Ayn? hataya, Cumhuriyet sonras?nda düşenler de olmuştur. Meselâ, iktidara hâkim olan zümrenin dinsizliği neşir gayretine karş? silâha sar?lan, kuvvete başvuran kimi insanlar neticede dine zarar vermişlerdir. Bu hareket ile, "husulü meşkuk bir maksad için binler günaha girilmiş"tir. "Birinin yüzünden çoklar belâya at?lm?ş"t?r. "On ihtimalden bir-iki ihtimale binaen günahlara girilip, masumlar günaha at?lm?şt?r.26 Sonuçta, elde zarardan başka birşey yoktur. Üstelik, sadece şah?slar zarar görmüş değildir. Bu hareket, zaten dine hücum için bahane arayan "siyaseti dinsizliğe âlet" edici güçlerin eline f?rsat vermiştir. Dine yönelik birçok hücum, bu bahane edilerek başlam?şt?r. Dindarlara yönelik en büyük zulüm, bundan sonra olmuştur. Tekke ve zaviyeler bundan sonra kapat?lm?ş; tarikatlar, Kur'ân öğrenimi, dinî eğitim bundan sonra yasaklanm?şt?r. Velhas?l, böyle böyle, siyaseti dinsizliğe âlet edenlerin elinde, memleket bir batakl?ğa girmiştir. Şu ülke dahil, Dârü'l ?slâm'?n birçok cüz'ünde yaşanan budur.
Bediüzzaman Said Nursî, içinde bulunduğumuz asra dair şu umumî tabloyu çizer:"Hayat-? beşeriye bir yolculuktur. Şu zamanda, Kur'ân'?n nuruyla gördüm ki, o yol bir batakl?ğa girdi."27 O batakl?ğa giren iki grup insandan söz eder Bediüzzaman. Yüzden yirmisi, batakl?ğ? misk-ü amber zannedip yüzüne gözüne bulaşt?nr. Yüzden sekseni batakl?ğ? anlar, ufunetli, pis olduğunu hisseder, ama ç?kamaz. "?şte bunlara karş? iki çare var. Birisi, topuz ile o sarhoş yirmisini ay?ltmakt?r. ?kincisi, bir nur göstermekle mütehayyirlere selâmet yolunu irâe etmektir."
Bediüzzaman, ikinciyi tercih eder. "Topuz"a benzettiği "siyaset"e girmez. "Siyaset topuzu"nu kullanmaz. Yani, iktidar? hedef alan bir harekette bulunmaz. Bir siyasî parti kurma veya iktidar? hedef alan bir örgütlenmeye girme veyahut belli bir partiye veya partilere girip kadrolaşma gibi tav?rlar sergilemez. Ki böylesi bir hareketin akîm kalmas? mümkün olduğu gibi; bir elde topuz varken nurun insanlara yol göstermesine mani olma tehlikesi de vard?r. Bediüzzaman, sadece ve sadece nur göstermeye çal?ş?r. Bu noktada, tesbiti şudur:
"Hakaik-? imaniye ve Kur'âniye birer elmas hükmünde olduğu halde, siyaset ile âlûde olsa idim, elimdeki o elmaslar iğfal olunabilen avam taraf?ndan ''Acaba taraftar kazanmak için bir propaganda-i siyaset değil mi?'' diye düşünürler. O elmaslara adi şişeler nazar?yla bakabilirler. O halde ben o siyasete temas etmekle, o elmaslara zulmederim ve k?ymetlerini tenzil etmek hükmüne geçer."
Burada, "siyaset" ile kast edilenin, meselâ oy vermek, bir siyasî partiye destek olmak olmad?ğ? aç?kt?r. Kast edilen iman hizmeti ile beraber, bir iktidar hedef?nin de güdülmesi ve ona da çal?ş?lmas?d?r. Bu hedefe ister partileşerek veya devrimci birtak?m yap?lanmalara girerek doğrudan, ister kadrolaşarak dolayl? şekilde ulaşmak amaçlans?n; ikisi de, Risale-i Nur'un yolunda yoktur. Zira, her halde, Risale-i Nur, siyasete âlet ve tâbi edilmiş olacakt?r. Oysa, verilen"ders-i Kur'ân," "bütün siyaset cereyanlar?n?n ve tarafgirliklerinin fevkinde"dir.31
Bediüzzaman, bu noktada şöyle der:
"Hakaik-? imaniye-i Kur'âniye başka cereyanlara, başka kuvvetlere tâbi ve âlet edilmemek ve elmas gibi o Kur'ân'?n hakikatlar?n? dini dünyaya satan veya âlet eden adamlann nazar?nda cam parçalar?na indirmemek ve en kudsî ve en büyük vazife olan iman? kurtarmak hizmetini tam yerine getirmek için, Risale-i Nur'un has ve sad?k talebeleri, gayet şiddet-i nefretle siyasetten kaç?yorlar."32
Burada kast edilen mânâ da aç?kt?r. Risale-i Nur Talebeleri "siyasetten kaç?yorlar," yani hükûmeti ele geçirme gibi bir hedeften kaç?yorlar. ?ktidar olma gibi bir faaliyetten kaç?yorlar. Böyle bir neticeyi hedef edinmiyorlar. Çünkü, ?slâmiyet güneşini yerdeki ?ş?klara tâbi ve âlet etmiyorlar. Semavî olan iman hakikatlar?n?, dünyevî bir mücadeleyle sunmuyorlar.
Bu mânân?n kast edildiği, şu sözle de aç?ğa kavuşmaktad?r:
"Risale-i Nur, dünyada her cereyan?n fevkinde bulunmas? ve umumun mal? olmas? cihetiyle, bir tarafa tâbi ve dahil olmaz. Belki mütecaviz dinsizlere karş? hakl? tarafa yard?mc? olur ve dost olur ve ihtiyat kuvveti hükmünde onlara bir nokta-i istinad olur."
Yani, dine sald?ran dinsizlere karş?, onlara muhalif bir siyasî harekete destek olman?n, yard?mc? olman?n; ona oy vermenin, ona oy verilmesi için çal?şman?n, Riisale-i Nur ölçüleri içinde yeri vard?r. Yeri işte budur. Ve bu kabil faaliyetler "Nur Talebeleri siyasetten kaç?yorlar" hükmü ile çelişmez. Çünkü, bu faaliyetlerde hedef, "Nur Talebeleri" olarak iktidara geçmek değildir.
Siyaset dine âlet edilir!
[3] "Islâmiyet bütün siyasât?n fevkindedir. Bütün siyasetler ona hizmetkâr olabilir"34 der Bediüzzaman. "Eğer mümkün ise," "siyaset vas?tas?yla dine hizmet" meşrudur, makbuldur. Yap?labilir, hatta yap?lmas? "vazife"dir.35 "Ehl-i ?slâmiyet, hamiyeti diniye ve kuvvet-i imaniye cihetiyle, siyaseti dine âlet yapabilir."36
Nitekim Said Nursî, "Eski Said" olarak "bütün kuvvetiyle siyaseti dine âlet etmeye çal?şm?ş''t?r.
"Ve derdi ki, ''dinin bir hakikat?n? bin siyasete tercih ederim.'' Evet, o zamanda k?rkelli sene evvel hissetmiş ki, baz? münaf?k z?nd?klar?n siyaseti dinsizliğe âlet etmeye teşebbüs niyetlerine ve fikirlerine mukabil, o da bütün kuvvetiyle siyaseti ?slâmiyetin hakaik?na bir hizmetkâr, bir âlet yapmaya çal?şm?ş."37
Bu hal, bir "siyasete girme" hali midir? Hay?r. Çünkü, hedef devlet idaresi değildir. Hedef, "dine hizmet"tir. Kendisi yönetimde bir yere oturmaks?z?n, idarî kademelerde yer almaks?z?n, yönetimi dine hizmet etmeye yöneltmek hedef? vard?r. As?l maksat, budur. Siyasetin dine hizmet edeceği yerde bunun için çal?şmak makbuldür, makuldür, meşrudur.
Bediüzzaman da, mümkün göründüğü vasatta buna çal?şm?şt?r. Ama vakta ki, siyaseti dinsizliğe âlet eden güçler devlete hakim olur; bunu terkeder. Zaten, terketmemiş olsa bile, siyaseti dine l?izmetkâr etmeyi başarmas? o şartlarda mümkün değildir. Böylesi bir halde, bilakis söz konusu güçlerin kontrolüne girmiş devlet güçlerini üstüne çekip, dine zarar verme tehlikesi vard?r.
Yani, "?slâmiyeti siyasete âlet etme"ye asla kalk?şmam?ş olan Bediüzzaman Said Nursî, "siyaseti dine âlet etme" tavr?n? ise, yanl?ş olduğu için terk etmiş değildir. Yeni halde bu mümkün olmad?ğ? için bunu terk etmiştir. Ama ne zaman ki dinsizliği hedefleyen güçlere karş? muhalif ve dine hürmetkâr bir diğer hareket siyaset sahnesine ç?kar; ağ?rl?ğ?n? bu defa o yöne verir. Siyaseti dinsizliğe âlet edenlere karş? yine siyaseti dine hizmetkâr etmeye çal?ş?r. Ama hemen vurgulayal?m: Ehl-i siyasete bunu söyleyerek, yoksa, kendisi ehl-i siyaset olarak değil!
Bir lâhikada, "Vatan ve milletin dehşetli zarar?na siyaseti mutaass?bane dinsizliğe âlet edenlere karş? bizim siyasete bakmam?za mecburiyet-i kat'iye olduğu zaman"dan söz eder Bediüzzaman. Ve işte o zaman, siyaset âlemine bakar; dinsizliği hedef alan güçlere karş?, onlara muhalif olan Demokratlar? görür ve "siyaseti dine âlet ve dost yapma vazifesini" bildirir.
Bediüzzaman, bu vazifeden asla geri kalmayacakt?r.
Bediüzzaman'?n bu noktada "vazife" tabirini kullanmas?, bilhassa dikkate değer. Bu, "Siyaseti dine âlet ve dost yapmaya çal?ş?labilir de, çal?ş?lmayabilir de. Ben bu işle ilgilenmeyebilirim" demek değildir. Yani, mümkün olduğu yerde buna çal?şmaktan kaç?nmak, bir vazifeden kaçmak demektir. Hürriyeti yok eden, ?slâma hücum eden, genç dimağlar? dinsiz fikirlerle dolduran, her kesime dinsizliği neşre çal?şan bir tehlikeli harekete karş?; hürriyet ve demokrasi taraftarlar? lehinde çal?şmak, Bediüzzaman'a göre, ?slâmî bir vazifedir. Bunu yapmamak, bu vazifeyi ihmal etmektir. Bunun mazereti de yoktur. Zira bu ihtimalle, bilmeyerek de olsa, dinsizliği hedef bilen siyasî harekete güç verilmektedir. En az?ndan belinin k?r?lmas?na mani olunmaktad?r.
?şte bu nokta, siyaset dairesinin de, "ubudiyet dairesi"ne dahil olduğu noktay? temsil eder. Böylesi bir halde, dinin lehinde olan için yard?mc? olup, dinin aleyhine olan?n aleyhine çal?şmak, siyaset dairesinde kulluğu yaşaman?n ifadesidir. Zira, hedef, her dairede olduğu gibi, dine hizmettir. ?man hakikatlar?n?n inkişaf?n?n önüne çekilen kal?n zulmet perdesinin y?rt?lmas? hedefi vard?r. Böylece iman hakikatlar?n?n inkişaf?na vesile olma hedefi vard?r.
Evet, hakikî dindar "Bütün kâinat?n en büyük gayesi ubudiyet-i insaniyedir"39 diye bilir. Âyetü'l-Kübra'da ifade edilen şu hakikat?n şuurundad?r: "?nsan?n bu dünyaya gönderilmesinin hikmeti ve gayesi, Hâlik-? kâinat? tan?mak ve Ona ibâdet etmektir." Her mü'min, buna çal?ş?r. Hedefi, gayesi budur. Ve bu gaye, "eğer mümkün ise,"41 siyaseti de bu gayeye âlet etmeye engel değildir.
Bediüzzaman, bu konuda şu son derece berrak hükmü verir:
"Hakiki dindar ise, `bütün kâinat?n en büyük gayesi ubudiyet-i insaniyedir' diye siyasete, aşk-? merak ile değil, ikinci üçüncü mertebede onu dine ve hakikata âlet etmeye -eğer mümkünse- çal?şabilir."
Metin Karabaşoğlu, Köprü, sayfa: 3, Bahar 1995