Dirilerin arkas?ndan aleyhte konuşmak iyi olmad?ğ? gibi, ölülerin de arkas?ndan konuşmak iyi olmasa gerek! Ancak, bir k?s?m olumsuzluklar?, diktatörleri alenen savunmuşsa, bu fikirleri eleştirmek, zihniyeti tahlil edip ortaya sermek, “Ölülerin arkas?ndan aleyhte konuşmay?n!” prensibine girmemesi gerekir. Aksi halde, tarih konuşmamam?z ve tarihten ibret almamam?z gerekir.
Yine de ben say?n Bülent Ecevit’in aleyhinde bir şey söylemeyeceğim.
Meselâ, laik-seküler anlay?ş?n, hayat?n her kademesinde uygulanmak istendiği CHP’nin 1947 kongresinde, “Laiklik yaln?z din ile siyaset aras?nda bir alâka kurulmamas? değil, sosyal hayat?n her yönü ile din aras?nda bir münâsebet kurulmamas?d?r”1 zihniyetini aynen uygulamak istediğini söylemeyeceğim.
CHP, 1950’lerden beri tam iktidar olmasa bile, laik güç, silahl? bürokrasi ve ayd?nlar üzerindeki etkisine güç veren zihniyetten yana tav?r ald?ğ?n? da vurgulamayacağ?m. “Din ve vicdan hürriyetini irticâ olarak göstermeye siyasî bask? denir. Bu ülkede herkes göğsünü gere gere ben Müslüman?m diyebilmelidir” deyip, 1965 y?l?nda, Başbakanl?k seviyesinde, ilk defa Cuma namaz?n? başlatan Süleyman Demirel’e, “Laik Türkiye Cumhuriyetinin Başbakan? nas?l Cuma namaz?na gider?” diyerek laikliği “dinsizlik” mânâs?nda anlayan jakoben zihniyetin yan?nda yer ald?ğ?n?; Demirel için zaman?n CHP Genel Sekreteri Bülent Ecevit’in, 16 Eylül 1967 tarihinde, Denizli’deki konuşmas?nda, “?rticâ?n baş? Başbakand?r” şeklindeki tepkisini de nazara vermeyeceğim.
1968 y?l?nda, Diyanet ?şleri Başkanl?ğ? Bütçe görüşmelerinde yine irtica tart?şmalar? alevlenmiş, CHP’li bir milletvekilinin “Nurculuk ve Süleymanc?l?k yan?nda bir tak?m başka tarikatlar da faaliyet göstermeye başlam?ş ve din istismar ediliyor, bu gidiş de vahimdir” demesine ses ç?karmad?ğ?n? da…
1977’lerde iktidara geldiğinde, okul duvarlar?ndan büyük tarihî şahsiyetlerin indirilmesine ses ç?karmad?ğ?n?, dolmuşlardaki “Allah’?n dediği olur!” yaz?lar?n?n indirilmesine sebebiyet verdiğini nazara vermeyeceğim.
CHP’nin barajlara karş?, “Bu kadar elektriği toprağa m? vereceksiniz, çimento mu yiyeceğiz ki çimento fabrikas? yap?yorsunuz!” demeleri gibi, onun da “Köprü lükstür!” deyip karş? geldiğini dikkate sunmayacağ?m.
Türkiye’nin AB’ye (o tarihte AET idi) girmesi teklifini reddettiğini de söyleyecek değilim!
1974’lerden sonra anarşiyi azd?rd?ğ?n?, halk? sokağa döktüğünü, beceriksiz yönetimiyle kuyruklar meydana getirdiğini; anarşiyi durdurmak için Adalet Partisi’nin çağr?lar?na kulak vemediğini, ülke yarar?na hükümeti desteklemediğini de ilân etmeyeceğim.
Milletin oylar?yla seçilmiş Merve Kavakç?’n?n, başörtüsüyle Meclis’e girdiğinde, “Bu kad?na haddini bildirin!” diye bas bas bağ?rarak ülkeyi germesini, zinde güçleri tahrik etmesini de dikkate sunmayacağ?m.
1979 seçimlerinde Adalet Partisi’nin 5 milletvekilliği kazanmas? üzerine, “Halk?n demokratik tercihine sayg?l?y?m!” diyerek istifa etmesi övgüye değer. Bir de, Osmanl?’n?n son padişah? “Vahdettin hain değildi” sözünü söylediği için onu alk?şl?yorum. Şak, şak, şak!
Türkiye’nin demokratikleşememesinin, hak ve hürriyetlerin kemaliyle işleyememesinin müsebbibi Kemalist-solcular olduğundan, onun son vasiyeti “Sol birleşsin” şeklinde olduğu için de onu yerecek falan değilim.
Ve onun için başka bir şey de yazmayacağ?m.
Dipnotlar: 1. Doç. Dr. Mümtaz’er Türköne, Modernleşme, Laiklik ve Demokrasi, s. 3.