23 Nisan, Yahut Bir Yalanın Yıldönümü
23 NİSAN, YAHUT BİR YALANIN YIL DÖNÜMÜ...
Hüseyin Yılmaz
ZAMANIMIZDA DA 23 Nisan çocuk bayramıydı... O gün göğüs kafesimizi zorlayan bir gururla, “Hâkimiyet milletindir!” diye haykırırdık. Muallimlerimiz, günün ehemmiyetini anlatan nutuklarla demokrasinin fâziletlerini anlatır, hep birlikte “Yaşasın demokrasi!” diye bağırırdık... Osmanlı’yı yerin dibine batıran, cumhuriyet ve demokrasiye geçişimizi göklere çıkaran nutukların kurduğu toz pembe ve hakîkatsız bir dünyanın “mankurt”ları olarak yetiştik. Şuuru dumura uğratılmış, haysiyet ve şerefi elinden alınmış şahsiyetsiz “mankurt”lar.
Ne münasebet? Herbirimiz birer Mustafa Kemâl’dik... Atlarımızın yelelerinden düşman ordularını sürüklerdik, kılıçlarımızdan binlerce a’danın kellesi damlardı. Gök kubbeyi inleten nâralarımız düşmana korku salar, Ermeni ve Rumları, o gün yeniden dinmez bir gayz ile denize dökerdik. Kesif ormanları tutuşturan soluğumuza gazlerimizin ateşi ilk kıvılcım olurdu. Altın şelaleleri andıran saçlarımızın büyüsünü, göğün derinliklerini kıskandıran masmavi gözlerimizin ışıltısı tamamlardı.
Seksen küsur senede değişen hiçbir şey yok... Hâlâ çocuklarımız aynı yalanlarla uyutuluyor, aynı masallarla hakîkatten koparılıp “mankurt”laştırılıyor. Sâdece çocuklar mı? Hayır... Bütün bir millet... Çocukluğumuzdan başlayıp kabrin eşiğine kadar devam eden koskoca bir yalanın kurbanlarıyız...
Çünkü bu memlekette hiç bir zaman “hâkimiyet milletin” olmadı... Bizim açımızdan bu slogan bir yalan olarak doğmuş, bir yalan olarak kökleşmiş ve bir yalan olarak devam ediyor. Seksen küsur yıl, dile kolay... Her 23 Nisan, bu yalanın tekrar yıl dönümüdür: “Hakimiyet milletindir”...
Bir afyon bu, katledici zehirden daha habis, daha mel’un... Mel’un, çünkü öldürmeden önce şuurunuzu iğdiş ediyor, haysiyetinize fiil-i şen’ide bulunuyor. Sonra cumhuriyet “mankurt”ları olarak, hakikatte bir yalandan ibaret olan ezberinizi, şuursuzca bağırıyorsunuz: “Hâkimiyet milletindir!”
Sâdece bizim için hakîkat olan bir yalanın havârîleriyiz. Amentüsü yalandan ibaret havârîler... Hayır, tashih-i kelâm yapmalıyım: Havârî değil, haşhaşî... Sabbah’ın meşhur fedâîleri... Şuurlarını haşhaşın felce uğrattığı, Alamut Kalesi’nin arka bahçelerini Cennet sanan bedbahtlar...
Milletin kanı pahasına zaferle taçlandırdığı Kurtuluş savaşıyla adım attığımız eşik, Cumhuriyet ve demokrasi olacaktı... İsimleri öyle seçmiştik... Batıyı takliden inşâ edilen yeni sistemin aslıyla yegâne benzerliği, maalesef isimden ibaret kaldı. Ölümüne kadar hükümfermâ olan, Mustafa Kemâl’in mutlak hâkimiyetidir. Sonra İnönü’nün meş’um “Milli Şef”liği devreye girer. Up uzun otuz yıl, sefâlet ve fukaralığın kol gezdiği bir istibdâd devri.
Otuz yılın çelik bir korseyi andıran istibdâdın cenderesinden geçirilmiş milletin, dersini ikmâl etmiş olacağı vehmi ve haricin baskısıyla aralanan çok partili devir, “Yeter! Söz milletindir!” diye başlar. Cidden öyle mi? “Hâkimiyet milletindir”in güne intibak etmiş bu yeni ifade şekli, altın bir eşik olabilir miydi? Maalesef!.. Rüyâ sâdece on yıl sürer... İktidarlarını kaybetme telaşına kapılan mankurt yetiştiriciler, milletin haysiyet ve nâmusunu korumak için, milletin gırtlağından, hayatından kesilen paralarla tedarik edilen silâhın namlusunu milletin iradesine dayarlar: 27 Mayıs darbesi, melletin ırzına evlatlarının tecavüzüdür. Eşi benzeri olmayan hayasızca bir tecavüz: Hakimiyet milletin değil, kuvvet ve silâhındır...
27 Mayıs ile başlayan bu ensest zevk, milletin hayat damarlarını kurutur, nesillerini mahveder. Yedi dövele karşı susmamış koca bir millet, evlatlarının bu şeni tecavüzu karsışında dehşete kapılıp kaybettiği ırz ve namusunun utancı içinde sükûta gömülür... Aynı utancı bir daha yaşamamak için dilsizleşir, varlığını belli etmemek için konuşmayı terkeder... Menderes’in idamında “Tek bir mantar tabancası bile patlatamadılar!”, diye efelenen hayasızların bu milletin yaşadığı derin buhran ve mahcubiyeti anlamasını bekleyemeyiz. Anlatmak da mümkün değil... Uçkurunu bağlamakla meşgul mütecavizin bu zihnî istimnası, fiilinden daha kahredici. Daha kahredici, çünkü yaşattıklarını unutmamıza müsaade etmiyor, yaralarımızın kabuk bağlamasına da rızası yok..
Günahın câzibesi, tekrarı vâcib kılar... 27 Mayıs şenaatini diğerlerinin tâkib etmesi, ilk tadın damakta bıraktığı meş’um zevkin eseri: 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat... Hepsi de 27 Mayıs’ın veled-i zinâları. Bunları irili-ufaklı, aleni-gizli daha bir yığın tecavüz tamamlar... Sistemin korkularını yatıştırmakla mükellef unsurlar, münavebetle devreye girer: Halk Partisi, medya, üniversite, aydın, bürokrasi, yargı ve derin çeteler...
Bugün yaşadıklarımız, aynı an’aneden mülhem. Daha 7 ay önce milletin yarısının reyi ile iktidarını tekrarlayan bir partiye kapatma dâvâsı açıp sonrasında 23 Nisan’ı kutlamak, elem verici... Kutlamıyorum, “Hâkimiyet Milletindir!” yalandan ibaret kaldığı müddetçe de kutlamayacağım... Ak Parti kadroları bu günü bir maskaralık olmaktan çıkarmak istiyorlarsa, koltuklarını masum ilk mekteb çocuklarına devretmemeliler... Bu sahte oyunda onlara rol vermek, sekerâtları öncesinde çocuklarımıza koltuklarını bırakmak, ölüm yataklarına bu masumları yatırmak demektir. Yapmayınız... Çocuklarımızı aldatmaya hakkınız yok... Temsil iddiasında bulunduğunuz hâkimiyet-i millet yalanını, hiç değilse bu gün sahnelemeyiniz. Bu çocuklardan herhangi birisi “Darağaçlarına, ya da zindanlara açılan koltuklarınıza, bizi neden oturtuyorsunuz?” diyecek olsa, nasıl cevap vereceksiniz? Çocuklar sormuyorsa, ben soruyorum: “Darağacına sehpalık yapan koltuklarınıza, çocuklarımızı niçin oturtuyorsunuz?”
Bir devrin yüz aklarından addettiğim Hasan Celâl Güzel haklı... Makaleyi onun şâhane tesbitleri ile noktalayalım:
“Bugün 'Ulusal Egemenlik Mitingi' düzenleyenlerin, ulusal egemenlikten kastettiği, milletin değil oligarşik azınlığın egemenliğidir. 'Millî İrade' ise, milletin iradesini ifade için değil, 'Millî Şeflik' döneminden tevarüs eden antidemokratik bürokrasinin arzusunu anlatmak için kullanılmaktadır. Öyle ya, bir yandan 'Millî Egemenlik'ten, 'Millî İrade'den söz edeceksiniz; bir yandan da jakoben oligarşik hâkimiyeti devam ettirmek ve milletin iradesini gözardı etmek için elinizden geleni yapacaksınız.
Açıkça ifade edelim, bugün Türkiye'de milletin iradesine ve egemenliğine dayanan demokratik bir rejimden söz edilemez. Eğer, 7 ay önce oyların yarısını alarak tek başına iktidara getirilen bir siyasî parti kapatılmak isteniyorsa; muhalefetteki yüzde 20'lik azınlık TBMM'ye, bürokrasiye, yargıya tahakküm edebiliyorsa; egemenlik kayıtsız şartsız milletin değil, bir avuç jakoben azınlığındır; siyasallaşmış yargının jüristokratik gücünündür; ikide bir darbe tehdidinde bulunan militarist odaklarındır...”
23/04/2008