Konu Kapatılmıştır
7. Sayfa - Toplam 7 Sayfa var BirinciBirinci ... 5 6 7
Gösterilen sonuçlar: 61 ile 69 ve 69

Konu: Risale-i Nurlardan İçtimai-Siyasi Ölçüler

  1. #61
    Ehil Üye Abdulbaki - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Aug 2006
    Yaş
    60
    Mesajlar
    3.610

    Standart

    Bu konunun aç?lmas? bir partiyi öne ç?karmak ve Nur talebelerini aktif siyasetin içine çekmek kesinlikle değildir.Biliyoruz ki siyasi ve sosyal hadiselerle herkez az çok ilgileniyor.O zaman bizlere her alanda rehber olan risale-i Nurlardan derli toplu bir çal?şma yapmaya gayret edelim ki nefisler ve duygular yerine Risale-i Nular ve hakikatler konuşsun istedik.Bu çal?şma ile bir tak?m münakaşa ve tart?şma yollar?n?nda kapanmas?n? arzu ettik.Onun içinde önce Risale-i Nurlar?n ilgili yerlerindeki müteferrik konular? birleştirmeye çal?şt?k.Daha da devam edilebilir ancak şimdilik bir kaç yaz? eklemekle konuyu tamamlayal?m.
    Risale-i Nurlar Kur'an?n manevi bir tefsiri olmas? nedeniyle Kur'ani bir metod takip eder.Yani Risale-i Nurlar?n hocas? yine Risale-i Nurlard?r.Onun için Risale-i Nurlar?n bir meselesini diğer bir yer şerh ve izah eder.Bu kareleri birleştirip bakmak daha isabetli olmal?d?r.Yoksa belirli dönemlerin şartlar?na göre Üstad?n ald?ğ? duruşlar? onun hayat?n?n ve Risale-i Nurlar?n bütününe teşmil edersek eksik olmuş olur.
    Mesela,Üstad Eski Said devresinde siyasete girmiş ve kesinlikle dini siyasete alet etmemiş,sadece siyaseti dine alet ve dost yapm?şt?r.Ancak ?kinci Said devresinde şartlar değişmir ve siyasetle "Böyle f?rt?nal? bir zamanda sağlam hişzmet edilmez."düsturu ile yeni bir dönemin işaretlerini ve duruşunu sergilemiştir.Çünkü bu dönemde dehşetli fitneler ve f?rt?nalar başlam?şt?r.Peygamberimiz(asm) ise bu zamana işaret ederek siyasetle onlara galip gelemezsinin tavsiyesi ve Kur'an?n manevi dersleri olan manevi cihadla galip gelinir s?rr? ile Üstad duruşunu siyasetten kaçarak ve bakmayarak göstermiştir.Bu duruşta doğru ve şartlara uygundur.Risale-i Nur külliyat?n?n telif tarihinin sonlar?na kadar bu duruş devam etmiştir.Ancak Afyon hapsi Üstad?n hayat?nda yeni bir dönemin başlang?c? olarak görülür ve Üstad bu zamana kadar dünyaya ve siyasete bakmamay? büyük bir kusur olarak görür ve bu vazifeyi bilmemenin ise kendisine bir kusur teşkil etmediğini bildirir Şualarda.?şte bu tarihten sonra Üstad? Eski ve Yeni Saidin bir bileşkesi olan Kendi tabirince Üçüncü Said olarak görüyoruz.Bu dönemde Üstad ne Eski Said,ne de Yeni Said'dir.?ki saidin mezci bir durumdad?r.Vazifesi gereği Eski Said eserlerini tekrar toplar ve şerh,izah ve haşiyelerle tanzimlerini yaparak Risale-i Nur Külliyat?na dahil ettirir.(Münazarat,Sünuhat,Divan- Harbi,hutbe-i Şamiye...) ?şte 1950 y?l?ndan sonra da Emirdağ Lahikas?ndaki içtimai ve siyasi ölçüler mektuplarla yaz?larak siyasi vazifede tahakkuk ve tekemmül etmiş olur.
    Bizler Üstad?n hayat?n?n bütününe ve Risale-i Nur külliyat?n?n da bütününe bağl? kalarak ve hayat?m?za bakan her bir hadiseye bu ölçülerle bakmaya çal?ş?yoruz.Kimse bu duruşumuzdan dolay? bizi k?namaya hakk? yoktur Çünkü her duruşumuzun alt?nda Risale-i Nurlardan bir düsturun olduğuna inan?yoruz.Hiç bir kimseyi de bu duruşumuzdan dolay? bizim gibi durmuyor ve düşünmüyorlar diye sui-zan etmiyoruz,k?nam?yoruz ve tüm kardeşlerimize muhabbetimiz devam ediyor.Çünkü bizler Allah için seviyoruz
    Konu elff tarafından (22.05.07 Saat 19:48 ) değiştirilmiştir.

    Biz ise hem insancasına, hem Müslümancasına yaşamak istiyoruz. (Bediüzzaman)


  2. #62
    Ehil Üye Abdulbaki - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Aug 2006
    Yaş
    60
    Mesajlar
    3.610

    Standart

    ?SLÂM DÜNYASINDA DÜŞÜNCE HAREKETLER? VE H?ZMET METODLARI
    Genel bak?ş
    ?slâmî düşünce hareketlerinin zemininde onlara kaynakl?k eden, temelde dört ak?m? görüyoruz. Bunlar;
    1. M?s?r, Afrika ve Araplarda taraftar bulan “Müslüman Kardeşler” cemaati; hedeflerine hukuk yoluyla ulaşmaya çal?şmaktad?rlar.
    2. Hind Yar?madas?ndan Uzakdoğu'ya kadar olan bölgede ses getiren “Cemaat-i ?slâmî” hareketi; hedeflerine hukuk yoluyla ulaşmay? amaçlad?klar? halde, zaman zaman şiddet ve çat?şmaya girmekten kaç?nmamaktad?rlar.
    3. ?ran ve Suudi Arabistan gibi ülkelerde “Mezheb”e ve “Tarikat”a bağl? olarak gelişen hareketler; illegal yollardan çat?şmay? ve hedeflerine ulaşmay? tercih etmektedirler.
    4. “Risâle-i Nur” ekolü; siyaset yolu ile iktidar? ele geçirme gibi bir amaçlar? kesinlikle bulunmamaktad?r. Siyasetten ve çat?şmadan şiddetle kaç?nmaktad?rlar. Müsbet hareket yolunu tercih ederek toplumun fertlerini tek tek ayd?nlatmay? amaçlamaktad?rlar.
    Bu dört eğilimin en temel dayanağ? ve birleştiği nokta da, ?ttihad-? ?slâm düşüncesidir. Gayeleri, iman hakikatlerinin inkişaf? ve idrak edilmesidir.
    ?slâmî hizmetlerde kuvvet kullan?m?nda ise iki yaklaş?m vard?r:
    1- Amaca ulaşmak için her türlü şiddete cevaz veren, yukar?dan aşağ?ya nüfuz etmeyi hedef edinen ihtilâlci yaklaş?m. Tepeden inmeci ve kestirme bir yol izleyerek kolayc?l?ğa kaçt?klar?ndan, ?slâmî esaslara uymad?klar?ndan, hem Müslümanlara, hem de başkalar?na zarar verdiklerinden pek de tasvip edilmeyen ve çabuk çökmeye mahkûm olan bir yaklaş?md?r.
    2- Peygamberî yaklaş?m. Ferdi esas al?p, ferdin donat?lmas?na hizmet ettiklerinden ve büyük zulümleri doğuran kuvvetten ve siyasetten kaç?nd?klar?ndan daha etkin, kal?c? ve kabul gören bir yaklaş?md?r.


    Düşünce hareketlerinin temel amaçlar? ve hizmet metotlar?:
    1. ?hvan-? Müslimin (Müslüman Kardeşler) hareketi:
    1926 y?l?nda Hasan el-Benna taraf?ndan kurulan ?hvan-? Müslimin Cemaati, asl?nda siyasî bir teşkilâtt?r. Tümden ?slâmî geleneklerin yok edildiği bir dönemde ?slâm Birliğini diriltme misyonu ile ortaya ç?km?şt?r. ?hvan-? Müsliminin fikrî öncülerinden biri Muhammed Abduh’dur. Halk? hesaba katmadan bir yere var?lamayacağ?n?n bilincinde olan Müslüman Kardeşler hareketi, ç?k?ş döneminde diğer birçok harekette görüldüğünün aksine halk? kucaklayan bir tavr? kendisine şiar edinmiştir.
    ?hvan’?n liderlerinden El-Benna s?n?rs?z bir kuvvet kullan?m?na taraftar olmamakla birlikte, kuvvetin belirli şartlarda kullan?labileceğini savunur. Ona göre gaye ne kadar meşrû olursa olsun, s?n?rs?z kuvvet kullan?m? dinî aç?dan hiçbir zaman tecviz edilemezdi


    2. Cemaat-i ?slâmî hareketi:
    20. yüzy?lda Hind Yar?madas?ndaki önemli çağdaş ?slâm düşüncesi hareketlerinden birisi de Mevdudî’nin kurduğu Cemaat-? ?slâmî’sidir.
    Cemaat-i ?slâmî hareketinin kültürel öncelikli ve geleneğe bağl? bir ç?k?ş noktas? olmas?na rağmen, gerçekleştirdiği faaliyetlerinin sonunun gelmemesi ve belirsizliğini korumas?, hareketin akim kalmas? sonucunu doğurmuştur.
    3. Mezheb ve tarikat hareketleri : Mezhebler: Peygamberimiz’in (asm) ve ashab?n?n dönemlerinde içtihada gerek görülmediği gibi, mezheplere de ihtiyaç duyulmam?şt?r. Zamanla ?slâm devletinin s?n?rlar?n?n genişlemesi, ashab?n azalmas? ve yeni yeni meselelerin ortaya ç?kmas? farkl? görüşleri de beraberinde getirmiştir. Ümmeti dinin kaynağ?nda birleştirip vahdeti sağlamak için Peygamberimizin (asm) hadislerini toplamak, tasnif ve tahlil etmek, birbirleri ve Kur’ân ile karş?laşt?rmak sureti ile hüküm ç?karma çal?şmalar?na girişilmiştir. Mezheplerin aralar?ndaki görüş ayr?l?klar?, teferruata ait meselelerde olmaktad?r. Dinin zarurî hükümlerinde ve tevili mümkün olmayan muhkemat?nda bütün hak mezhepler ittifak halindedirler..
    Mezhepler, amelî ve itikadî olmak üzere iki ayr? alanda oluşmuştur. Bunlardan Peygamber'in (asm) sünnetine uyan ve ashab?n? takip edenlere Ehl-i Sünnet mezhepler, bu yoldan sapanlara da Bid’a mezhepler denilmiştir.
    Amelî mezheplerde Ehl-i Sünnet olan dört büyük mezhep; Hanefî, Şafiî, Hanbelî ve Malikî’dir. ?tikadî hak mezhepler ise; Selefîlik, Maturîdilik ve Eş’arîlik’tir.
    Bid’a mezhepler: Yorumlar?n? daha ziyade kendi görüş ve fikirlerine dayand?ran, baz? sahabeleri sevgide aş?r?ya kaçan, baz?lar?na karş? da nefret duyan mezheplerdir. Ancak sünnete tam uygun olmad?klar?ndan mensuplar? Ehl-i Bid’a olarak tan?mlanmaktad?rlar. Bu mezhepler her ne kadar Ehl-i Sünnet d?ş?nda olsalar da, her biri bir hakka ve hakikate dayand?ğ? için bütün bütün d?şlanamazlar.
    Tarikatlar: ?slâmî görüşlerin hâkim olduğu ve yaşand?ğ? zamanlarda hizmet etmişler, kalbi işlettirmek suretiyle Allah’a ulaşmay? hedeflemişlerdir. Gayeleri, Peygamberimiz’in (asm) Sünnet-i Seniyyesi dairesinde ve Mi’rac’?n?n gölgesinde kalp yoluyla, ruhânî bir seyahat neticesinde imânî ve Kur’ânî hakikatlere sahip olmak ve şirin, nurânî, neşeli, ruhânî, kutsî hakikatleri yaşamakt?r. En mühim esaslar?, dünyay? sevmeyerek ihlâs ve muhabbetle hizmet etmektir. Zamanla tarikatlarda da bid’a ehli olanlar olmuştur.

    4. Risâle-i Nur ekolü:
    Risâle-i Nur ekolü, hizmet anlay?ş?nda şiddet ve çat?şma yerine, demokrasi ve müsbet hareketi ikame etmiştir. Müslümanlar?n içine düştüğü s?k?nt?lardan kurtulabilmeleri için en çok hürriyet, meşrûtiyet ve demokrasi kavramlar?na vurguda bulunmuştur. Cemaat-devlet ilişkisinde Risâle-i Nur ekolünün temelleri iki ana çizgiyle belirlenir. Bunlar; iktidara talip olmama, şiddet ve çat?şmay? reddetmedir. Nur ekolünün bu özelliği, orijinaldir.
    Ahlâkta ve hayatta zulmetli bir anarşilik ve zulümlü bir dinsizlik ifsada başlad?ğ?ndan siyasal, toplumsal ve dinî bak?mdan büyük bir tahribat vard?r. Bu tahribata karş? durabilmek için iki yol vard?r: Birincisi; siyaset yoluyla tamire çal?şmak, ikincisi de; mânevî cihad tarz?nda iman hakikatlerini neşretmek. Bu tamirat?n büyük bir k?sm?, mânevî cihad yolunu seçen Risâle-i Nur ekolüne düşmektedir.
    Birinci yol tamirden çok tahribe sebep olabilir, dinin siyasete alet edilmesi söz konusu olabileceğinden, eldeki elmas değerindeki hakikatler, insanlar?n nazar?nda cam parçalar?na dönüşebilir. Ayr?ca dine, bütün siyasal oluşumlar?n ihtiyac? vard?r. Din bir partiye veya bir zümreye münhas?r k?l?n?rsa, o parti veya zümrenin muhalifleri dine de muhalefet etmeye başlayabilir. Bu bak?mdan siyaset yoluyla dine hizmet yarardan çok zarar getirir. Bediüzzaman, Hz. Hasan’?n (r.a.) cepheleşmelere ve çat?şmalara zemin haz?rlamamak için hilafetten feragat ettiği gibi, siyasetten feragat etmiştir. Çat?şma yerine müspet hareket ya da Hasanî tav?r sergilemiştir. ?kinci yol olan iman hakikatlerini neşretme vazifesini üstlenmiştir. Bunu da “cihad-? mânevî” tarz?nda yapm?şt?r.
    Bediüzzaman, genel olarak tevhid, nübüvvet, haşir ve adalet konular?n?n ispat? yönünde gayret sarf etmiştir. Muhataplar?; yak?n planda avam tabakas?, uzak planda materyalist ve ateist filozoflard?r. Temel amac?, gelenekten koparak materyalist düşüncenin etkisi alt?na giren ve sadece gördüklerine inan?r duruma düşen insanlar?, yani avam?n iman?n? kurtarmakt?r.
    Bediüzzaman, Risâle-i Nur ak?m?n?n Kur’anî ve Peygamberî, diğerlerinin ise; temelde Kur’ânî olmakla birlikte, özünden farkl?laşm?ş bir ak?m olduğunu ifade eder. ?hvan-? Müslimin her ne kadar tedricîliği esas al?p, iman, hayat, şeriat ve ittihad hiyerarşisine riayet etse dahi, kullan?lan yöntem noktas?nda Bediüzzaman gibi dakik davranamam?ş ve burada hiyerarşiyi bozmuştur. Dolay?s?yla ?hvan hareketinde iltibas vaki olmuş ve cemaat içinden bir tak?m ifrat ve tefrit ak?mlar? zuhur
    __________________
    __________________

    Konu elff tarafından (22.05.07 Saat 20:08 ) değiştirilmiştir.

    Biz ise hem insancasına, hem Müslümancasına yaşamak istiyoruz. (Bediüzzaman)


  3. #63
    Ehil Üye Abdulbaki - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Aug 2006
    Yaş
    60
    Mesajlar
    3.610

    Standart

    Siyaset, Sebeb, Şeytan, Şerr


    Senai Demirci

    Siyaset, Risale-i Nur’un ve Risale-i Nur muhataplar?n?n belki de en çok referans gösterdikleri kavram olmakla birlikte, gerek Risale-i Nur metinleri içinde çok farkl? ve hatta çelişkili görülen eksenlere oturmakta, gerekse Risale-i Nur muhataplar?n?n pratiklerinde değişken ve tart?şmal? uygulamalara konu olmaktad?r. Dolay?s?yla, “siyaset” kelimesi üzerinde, iletişimin şart? olan “anlamlar?n paylaş?lmas? süreci”nin henüz gerçekleşmediğini söyleyebiliriz. Anlaş?lan o ki, herkesin anlam dünyas?nda ‘siyaset’in farkl? bir konumu var; kelime bu farkl? konumlara göre farkl? ve çelişkili ç?kar?mlara ve tav?rlara gerekçe k?l?n?yor. Şu durumda, ‘siyaset’i ve ona bağl? olarak ortaya ç?kan ‘iktidar’, ‘ehven-i şer’, ‘devlet’, ‘siyasal ?slam’, ‘dini siyasete alet’ gibi türev anlamlar?n? yerine oturtma çabas?n? öncelemek gerekiyor.
    Siyaset ve Ben
    Siyaset, basitçe, idare etmek ve yönetmek anlamlar?na gelen ‘siyasa’ kökünden gelir. Bu durumda, ‘siyasa’y? kendine iş edinen bir özne ve ‘siyasa’ya konu olan bir nesne gerekir. Siyasay? kendine iş edinen özne, yani ‘seyis’ yönettiği ya da idare ettiği nesne için bir tercihte bulunur, bir irade ya da seçim ortaya koyar. Şu halde, ‘siyasa’ eyleminin öznesinin, bir irade sahibi olmas?, yani seçme özgürlüğü bulunmas? gerekiyor; iradesiz ve özgür olmayan birinin siyaset yapmas?ndan söz edilemez. ‘Siyasa’ eyleminin gerçekleşmesinin ikinci şart? ise, bir ‘siyasa’ nesnesinin varl?ğ?d?r; elinde yönetebileceği ya da özgür iradesiyle yönlendirebileceği bir şey olmayan kişinin ‘siyaset’inden söz edilemez. Siyasa nesnesinin yönlendirilebilir ya da idare edilebilir olmas?, siyasa öznesinin ‘iktidar’?d?r; herhangi bir şeyi kendi tercihine göre değiştirebilir durumda olan kişi, o şeyin seyisliğini üstlenmiş, bir diğer ifadeyle, o şeyin ‘iktidar’?n? ele alm?ş demektir.
    Miktar? ve mahiyeti ne olursa olsun, elinin alt?nda değiştirebileceği, yönetebileceği, yönlendirebileceği bir şey olan herkes, kaç?n?lmaz olarak ‘siyasa eylemi’nin öznesidir; bir diğer ifadeyle ‘siyaset’eder.
    Özetle “ben” dediğimiz yerde siyasa eylemi başlar, “benim” dediğimiz yerde de siyasa eyleminin nesnesi belirir.
    ‘Siyaset’e atfedilen bu anlam üzerinde ittifak ediliyorsa, Risale-i Nur eksenli bir siyaset çal?şmas?n?n hareket noktalar?ndan biri, Alt?nc? Söz olabilir. Zira, Alt?nc? Söz’de en temel iktidar?m?zdan ve bu iktidar?n getirdiği en temel siyasa sorumluluğumuzdan söz edilir: “Nefis ve mal?n? Cenab-? Hakka satmak ve Ona abd olmak ve asker olmak” Nefis ve mal?m?z, burada elimizin alt?nda olan ve irademizle yönetebileceğimiz bir siyasa nesnesi olarak zikredilir. Nitekim, nefis ve mal?m?z, yani kendi varl?ğ?m?z ve elimizin alt?ndaki mallar?m?z?n bir iktidar ve siyaset konusu olduğu, Alt?nc? Söz’ün temsilî hikayeciğinde daha aç?kça vurgulan?r:
    “Bir zaman bir padişah, raiyetinden iki adama, herbirisine emaneten birer çiftlik verir ki, içinde fabrika, makine, at, silâh gibi herşey var. Fakat f?rt?nal? bir muharebe zaman? olduğundan hiçbir şey karar?nda kalmaz; ya mahvolur veya tebeddül eder, gider. Padişah, o iki nefere, kemâl-i merhametinden, bir yaver-i ekremini gönderdi. Gayet merhametkâr bir ferman ile onlara diyordu: “Elinizde olan emanetimi bana sat?n?z...”.
    Burada ortaya konan bir teklif olduğuna göre, bu teklifin muhataplar? seçme özgürlüğü içinde olmal? ve ellerinde seçimlerine göre yönlendirilebilecek bir siyaset nesnesi var olmal?d?r. ‘Teklif’in detaylar?nda da siyasa eyleminin bileşenleri öne ç?kar:
    “Elinizde olan emanetimi bana sat?n?z; tâ sizin için muhafaza edeyim, beyhude zayi olmas?n. Hem muharebe bittikten sonra, size daha güzel bir surette iade edeceğim. Hem güya o emanet mal?n?zd?r; pek büyük bir fiyat size vereceğim. Hem o makine ve fabrikadaki aletler benim nam?mla ve benim tezgâh?mda işlettirilecek; hem fiyat?, hem ücretleri birden bine yükselecek. Bütün o kâr? size vereceğim. Hem de siz, âciz ve fakirsiniz. O koca işlerin masârifât?n? tedarik edemezsiniz. Bütün masârifât? ve levaz?mât?, ben deruhte ederim. Bütün varidat? ve menfaat? size vereceğim. Hem de terhisat zaman?na kadar elinizde b?rakacağ?m.”
    Elde bulunan ya da b?rak?lan, satmaya, muhafaza etmeye, işletmeye konu olan ve bir fiyat? olan ve kâr ihtimali bulunan her mal, bir tercihe, bir seçime konu olduğuna göre, siyasetin nesnesidir. Şu durumda, Alt?nc? Söz’ün aç?l?m?yla, “daire-i hayat”?m?z içindeki herşey, yani “cisim, ruh ve kalb”imiz ve “onlar içindeki göz, dil, ak?l ve hayal gibi zahirî ve bat?nî hasseler”imiz bir siyasetin konusudur. Her birimiz, bir insan olarak, elimizde bulunan her şeyin “iktidar”?nday?z; onlar? yönlendirme ve biçimlendirme “kudretine sahip” görünüyoruz; o halde Alt?nc? Söz’ün ana fikrine kaynakl?k eden Tevbe Suresinin 111. ayetindeki teklif bir “ticaret-i azîme”yi ilân ettiği kadar, bir “siyaset-i azîme”ye davet ediyor olabilir:
    “Allah mü’minlerin nefislerine ve mallar?na cennet karş?l?ğ? müşteridir.” (Bak?n?z. Tevbe (9) 111)
    Şu durumda nefsi olan ve elininin alt?nda miktar? ve mahiyeti ne olursa olsun bir mal? bulunan herkes, birşeylerin iktidar?na sahiptir, iktidar?nda olduğu şeyler konusunda bir tercihle karş?ya karş?yad?r, dolay?s?yla bir şeylerin siyasetiyle mükelleftir. ?radesi ve kudreti olan hiç kimse siyasa eyleminin sorumluluğundan kaçamaz. Ne yaparsa siyasad?r, siyasettir.
    Siyaset ve Devlet
    Ne var ki, ‘siyaset’i bu kadar mutlak bir mana içinde yorumlamak ve aç?mlamak ancak teorik düzlemde kal?r, pratikte ‘siyaset’ yine bu mutlak anlamdan kaynaklanan ve bu anlama dayanan özel ve dar kullan?mlar?n konusudur. Meselâ, koyunlar?na çobanl?k eden bir saf çoban?n bilinen popüler anlam?yla bir siyaset yapt?ğ?ndan söz edilemeyebilir; ancak hayvanlar? yönetmeyi/yönlendirmeyi karş?layan “seyis” kelimesi de “siyasa”dan kök al?r. Alt?nc? Söz’ün ay?r?m?yla, meselâ ruhun penceresi olan gözünü, nefis hesab?na çal?şt?rmay? tercih edip, “geçici, devams?z baz? güzellikleri, manzaralar? seyirle şehvet ve heves-i nefsaniyeye bir kavvad derekesinde bir hizmetkâr eden” adam?n da ülke idare etmek, bir şehre belediye başkanl?ğ? yapmak anlam?nda bir siyasî eylemi söz konusu değildir; ancak kelimenin tam anlam?yla, bak?ş gibi bir sermayeyi işletme konusunda idarî zaaf sergilemekte, tüm bir kâinata renk veren göz gibi bir şehri yanl?ş yönetmekte olduğu söylenebilir.
    “Siyaset”in anlam?n?n belli büyüklükteki ve mahiyetteki siyasa nesnelerine göre daralt?ld?ğ?n? dikkate al?nca, Risale-i Nur’daki kimi ‘siyaset’ tabirlerinin ay?r?m?n? daha rahatl?kla yapabiliriz:
    “Şeriat da yüzde doksan dokuz ahlak, ibadet, ahiret ve fazilete aittir; yüzde bir nisbetinde siyasete mütealliktir. Onu da ulûlemirlerimiz düşünsünler”
    Burada kastedilen “siyaset”, pek aç?k ki, “ulûlemir” denilen, belli bir meslek ve/veya ilgi grubunun, meselâ “devlet adamlar?”n?n, “yerel yöneticiler”in öznesi olduğu özel boyut ve mahiyetteki fiillerdir. ‘Siyaset’in Alt?nc? Söz’e konu edilen ve ayetlerde bütün hayat?m?z? yönlendirmeye ve biçimlendirmeye yönelik vahyî tekliflerle ortaya ç?kan mutlak ve geniş anlam?, pek tabii ki, “şeriat?n yüzde doksan dokuzluk” k?sm?nda da mevcuttur. Gözümüzü, dilimizi, akl?m?z?, kalbimizi, duygular?m?z?, bedenimizi, zaman?m?z?, elimizdeki imkânlar? nas?l yöneteceğimizin ve biçimlendireceğimizin belirlendiği alan “ahlak, ibadet, ahiret ve fazilet”e aittir ve hiç şüphesiz bir siyasa eylemidir. Ne var ki, “ulûlemir”e yani, bir devlet idarecilerine b?rak?lan yönetim ve tasarruflar bir ihtisas ve ilgi işidir; bunu bizim ad?m?za “onlar düşünsünler”dir. Kald? ki, bu “siyaset”e müteallik düşüncelerde de, şeriat?n yüzde doksan dokuzunu oluşturan, “ahlak, ibadet, ahiret ve fazilete ait” hükümler hareket noktas?d?r; “ulûlemir”in kendilerine b?rak?lan “siyaset”i bu hükümlere göre düşünmeleri beklenir, istenir. Bu cümleyi, şeriat?n, gerektiğinde ve s?ras? geldiğinde devlet boyutuna ulaşan “siyaset”lere kör ve sağ?r olduğu, bigâne ve kay?ts?z kald?ğ? şeklinde, seküler, baş?boş ve sorumsuz bir hareket alan?na zemin aramaya yönelik yorumlar? sahih değildir; insan tercihlerinin konu olduğu her fiilde, hiç şüphesiz ki, “kul-Rab” ekseninde genişleyen “ahlak, ibadet, ahiret ve fazilete ait” hükümler geçerlidir. Dolay?s?yla, “ulûlemre b?rak?lan “siyaset”, dinin devlete kar?şmad?ğ?, devlet yönetimiyle ilgilenmediği şeklinde değil, vatandaş olarak devlet içinde ya da daha başka s?fatlarla bir yönetim alan?n?n belirlediği kurallar içinde yaşama sözü vermiş her bireyin, meselâ “dindar bir vatandaş”?n ilgili yönetimin teknik detaylar?n? ilgili yöneticilere havale etmesi olarak yorumlanmal?d?r; burada kastedilen yönetim tercihlerine bigane kalmak, yöneticilerin her isteğini sorgusuz sualsiz ve mutlak itaatle yerine getirmek demek değildir. Diğer taraftan, böylesi bir devaml?l?k, devlet ya da daha dar kapsaml? bir iktidar odağ?n?n, ?slam ad?na vatandaşlar?na ya da üyelerine bir dayatma sunmas? olarak yorumlanmamal?, şeriat?n yüzde birlik k?sm?, şeriat?n yüzde doksan dokuzluk k?sm?n?n hür irade ve sorumluluk sahibi insanlar taraf?ndan yerine getirilebilmesi için gerekli özgürlük ve serbestlik alan?n? sağlar; yani devlet Müslümanl?k ad?na da olsa, bireyler karş?s?nda totaliter ve zorlay?c? olamaz; ancak bireylere dilerlerse Müslümanca yaşama alan? sağlar.
    Konu elff tarafından (22.05.07 Saat 20:10 ) değiştirilmiştir.

    Biz ise hem insancasına, hem Müslümancasına yaşamak istiyoruz. (Bediüzzaman)


  4. #64
    Ehil Üye Abdulbaki - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Aug 2006
    Yaş
    60
    Mesajlar
    3.610

    Standart

    Bu bak?mdan, “siyaset”in “ulûlemr”in “düşünmesi”ne b?rak?lmas?, mutlak bir kay?ts?zl?k ya da ilkesiz bir ilgisizlik tavr? değil, “kul-Rab” ekseninde gerçekleşen “ahlak, ibadet, ahiret ve fazilete ait” fiilleri de incitmeyecek bir özgürlük talebini de içermesi kaç?n?lmaz bir “vatandaş-devlet” ilişkisinin ya da “birey-otorite” sözleşmesinin esnekliği ve değişebilirliği ad?nad?r.
    “Eski Said”in, meselâ, “Neden geldin geleli siyasete kar?şm?yorsun?” sorusuna verdiği cevapta, ?spanyol hastal?ğ?’na benzettiği “?stanbul siyaseti”, pek aç?k ki, ?stanbul’da, yani payitahtta, devlet ad?na, “ulûlemr”in öznelik ettiği siyasa eylemleridir. Sorudan ç?karsad?ğ?m?z, “kar?şmama” tavr? da, “?stanbul siyaseti” denen siyasa eylemlerinin, siyaset etmenin şart? olan irade ve iktidar sahipliğinin art?k gerçekleşmediği gerekçesine dayan?r. Yani, ?stanbul ad?na yap?lan tüm siyasal eylemlerin baş?nda duran ve öznesi görünen birileri vard?r ama art?k kendi irade ve kudretleriyle siyasa ediyor değillerdir.
    “Biz müteharrik-i bizzat değiliz, bilvas?ta müteharrikiz. Avrupa üflüyor, biz burada oynuyoruz. O tenvim ile telkin eder, biz kendimizden hayal edip, asammâne tahribimizde eser-i telkini icra ederiz.”
    Burada, siyasete kar?şmamak, gerçekte, Eski Said’in tercihidir ve dolay?s?yla “ben” olarak gerçekleştirdiği bir siyasa eylemidir. Birinci tekil şah?s olarak, yani “ben” olarak Said Nursi, devlet ad?na yürütülen siyasa eylemlerine kar?şmama yönünde bir siyaset uygulamaktad?r. Sonuç olarak, “ben” öznesiyle her daim siyaset yapar?z, ancak “devlet” öznesiyle yap?lan siyasete her zaman “ben” olarak kar?şmayabiliriz ve kat?lamayabiliriz. “Ben”in uygulad?ğ? siyaset ile “devlet” ya da bir başka özne olarak uygulanan siyaset aras?nda pratiğe dayal? bir ay?r?m vard?r. Devletin siyaseti elimizde değilse, ya da elimizde bu siyaseti yönlendirecek bir iktidar yoksa, kar?şmay?z, çünkü elimizde olmayan şeyin siyaseti olmaz, olamaz. Bununla beraber, devletin siyasetine—oy vermek gibi—elimizde olan irade kadar katk?da bulunabiliriz. Oy vermek, devlet ad?na elimizde olan? yönlendirmek, irademizi kullanmak anlam?na geldiği için bir siyasî katk?d?r.
    ?şte tam burada, siyaset kelimesinin anlam?na ilişkin yeni bir ay?r?ma da denk geliyoruz. Siyaset, elimizde olan? yönlendirmek şeklindeki anlam?na ek olarak, elimizde olmayan? elde etmek anlam?nda da kullan?labiliyor. Eldekini yönetme eylemleri siyaset ise, bir şeyi elde etmeye yönelik eylemler de siyaset olabilir mi?
    Siyaset ve Sebeb
    “Eldekini yönetmek” ile “ele geçirmek” aras?nda görünüşte pratik bir anlamdaşl?k ve devaml?l?k vard?r. Eldeki imkânlar?m?z? yöneterek, sonuçta elde olmayan bir şeyi elde ederiz. Çünkü, elimizin alt?ndaki bir tak?m sebepleri bir araya getirerek, elimizden uzaktaki bir sonucu elde etmeye çabalar?z. Örneğin, bu yaz?y? yazan yazar?n şu anda yapt?ğ? da budur, henüz yaz?n?n tamam? elinde değildir, ancak eldeki imkanlar?—bilgi, referans kitaplar, muhakeme, klavye vesaire—yaz?y? elde etme yolunda kullanmakta ve yönetmektedir. Ayn? şekilde, elindeki oy verme hakk?n? kullanan her seçmen, teorik olarak devlet yönetimini ele geçirme teşebbüsü içindedir. Gelin görün ki, birileri oy verme eyleminin hak olduğunu teslim ettiği halde, “devleti ele geçirme” teşebbüsünü ağ?r suç sayabilir.
    Burada, ele geçirmek istediğimiz sonucun, elimizdeki sebepleri nas?l kullanacağ?m?z? belirlemesi gündeme geliyor ki, sonucu ele geçirmeye yönelik her türlü sebep başvurusu bir “siyasa” eylemidir. Şu halde, siyasa eylemini, sebep-sonuç aras?nda da tan?mlamam?z gerekir. Her eylemin kaç?n?lmaz olarak bir sebep-sonuç aras?na denk geldiği şu dünyada, eylemlerin biçimini ve yönünü tan?mlayan siyasetin de sebep-sonuç ekseninde konuşlanmas? önemlidir.
    Mutezile ve Cebriye gibi iki önemli sapmaya konu olmuş ve halen de zihnimize yer etmeye haz?r keskin bir kavga alan? olan sebep-sonuç ilişkisi, Risale-i Nur argümanlar?n?n merkezinde yer al?r. Sebepleri bir araya getirmek insan?n elindedir, sonuçlar ise insan elinin ulaşamayacağ? uzakl?ktad?r. Dolay?s?yla, sebeplerden sonuçlara uzanan yolda, tercihlerimize konu olan bir siyasa eylemi söz konusudur.
    Sünuhat’?n şu incelikli cümlesi, en baş?nda, gramer yap?s?yla bu sebep-sonuç aras?ndaki siyasan?n kural?n? koyor:
    “Tertib-i mukaddematta tefviz tembelliktir; terettüb-ü neticede tevekküldür.”
    ‘Tertib-i mukaddemat’, bir işin bidayeti ya da iş için gerekli sebeblerin bir araya getirilmesi anlam?na gelir. Mukaddemelerin tertibi, yani başlang?çlar?n bir araya getirilmesinde, insana iş düşer; eğer tefviz ederse, yani Cebriye gibi işi Cenab-? Hakk’a havale ederse, tembellik etmiş olur. Neticelerin bir araya getirilmesi ise, insan?n işi değildir; insan?n eli sonuçlar?n icad?na erişmez; bu yüzden işin nihayetinde elinde gelen bir şey yoktur, sadece bekler. ?nsana burada tefviz etmeli, yani Cenab-? Hakk’a tevekkül etmelidir. Yoksa Mutezile gibi sonuçlar? da kendi eline almaya kalkar, hayr? da kendinden bilip gurura kap? açar. Sünuhat’?n bu cümlesinde, ‘tertib-i mukaddemat’ deyiminde, tertip kelimesinin bilerek ‘aktif’ halde kullan?lmas?, insan?n baştaki tercihi ile ‘fail’ olduğunu, ‘terettüb-ü netice’ deyiminde tertib kelimesinin ‘tertip edilmek’ anlam?nda ‘pasif’ halde seçilmesi, insana işin sonuçlanmas?nda birşey düşmediğini ima eder.
    ?şaratü’l ?’caz’?n ‘bidayet’ kelimesi ve Sünuhat’?n ‘tertib-i mukaddemat’ ibaresi, Birinci Söz’de ‘hayr?n baş?’na denk gelir. ?şaratü’l ?’caz’?n ‘nihayet’ kelimesi ve Sünuhat’?n ‘terettüb-ü netice’ ibaresi ise ‘hayr’a tekabül eder. Kader Risalesi’nin ölçüsüne göre, insan?n irade-i cüz’iyesi tertib-i mukaddematta, yani ‘hayr?n baş?’nda geçerlidir; ‘siyasa’ya yüklediğimiz anlam burada gerçekleşir. ‘Terettüb-ü netice’ ya da ‘hay?r’ ise insana ait değildir; Cenab-? Hakk’?n irade-i külliyesine aittir; O’nun halk?na ve icad?na bakar; insan tercihlerinin d?ş?nda kalan bu alanda, dolay?s?yla bir ‘siyasa’dan söz edilemez.
    Tüm bu ay?r?mlar?n üzerimize düşen siyasa eylemi ile ilişkisine gelince, Kader Risalesi’nin bir cümlesini aktarmak gerekiyor:
    ‘?rade-i cüz’iye-yi insaniye ve cüz’-i ihtiyaresi, çendan zaiftir, bir emr-i itibaridir, fakat Cenab-? Hakk ve Hakim-i Mutlak o zaif, cüz’-i iradeyi, irade-i külliyesinin taallukuna bir şart-? adi yapm?şt?r. Yani, manen der: ‘Ey abdim, ihtiyar?nla hangi yolu istersen, seni o yolda götürürüm. Öyleyse, mesuliyet sana aittir.’
    Bu ifadede, baştaki ay?r?mlar?m?za paralel olarak, insana düşenin yolu seçmek olduğu, fakat o yolun nihayetine erişmenin insana ait olmad?ğ? anlaş?l?yor. Böylece sorumluluğumuzun ve siyasetimizin sadece ihtiyar?m?z?n ve cüz’i irademizin geçerli olduğu, tertib-i mukaddematta, bidayette, yolu seçmede, yani hayr?n baş?nda gerçekleştiğini anl?yoruz. Bir diğer ifadeyle, siyasetimizi ve sorumluluğumuzu terettüb-ü neticeye, nihayete, vard?ğ?m?z menzile, yani hayr?n kendisine bağlam?yoruz.
    Has?l? insan kendi ubudiyet alan? içindeki eylemlerinin siyasas?n? maksad?nda arad?ğ? kadar ve hatta ondan önce, takip ettiği tarikte aramal?d?r. Sonuç ve maksad, Cenab-? Hakk?n icad?na ve irade-i külliyesine bakt?ğ? için, her halükârda güzeldir ve hay?r olacakt?r. Lakin, insan?n o hayr? isterken iradesini ve ihtiyar?n?n nas?l kulland?ğ? kendi ‘siyasî’ sorumluluk alan?n? belirler. Yoksa, gayr-i meşru bir tarikle meşru bir maksada muvaffak olmak, insan?n hayr? tercih ettiğini değil, Cenab-? Hakk?n hayr? icad ve irade ettiğini gösterir. ?nsan?n hayr? tercihi, seçtiği yolda, güttüğü siyasette, yani ‘hayr?n baş?’nda başlar. Bu yüzden insan?n “ben” olarak yürüttüğü siyasetin sorumluluğu sebeplerin tertibi hengâm?na, ya da hayr?n baş?na denk gelir. Hay?r ya da şerr tercihi, hep başlardad?r ve insan?n yap?p ettiği de başlamaktan ibarettir; sonuç olarak elde edilenler, yani nihayetler ve hay?rlar insan?n tercihine konu değildir, insan onlar? sadece ister ve dua eder. ?cada konu olan sonuç, insan?n tercihine isteme ekseninde konu olabilir, insan?n yap?p ettikleri aras?nda say?lamaz. ?nsan? yap?p ettiği sadece sonuca giden yoldaki eylemleridir. Allah’?n ad?yla hareket etmek ya da etmemek tercihi, yani kulluk siyaseti, hayr?n icad?na değil, hayr?n baş?na endekslidir, sebeplerin haz?r edilmesinde başlar ve biter.
    Modern anlam?yla (ve de uygulamas?yla), siyaset, bu ay?r?m? ciddiye almaz. ?nsan?n eylemleri ve tercihlerini kul olma alan? içinde değerlendirmediği için, insan? kat? bir determinizm zemininde sonuçlar? icad eden, yaratan, gerçekleştiren Yarat?c?’n?n yerine koyar. ?nsan?n iradesi ve kudreti ile sonuçlar aras?ndaki sonsuz mesafeyi yok sayd?ğ? için, kulun fiillerini sonuçlara doğrudan yap?ş?k olarak bellediği için, insan eylemlerinin siyasas?n? sonuçlara göre belirler. Bu yüzden, modern siyaset, pek de hakl? olarak, ‘sonuç alma sanat?’ olarak tarif edilmektedir. Bu tarif, siyasetçiye, mutlaka sonuç almas? gerektiğini ima ederken, bu işi ne pahas?na yapacağ? konusunda bir s?n?rlama getirmez. Aslolan sonuç almakt?r ve bu sonuca giden yolun nas?l olacağ? siyasetçinin bu tarifteki ‘sanat’ kelimesini nas?l yorumlayacağ?na bağl?d?r. O halde, sonuca giden yol, sonucu elde etmeyi garantilemek ad?na, olabildiğince esnetilebilir, genişletilebilir, s?n?r tan?maks?z?n tevil edilebilir. Nas?lsa, sonuca gitmek için yap?lan herşey, sonuca ulaş?ld?ğ?nda bir tür siyasi meşruiyet kazanacakt?r. Yani, siyasetçinin ahlak?n? hangi yolu takip ettiği değil, yolun sonunda elde ettiği başar? ve muvaffakiyet belirler, bu tarife göre. Öyle ki, meşru bir maksada erişmiş bir siyasetçiye, vas?talar?n?n da meşru olup olmad?ğ? sorulmaz; sonuç ald?ğ?na göre, sorgulanamaz ve dokunulmaz bir meşruiyetle kuşanm?şt?r art?k.
    Tam burada bir yine “devlet büyüğü”nün Onyedinci Lem’a’da zikredilen bir tavr?n? aktaral?m:
    Konu elff tarafından (22.05.07 Saat 20:12 ) değiştirilmiştir.

    Biz ise hem insancasına, hem Müslümancasına yaşamak istiyoruz. (Bediüzzaman)


  5. #65
    Ehil Üye Abdulbaki - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Aug 2006
    Yaş
    60
    Mesajlar
    3.610

    Standart

    “...bir zaman, ?slam kahramanlar?ndan ve Cengiz’in ordusunu müteaddit defa mağlup eden Celaleddin-i Harzemşah harbe giderken, vüzeras? ve etba? ona demişler: “Sen muzaffer olacaks?n; Cenab-? Hakk seni galip edecek.” O demiş: “Ben Allah’?n emriyle, cihad yolunda hareket etmeye vazifedar?m. Cenab-? Hakk?n vazifesine kar?şmam. Muzaffer etmek veya mağlup etmek Onun vazifesidir.”
    Bu tav?rda bugünkü siyaset anlay?ş?na ters düşen bir ölçü vard?r. Celaleddin-i Harzemşah, modern siyasetçilerin aksine, kendi vazifesini sonuç almakta, yani galip gelmekte görmüyor; kendi vazifesinin sonuca giden yolda yürümekte, yani “cihad yolunda hareket etmek”te olduğunu söylüyor. Burada, “cihad yolunda hareket etmek” sebeptir, “muzaffer olmak” ise sonuçtur. Esasen, Celaleddin-i Harzemşah’?n yaklaş?m?ndan, onun sebep ve sonuç ilişkisine nas?l bakt?ğ? da ç?kar?labilir. Celaleddin-i Harzemşah, ehl-i i’tizal gibi, sebepler ve sonuçlar aras?nda deterministik bir ilişki (illiyet) farzediyor olsayd?, vezirleri ve tebas? gibi cihad yolunda hareket etmekle galibiyeti garantilediğini düşünecekti ve galip olmay? da kendine vazife edinecekti. Ama tam tersine, işin baş?n?, yani sebepleri tertip etmeyi, kendi üzerine al?yor; işin nihayetini, yani neticenin terettübünü ise Cenab-? Hakk’a b?rak?yor. Hikmet ve esbab dairesinde yaşayan bir insan olarak sebeplere tevessül etmeyi “emir” telakki ederken, itikad dairesinin hükmünce, yine sebeplerin bir perde ve bahane olduğunu bilerek, tesiri Cenab-? Hakk’a teslim ediyor.
    Bir diğer ifadeyle, Celaleddin-i Harzemşah kul olarak cüz’-i iradesini cihad yolunda hareket etmek yönünde kullan?yor, fakat galibiyeti Cenab-? Hakk’?n irade-i külliyesine b?rak?yor. Buna göre, Celaleddin-i Harzemşah, sadece cüz’-i iradesinin geçerli olduğu yerde, yani, işlerin bidayetinde, yani sebepleri tertip etmede, yapt?ğ? tercih sayesinde “mücahid” s?fat?n? al?r. Sonuç, kendi iradesiyle belirlenmediği içindir ki, Harzemşah, mağlup olduğunda mücahid s?fat?ndan olmad?ğ? gibi, bu s?fat? almas? mutlaka galib gelmesine bağl? da değildir. K?sacas?, Celaleddin-i Harzemşah cihadda muzaffer olduğu için değil, cihad yolunda çal?şmay?, cihad yolunda çal?şmamaya tercih için mücahiddir. Keza, Resul-ü Ekrem Aleyhisselatü Vesselam insanlara hakk? dinlettirdiği ve hidayet verilmesini sağlad?ğ? için değil, bir sonuçlara elinin yetişmediğini ve iradesinin yetmediğini bilen bir “kul” olarak sadece tebliğ ettiği için “mübelliğ” ve “resul”dür.
    ?şte burada Hutbe-i Şâmiye’nin ünlü haşiyesindeki kavramlar? yeniden yorumlamak gerekiyor:
    Ey kardeşlerim! K?rk beş sene evvel Eski Said’in bu dersinden anlaş?l?yor ki; o Said siyasetle, içtimaiyat-? ?slamiye ile ziyade alakadard?r. Fakat, sak?n zannetmeyiniz ki o, dini siyasete alet veya vesile yapmak mesleğinde gitmiş! Haşa belki o, bütün kuvvetiyle siyaseti dine alet ediyormuş. Ve derdi ki: “Dinin bir hakikatini bin siyasete feda ederim” Evet, o zamanda k?rk-elli sene evvel hissetmiş ki, baz? münaf?k z?nd?klar?n siyaseti dinsizliğe alet etmeye teşebbüs niyetlerine ve fikirlerine mukabil, o da bütün kuvvetiyle siyaseti ?slamiyetin hakaik?na bir hizmetkar, bir alet yapmaya çal?şm?ş.
    Fakat, o zamandan yirmi sene sonra gördü ki: O gizli münaf?k z?nd?klar?n, Garpl?laşmak bahanesiyle siyaseti dinsizliğe alet yapmalar?na mukabil, bir k?s?m dindar ehl-i siyaset dini siyaset-i ?slamiyeye alet etmeye çal?şm?şlard?. ?slamiyet güneşi yerdeki ?ş?klara alet ve tabi olamaz. Ve alet yapmak, ?slamiyetin k?ymetini tenzil etmektir, büyük bir cinayettir.
    (Siyasetin Risale-i Nur içindeki genel yorumu ve yukar?daki haşiye ekseninde gelişen anlam aç?l?mlar? için bak?n?z. Metin Karabaşoğlu, “Siyaset Nedir, Ne Değildir?” Köprü, Bahar/1995, say? 50)
    Siyasette, hele de bugünkü siyasette, dindar ehl-i siyasetin kendilerine, en iyimser ifadeyle “?slam?n lehine” ya da “Müslümanlar?n lehine” gözüken bir hedef seçip, hedefe giden yolda “hakaik-? imaniye”yi ve “şeair-i ?slamiye”yi menfaatperest ve yalanc? siyasetin rajonlar?na göre yontmalar? ve siyaset sermayesi yapmalar? çok incelikle gözlenmesi gereken bir tav?rd?r. ?nsanlar elde ettikleri sonuçlara göre değil, nas?l davrand?klar?na göre rengini al?r. “El katilü lâ yeris” [katil, öldürdüğü kimseye vâris olamaz] bir düstur-u azimdir: “Gayr-i meşrû tarîk ile bir maksada giden zât, galiben maksudunun z?dd?yla görür mücâzât.” (...) Fâs?k-? mahrum, bulmaz ne lezzet ve ne necât.
    Velev ki sonu hayra vars?n (ki varm?yor!), hayr?n katledildiği (tarif icab? katledilmesinin göze al?nd?ğ?) bir yolun yolcular? olmak, hay?rdan nasibsizliği getirir, hay?rl? ve güzel fiillerin öznesi olmay? garantilemez.
    ‘Siyaset-i ?slamiye’ gibi meşru bir maksad için bile olsa, izlediğimiz yolda’ hakaik-? ?slamiye’yi menfaatperest siyasetin zaruretlerine alet ve tabi etmek, şerli bir tercih olarak önümüzde duruyor.
    Siyaset ve Şeytan
    Said Nursî’nin “Euzu billahi mineşşeytani vessiyâse” sözü, hem siyasetle meşgul olanlarca, hem siyasete lakayt kalanlarca, ölçüsüz ve hissî bir reddiye, dengesiz ve müfrit bir terkediş olarak yorumlanagelmiştir. Bu yorum ekseninde, birinci grup, Said Nursî’nin bu sözü söylemesinden çok sonra siyasetle ilgilenir görünen tav?rlar? nedeniyle kendisiyle çeliştiğini ima ederler. Bu cümleden, Nur talabelerinin yeri geldiğinde siyasetle aktif olarak ilgilenmelerini—kendi siyasî tav?rlar?na muvaf?k olmad?klar? sürece—bir ihanet olarak mülahaza ederler. ?kinci grup ise—ki çoğunluğunu Risale dairesi içindekiler oluşturur—bu sözün sonras?n? hiç dikkate almadan, siyasetin d?ş?nda kalmak ad?na körlemesine bir red ve terk tavr?n? benimserler.
    Oysa, Said Nursî, talebesine bir siyasi partinin yerel teşkilat?n? kurma izni verirken/hatta teşvik ederken ne y?llar önce söylediği “Euzu billahi mineşşeytani vessiyase” sözünü unutmuştur, ne de “Euzu billahi mineşşeytani vessiyase” sözüyle siyaset dediğimiz olaylara ölçüsüz bir biçimde kör ve sağ?r kalmay? kastetmiştir. Şeytan ve siyaseti yanyana getiren Said Nursi, asl?nda şeytan ve siyasetin izlediği ortak bir yönteme, benzer bir sapmaya dikkat çeker. Siyaset, tarafgirlik gibi hakl? olmayan, hakka dayanmayan bir eksende hareket ettiği ve hüküm verdiği için, hakk? bat?l ve bat?l? hak gösteren şeytanla ayn? işlevi görüyor olabilir. Said Nursî’nin “Euzu billahi mineşşeytani vessiyase” hükmünü dayand?rd?ğ? muhakeme içinde “taassup”, “inat”, “cerbeze”, “tarafgirlik”, “garaz” gibi, “nefis hesab?na” benimsenen tav?rlar?n vurgusu vard?r:
    “Bir zaman, bu garazkârane tarafgirlik neticesi olarak gördüm ki: Mütedeyyin bir ehl-i ilim, fikr-i siyasîsine muhalif bir âlim-i sâlihi, tekfir derecesinde tezyif etti. Ve kendi fikrinde olan bir münaf?ğ?, hürmetkârane medhetti.”
    Siyaset, hali haz?r işleyişiyle eşyan?n hakikatini (bu örnekte bir insan?n “salih” ya da “münaf?k” oluşu) haktan başka bir bak?şa yani, “garazkârane bir tarafgirlik”e mahkûm ediyor, gerçeği görme eylemini gerçek ekseninden ç?kar?yor, sahih olmayan bir eksene kayd?r?yor. Burada sözü edilen “ehl-i ilim”, “fikr-i siyasîsine muhalif bir münaf?ğ? tekfir derecesinde tezyif etmiş olsayd?, bir âlim-i sâlihi s?rf kendi fikrinde olduğu için hürmetkârane medhetmiş olsayd?, hata yine varolacak, değişen bir şey olmayacakt?. Çünkü, vard?ğ? sonuç sahih de olsa, bu sonuca varma yöntemi sahih değildir. Gerçek olan? gerçek olmayan bir yöntemle görmüştür. Yöntem sorunludur; bak?ş aç?s? sahih değildir. Tarafgirlik ve garazla bakan kişi, en baş?ndan bir çarp?tmaya raz? olmuştur, çarp?tman?n kurban? olmuştur. Siyasî bak?ş?n, şeytan ile özdeşleştiği nokta tam da buras?d?r. Hakk? hak olarak, bat?l? bat?l olarak görmede, bir engelleme, bir yan?ltma, bir çarp?tman?n kap?s?n? açm?ş olur siyasî bak?ş:
    “Şeytan, [böylece] insan?n selâmet-i fikrini ifsad ediyor, hakaik-i imaniyeye karş? s?hhat-? muhakemesini bozuyor ve istikamet-i fikriyeyi ihlâl ediyor.”
    Burada sözü edilen “ifsad”, “bozma” ve “ihlal”leri haz?rlayan bak?ş aç?s?, siyasî hayat?n kendisinden kaynaklanm?yor olabilir. Bu bak?ş, siyasetin yürüyüşünden bağ?ms?z, belki siyasetin içinde olmakla pekişme ihtimali artan bireysel yönelmedir. Mikrodüzeyde, enfüsî dairede bir davran?ş kodudur. Nitekim, “garazkârane tarafgirlik”e dayand?rd?ğ? bak?ş aç?s?n? doğrudan siyasete bağlamaz Said Nursi:
    “?şte siyasetin bu fena neticelerinden ürktüm, “Eûzü billahi mineşşeytani vessiyase” dedim, o zamandan beri hayat-? siyasiyeden çekildim.”
    Çarp?t?lm?ş bak?ş, sahih olmayan duruş, siyasetin sonucudur, siyasetin kendisi olmayabilir. Geniş dairede, partiler ve devletler ekseninde, kurumsal düzlemde yürütülegelen siyasetin, Said Nursî’nin tabiriyle “hayat-? siyasiye”nin içinde olmak bu çarp?t?lm?ş bak?ş aç?s?n? benimsemeyi gerektirmediği gibi, hayat-? siyasiyenin d?ş?nda kalmak bu çarp?tmadan kurtulmay? garanti etmez. Ancak, Said Nursî’nin “hayat-? siyasiye”den çekilmesini gerektiren bir olgu da vard?r. Bu siyasetin işleyişi ile şeytanî sapma olarak ayr? ayr? alg?nabilir, bağ?ms?z olarak gelişen kavramlar olduğu halde, vak?a ikisinin özdeşleşecek denli bir birliktelik sergilediğini gösterir:
    “... siyaset-i haz?ra, o kadar çok yalan ve hile ve şeytanet içine girmiş ki, vesvese-i şeyatîn hükmüne geçmiştir.”
    Şeytanî vesveselerle özdeşleşmiş bir siyasetin d?ş?nda kalmak, pratikte, yüzme bilmeyen birisinin denize girmemesine ya da yüzme bilen birinin aş?r? f?rt?na gibi nedenlerle denizin yüzülemez olduğu özel zamanlarda denize girmemesine benzetilebilir. Said Nursî’nin de, fenâ neticelerinden “ürktüğü” için “hayat-? siyasiyeden çekilme”si böylesi pratik bir önlemden ibarettir. Siyasetin daha sonralar? hay?rl? neticeler verebilecek duruma geldiği, en az?ndan iki şer aras?ndan ehven olan?n? sonuç verebileceği durumlarda, siyasetle—yine kendine özgü ve ölçülü bir çerçevede—ilgilenmesi, önceki çekilme tavr?yla çelişmez.
    Konu elff tarafından (22.05.07 Saat 20:15 ) değiştirilmiştir.

    Biz ise hem insancasına, hem Müslümancasına yaşamak istiyoruz. (Bediüzzaman)


  6. #66
    Ehil Üye Abdulbaki - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Aug 2006
    Yaş
    60
    Mesajlar
    3.610

    Standart

    S?YASET NED?R? NE DEĞ?LD?R?

    Doğan her yeni bebek, göğü y?ld?zlarla, zemini çiçeklerle süslenmiş güzelim bir dünyaya açar gözlerini... Her biri günün her bir an?nda, eşsiz bir âlem önümüze sunulur. Dağ? deresi, gölü denizi, y?ld?z? ay?, kelebeği ar?s? ile; eşsiz bir âlem bize gülümser durur.
    Bu hâliyle, kâinat muhteşem bir saray? and?r?r bize. Tavan? gökyüzüdür. Güneş lâmbas?, ay kandili, y?ld?zlar mumlar?d?r. Ve yeryüzü, eşsiz nimetler serili bir sofras?, bin bir çiçekle süslü bir tarlas?, bin bir meyveyle dolu bir bahçesidir.
    Bu muhteşem sarayda, her bir şeyin ayr? bir yeri vard?r. Her bir şey varl?ğ? ile saraya ayr? bir renk katar, ayr? bir desen olur, ayr? bir güzellik verir. Her biri, kendi diliyle saray?n Sahib'ini bildirir. Dağlar, denizler ve y?ld?zlar, Onun haşmetini hayk?r?rlar. Ar?lar, kelebekler ve kuşlar Onun rahmetinden haber getirirler.
    ?nsanoğlu, işte öylesi bir kâinatta celâl ile cemâlin, haşmetle rahmetin eşsiz cilveleşmesinin şahidi olur. Bakar, görür ve t?pk? Bediüzzaman Said Nursî gibi der:
    "Güneş ve Arş gibi büyük cirmler, haşmet lisan?yla `Ya Celîl, ya Kebîr, ya Azîm 'dedikleri vakit, sinek ve semek gibi gibi o küçücük zihayatlar dahi, rahmet lisan?yla 'Ya Cemil, ya Rahîm, ya Kerîm' diyerek, o musika-i kübraya latif nağamatlar?n? kat?yorlar, tatl?laş?yorlar."
    Öylesi bir diyard?r kâinat. Orada en gür bir sada, en tiz bir nağmeyle kar?şarak, haşmetli bir güzellik sunar. O haşmet ve o güzellik içinde, en büyük y?ld?z?n da, en küçük böceğin de yeri vard?r. Her şeyin, her bir şeyin bir görevi, bir var oluş sebebi vard?r. Ne devâsâ gök küreleri ar?y? ve sineği görmezden gelmeyi gerektirir; ne de ar?lar ve sinekler, y?ld?zlar? görmemeyi.
    Ne var ki, insan hem görmezden gelir; hem de görmez. Göğe bakar, yeri unutur. Yere bakar, göğü unutur. Göklerin azamet ve haşmet delilleri karş?s?nda hayrete düşer; ayak bast?ğ? yeri unutur. Yere dönüp gündelik işlerin h?rgürü içine dalar, göklerin varl?ğ?n? bile unutuverir.
    Ve bilhassa, bunu yapar. Kendi küçük dairesinde küçük küçük hesaplar?n içinde boğulur; yaşad?ğ? yeri, yaşad?ğ? dünyay?, yaşad?ğ? kâinat? var edeni unutur gider. O kâinat sahibinin-kendi küçük dünyas? dahil-bütün kâinata hükmeden misilsiz saltanat?n? düşünmez olur. Öylesi bir halde, gün gelir, küçük bir dalgalanma o küçük daireyi sarsar... ve küçük dünyalar alt-üst oluverir.
    Mesela, 1908'de, pek cok Anadolu insan? için olduğu gibi...
    Sene 1908, aylardan Temmuz... Osmanl? toprağ?nda meşrutiyet ilân edilmiştir. Koca kâinat?n içindeki küçücük dünyan?n bu yerinde, bir rejim değişmesi yaşanm?şt?r. Kâinat?n nimeti ile mukayese edince topu topu bir zerrecik mesabesinde bir değişmedir bu. Ama pek çok Anadolu insan?n? telaşa düşürmeye yeter de artar bile. Milyonlarca insana, o anda sanki "Din elden gidiyor"muş gibi gelir.
    O telâşla Bediüzzaman Said Nursî'ye derler: "Dine zarar gelmesin, ne olursa olsun!" Meselâ, "vars?n istibdad devam etsin".
    Bediüzzaman, "Her bir adam vatan?yla, milletle, hükümetle alâkadard?r"? tesbitinin sahibidir. Bu alâkadarl?ğ?n, insan?n f?trat? icab? olduğunu tesbit etmiştir. Bunca insan?n vatanla, milletle ilgili öylesi bir değişmeyle alakadar olmas?nda bir problem görmez. Ama "Ne olursa olsun"un ard?nda bir problem vard?r. Vatan ve Hükümet âlemini, kâinatla beraber düşünememe kâinat içindeki her bir daireyi kainat Sahibinin varl?ğ?n?n şuurunda olarak bakamama problemi vard?r.
    O yüzden, Bediüzzaman, "Dine zarar gelmesin, ne olursa olsun" diyenlere öncelikle kâinat? nazara verir. Ar? v?zv?zlar? ile y?ld?z uğultular?n?n iç içe kar?şt?ğ? koca kâinata dikkatleri çeker. Cemiyet hayat?n?, hükümeti, rejimi, devlet idaresini, işte öylesi bir kâinat tablosuyla tahlil eder.
    "Evet, evet.. neam., neam... sivrisinek tantanas?n? kesse, balar?s? demdemesini bozsa, sizin şevkiniz hiç bozulmas?n, hiç teessüf etmeyiniz. Zira kainat? nağamat?yla raksa getiren hakaikin esrar?n? ihtizaza veren musika-i ilahiye hiç durmuyor.Mütemadiyen güm güm eder.''
    Şevki bozulanlar, o güm güm'leri işitmeyenlerdir. Oysa, güm güm'ler o kadarla s?n?rl? da değildir üstelik. Evet, Kur'ân, kâinat? nağmeleriyle raksa getiren hakikatlar?n esrar?n? titreştirmektedir. Ama dahas? da vard?r. O "musika-? ilâhiye," insanl?k âlemini de ihtizaza vermektedir.
    "Padişahlar padişah? olan Sultan-? Ezelî, Kur'ân denilen musika-i ilâhiyesi ile umum âlemi doldurarak, kubbe-i âsumanda şiddetli ses getirmekle, sadef i kehf-misal olan ulema ve meşayih ve hüteban?n dimağ, kalb ve fehimlerine vurarak, aks-i sadâs? onlar?n lisanlar?ndan ç?k?p seyr ü seyelân ederek, çeşit çeşit sadalarla dünyay? güm güm ile ihtizaza getirir."
    Alimlere, evliyaya, hatiplere maddî-manevî onca eseri ilham eden, kâinat? da raksa getiren o ilahî "musika"d?r. Onca eseri, insanl?k âleminin onca büyüğünün dimağ, kalb ve kulağ?nda o sadan?n aksetmesi meyve vermiştir. Ki o eserler, bütün o "kütüb-ü ?slâmiye," âdeta "bir tanbur ve kanunun bir teli ve bir şeridi hükmünde"dirler. O semâvî saday? yere ve göğe ilân ederler.
    Bediüzzaman bu tabloyu sunduktan sonra, sorar:
    Kâinat?, yeri-göğü raksa getiren; dimağ, kalb ve kulaklara vurarak milyonlar ?slâmî eseri meyve veren "o sada-y? semâvî ve ruhânîyi kalbin kulağ?yla işitmeyen ve dinlemeyen, acaba o sadaya nisbeten sivrisinek gibi bir emîrin demdemelerini ve karasinekler gibi bir hükümetin v?zv?zlar?n? işitecek midir?"
    Ne mümkün! Padişahlar padişah? olan Sultan-? Ezelînin o muhteşem "musika-i ilâhiye"sini işitmeyen, karasinekler gibi bir hükümetin adamlar?n?n v?zv?zlar?n? hiç işitir mi?
    Bediüzzaman'?n "Dine zarar gelmesin, ne olursa olsun" diye gelişen bir soruya verdiği cevab?n düğüm noktas? işte budur.
    Din bütün siyasetlerin üstündedir
    Bediüzzaman Said Nursî, söz konusu iktibasta, sivrisinek ile karasineği, kâinat?n ayr?lmaz bir parças? olarak nazara veriyor. Ard?ndan sivrisineği hükümete, karasineği bürokrasiye misal getiriyor. Böylece, şu mesaj? veriyor "Karasinek de kâinat?n bir parças?d?r. Yani hükümet de, bürokrasi de, insanl?ğ?n f?trî gelişme seyri içinde vücut bulmuşlard?r. Onlar?n v?zv?zlar?, demdemeleri kâinat? saran sadan?n içinde ayr? bir yer tutar. Onlar?n varl?ğ? elzemdir. Ve var olmalar?nda bir mesele yoktur. Mesela, kâinat? raksa getiren Kur'ân'?n bildirdiği ilâhî hakikatlara, onlar?n perde yap?lmas?ndad?r. Yani, o hakikatlarin varl?ğ?n? onlara tâbi imiş gibi san?lmas?ndad?r.
    "Elhas?l, ink?lâb-? siyasî cihetiyle dininden havf eden adam?n dinde hissesi, beytül-ankebüt gibi zay?f düşmüş cehalettir onu korkutur, takliddir, onu telaşa düşürttürür. Zira, itimad-? nefsin f?kdan? ve aczin vücudu cihetiyle, saadetini yaln?z hükümetin cebinden zannettiğinden, kalbini, akl?n? da hükümetin kesesinden tahayyül eder, korkar.
    Burada, iki nirengi noktas? söz konusudur: (1) "ink?lâb-? siyasî," yani rejim değişmesi; (2) o siyasî devrime muhatap olan kitle. Bu kitle, rejim değişmesinden dolay?, din nam?na korkuya kap?lm?şt?r. Bediüzzaman, bu korkunun ard?nda "iman zaaf?"n? görür. Bu kitlenin dinde hissesi vard?r; ama bu hisse örümcek ağ? gibi son derece c?l?zd?r, incedir. Çabucak dağ?labilir. Dinin hakikat?ndan cehâlet, bahis konusudur. Allah'?n bütün kâinat? saran kudreti, ilmi, iradesi tam kavranm?ş değildir. Bu kitle, iman sahibidir. Ama bu "taklidî" bir imand?r. Tahkikle, özüne inerek, sars?lmaz bir imana erişilmiş değildir. ?şte o yüzden, bir "ink?lâb-? siyasî" söz konusu olduğunda korkar. Telâşa düşer. "Dine zarar gelecek" diye endişe eder.
    Halbuki, zarar gelmez. Din, Allah'?n dinidir; ona ilişmeye kimsenin gücü yetmez. Ama din ehline zarar gelebilir. Bu zarar?n sebebi, "ink?lâb-? siyasî"nin kendisi değildir. O "ink?lâb"? icraya koyacak olanlar ile, o kitlenin kendisidir. Meşrutiyetin, yahut cumhuriyetin gelişi bizatihî hiçbir zarar vermez. Ama öylece işbaş?na geçen zümrenin, eğer "dini tağyir etme" gibi bir hesab? varsa ve bunun için devlet güçlerini kullan?rsa, ancak o zaman zarar gelebilir. Burada da, yine inanan kitlenin "esbab"a bir derece tesir veriyor oluşu rol sahibidir. ?nanan kitle, tam bir iman ile Allah'a dayan?p Ona güvense "saadetini yaln?z hükümetin kesesinden" zannetmese; "koyununa kendisi sahip ç?ksa" hiçbir zarar gelmez.
    Nitekim, hakiki bir mü'min "saadetini hükümetin kesesinden" zannetmez. "Akl?n?, kalbini de hükümetin kesesinden" tahayyül etmez. Bilakis, hiçbir esbaba tesir vermeyip, yaln?z ve ancak Allah'a dayan?r. Acziyle, Onun kudretine teslim olur. ?man?na, dinine bizatihî sahip ç?kar.
    Bu gerçek, Bediüzzaman'?n Risale-i Nur'la yaşanan hayat?n?n temel esaslar?ndan birini teşkil eder. Nitekim, tam bir iman sahibi olarak, nice insan? telâşa düşürten "ink?lab-? siyasî"den, o korkmam?şt?r. Bilakis, o "ink?lab"?n ?slâm?n hizmetine yönlenmesi için çal?şm?şt?r. ?slâm?n varl?ğ?n?, hiçbir zaman belli bir rejim, kişi veya kadronun varl?ğ?na bağl? görmemiştir.
    Çünkü, "?slâmiyet güneş gibidir," Bediüzzaman'a göre. "Üflemekle sönmez. Gündüz gibidir, göz yummakla gece olmaz. Gözünü kapayan, yaln?z kendine gece yapar." ?slâmiyet güneşi, yerdeki ?ş?klara âlet ve tâbi olamaz. Ve âlet yapmak, ?slâmiyetin k?ymetini tenzil etmektir, büyük bir cinayettir."
    Konu elff tarafından (22.05.07 Saat 20:04 ) değiştirilmiştir.

    Biz ise hem insancasına, hem Müslümancasına yaşamak istiyoruz. (Bediüzzaman)


  7. #67
    Ehil Üye Abdulbaki - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Aug 2006
    Yaş
    60
    Mesajlar
    3.610

    Standart

    Hükümetler ve rejimler, Bediüzzaman'?n âleminde "yerdeki ?ş?klar"d?r. Yerdeki ?ş?klar, ?slâmiyet güneşine tabi olabilirler ve olmal?d?rlar; ama ?slâmiyet güneşi yerdeki ?ş?klara âlet ve tâbi olamaz. Semavî olan "hakikat-? ?slâmiye, bütün siyasât?n fevkindedir."
    Bediüzzaman'a göre"siyaset" nedir?
    Bediüzzaman'?n "siyaset"e dair tesbitlerine yön veren, işte bu hakikatt?r. Bediüzzaman, siyasî hadiselerdeki tavr?n? işte "?slâmiyet, bütün siyasât?n fevkindedir" hakikat?na uyarak alm?şt?r. O yüzden, "Bediüzzaman'a göre siyaset"i, işte bu hakikat ?ş?ğ?nda incelemek gereği ortadad?r.
    Böylesi bir incelemeye geçerken de, öncelikle "siyaset"in ne olup, ne olmad?ğ?n? tarif gerekir.
    Lügatler, "siyaset"i şöyle tarif eder:
    Yeni Lügat: "Memleket idare etme sanat?. Devlet idare tarz?." TDK Sözlüğü: "Devlet işlerini düzenleme ve yürütme sanat?." Devellioğlu: "Memleket idaresi." Longman:"Bir devleti yönetme bilimi ve sanat?." Websters: "Yönetim sanat?." Littre: "Devletleri yönetme bilimi." Robert: "?nsan toplumlar?n? yönetme sanat ve faaliyetleri." Larousse: "Devlet işlerini düzenleme ve yürütme sanat?." R. Digesr "Yönetim bilimi ve sanat?." Chambers: "Hükümet etme sanat? veya bilimi." Collins: "Bir ülke, toplum veya örgüt içinde iktidar? hedefleyen insanlar?n eylem ve faaliyetleri.
    "Bir siyaset bilimci, Maurice Duverger, bu tariflere bir yenisini eklemiştir: "?ktidar bilimi."
    Bediüzzaman Said Nursî'nin, "siyaset"i bu aslî mânâs? içinde ele ald?ğ?, Risale-i Nur'da "siyaset"in geçtiği pasajlarda aç?kça görülür. Nitekim, Münazarat'?n az önce söz konusu ettiğimiz yerinde, Bediüzzaman,"ink?lâb-? siyasî" tabirini bir "rejim değişikliği"ni ifade için kullanmaktad?r. Yine Münazarat'ta, hükümeti kastederek, "... Üssülesas-? siyaseti de şu düsturdur: Bu devletin dini, din-i ?slâmd?r" demektedir.
    Said Nursî, Divan-? Harb-i Örfi 'de de bu mânây? ihsas eder. Meselâ, "Şeriat da, yüzde doksan dokuz ahlâk, ibâdet, âhirete ve fazilete aittir. Yüzde bir nisbetinde siyasete mütealliktir" der. "Onu da ululemirlerimiz düşünsünler."
    Mektubat'ta ise, Emevîler bahis konusu iken, "siyaset" ve "saltanat" beraberce zikredilir. ?lgili tahlil, "siyaset ve saltanat" ile başlar. "Tam muvaffakiyet-i siyasiye ve tamam saltanat," "zahirî ve siyasî hilâfet," "saltanat?n bir k?s?m kanunlar? ve siyasetin merhametsizce mukteziyat?" ile devam eder. Ard?ndan, "saltanat siyaseti" tabiri gelir. Hemen ard?ndaki sayfada "Hükûmetin ve asayişin devam? için eşhas fedâ edilir" anlay?ş?, "merhametsiz siyasetin bir düsturu" olarak nazara verilir.
    Bediüzzaman, Emirdağ Lâhikas?'nda da"siyaset" ile ne anlaş?lmas? gerektiğine ?ş?k t??tar. Âhirzamanda geleceği hadisle bildirilen Hz. Mehdi'nin "hilâfet-i Muhammediye ve ittihad-? ?slâm ordular?yla zemin yüzünde saltanat-? ?slâmiyeyi sürmek cihetinde "ki üçüncü vazifesi için "siyaset mânâs?n? ihsas eder" der.
    Bütün bu iktibaslardan, "siyaset"in hangi mânâda kullan?ld?ğ? ortadad?r. Hepsinde "siyaset" derken, hükûmete, idareye, iktidara dair fiiller sözkonusudur. Yani, Bediüzzaman'?n lûgatinde "siyaset," umumî mânâs? istikametinde, "hükümet etme"ye, "iktidar"a, "devlet idaresi"ne dair f?iller bütününü ifade eder. "Siyasî faaliyet" de, bu hedefe matuf olan faaliyettir.
    Bu noktay? anlamadan, Risale-i Nur'un "siyaset"e dair tesbitlerini doğru anlaman?n mümkün olmayacağ? ortadad?r. Yine bu noktay? anlamadan, Bediüzzaman Said Nursî'nin imanla yaşanm?ş 87 y?ll?k hayat?n? hakk?yla idrak etmenin imkân? yoktur.
    Zira, 1918'de-Sünuhat'?nda yazd?ğ? üzere-"siyasetin ve şeytan?n şerrinden Allah'a s?ğ?n?r?m" diyen Bediüzzaman, dört y?l sonra davet edildiği Ankara'ya gitmiştir. Kas?m 1922'de gittiği Ankara'da meb'uslarla görüşmüştür. Beyanname dağ?t?p, Mecliste de okutmuştur. Tek parti iktidar?n?n yumuşad?ğ? bir devirde, parti genel sekreteri Hilmi Uran'a mektup yazarak, ikaz ve tavsiyelerde bulunmuştur. Çok partili idareye geçildiğinde, reyini Demokrat Parti lehine belli etmiştir. Demokrat Parti Emirdağ ilçe teşkilât?n? talebeleri kurmuştur. Sonras?nda, "O iktidar partisinin lehinde ehl-i dini yard?ma davet ediyoruz" demiştir. Baz? Demokrat bakanlarla görüşmüştür. Cumhurbaşkan? Celâl Bayar ile Başbakan Adnan Menderes'e muhtelif mektuplar göndermiştir.
    Dikkate değerdir, Bediüzzaman Said Nursî, bütün bu kabil f?illeri, "Siyasetin ve şeytan?n şerrinden Allah'a s?ğ?n?r?m" dediği bir vasatta işlemiştir. Nur Talebeleri "ehl-i siyasete kar?şmad?ğ?"n?,1957'de, Demokratlara aç?kça destek verdiği bir vasatta söylemiştir.
    Çünkü, bütün bu fiiller ile "siyasetten Allah'a s?ğ?nma" ifadesi aras?nda bir tezat yoktur. Çünkü, söz konusu f?illerin hiçbiri "iktidar"? hedefleyen bir faaliyet değildir. Hiçbiri "siyaset"e, yani "iktidar olma"ya, yani "devleti yönetme"ye yönelik bir f?il değildir. Hiçbirinde "devlete hâkim olma" hedef? yoktur.
    Yani, ne oy verme, ne bir partiyi destekleme, ne bir parti teşkilât?na şahsen üye olma, ne mitinge gitme, iktidar olmay? hedef tutan bir "siyaset"in şümülünde değildir. Bu f?illerin hiçbirinde, yönetimi ele geçirme gibi bir amaç yoktur. Onun için "istiaze" edilen bunlar değildir. Peki, ya nelerdir?
    Üç tarz-? siyaset
    Bediüzzaman Said Nursî, Risale-i Nur'da, siyasete dair üç ayr? tav?rdan söz eder:
    [1] "Siyaseti dinsizliğe âlet;"
    [2] "Dini siyasete âlet;"
    [3] "Siyaseti dine âlet."
    [1] Siyaseti dinsizliğe âlet f?kri, yeni bir fikir değildir. Daha Osmanl? zaman?nda, bu f?kri taş?yanlar vard?r. Bediüzzaman, o devirde "siyaseti dinsizliğe âlet etmeye teşebbüs niyetleri ve f?kirleri olan "baz? münaf?k z?nd?klar"dan söz eder. Bir eserinde, bunlar? "tttihadç?lar?n yüzde on olan mason k?sm?" olarak tarif eder. Bu zümre, "o zamandan yirmi sene sonra" devlete hâkim olmuştur. "Garpl?laşmak bahanesiyle siyaseti dinsizliğe âlet" etmeye teşebbüs etmiştir.
    Tek parti dönemi boyunca "istibdad-? mutlak? rejim telâkki eden bu "gizli komite," onca sene "vatan ve milletin dehşetli zarar?na, siyaseti mutaass?bane dinsizliğe âlet etmiştir. Böylece "beşerdeki en dehşetli vahşet ve bedeviyet kanun-u esasîsine irticaa çal?şm?ş"t?r. "Dinsizlik düsturlar?n? kanuna bağlam?ş"t?r. Ama baş?na hamiyet maskesini takmay? da ihmal etmemiştir. Dahas?, "dessasane dini tezyif etmek için," önce dindarlan siyasete itip, onlar? iktidar kavgas?na sevkedip üstlerine gitmeyi; sonrada "siyaseti dinsizliğe âlet etme"yi plânlam?şt?r. Dikkati çeken husus şudur: Bu zümrenin as?l gayesi, iktidar? ele geçirmek değildir. ?ktidar, bu "gizli ?slâmiyet düşmanlar?" için sadece bir vas?tad?r. Dinsizliği neşretmenin âletidir. "Gizli ?slâmiyet düşmanlar?"n?n niyeti, iktidar? ele geçirip, nimetlerinden şahsen istifade ile s?n?rl? değildir. Sadece zevk-ü safa sürmek değildir. As?l niyet, başa geçip devlet güçlerini dinsizliğe âlet etmektir. Siyaseti dinsizliğe âlet etmek için iktidar? ele geçirmişlerdir.


    Ve ederler de... Çeyrek as?r boyunca devlet güçlerini dini yok etme, dinsizliği yayma hedef? için kullan?rlar.
    [2] Bediüzzaman, buna mukabil, "dini siyasete âlet etme"yi kesinlikle reddeder. Velev ki, "Biz ?slâm? istiyoruz. ?slâm? iktidara getirip, ?slâma hizmet edeceğiz" desin, böyle bir hareketi kat'iyyen kabul etmez. "?nk?lâbc? bir siyaset-i ?slâmiye" f?krine, kendi mesleği aç?s?ndan muhalefetini aç?kça ortaya koyar. Nitekim, öyleleri ç?km?ş; ve Bediüzzaman onlara karş? tav?r koymuştur. Gerek şu ülke içinde, gerek sâir ?slâm ülkelerinde böylesi bir anlay?şla ortada kalman?n zararlar? konusunda uyar?da bulunmuştur.
    Meselâ Meşrutiyet devrinde, "siyaseti dinsizliğe âlet" niyetine karş?, "bir k?s?m dindar ehl-i siyaset, dini siyaset-i ?slâmiyeye âlet etmeye çal?şm?şlard?" der Bediüzzaman. Bunu tenkid eder. "?slâmiyet güneşi yerdeki ?ş?klara âlet ve tabi olamaz" çünkü."Ve âlet yapmak, ?slâmiyetin k?ymetini tenzil etmektir, büyük bir cinayettir."21 Hem,"Hakikat-? ?slâmiye bütün siyasât?n fevkindedir. Hiçbir siyasetin haddi değil ki, ?slâmiyeti kendine âlet etsin."22
    Bediüzzaman Said Nursî'nin, dini siyasete alet edenler için "dindar ehl-i siyaset" demesi manidard?r. Evet, bu insanlar dindard?rlar. Ama dini siyasete tâbi görmektedirler. Yapt?klar? ise "siyaset-i ?slâmiye"dir; yâni önce iktidara gelme, sonra o iktidar? ?slâm ad?na kullanmad?r. Bediüzzaman, bunun şiddetle karş?s?ndad?r. Çünkü, bir kere din siyasete tâbi ve âlet olamaz. Din, devlet ile kâim değildir. ikincisi, böylesi bir hareketle "bâki elmaslar" hükmündeki ilâhi hakikatlar? "k?r?lacak âdi şişeler hükmüne" düşürme; iktidar kavgas?n?n oyuncağ? yapma tehlikesi vard?r. Ki bu, "?slâmiyetin k?ymetini tenzil etmektir, büyük bir cinayettir."
    Bediüzzaman bu noktada ikinci bir hükmü daha ortaya koyar: "Din dahilde menfi tarzda istimal edilmez." Bunun örneği, Osmanl? zaman?nda görülmüştür. Meşrutiyeti ask?ya alan "Sultan Hamid'in mecbur olduğu istibdad"a baz? alimler ?slâmî k?l?flar uydurmaya çal?şm?şlard?r. Bu da, ?slâma zarar vermiştir. Zira, istibdada hücum edenler, bu arada ?slâma da hücum durumuna düşmüşlerdir. Bu aç?dan, Bediüzzaman "Otuz sene halife olan bir zat, menfi siyaset nam?na istifade edildiği zann?yla şeriata gelen tecavüzü gördünüz"25 der.
    Konu elff tarafından (22.05.07 Saat 20:06 ) değiştirilmiştir.

    Biz ise hem insancasına, hem Müslümancasına yaşamak istiyoruz. (Bediüzzaman)


  8. #68
    Ehil Üye Abdulbaki - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Aug 2006
    Yaş
    60
    Mesajlar
    3.610

    Standart

    Ayn? hataya, Cumhuriyet sonras?nda düşenler de olmuştur. Meselâ, iktidara hâkim olan zümrenin dinsizliği neşir gayretine karş? silâha sar?lan, kuvvete başvuran kimi insanlar neticede dine zarar vermişlerdir. Bu hareket ile, "husulü meşkuk bir maksad için binler günaha girilmiş"tir. "Birinin yüzünden çoklar belâya at?lm?ş"t?r. "On ihtimalden bir-iki ihtimale binaen günahlara girilip, masumlar günaha at?lm?şt?r.26 Sonuçta, elde zarardan başka birşey yoktur. Üstelik, sadece şah?slar zarar görmüş değildir. Bu hareket, zaten dine hücum için bahane arayan "siyaseti dinsizliğe âlet" edici güçlerin eline f?rsat vermiştir. Dine yönelik birçok hücum, bu bahane edilerek başlam?şt?r. Dindarlara yönelik en büyük zulüm, bundan sonra olmuştur. Tekke ve zaviyeler bundan sonra kapat?lm?ş; tarikatlar, Kur'ân öğrenimi, dinî eğitim bundan sonra yasaklanm?şt?r. Velhas?l, böyle böyle, siyaseti dinsizliğe âlet edenlerin elinde, memleket bir batakl?ğa girmiştir. Şu ülke dahil, Dârü'l ?slâm'?n birçok cüz'ünde yaşanan budur.
    Bediüzzaman Said Nursî, içinde bulunduğumuz asra dair şu umumî tabloyu çizer:"Hayat-? beşeriye bir yolculuktur. Şu zamanda, Kur'ân'?n nuruyla gördüm ki, o yol bir batakl?ğa girdi."27 O batakl?ğa giren iki grup insandan söz eder Bediüzzaman. Yüzden yirmisi, batakl?ğ? misk-ü amber zannedip yüzüne gözüne bulaşt?nr. Yüzden sekseni batakl?ğ? anlar, ufunetli, pis olduğunu hisseder, ama ç?kamaz. "?şte bunlara karş? iki çare var. Birisi, topuz ile o sarhoş yirmisini ay?ltmakt?r. ?kincisi, bir nur göstermekle mütehayyirlere selâmet yolunu irâe etmektir."
    Bediüzzaman, ikinciyi tercih eder. "Topuz"a benzettiği "siyaset"e girmez. "Siyaset topuzu"nu kullanmaz. Yani, iktidar? hedef alan bir harekette bulunmaz. Bir siyasî parti kurma veya iktidar? hedef alan bir örgütlenmeye girme veyahut belli bir partiye veya partilere girip kadrolaşma gibi tav?rlar sergilemez. Ki böylesi bir hareketin akîm kalmas? mümkün olduğu gibi; bir elde topuz varken nurun insanlara yol göstermesine mani olma tehlikesi de vard?r. Bediüzzaman, sadece ve sadece nur göstermeye çal?ş?r. Bu noktada, tesbiti şudur:
    "Hakaik-? imaniye ve Kur'âniye birer elmas hükmünde olduğu halde, siyaset ile âlûde olsa idim, elimdeki o elmaslar iğfal olunabilen avam taraf?ndan ''Acaba taraftar kazanmak için bir propaganda-i siyaset değil mi?'' diye düşünürler. O elmaslara adi şişeler nazar?yla bakabilirler. O halde ben o siyasete temas etmekle, o elmaslara zulmederim ve k?ymetlerini tenzil etmek hükmüne geçer."
    Burada, "siyaset" ile kast edilenin, meselâ oy vermek, bir siyasî partiye destek olmak olmad?ğ? aç?kt?r. Kast edilen iman hizmeti ile beraber, bir iktidar hedef?nin de güdülmesi ve ona da çal?ş?lmas?d?r. Bu hedefe ister partileşerek veya devrimci birtak?m yap?lanmalara girerek doğrudan, ister kadrolaşarak dolayl? şekilde ulaşmak amaçlans?n; ikisi de, Risale-i Nur'un yolunda yoktur. Zira, her halde, Risale-i Nur, siyasete âlet ve tâbi edilmiş olacakt?r. Oysa, verilen"ders-i Kur'ân," "bütün siyaset cereyanlar?n?n ve tarafgirliklerinin fevkinde"dir.31
    Bediüzzaman, bu noktada şöyle der:
    "Hakaik-? imaniye-i Kur'âniye başka cereyanlara, başka kuvvetlere tâbi ve âlet edilmemek ve elmas gibi o Kur'ân'?n hakikatlar?n? dini dünyaya satan veya âlet eden adamlann nazar?nda cam parçalar?na indirmemek ve en kudsî ve en büyük vazife olan iman? kurtarmak hizmetini tam yerine getirmek için, Risale-i Nur'un has ve sad?k talebeleri, gayet şiddet-i nefretle siyasetten kaç?yorlar."32
    Burada kast edilen mânâ da aç?kt?r. Risale-i Nur Talebeleri "siyasetten kaç?yorlar," yani hükûmeti ele geçirme gibi bir hedeften kaç?yorlar. ?ktidar olma gibi bir faaliyetten kaç?yorlar. Böyle bir neticeyi hedef edinmiyorlar. Çünkü, ?slâmiyet güneşini yerdeki ?ş?klara tâbi ve âlet etmiyorlar. Semavî olan iman hakikatlar?n?, dünyevî bir mücadeleyle sunmuyorlar.
    Bu mânân?n kast edildiği, şu sözle de aç?ğa kavuşmaktad?r:
    "Risale-i Nur, dünyada her cereyan?n fevkinde bulunmas? ve umumun mal? olmas? cihetiyle, bir tarafa tâbi ve dahil olmaz. Belki mütecaviz dinsizlere karş? hakl? tarafa yard?mc? olur ve dost olur ve ihtiyat kuvveti hükmünde onlara bir nokta-i istinad olur."
    Yani, dine sald?ran dinsizlere karş?, onlara muhalif bir siyasî harekete destek olman?n, yard?mc? olman?n; ona oy vermenin, ona oy verilmesi için çal?şman?n, Riisale-i Nur ölçüleri içinde yeri vard?r. Yeri işte budur. Ve bu kabil faaliyetler "Nur Talebeleri siyasetten kaç?yorlar" hükmü ile çelişmez. Çünkü, bu faaliyetlerde hedef, "Nur Talebeleri" olarak iktidara geçmek değildir.
    Siyaset dine âlet edilir!
    [3] "Islâmiyet bütün siyasât?n fevkindedir. Bütün siyasetler ona hizmetkâr olabilir"34 der Bediüzzaman. "Eğer mümkün ise," "siyaset vas?tas?yla dine hizmet" meşrudur, makbuldur. Yap?labilir, hatta yap?lmas? "vazife"dir.35 "Ehl-i ?slâmiyet, hamiyeti diniye ve kuvvet-i imaniye cihetiyle, siyaseti dine âlet yapabilir."36
    Nitekim Said Nursî, "Eski Said" olarak "bütün kuvvetiyle siyaseti dine âlet etmeye çal?şm?ş''t?r.
    "Ve derdi ki, ''dinin bir hakikat?n? bin siyasete tercih ederim.'' Evet, o zamanda k?rkelli sene evvel hissetmiş ki, baz? münaf?k z?nd?klar?n siyaseti dinsizliğe âlet etmeye teşebbüs niyetlerine ve fikirlerine mukabil, o da bütün kuvvetiyle siyaseti ?slâmiyetin hakaik?na bir hizmetkâr, bir âlet yapmaya çal?şm?ş."37
    Bu hal, bir "siyasete girme" hali midir? Hay?r. Çünkü, hedef devlet idaresi değildir. Hedef, "dine hizmet"tir. Kendisi yönetimde bir yere oturmaks?z?n, idarî kademelerde yer almaks?z?n, yönetimi dine hizmet etmeye yöneltmek hedef? vard?r. As?l maksat, budur. Siyasetin dine hizmet edeceği yerde bunun için çal?şmak makbuldür, makuldür, meşrudur.
    Bediüzzaman da, mümkün göründüğü vasatta buna çal?şm?şt?r. Ama vakta ki, siyaseti dinsizliğe âlet eden güçler devlete hakim olur; bunu terkeder. Zaten, terketmemiş olsa bile, siyaseti dine l?izmetkâr etmeyi başarmas? o şartlarda mümkün değildir. Böylesi bir halde, bilakis söz konusu güçlerin kontrolüne girmiş devlet güçlerini üstüne çekip, dine zarar verme tehlikesi vard?r.
    Yani, "?slâmiyeti siyasete âlet etme"ye asla kalk?şmam?ş olan Bediüzzaman Said Nursî, "siyaseti dine âlet etme" tavr?n? ise, yanl?ş olduğu için terk etmiş değildir. Yeni halde bu mümkün olmad?ğ? için bunu terk etmiştir. Ama ne zaman ki dinsizliği hedefleyen güçlere karş? muhalif ve dine hürmetkâr bir diğer hareket siyaset sahnesine ç?kar; ağ?rl?ğ?n? bu defa o yöne verir. Siyaseti dinsizliğe âlet edenlere karş? yine siyaseti dine hizmetkâr etmeye çal?ş?r. Ama hemen vurgulayal?m: Ehl-i siyasete bunu söyleyerek, yoksa, kendisi ehl-i siyaset olarak değil!
    Bir lâhikada, "Vatan ve milletin dehşetli zarar?na siyaseti mutaass?bane dinsizliğe âlet edenlere karş? bizim siyasete bakmam?za mecburiyet-i kat'iye olduğu zaman"dan söz eder Bediüzzaman. Ve işte o zaman, siyaset âlemine bakar; dinsizliği hedef alan güçlere karş?, onlara muhalif olan Demokratlar? görür ve "siyaseti dine âlet ve dost yapma vazifesini" bildirir.
    Bediüzzaman, bu vazifeden asla geri kalmayacakt?r.
    Bediüzzaman'?n bu noktada "vazife" tabirini kullanmas?, bilhassa dikkate değer. Bu, "Siyaseti dine âlet ve dost yapmaya çal?ş?labilir de, çal?ş?lmayabilir de. Ben bu işle ilgilenmeyebilirim" demek değildir. Yani, mümkün olduğu yerde buna çal?şmaktan kaç?nmak, bir vazifeden kaçmak demektir. Hürriyeti yok eden, ?slâma hücum eden, genç dimağlar? dinsiz fikirlerle dolduran, her kesime dinsizliği neşre çal?şan bir tehlikeli harekete karş?; hürriyet ve demokrasi taraftarlar? lehinde çal?şmak, Bediüzzaman'a göre, ?slâmî bir vazifedir. Bunu yapmamak, bu vazifeyi ihmal etmektir. Bunun mazereti de yoktur. Zira bu ihtimalle, bilmeyerek de olsa, dinsizliği hedef bilen siyasî harekete güç verilmektedir. En az?ndan belinin k?r?lmas?na mani olunmaktad?r.
    ?şte bu nokta, siyaset dairesinin de, "ubudiyet dairesi"ne dahil olduğu noktay? temsil eder. Böylesi bir halde, dinin lehinde olan için yard?mc? olup, dinin aleyhine olan?n aleyhine çal?şmak, siyaset dairesinde kulluğu yaşaman?n ifadesidir. Zira, hedef, her dairede olduğu gibi, dine hizmettir. ?man hakikatlar?n?n inkişaf?n?n önüne çekilen kal?n zulmet perdesinin y?rt?lmas? hedefi vard?r. Böylece iman hakikatlar?n?n inkişaf?na vesile olma hedefi vard?r.
    Evet, hakikî dindar "Bütün kâinat?n en büyük gayesi ubudiyet-i insaniyedir"39 diye bilir. Âyetü'l-Kübra'da ifade edilen şu hakikat?n şuurundad?r: "?nsan?n bu dünyaya gönderilmesinin hikmeti ve gayesi, Hâlik-? kâinat? tan?mak ve Ona ibâdet etmektir." Her mü'min, buna çal?ş?r. Hedefi, gayesi budur. Ve bu gaye, "eğer mümkün ise,"41 siyaseti de bu gayeye âlet etmeye engel değildir.
    Bediüzzaman, bu konuda şu son derece berrak hükmü verir:
    "Hakiki dindar ise, `bütün kâinat?n en büyük gayesi ubudiyet-i insaniyedir' diye siyasete, aşk-? merak ile değil, ikinci üçüncü mertebede onu dine ve hakikata âlet etmeye -eğer mümkünse- çal?şabilir."


    Metin Karabaşoğlu, Köprü, sayfa: 3, Bahar 1995

    Konu elff tarafından (22.05.07 Saat 20:19 ) değiştirilmiştir.

    Biz ise hem insancasına, hem Müslümancasına yaşamak istiyoruz. (Bediüzzaman)


  9. #69
    Dost haksever - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    May 2007
    Mesajlar
    38

    Standart Siyaset İyidir.

    Siyaset iyidir. Siyaset lazımdır. Siyaset doğru yapılmalıdır.

    "Taallüm-ü siyaset siyaset değildir."

    Siyaset toplumu yola getirir. Siyaset toplumu yoldan çıkararır.

    Siyaset ehven-i şer olarak yapılmalıdır.

    Selamlar.

Konu Kapatılmıştır

Konu Bilgileri

Users Browsing this Thread

Şu an 1 kullanıcı var. (0 üye ve 1 konuk)

     

Benzer Konular

  1. Risale-i Nurlardan Müjdeler
    By Abdulbaki in forum Açıklamalı Risale-i Nur Dersleri
    Cevaplar: 82
    Son Mesaj: 16.01.09, 00:06
  2. Bediüzzaman'dan İçtimai ve Siyasi Tesbitler...
    By asyanurasya in forum Kitap, Dergi, Albüm Tanıtımları ve E-Kitap Paylaşımları
    Cevaplar: 3
    Son Mesaj: 04.10.07, 21:20
  3. İçtimaî ve Siyasî Hayat Terörden Nasıl Kurtulur?
    By insirah in forum Risale-i Nur'dan Vecize ve Anekdotlar
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 22.08.07, 18:34
  4. İçtimai ve Siyasi Hayatta Dikkat Edilmesi Gereken Hususlar
    By insirah in forum Risale-i Nur'dan Vecize ve Anekdotlar
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 20.08.07, 12:20
  5. Lâhikaları, İçtimâî-Siyasî Ölçüleri Okumak
    By Ebu Hasan in forum Risale-i Nur Talebeliği
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 25.06.07, 18:30

Bu Konudaki Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
Google Grupları
RisaleForum grubuna abone ol
E-posta:
Bu grubu ziyaret et

Search Engine Friendly URLs by vBSEO 3.6.0