Cumhuriyet savcılığı tarafından, aylardır Türkiye'nin gündemini işgal eden bir şebeke hakkında "Ergenekon terör örgütü" tâbiri kullanıldı. Ayrıca, bu örgütün mensubu olduğu tesbit edilen birçok şahıs tutuklandı, hapse konuldu.
Hakkındaki iddianâmenin binlerce sayfayı bulduğu bu örgüt hakkındaki dâvâ süreci devam ediyor. Zanlılardan kimi ne tür bir ceza ile karşılaşacağı henüz bilinmiyor. Ancak, bilinen bazı acı (ama çok acı) gerçekler var ki, o acıları bu millete yaşatanlar, ancak ve ancak Ergenekon tipi bir örgütün mensupları olabilir.
Genel kanaat bu yönde olduğu gibi, çeşitli medya kanallarıyla gayet açık bir lisanla konuşan konu uzmanları da, yine aynı noktanın üzerine basa basa düşünce ve kanaat beyanında bulunuyor.
Meselâ, eski RTÜK başkanı Fatih Karaca'nın yönettiği Kanaltürk'teki "Gündem Siyaset" programına konuşan istihbarat uzmanı Bülent Orakoğlu ile Susurluk dâvâsıyla yakından ilgilenen yılların siyasetçisi Fikri Sağlar'ın bu konuda söyledikleri ve birbirini teyid eden açıklamaları, hakikaten insanı dehşete düşürüyor.
Onların (ve daha birçok uzmanın) ifadesine göre, bu örgütün sabıka dosyası öylesine kabarıktır ki, ülkeye ve millete zararı dokunan hangi hadisenin mahiyetine bakarsanız, içinde Ergenekon terör örgütünün parmağını görürsünüz.
Yapılan açıklamalara göre, bu çetenin çetelesi çok, ama çok uzundur. Kısaca, yakın zamanda işlenmiş "faili mâlum" ile "fâili meçhûl cinayetler"den tutun, katliâma dönüşen bombalamalara, oradan Danıştay saldırısına, Kırıkkale'deki silâh fabrikasının infilâk edilmesine, 28 Şubat'a, Susurluk'a, 12 Eylül'e ve hatta 27 Mayıs darbesine kadar uzayıp gider bu örgütün çetelesi...
28 Şubat sürecinde Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanlığı yapan Bülent Orakoğlu'nun ortaya atmış olduğu çarpıcı bir iddia daha var. O da, terör örgütü olduğu kesinlik kazanan Dev–Sol, Hizbullah, Hizbuttahrir ve hatta PKK'nın da, derin Ergenekon şebekesinin ürünü olduğudur.
Orakoğlu, açık açık "PKK, Ergenekon'un naylon bir örgütüdür ve Öcalan da Ergenekon'un bir üyesidir" diyor.

Silsile nereye kadar gidiyor?

PKK'ın devlet içinde yuvalanmış derin ve karanlık odaklar tarafından kurulduğu, kollandığı ve hatta palazlandırıldığı yönündeki düşünce ve kanaati, yıllardır biz de seslendiriyoruz.
Bunda zerrece bir şüphemiz yok. Sadece, bu terör örgütünün zaman içinde ve kısmî olarak kontrol dışına çıktığı ve başkaları tarafından da kullanılır hale geldiği söylenebilir, o kadar...
Ancak, bize göre meselenin asıl can alıcı noktası şu sorunun cevabında gizlidir: PKK, Ergenekon'un naylon bir örgütü ise, acaba Ergenekon kimin ve hangi odağın naylonudur? Bu silsile nereye kadar uzayıp gider? Bu habis ve nâmeşrû işleri asıl çekip çeviren karanlık odak hangisi?
Ortada, "keyfî ve küfrî bir istibdad" hevesinin olduğu açıktır.
Üstad Bediüzaman, Rumûzât–ı Semâniye isimli eserinde, böylesi bir heveskârlıktan iki defa söz ediyor. Biz, burada tam ismini değil de, naziresini zikredelim: İstibdad–ı seyfiye–i keyfiye–i küfriye.

Tarihin yorumu 23 Eylül 1839

Mora İsyanı ve binlerce şehit

Osmanlı Devletini hem içerde, hem dışarda takattan düşürerek çöküşe doğru sürükleyen en dehşetli hadiseler Sultan II. Mahmud'un devr–i iktidarı zamanında (1808–1839) yaşandı.
İşte, o dehşetli hadiselerden biri de, Mora İsyanının bütün şiddetliyle devam ettiği 1821'in Eylül ayı sonlarında meydana geldi. Arkasına İngiltere, Fransa ve Rusya'nın desteğini alan Rumlar'ın, 23 Eylül günü binlerce Osmanlı askerini şehit ettikleri anlaşıldı. Bazı kayıtlarda, toplam şehit sayısının otuz bin kadar olduğu ve Osmanlı donanmasına ait bütün gemilerin de imha edildiği rivâyet ediliyor.
Mora isyanı, yine mezkûr üç Avrupa devletinin yardımıyla Yunanistan'ın bağımsızlığıyla neticelendi.
Bu durum, Osmanlı'da yeni bir dönüm noktasını teşkil etti. Zira, asırlardır Osmanlı idaresinde yaşayan topluluklardan biri ilk defa savaşarak bağımsızlığını ilân ediyordu.
Daha evvel yaşanan Sırp İsyanı, sadece "yarı bağımsız" bir siyasî gelişmeye yol açmıştı. Ne var ki, Yunanistan'ın bağımsızlığı, Balkanlar'daki diğer bütün unsurların aynı yöndeki damarlarını depreştirdi ve onları birer birer Osmanlı'ya karşı isyana tahrik ve teşvik etmiş oldu.
* * *
Balkanlar'daki toplulukların ve de toprakların kaybı, kıyâfet inkılâbıyla Avrupa'ya yaranmaya çalışan Sultan II. Mahmud zamanında vuku bulduğu gibi, Yeniçeri Ocağının söndürülmesi ve Osmanlı ordusunun Mısır vilâyeti ordusuna dahi galebe çalamayacak bir perişaniyetin içine düşürülmesi, yine aynı dönemin bir eseri oldu.

23.09.2008

E-Posta: latif@yeniasya.com.tr