Metin Kaplan'ı hatırlıyor musunuz? Hani şu 28 Şubat'a en güzel görsel malzemeyi sunan tahta tüfekli müsamerenin kahramanlarından biriydi.
Almanya'da kendisine bağlı birkaç yüz kişiyle hilafetini ilan eden Cemalettin Kaplan'ın ölümünden sonra hilafet makamına(!) oturan oğlu. Türkiye'de yargılandığı mahkeme sona erdi ve anayasal düzeni cebir ve şiddet kullanarak değiştirmeye teşebbüsten ömür boyu hapis cezası aldı. Tek başına yargılandığı davada silahlı terör örgütü kurmak ve yönetmekle suçlandı. Metin Kaplan'a ceza vermek üzere birçok madde sıralanabilir. Atatürk'e hakaret bir seçenektir, Kılık Kıyafet Kanunu'na muhalefet bile olabilir. Çok zorlanırsa eylemleri terör ve şiddeti övmek olarak değerlendirilebilir. Böyle birine anayasal düzeni cebir ve şiddet kullanarak değiştirmeye teşebbüsten ceza vermek, öncelikle korunmaya çalışılan anayasal düzene hakarettir, hafife almaktır. Üç beş tane tahta tüfekli adamın bu düzeni yıkabileceğine inanan var mı, hiç zannetmiyorum. Bu devlet hepimizin; anayasa ise bütün eksiklerine ve oylanması sırasındaki anti demokratik şartlara rağmen milletin oyuyla kabul edilmiş bir metin. Onu koruyalım, amenna. Ama ne olur komik duruma düşmeyelim. Kararı, ağır sıklet boks şampiyonunun sokak ortasında beş yaşında bir çocuğa meydan dayağı atıp, 'beni dövmeye kalktı' diye kendini savunmasından farksız görüyorum. Suçla ceza arasındaki orantı hukukun en temel kurallarından biri. Karardaki orantısızlığın zararı, Kaplan'ın fazladan yatacağı 15-20 yıl değil. Anayasal düzenin oturmuşluğuna olan itimatsızlık. Bu düzen pamuk ipliğine bağlı değil, artık inanmak ve o özgüvenle olaylara yaklaşmak lazım.
Konunun diğer boyutu Metin Kaplan'ın şahsi hukuku ile ilgili. İşkence altında alındığı kesinleşmiş ifadelerle verilmiş bir mahkûmiyetten söz ediyoruz. Kaplan da hâkim karşısında devleti yıkma amacı taşımadığını, şiddeti ve terörü örgütlemek şöyle dursun telaffuz bile etmediğini ifade etti. Kaldı ki aleyhteki ifadeler doğru olsa ve hatta Kaplan suçlamaları kabul etse bile suça yeterlilik ve 'araçların suça elverişliliği' ayrıca incelenmeli. Hikâyeyi hatırlamakta fayda var. Güya bu müthiş(!) ekip bir uçağı kaçırıp Bursa kırsalında brandalarla saklayacaklar. 29 Ekim günü havalanacaklar, Bolu'da bir tarlaya inip orada sakladıkları piknik tüpünden yapılmış bombalar ve TNT'leri alacaklar. Tekrar kalkıp Anıtkabir üzerinde patlatacaklarmışşş! Bir denizaltı ele geçirip Boğazlar'ı istila edecektik diye ifade verseler, o yönde işlem mi yapacaktık? Mahkemenin görevlerinden biri de araçların suça elverişliliğini ve sanıkların yeterliliğini araştırmaktır. Böyle baktığımızda da kararın fazlasıyla ağır olduğunu görebiliriz. Bütün bunların yanında insan ister istemez mukayese yapıyor. Tahta tüfekli fasulyeden örgütün liderini tek başına yargılayıp müebbet verirseniz, Ergenekon çetesine bir milyon defa müebbet mi vereceksiniz? Atabeyler Grubu diye meşhur olan yargılama hemen aklıma geldi. Muvazzaf askerler, bir kısım krokiler ve patlayıcı maddelerle birlikte yakalandığında savcı ilginç bir mütalaa vermişti. Mühimmatın henüz düzenek haline getirilmediğinden hareketle tehlike oluşturmadığı, örgüt kurma ile ilgili yeterli delil elde edilemediği sıralanmıştı. İstenen ceza sadece askerî mühimmatı izinsiz bulundurmak suçunun karşılığı. Yani neredeyse pardon deyip salıverilmeleri... Bu kıyaslar adil yargılama ile ilgili ciddi şüpheler oluşturuyor. Bence Kaplan ve arkadaşlarına Cem Uzan'a benzer bir ceza verilmeliydi. Başarısız müsamereleri karşılığında mesela bir sezon tiyatro eğitimi ya da Devlet Tiyatroları'nda en az 15 oyun izleme cezası!

17 Ekim 2008, Cuma