öyleydi. Bakin, Elbiselik kumasimi satiyorum, söz verdigim için Bursa’ya gidiyorum. Pantolonumun dizleri yirtilmisti, içten yama koydurdum, onunla Erzurum’a gidiyordum.. O zaman ki telakkim suydu: “Yahu sahabeler yamali elbiseler giymis..” Ama sonradan düsündüm ki; bu yamali elbiselerle bir dâireye girsen, adam seni dinlemez. Dikkatini kilik kiyafetine verir, anlatacaginiz seyler de tesir etmez. Iste ilk zaman öyle düsünüyordum.
    Bir keresinde camiden pabuçlarimi çaldilar, onlara çift kösele yaptirmistim. Sonra gittim bit pazarindan, üç liraya arkasi basik bir pabuç aldim, artik onlarla dolasiyordum. Simdi basik pabuçla olur mu? Biz onu tevazu diye yapiyorduk, ama etrafa da tesiri iyi olmuyordu tabi. Fakat biz bunlari sonra sonra degerlendirebiliyorduk.
    Süleyman Emmi (Süleyman Ari): “Muzaffer Hoca sen Türkiye’yi dolasiyorsun” diyerek, o zaman ki parayla bana iki yüz lira getirmisti. Almadim. Halbuki adam mesru olarak kazanmis ve hizmeti de bilen birisi, hizmete veriyordu. Mesela. “Elbise yaptiralim” dediler, yaptirtmadim, o yamali elbiselerle geziyordum. Ama bilhassa bugünkü sosyal hayatta pantolonun ütülü olacak, kravatin olacak, birisine bir sey anlatirken, onu giyim kusaminla mesgul etmeyeceksin. “Yanlislik tatbik-i nazariyattan ve mukteza-i hali bilmemekten geliyor” diyor üstad, degil mi? Mukteza-i hal bugün degismis. Kumas elbiseligini satiyorsun yamalilarla geziyorsun. Ama o zaman sevkliyiz, gayretliyiz hiçbir sikayetimiz de yok.
    Fethullah Hocaya gelince: O zaman ki davranislarimizdan, kilik kiyafetimizden, kimseden bir sey almayisimizdan etkilenmis.
    Aşk karşılık bekler ,şefkat beklemez,hakiki sevmek şefkattir...

  8. #8
    Pürheves asamet - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Jan 2007
    Mesajlar
    158

    Standart

    ANADOLU SEYAHATLER?NDEN B?R KAÇ ÖRNEK

    -Muzaffer Ağabey! Gerek Üstad Hazretleri hayatta iken, gerekse daha sonralar?, senelerce bütün Türkiye'yi dolaşt?ğ?n?z?; Kitaplar? insanlara okuyarak tan?tt?ktan sonra neşrettiğinizi biliyoruz. Tamam?n? olmasa bile, seyahatlerinizden birkaç örnek anlat?rm?s?n?z?
    Bursa'da bir kap? kapand?, Allah başka bir kap? açt?
    -1955 senesiydi, daha o zaman henüz yeni harflerle Risaleler bas?lmam?şt?. Onlar 56'da bas?lmaya başlad?. Manisa'da hapis yatt?ğ?m zaman, şimdi Nazilliden tan?d?ğ?n?z Ertuğrul Öztürk Bey'in dedesi elli lira harçl?k b?rakm?şt?. Ben de Astsubay Muzaffer Erdem'le beraber "ramazanda Bursa'ya gidelim" diye kararlaşt?rd?k. O, oradan evliydi. Haberleştik. Muzaffer Kardeş bana sordu: "Resmî elbiseyle mi geleyim, yoksa sivil mi geleyim?" Dedim: "Resmi elbiseyle gel." O ?zmir'den, ben Manisa'dan Bal?kesir'e geçtik. ?ki tahta valizim vard?, o zaman saplar? bile kopmuştu. Çilingir Ramazan Usta vard?. O, vidal?, kopmayacak şekilde, k?rk kilo kadar taş?yacak kulplar yapm?şt?. Benim, tahmin ediyorum midemin göğsüme doğru çekilmesi, o kollar?mdaki ağ?r yükten olabilir. Cerrahpaşa'da muayene eden o dekan demişti: "Yaşlan?nca herkesin ki sarkar senin miden göğsüne çekilmiş." Neyse, Muzaffer Erdem'le Bal?kesir'den ç?kt?k, Band?rmaya geçtik, bir iki gün kald?k orada. Edincik, Gönen, Biga, Kemalpaşa… oralara uğrayarak vard?k Bursa'ya. Üstad'la Afyon'da yatan Ali Aktar isminde birisinin adresini alm?şt?k. Orada yorganc?l?k yap?yormuş, Orhan Camisine yak?n. Biz Orhan Camiinde öğleni k?ld?k, fakat adam bize sahip ç?kmad?. "Kardeşim, çok s?k?, hiç nurculuktan bahsetmeyin, Hocaefendiyle (Üstad) ben de mektuplaşam?yorum…" şöyle-böyle dedi, bizi b?rakt? gitti. "Yahu bu nas?l nurcu" dedik. Caminin önünde Muzaffer Erdem bana dert yan?yordu: "Bu nas?l nurculuk böyle" diye söyleniyordu. Orada seyyar kitapç? varm?ş, Darendeli Mustafa. "Yahu arkadaşlar nedir derdiniz?" dedi. "Yok, bir şey yok" dedik. "Yok yok söyleyin kimsiniz, necisiniz siz?" dedi. Dedik: "Bu arkadaş Astsubay, ben Manisa'dan seyyar kitapç?y?m." "?yi biz de seyyar kitapç?y?z. Nedir meseleniz?" deyince, anlatt?k. "Yahu siz ne merak ediyorsunuz, verin o kitaplar? ben satar?m." Dedim: "Bizim kitaplar öyle cami önlerinde sergide sat?lmaz." "Eee Nas?l olacak?" "Evini açars?n, tan?d?klar?n?, yak?nlar?n? davet edersin, biz açar?z okuruz, kendi elimizle…" "Tamam, Ben Yeşil'de oturuyorum, iftara akşam bana gelin, teravihi beraber k?lar?z, tan?d?klar?m? davet ederim" dedi. "Tamam uygundur" dedik. Bir kap? kapand?, Allah başka bir kap? açm?şt? bize. O zaman da istiğna düsturuna öyle riayet bir ediyoruz ki; düşünün, Mustafa Birlik kurban eti göndermiş, biz de onu geri göndermiştik. Müessiriyet bozulmas?n diye, hiç kimsenin çay?n? çorbas?n? içmiyoruz. Muzaffer Erdem kay?nvalidesine gitti. Ben de lokantada yemek yedim, oradan Yeşil semtine gittik. O arkadaş da bizi hesaba çekti: "Yahu ben sizi iftara bekledim, niye gelmediniz?" dedi. O arkadaşta onbeş gün misafir kald?m ben. Ama hep onda kalmad?m da, derse gelen arkadaşlardan da her birisi bizi götürdü. Emirsultan, Davutkad?, Y?ld?r?m, orada meşhur b?çakç? Vehbi usta vard?, Tatar Feridun vard?. Onlarda da her gün hem misafir olduk, hem de dersler okuduk. Tabi götürdüğümüz kitaplar? dağ?tt?k. Ama hayli bir muhit edinmiştik. Ali Kulluklar, tapu müdürü.. Kitaplar bitince Muzaffer Erdem'i ?stanbul'a gönderdim, iki valiz daha kitap getirttim. onlar? da dağ?tt?k. Bir gün o tapu müdürü bizi iftara davet etti. Dedi: "Muzaffer Kardeş benim kay?n?m Emirdağ'?nda savc?d?r; onunla görüşmeye gitmiştim de; bana, Üstad? ziyaret ettiğini söyledi. Üstad, "yak?nda ben Bursa'ya geleceğim" diye söylemiş. "Bekliyoruz ama daha gelmedi Üstad." Ona dedim ki: "Ben pek tevillerden anlamam, ama üstad'?n murad?, bu gelen kitaplar olacak herhalde. Üstad her yere gelişigüzel gelmez, gezmez" dedim. Ramazanda 15 günümüz böyle Bursa'da geçti.

    Aydin’da yine ortada kalmistik

    Bursa’dan dönüste tekrar Bandirmaya geldik. Akhisar’a ugradik, orada saatçi Ömer’e kitap biraktik. Daha Sahin Hocalar filan yok Akhisar’da. Oradan Manisa’ya geldik, cemaatla görüstükten sonra Izmir’e geçtik. Izmir’in çevresini dolastik, hedefimiz de bayrami Üstadin yaninda geçirmek. Aydin’a da yeni geliyoruz. Aydin için Aksekili birisinin adresini almistik, ona ugradik. Baktik ki adamda nur talebesi vasfi yok. Bunu nurcu diye nasil adres verdiler bize, hayret ettik. Bize: “Beyhude ugrasiyorsunuz, Bediüzzaman’da ugrasti ugrasti, bakti ki olmuyor, bu millet hep münafik, O da vazgeçti” demez mi. Ortada kalmistik. (Muzaffer agabey gülerek anlatiyor)
    Muzaffer Erdem’e dedim: “Komutan, gel bakalim!” Valizleri bir otele biraktik. Baska tanidigimiz da yok Aydin’da. Gel dedik, ikindi namazini camiye çikalim, imamla, müezzinle tanisalim, belki alakasi olan birileri vardir. Baktik Camide mukabele var, sonuna kadar dinledik. Kitaplari ben sergi seklinde yapmiyordum ama, belki bir taniyan çikar diye götürdük. Fakat kitaplara pek sahip çikan olmadi. Anlasiliyordu ki Risale-i Nurlar sergi kitabi degil. Önemini anlatmadiktan sonra, adam ona sahip çikmiyor. Nitekim hiç kimse bakmadi, ilgilenmedi.
    Camiden en son sakalli birisi çikti. “Arkadas kimsiniz?” diye sertçe sordu. Dedik: “Biz Risale-i Nur talebesiyiz, Risale-i Nurlarin nesriyati ile ugrasiyoruz.” “Haa! Benim oglan da sizlerden, Konya’da yatili okuyor, ben yukari camide imamim, gelin iftari bizde yapariz, benim misafirim olursunuz” dedi. Biz: “Iyi hele sükür, bir kapi açildi” dedik. O, Reispasa Camisi imami imis. Tabi biz yine lokantada yemegimizi yedik. Fakat Salih Hoca da: “Benim yemegim helal degil mi?” Diye bizi hesaba çekti. Cemaatinden otuz kirk kisi davet etti masallah. O kadar cemaat gelecegini tahmin etmiyorduk, çogu da Osmanlica biliyormus. Salih Hoca Kitaplari kendi eliyle tavsiye etti, dagitti. Hele Vakiflar Bölge Müdürlügünde çalisan Kilisli Mehmed Aga vardi, (geçen sene vefat etti. Allah rahmet etsin) En sadik sahip çikan da o oldu. Dedi: “Yarin kalin, vakiflarin yurdu var, orada talebeler var, onlarla bir sohbet edin.” Gittik, oranin basinda bulunanlara kitaplar verdik, orada sohbetler ettik. Derken bu sekilde üç gün Aydin’da kaldik, ama hep otelde yattik

    Üstad’a, gittigimiz yerleri anlatinca çok sevindi
    Aydin’dan geçtik Nazilliye, Denizliye, oralarda da kaldik birkaç gün. Nihayet arafe günü Isparta’ya vardik. Aksam yine Nuri Benli agabeyin otelinde yattik. Ulu Cami’de Bayram namazini kildiktan sonra Üstad’a gittik.. Baktik ki; Üstad ders okuyorlar, yaninda hizmet edenlerden baska, Mustafa Ezener Agabey, Terzi Mehmet Efendi vardi. Biz de oturduk derse istirak ettik. Üstadin elini öptük, bayramini tebrik ettik. Bu geldigimiz yerler hakkinda Üstad’a bilgiler verdik. Nerden basladik, nerelere gittik anlattik. Üstad çok sevindi, çok memnun kaldi, dualar etti, tebrik etti.
    Sonra tekrar Denizliye geldik. Komutanin (Muzaffer Erdem) memleketi Acipayam oldugu için abisi oradaydi, yanina gittik. Bir iki gün onun misafiri olduk. Muzaffer Erdem çok memnundu: “Ben her sene iznimi kullaniyordum ama, bu sene ki müstesna oldu” dedi. Üstadla bayramlasmamiz filan..

    Kumasimi sattim, Inegöl’e yol parasi yaptim

    Anlattigim gibi Bursa’da onbes gün kalmistik, ben yine gelirim diye de söz vermistim. Fakat baktim yol param yok. Haci Mustafa’nin verdigi iyi bir kumas vardi. Onu 50 liraya satarak yol parasi yaptim ve Bursa’ya ikinci sefer gittim. Bursa’da bir müddet kaldim, ayni cemaatla ilgilendik, semtlere gittim.
    Sonra Inegöl’e geçtim. Inegöl’e daha evvel bir sefer gitmistim. Bursa’nin kazalari içinde en dindar yerdi, simdi bilemiyorum nasil. Inegöl’de at arabasi yapan birisi bize sahip çikti. Bir hafta onun misafiri olduk, her günde toplaniyorduk. Ögretmenler, halk, cemaat… O zaman öyle ki, siyasi görüs ayriliklari da yok. Baska cemaatler, cereyanlar da yok. Milletin karsisinda tek cereyan var, nurculuk, onlar da demokrat. Demokratlara herkes taraftar. Isimiz kolaydi yani...
    Bakiniz, o zaman isinizi birakip gitmeden olmazdi ki bu is. Bir yer var aksam kalirsiniz, bir yer var ki bir gün kalabilirsiniz. Bursa’da bir gün 5. Sua’yi okursun, ikinci gün, Hücumat-i Sikke’yi, diger gün Ihlasi.. Degisik mevzular.. derken Üstadin sahsiyeti hakkinda bilgiler veriyorsunuz. Diger meslek mesreplerle Risale-i Nurlar arasindaki farklari anlatiyorsunuz. O zaman bunlari mecburen tek basimiza yapiyorduk. Yanimizda kitap okutturacak bir kimseler de yok. Milletin kafasinda o kadar istifhamlar var ki; suallere cevap vermekle zamanimiz geçiyordu. Bazen adamlara kitap okumuyor, sorulara cevap seklinde daha iyi dinliyorlardi. Üstadin görüsleri çok açiktir. Görüsleri cumhur’la hiç çatismaz. Cumhur-u Ulema hangi mevzuda karar vermisse Üstad uyuyor, tasdik ediyor zaten.
    Aşk karşılık bekler ,şefkat beklemez,hakiki sevmek şefkattir...

  9. #9
    Pürheves asamet - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Jan 2007
    Mesajlar
    158

    Standart

    Manisa'da Ahmed Feyzi Ağabey'in konuşmas?na herkes hayran kald?

    Manisa'da pasaporta bakan Hasan Bey vard?, halkç?yd?, ama insafl?yd?. Üstad?n mehdiliğini bilir, fakat ?nönü'yü tutard?. Yan?nda getirdiği insanlar oluyordu. "Muzaffer Hoca, sen bunlara kitap okuma, konuş daha iyi, daha tesirli oluyor" derdi. O zaman Erzurum Türkçesiyle okuyoruz herhalde. Ama kitaplar Osmanl?ca. Hasan Bey bir gün dedi ki: "Burada bir Nuri Bey var, buna dehri diyorlar, vahdet-i vücud'cudur. Bütün buradaki ulemay? ilzam etmiş.. şöyledir, böyledir, bunu getirsem, konuşur musun?" dedi. "Konuşuruz, Risale-i Nurlar?n Vahdet-i vücud'la alakal? yerlerinden okuruz" dedim. Tam ikindi sonras?yd?. Ahmed Feyzi Ağabeyler gelmesin mi. Kardeşi Mehmed Emin'le beraber Mustafa Birlik'in yan?na uğram?şlar. "Muzaffer Kardeşin yan?na gidelim" demişler, ç?k?p geldiler. O zamanda Mustafa Birlik'ten ald?ğ?m bir gazocağ?m ile, sadece çorba yapacak bir kab?m vard?. Misafir ağ?rlayacak durumum yok yani. Fakat bir lokantac? vard?, bir mübarek hac?, orada günde bir öğün yemek yiyebiliyoruz. Ahmed Feyzi Ağabeyleri de o lokantaya götürdüm, akşamdan evvel yemeğimizi orada yedik. Ahmed Feyzi Ağabeyi de Manisa halk? hiç bilmiyor, tan?m?yordu. Hasan Bey, Nuri bey'i getirdi. Yats?y? k?ld?k. Ben Mektubat Kitab?ndaki, Telvihat'taki vahdet-ül vücut'la ilgili yerleri okudum. Sonra Ahmed Feyzi Ağabeyle onlar? karş? karş?ya b?rakt?m. Ama… Hasan Bey, diğerleri, cemaat hayran kald?lar Ahmed Feyzi ağabeyin konuşmalar?na. Ahmed Feyzi Ağabey eski muallim mektebi mezunudur. Görev yapmam?ş ama, o zaman ki muallim mektebi mezunlar? vaiz, müftü kadar yeterli bilgiye sahip oluyorlard?. -Şirinyer'de K?z?lçullu Muallim Mektebi vard?, Ahmed Feyzi Ağabey oray? m? bitirmişti? -Yok. Ahmed Feyzi Kul Ağabey Halk Parti zaman?n?n mezunu değildir, eski Osmanl? zaman? mezunudur.

    Nazilli’de Ahmed Feyzi Agabeyle Bayram vaazi verdik

    Ertugrul Öztürk’ün dedesi, Haci Mustafa bizi Nazilli’ye davet etti. Tam böyle bir bayram günüydü. Oranin Müftüsü ile de tanisiyoruz, Tavasli Hüseyin Hoca. Ahmed Feyzi agabeyle beraberiz. Müftü Efendi dedi ki: “Muzaffer Efendi, sen Haciethem’de konus, Ahmed Feyzi de Koca Cami’de konussun. Nazillide Büyük Camiye Koca Cami diyorlardi. Ahmed Feyzi Agabey o camide, ben de Haciethem’de Bayram’da konustuk. Haci Mustafa: “Arkadaslar Allah razi olsun, bizi cahillikten kurtardiniz. Nurculara hep cahil diyorlardi” diye pek memnun kaldi. Ahmed Feyzi agabey’de beylik laflar çoktur, biliyorsunuz çok büyük bir hatipti o.
    O zaman Haci Mustafa Agabey bana: “Arkadas! Sen kimseden bir kurus isteme, sarka çikacagin zaman benim yanima gelirsin, ben senin yol paralarini karsilarim, ama bunu kimseye de söyleme. Bir sen, bir de Allah bilsin” dedi. Iste 1960’a kadar kimseye arz-i hâcet etmeden, bu sekilde her sene 5-6 ay sark’a gidiyordum. Haci Mustafa’nin bir oglu vardi, hâkim. Ertugrul’un babasidir, bir çirçir fabrikasi kurdu, imkanlari artti. Ondan sonra, Denizli’li kardesler, Atici’lar filan bize destek oldular, hiçbir zaman da yolda kalmadik. Ben ne Manisa’dan, ne Izmir’den bir kurus destek görmüs degildim.
    -Istanbul’da kaldiniz mi hiç?
    -Evet. Zübeyr Agabeyden sonra kaldim. Istanbullular dedi ki: “Muzaffer agabey artik kislari Istanbul’da kalsin, bizi yalniz birakmasin” dediler. Birkaç sene Beyazid’da kalmistim, gazeteyi birakincaya kadar daha çok Nurtasinda kaldim. Daha sonra Bahçelievlerde kaldim.
    -Eskisehir’e kalacak sekilde ne zaman gelmistiniz?
    -Birkaç seferim var da, en çok Zübeyr agabeyin kaldigi zamandir. Üstadin kaldigi evde, o zaman bir buçuk ay kadar kalmistim. Orada muhatap, agirlikli olarak hep astsubaylardi.

    Erzincan cemaatinin tesekkülü

    Erzincan için de Re’fet Kavukçunun adresini vermislerdi. Baktim onun evi müsaid degil, Otele gittim, bir hafta orada kaldim. Otelin önünde kahve vardi, degisik camilerde namazlarimi kildim, Kur’an kursuna gittim. Buralarda tanisabildiklerime meseleleri anlattim. Fakat birisi evini açip ta, “buyurun bizim evde sohbet edelim” demedi. En sonunda Nigdeli bir astsubay arkadas, ziraat memuru Necip isminde bir kardes getirmisti. O bizi kahvede görünce: “Muzaffer abi bu sohbetler kahvede olmaz, bizim ev müsaid, buyurun eve gidelim” dedi. Bizim de aradigimiz buydu zaten. O gün Mehmed Küçükaga’yi birisi derse getirmis. Bana: “Kardes nerde kalisen?” dedi, sark sivesiyle. “Otelde kaliyorum” dedim. “Yahu olur mu, evlerimiz müsaid.” O, beni ve otelden esyalarimi aldi, bizi evinde onbes gün misafir etti. Iste Erzincan cemaati o zaman tesekkül etti.

    Sivas’ta da bastan sahip çikan olmadi

    Erzincan’dan Sivas adresi aldim. Eflani’li, Belediyede fen memuru Mustafa, onun adresine geldim. O da öglen bana bir köfte yedirdi, sonra: “Kardes ben burada çok ugrastim, olmadi. Çok ugrastim bir türlü Risale-i Nurlara sahip çikan olmadi, onun için ben vazgeçtim. Senin de burada kalmana hiç gerek yok” dedi. Bir köfte yedirdi, bizi birakti gitti. Ben de gittim, Develi Oteli vardi, Kayserililerin, valizlerimi koyup oraya yerlestim.
    Bir iki adres daha almistim. Erzurumlu hemsehrim Ahmed Hoca, Merkez Vaizi imis orada. Onu buldum. Dedi: “Hemserim ben sana nasil yardimci olurum?” Dedim: “Hocam kürsüde halka anlat demiyorum, ama cemaatine bu kitaplari tavsiye edebilirsiniz. Sizden bu sekilde yardim bekliyorum.” Fakat hocam da çekindi. Re’fet Kavukçunun amcasinin da adresini almistim. O da pek sahip çikmadi. Bir hafta biz Sivas’ta sohbet imkani bulamadik, ancak camilerdeki imamlarla tanistik, ama bir sohbet imkani bulamadik. Otelde kaliyor, lokantadan yiyip içiyordum.
    Sonra, Ahmed Hocadan Arapça okuyan Hulûsi isminde bir kardes dedi: “Muzaffer Abi! burada postanede veznede çalisan Ömer Bey var. Bunun Cumartesi günü demiryolcularla, özel sohbeti var, ben seni oraya götüreyim” dedi. “Gidelim, belki bir sey olur” dedik ve gittik. Ömer Bey sohbet etti, biz de dinledik. Sonra bir tanisma oldu. “Erzurumluyum, Risale-i Nur nesriyatiyla ilgileniyorum” dedim. “Çok iyi. Bizde bunlardan edinelim, yaninizda var mi?” dediler. Ben de tasimasi kolay oldugu için yanima Uhuvvet Risalesini almistim. Birinci bölümü okudum. Çok begendiler. “Biz de edinelim bu kitaptan” dediler. Kalkacagimiz zaman birisi yanima geldi: “Kardes nerde kalisan” dedi. Molla Emir isminde imamlik yapan bir hocamizdi. Bizi evine götürdü. Onbes gün onun evinde sohbet ettik. Serafeddin Kartal’la da ilk defa orada tanistik. O zaman veteriner astsubaydi.
    Sivas cemaatinin ilk tesekkülü böyle oldu. Yetmis seksen kisi olmustu. O, bize köfte yedirip yol veren Mustafa da gelmeye basladi sonradan. Daha sonra imama siyasi subeden bir sivil polis geliyor: “Hocam sizin evde sohbet ediliyormus, biz o adami takip ediyoruz, sana aciyoruz” demisler. Hocam da “bunu mescide yapalim” dedi. Ben: “Yok hocam mescitte de yapmayalim” dedim. Sonra Mustafa abi bize sahip çikti, onun evinde devam ettik. O da artik inanmisti hizmetin olacagina.

    Tokat ve Kayseri

    Sivas’ta ilk basta bize bir köfte yedirip gönderen Mustafa agabey, sonradan hizmetin olacagina inaninca: “Muzaffer kardes bir de Tokat’a gidelim beraber” dedi. Tokat’a gittik. Tanidigimiz Imam Hatip Müdürü Hasan Bey vardi, onun misafiri olduk. Kitaplar götürmüstük, ayni sekilde…
    Tokat’tan geldik Kayseri’ye. Daha o zamanlar Ali Mutlu falan yok. Baska bir bakkalin adresini almistim, “Merkez Bakkaliye” diye. Fakat bize sahip çikmadilar. Bir hafta otelde kaldim. Iste, bazi hocalarla, talebelerle, kitapçilarla görüstüm. Bir miktar küçük kitaplardan biraktim. Sonradan bir daha geldim. Marasli askerlik yapan tanidigim bir kardes vardi, onun adresine geldim. O da askere gitmis bulamadim. Ibrahim Canan’la Elazigli Fuat vardi, ilahiyatçi. Onlarin Kayseri Imam Hatip’e hoca olarak tayin olduklarini duymustum. Askeri buldum, ama digerleri de askere gitmisler görüsemedik.

    Dükkanda yatmak, baskasinin evinde yatmak, ‘beni çagirsinlar da gideyim’ diye beklemek zor degil miydi?

    -Muzaffer agabey, hiç içinizden geçmiyor muydu: “Benim de bir evim olsun, çoluk çocugum olsun, mal mülk edineyim” diye düsünmüyor muydunuz hiç. Dükkanda yatmak, baskasinin evinde yatmak, beni çagirsinlar da gideyim diye beklemek zor degil miydi?”
    -“Meyl-ül rahat himmetin gözünü kör eder” diyor Üstadimiz, ona inanmistim. Haliyle rahatimi düsünmüyordum. Geceli gündüzlü hizmet için dolasiyorduk, dersler yapiyorduk. Mesela bir gün Inegöl’de gece saat 12 ye kadar ders yapmistik. Ev sahibine haber geldi ki: “Ögretmenler var, fakat halk içine gelmeye çekiniyorlar. Soracaklari sualler var, hususi konusmak istiyorlar” dediler. Sabah ezani okunana kadar onlarin suallerine cevap vermek icap etti. Onun için öyle rahatimizi filan düsünecek vaktimiz yoktu.
    Aşk karşılık bekler ,şefkat beklemez,hakiki sevmek şefkattir...

  10. #10
    Pürheves asamet - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Jan 2007
    Mesajlar
    158

    Standart

    KARAKOLLAR HAPISHANELER

    - Karakol, hapishane hatiralarinizdan da numune olarak birkaç tane bahsedermisiniz?
    -Anlatalim

    Diyarbakir’da karakolda sorgulama

    Sene 1958, Erzurum’dan gelip Diyarbakir’a indim. Elazig’da Hulusi agabeyi ziyaret edip Çukurova’ya gidecektim. Diyarbakir’da polisler bizi valizlerle indirdiler. Belki valizlerimiz agir oldugu için olacak. Silah, veya belki baska bir sey ariyorlardi. Valizleri açtirinca istasyondaki polisler kitaplari gördüler. “Demek nurculuk tarikatina mensupsun iyi...” dediler. “Kardesim nurculuk tarikat degildir..” dedimse de; “Emniyette anlatirsin artik” deyip beni siyasî subeye götürdüler. Aksama kadar orada ifademi aldilar. “Kimsin, neyin nesisin?..” Dedim: “Ben Erzurumluyum, Erzurum’dan geliyorum, Izmir’de oturuyorum.” “Ne is yaparsin?” “Yapiciyim, insaat isleriyle ugrasiyorum.” Dediler: “Hoca bizi aldatma, sen insaatçi degilsin.” Allah Allah! ben de hayret ettim. Üzerimden çok adresler, kartpostallar çikmisti. “Bunlar ne?” dediler. Dedim: “Izmir’de fuar oldugu için çok kimseler geliyordu, onlarla tanismistik, adreslerini almistim.” Ama sonradan ögrendim ki, oralara hep tel çekmisler, aratmislar. Onlar da demisler ki: “Muzaffer Hoca seyyar kitapçi oldugu için, tefsir istemistim, ilmihal istemistim..” diye söylemisler hep, yani bir yolunu bulmuslar. Netice itibariyle beni karakola teslim ettiler, orada geceleyecegim, sabahleyin ifademiz devam edecek.
    Lakin bizimkiler haber almislar, demokrat parti baskani bir avukat bulmuslar, beni çikardilar disari. Çikarken dediler: “Saat dokuzda siyasi subede bulunacaksin, nerede kalacaksin?” “Molla Habib’te kalacagim” dedim. Ikinci gün tekrar sordular: “Peki sen yapici isen bu kitaplar ne?” Dedim: “Simdi kis mevsimi oldugu için, isler biraz yok, memleketimi ziyaret edeyim, bu kitaplari da okudugum ve faydali oldugunu da inandigim için; akrabalarima dagitayim istedim.” “Niye dagitmadin?” “Baktim çoklari Osmanlicayi anlayamiyorlar, kültür seviyeleri düsük, onun için kitaplar zayi olmasin diye geri götürüyorum.” “Burada bu kadar hocalar seyhler varken, Mehmet Kayalar’la niye konustun?” Siyasi Sube Müdürü Mardinli Selahaddin Bey’di. Dedim: “Selahaddin bey, bu kitaplari Türkiye’de okuyan genis bir kitle var. Her yerde var bunlardan, bu Risaleleri emniyet, istihbarat biliyor. Yüzbasi Mehmet Kayalar’in da ismini duyuyordum. Bu kitaplari da okudugu için merak ettim, ziyaretine gittim.” dedim. Mehmet Kayalar çok tahrik edici olmus orada, biraz da onun için sorguya çekildik. Kendisi yüzbasi iken ordudan uzaklastirilmisti.

    Beni MIT’e sevk ettiler

    Beni ikinci gün ögleden sonra MIT’e sevk ettiler. Yani verdigim ifadelere kanaat getirmediler. MIT’te bir ögle namazi kildim, askerler yemek getirdi, yedik.
    Sonra bir yüzbasi ifademi aldi. "Ne zamandan beri bu cereyandasin, ilk olarak nasil oldu?” diye sordu. Dedim: “Ilk olarak Istanbul’da Sebil-ür Resad dergisi sahibi Esref Edip Bey var, onun Said Nursi ile alakali bir eseri vardir, küçük, onu okumustum. Onu okuyunca merak ettim, nasil bir zat diye...” “ “Ziyaret ettin mi?” “Ettim.” “Ne anlatti?” “Islam’in, bu asirda Risale- Nur’un önemini anlatti.” “Mustafa Kemal hakkinda ne dedi?” “Mustafa Kemal hakkinda benim duydugum sudur: Said Nursi Milis alay Kumandani olarak, talebeleriyle ve gönüllülerle beraber savasip, Ruslara esir düser. Ingilizlerin Istanbul’u isgaline karsi, Hutuvat-i sitte naminda bir eser nesreder Istanbul’da.. Kuva-i Milliye’nin tesekkülünü tesvik edip, daima taraftari olur. Hatta o günkü Seyhülislam Dürrizade, Kuva-i Milliye’ye karsi çikarken; hükümet mütareke imzalarken; Bediüzzaman, ‘istiklalini kaybetmis bir hükümetin fetvasi mualleldir, onunla amel edilmez’ diye, Seyhülislama karsi fetva veriyor. Iste Bu yararli hizmetlerinden dolayi Mustafa Kemal, Bediüzzamani sifre ile Ankara’ya davet ediyor. Bu hizmetlerine karsilik, milletvekili olmasini veya sarkta Seyh Sunusi yerine vaiz-i umumi olmasini teklif ediyor. Bediüzzaman da, yaptiklarini Allah için yaptigini, karsiliginda herhangi bir mevki makam beklemedigini söylüyor ve kabul etmiyor. Iste ben böyle biliyorum” dedim.
    O yüzbasiya dedim ki: “Arkadas bak, ayni milletin fertleriyiz. Ben bu kitaplari okuyorum, ayet ve hadislere müstenid, faydali kitaplardir bunlar. Bu kitaplar bir Müslüman olarak herkesin inanip kabul edecegi meseleleri anlatiyor. Ben idare aleyhinde bir sey görmüyorum.” Dedi: “Dogru, ama Mehmet Kayalar gibi burada bir temsilciniz olursa daima takibata maruz kalirsiniz. Ben Risale-i Nurlari üç ay okudum, onun derslerine de katildim. Ama halki tesvik ediyor.” Dedim ki: “Üstad Bediüzzaman, hiçbir yerde, hiçbir kimseyi kendisine temsilci olarak seçmis degildir. Bu kitaplari gayr-i resmi olarak herkes buldugu yerde okur. Bediüzzamani görmese bile okur. Mucibince amel eder.”

    Hâdiseyi Üstada anlattim

    Beni sorguya çeken yüzbasi müspet kanaat edinince kaldik üçüncü güne. Tekrar getirdiler 2. subeye. Selahaddin Bey: “Yarin dokuzda gel, seni savciliga sevk edecegiz.” dedi. Ben ayni seyleri savciya da anlattim. Savci dedi ki: “Seni serbest birakiyoruz, ama eserleri ehl-i vukuf’a inceletmek üzere alikoyuyoruz. Eger suç görülürse sizi adresinizden çagiririz mahkemeye.” Dedim: “Savci Bey, bu eserler piyasaya yeni çikmiyor. Bunlar uzun yillar ehl-i vukuf’a incelettirilmis, suç olmadigi tebeyyün etmistir. Yeniden inceletmeye lüzum yoktur.” Dedi: “Seni serbest birakiyorum, tesekkür etmiyor musun?” Halbuki sahsimdan çok, eserlerin serbest kalmasi önemli idi. Hem ben bütün yol paralarimi hep o kitaplara baglamistim. “Ben bunlara para baglamisim” dedimse de savci sesimize kulak vermedi, öylece çiktim. Ondan sonra Avukat Bekir Beyle konusmustuk. Onüç tane Lem’alar vardi sadece. Hâdise 1958 de oldu, risaleler bugünkü seklinde, yeni harflerle idi. Ama böyle karakollara, mahkemelere düsmek bizim sevkimizi hiç kirmiyordu.
    -Bu hadiseyi Üstada anlattiniz mi?
    -Evet anlattim.
    -Ne dedi Üstad?
    -Bir sey demedi, tebrik etti. Benim Manisa davama Üstad Mustafa Ezener agabeyi göndermisti. Üstad onu takip ediyordu. O zaman avukatimiz falan da yok. Fakat beraat ettik.

    Bir sadik rüya

    -Bir rüya görülmüs, nasil olmustu o?
    -Köyde bakkal dükkaninin önünde sorular sormuslardi, konusmustuk, hadise bu.
    Beni tanimayan bir kadin -kocasi beni tanir- görüyor: Rüyasinda iki kisi geliyor. Birisi Eyyüp-el Ensari, digeri de Fatih Sultan Mehmed oldugunu söylüyorlar. Sonra üç kisi daha geliyor. Hz.Ali, Seyh-i Geylani, birisi de sakalsiz, ismini söylemiyor. “Muzaffer’in bugün mahkemesi var, biz onun için geldik, merak etmesin beraat edecek, su sureleri okusun.” diyorlar. Manisa’da Emin Hocanin oglu Ismail Hakki Zeyrek, geldi, bana hapishanede anlatti bu rüyayi. Ismail Hakki’ya: “Merak ettigim yok benim, Hapishanede 50-60 kisi cemaatimiz oldu. Disardan kitaplar getirttik millet okuyor” dedim. Rifat Canever vardi Üsküplü, onu avukat olarak tutmustuk. Bana demisti ki: “Muzaffer hoca savci senin cezalandirilmani istiyor, ama merak etme temyiz ederiz.” Yani O mutlak ceza alacagimizi bekliyordu.
    Bir ayda bes mahkeme oldu. Ehl-i vukuf tayin ettiler. Nahiye müdürü, karakol çavusu da dahil “kasten halki toparlayip konustu mu?” diye sordular. Ehl-i vukuf: “Yok, kasden halki toplayip konusma yok. Bir münakasa konusu olmus” diye rapor verdi. Son olarak bir günde iki mahkeme oldu. Biri ögleden evvel, biri de ögleden sonra. Ögleden sonra beraat.. Avukatim: “Bu harikulade bir sey oldu, savci bunu temyiz eder” dedi. Temyiz etti, ama yukaridan tasdik geldi elhamdülillah. Üstad Diyor ya, “ihlasi kirsaniz onlarin tokadini yersiniz.” Demek, biz ihlasi kirmadik ki, onlarin himmeti gelmis oldu.
    Ondan sonra avukatim bana nasihat etti: “Sen Manisa’da durma artik, git.” Ben çikar çikmaz, valizleri doldurdum, Hüseyin Çagdir’a dedim: “Bunlari da sen götür.” Kitaplari, Hüseyin Çagdir’in Izmir Mezarlikbasinda bir halici dükkani vardi, oraya birakirdik. Tireli bir berber vardi, Tilkilik’te biraz da ona birakirdik. Bizim Ismail Güzel’e de biraktik. Muazzam, Abisinin dükkaninda kaliyordu, ona da birakiyorduk. Yani bu gibi hadiselerle çok karsilasiyorduk. Ama hizmetin gelismesine, duyulmasina vesile oluyordu bunlar.
    -Hapishaneye ilk girdiginizde mahpuslar nasil karsiliyorlar, bir sey sormuyorlar miydi?
    -Evet, ilk girdigimizde mahpuslar sormustu: “Arkadas geçmis olsun, suçun ne?” Ben dedim: “Suçum yok!” “Yahu arkadas insani camiden getirmezler ya, suçun vardir mutlaka?” Dedim: “Beni camiden getirdiler.” Gülüstük o zaman. Hapiste namaz kilanlar vardi. Fakat birbirinin imamligini kabül etmiyorlardi, birbirlerini suçluyorlardi. Fakat biz camiden geldigimiz için, kabül ettiler. Zaman içinde de anlasmaya, namazda birbirlerine uymaya basladilar.

    Izmir’de ilk dersane ve hapishane…
    Ihtilalde (1960) 10 temmuzda tevkif edildim. Bu söyle oldu: Basmane Altinpark’in üstündeki Selvili Mescid’de Izmir’in ilk dersanesini tutmustuk. Tuzcu Cahid Erdogan, Tire’li Kemal Hepsen… ile beraber. Üç talebe de Yüksel Ticaret Okulunda okuyordu, onlarla beraber kaliyorduk. Birisi Urfa’li Abdurrahman, digeri Antep’te Sümerbank müdürü olmustu. Ihtilal olunca onlar, “Muzaffer Abi yaz tatilinde biz nasil hizmet edebiliriz?” diye sordular. Ben de 100 parça küçük eserlerden verdim. “Bunlari arkadaslariniza okutursunuz, tavsiye edersiniz” dedim.
    Nasil olduysa, Basmane’de talebelerin çantalari araninca, kitaplari karakola almislar. Ifade verirken sormuslar, “kimden aldiniz?” “Muzaffer Arslan’dan.” Tabi emniyet beni aramaya basliyor. Ben de Selvili Mescid’de dersanede idim. Sonra, “Sirinyer’e bir çikayim bakayim, ne var yok bir biradere ugrayayim” demistim. Birader Sirinyer’de oturuyordu. Megerse emniyet orayi, biraderin kaldigi yeri tespit etmis. Bir Çingene Ahmet vardi Bandirmali, bizleri takip eden siyasi subeden bir polis, namaz da kilardi kendisi. O, orayi nasil tespit etmisse… Gelmisler: “Ben Muzaffer Hocanin arkadasiyim, onunla görüsmek istiyorum” demis, girmisler eve. Evin her tarafini, ne kadar kitap varsa taramislar. Ben de o sirada eve varmis bulundum. Dediler: “Binin bakalim cip’e.”
    Beni Alsancak’a, onlari da baska karakola biraktilar. Iki gece orada kaldim, sabahleyin bir sivil geldi. Megerse Nail Papatya Hocanin dayisiymis O, rahatladik. Dedim: “Ben aksamdan beri yemek yemedim, gel beraber yemek yiyelim.” “Ben yemek yedim” dedi. “Peki” dedim, ben yemegimi yedim. Getirdiler Kemeralti’na, siyasi subeye. Sevket Bey vardi Kemeraltinda tanidigim, baktim orada. O halde iken, “benim kefilim Sevket Beydir” dedim ve gidip cumayi kilip geldim.
    Sonra bizi savciliga sevk ettiler. Talebe Abdurrahman’i biraktilar. Digerleri ile beni tevkif ettiler. Üç gün yattiktan sonra tevkife itiraz ettim: “Eger nurculuk propagandasi ise, bunun suçlusu benim, bunlar kimseye kitap vermemisler, sadece çantalarinda kitap bulunmus.” O zaman mahkemeye kadar üç ay tutabiliyorlardi. “Bu kadar uzun süre bunlarin magduriyetlerine sebep olacak” dedim. Böylece, Onlar da bir gün sonra çiktilar. Ben Eylül 15’e kadar Buca Cezaevinde kaldim. Cezaevinde güzel hizmetler oldu. Bir jandarma basçavusu ile anlastik. Mektubat, ilmihal falan istedik. Bizi en arkaya atmislardi. Jandarma bir sepetle geldi, kitaplari getirdi. Arkadan ip salip, arkadan aldik içeriye. Kapidan sokmuyorlar, kontrol ediyorlardi. Orada iyi hizmetler oldu. Çikinca geldim Sirinyer’e. Biraderler o zaman kirada oturuyordu. Valizlerimi aldim, gittim Manisa’dan kitap doldurdum, tekrar getirdim Izmir’e.
    Biz, bu davaya böyle inanmistik, elhamdülillah.

    Savcidan baska, Vali de dahil
    herkes Üstadin cenazesine istirak etmisti.

    -Üstadin cenazesinde bulundunuz mu?
    -Ben Adana’da kaliyordum o zaman. Iskenderun’a henüz pazartesi günü geçmistim,. Üstad da Sali günü Adana’dan Urfa’ya geçmis. Vefatini Iskenderun’da mahalli gazeteden okudum, oradan gittim. Çok izdiham, çok kalabalik vardi. Urfa halki bütün dükkanlarini kapatmisti. Sonradan anlattilar, devlet daireleri de kapanmis. Savcidan baska, Vali de dahil herkes Üstadin cenazesine istirak etmisti.
    -Üstad’la son görüsmeniz nasil oldu, bir vedalasma oldu mu?
    -Üstadla son görüsmemiz, ziyaret edip Erzurum’a geçmistim ben. Son görüsmemiz bu olmustu. Görüsmemizden 5-6 ay geçmis oldu. Ben yine Erzincan, Sivas, Kayseri, Mersin, Tarsus, Hatay, Antep, Maras… hizmetlere devam ettim. Güney’e geçince en fazla Adana’da kaliyordum, ikinci derecede Maras’ta.
    -Üstad Hazretlerinin kabrinin yerini biliyor musunuz?
    -Arastirmaya lüzum yok. Ben bir kere rahmetli Haci Bayram-i Veliye (Bayram Yüksel) sordum. “Bir istisna ile bana söyleseniz” diye. “Agabey kusura bakma, Sungur Agabeye bile söylemedim” dedi.
    Aşk karşılık bekler ,şefkat beklemez,hakiki sevmek şefkattir...

+ Konu Cevaplama Paneli

Konu Bilgileri

Users Browsing this Thread

Şu an 1 kullanıcı var. (0 üye ve 1 konuk)

     

Benzer Konular

  1. Cemal DOĞANBAZ AĞABEYİMİZ HAKKA YÜRÜDÜ
    By yozgati in forum Serbest Kürsü
    Cevaplar: 3
    Son Mesaj: 03.07.13, 08:23
  2. Mustafa Necati Bursalı Hakka Yürüdü
    By muhibbülkurra in forum Bediüzzaman'ın Talebeleri
    Cevaplar: 5
    Son Mesaj: 30.09.09, 22:48
  3. Muzaffer Arslan Ağabey İçin Dua Vakti !
    By tacmahal in forum Bediüzzaman'ın Talebeleri
    Cevaplar: 5
    Son Mesaj: 14.08.07, 02:11
  4. Muzaffer Aslan Ağabey Vefat Etti..
    By lahika in forum Bediüzzaman'ın Talebeleri
    Cevaplar: 8
    Son Mesaj: 12.08.07, 11:08
  5. Hakkı Yavuztürk Hakka Yürüdü
    By EnVaR in forum Bediüzzaman'ın Talebeleri
    Cevaplar: 12
    Son Mesaj: 15.01.07, 11:34

Bu Konudaki Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
Google Grupları
RisaleForum grubuna abone ol
E-posta:
Bu grubu ziyaret et

Search Engine Friendly URLs by vBSEO 3.6.0