Bu programlar uyarıcı madde; asıl felaket o!

"Kızım neden seyrediyorsunuz şu Yemekteyiz yarışmasını? Ne yemekler doğru düzgün yapılıyor, ne gerçekten yarışılıyor... Sırf dedikodu, haset, laf yarıştırma!"
"Biz de onun için seyrediyoruz zaten babacım, hoşumuza giden o!"
Bir okurum, Show TV'de yayınlanan yarışmayla ilgili, kızıyla aralarında yaklaşık olarak böyle bir konuşma geçtiğini aktarıyordu...
Okurum henüz on yaşındaki kızının açık sözlü biçimde ortaya koyduğu gerçek karşısında haklı olarak ürkmüştü.


Hep televizyonlarda gösterilenlerle toplumda olup bitenler arasında birebir sosyolojik bağlantılar kurmaktan kaçındım.
Mesela medyadaki şiddetin toplumda da şiddeti kışkırttığına dair yaygın inancın bilimsel gerçeklere uymadığını defalarca yazdım.
Ama... İşte o "ama" önemli!
"Reality show" denilen şey başka bir şey!
Ekrandaki hayatla sokaktaki hayatı özdeşleme üzerine kurulu bu tür programların büyük bir kötülüğe dönüşebileceğinden korkmaya başladım.
Nitekim geçen hafta "Yemekteyiz" yarışmasıyla ilgili duygu ve düşüncelerimi sizlerle paylaştım.
Bu programı izlerken hissettiğim "çürümüşlük" duygusunu anlattım.
"Bir soframız kaldı, bari onu bozmayın" demek istedim.


Eksik olmasınlar, gelen okur mektuplarının bazılarında "haklısınız, tv'ler bizi uyutuyoruyuşturuyor" deniliyordu.
Biraz bu nokta üzerinde durmak istiyorum.
Bakın! Klişe yargılar ve kanaatler o kadar güçlüler ki, doğru düşünmemizi ve olumsuzluklara karşı savaşmamızı önlüyorlar.
Bu uyutulma-uyuşturulma meselesi de öyle...
Futboldan mı söz açıldı mesela!
Hemen futbolun kitleleri uyuttuğu söylenir.
Mutlak kötü bir şeymiş gibi!
Oysa insanlar gibi kitleler de uyumaya ihtiyaç duyuyor olabilir.
Uyuyalım. Yeter ki güzel rüyalar görelim!
Asıl mesele kabus görüp görmediğimizdir, ara sıra uyumamız değil!
Ayrıca düşünmek gerekir ki...
Belki de kitleyle insan arasındaki fark odur; kitle her zaman uyur, insan ara ara uyanır!


Şimdi diyeceğim o ki, "Yemekteyiz" gibi programlar da bizi uyuşturmuyor, uyutmuyorlar.
Tam tersine...
Asıl felaket bu programların içimizdeki yılanı uyandırması...
Asıl felaket bu programların içimizdeki haset, dedikodu ve birbirimizi horlama ve saldırganlık dürtülerini uyarıyor olması!
Burada söylemek istediğim şudur: Dürtüleri, duyguları bastırmak her zaman olumsuz bir şey sayılmamalı.
Popüler kültüre yerleşen ve aklı sıra bütün "bastırma" mekanizmalarına karşı çıkan "amatör psikanaliz" anlayışı var ya, Freud'u zerre anlamamıştır!
İnsan kötüyü bastırır, iyiyi çıkartır.
İnsan kendini tartar.
İnsan kendini terbiye eder.
O zaman İNSAN olur.
Reality show programcılığı tam da bu süreci dinamitliyor.


Haşmet Babaoğlu