Kazım GÜLEÇYÜZ
Cinsellik, din ve AB




Bir taraftan Vatikan’a uğrayıp Fransa’nın Katolik köklerinden dem vururken, diğer taraftan Ortadoğu turunda Müslümanların hoşuna gidecek birkaç lâf sarf ettikten sonra kasasını dolduracak anlaşmalarla ülkesine dönen Sarkozy’nin fütursuzca sergilediği gayr-i ahlâkî gönül ilişkilerine bizdeki bazı laikçilerin yağdırdığı övgülere geçen hafta temas etmiştik.
Yine o cenahta yapılan bir değerlendirme, işin son derece ciddî ve derin bir diğer boyutunu daha gözler önüne seriyor. Sarkozy’nin son ilişkisini, “erkekobur ünvanını kazanan bir dişilik sembolüne kancayı takmak” olarak niteleyen bir yazar, konuyu getirip şuraya bağlıyor:
“Cinsel hakları dinsel haklara eşit, hattâ daha gerekli sayıp özgürce kullanan toplumlar, dinsel hakların başta cinsellik, tüm özgürlükleri bastırdığı kültürlerle uzlaşmaz...” (Mine G. Kırıkkanat, Vatan, 18 Aralık 2007)
Buradan, Sarkozy’nin gönül maceralarının, özel, kişisel ve sıradan bir tercih olmanın ötesinde, derin, kapsamlı, stratejik bir planın parçası olduğu gibi bir sonuca varmak mümkün.
Bilindiği gibi, Sarkozy Türkiye’yi AB’de görmek istemeyişinin gerekçesini, “Avrupalı değil, Asyalı” argümanıyla izah ediyor. Bu ayrıştırma çabasının altında ifade edilmek istenen sosyal ve kültürel farkların en önemlilerinden birini ise, yukarıda aktardığımız cümlede görüyoruz.
Sınırsız cinsel özgürlüğün ön planda olduğu bir toplumla, cinselliğin de dinî ölçülere göre yaşandığı bir toplum arasındaki kültür ve yaşayış farkı, bir arada olmalarını imkânsızlaştırır!
Dolayısıyla, “dinsel haklar”ın cinselliği bastırdığı bir Türkiye ile, “cinsel haklar”ın dinsel haklara ağır bastığı bir Fransa’nın, aynı birlik çatısı altında yer almaları düşünülemez!
Yakınlarda çıkan “Fransa’da geçen yıl doğan bebeklerin yüzde 50.5’i evlilik dışı” haberi de (Sabah, 16 Ocak 2008) bunu destekliyor.
Böylece, toplumumuzda öteden beri var olan “AB’ye girersek aile yapımız ve ahlâkî değerlerimiz zarar görür” kuşkusu tahrik edilerek, başka sebeplerden de beslenen AB aleyhtarlığının biraz daha güçlendirilmesi hedefleniyor.
Maksat, Türkiye’nin AB dışında tutulması.
Hatırlanacağı gibi, yine bu maksatla tezgâhlanan bir başka provokasyon, yine Fransa’da ve yine Sarkozy’nin başını çektiği başörtüsü yasağıydı. Devlete bağlı ilk ve ortaokulların başörtülü öğrencilere kapatılması ve ardından yasağı diğer Avrupa ülkelerine de taşıma girişimleri, Türkiye’de sırf özgürlük için gelişen “AB yönelişi”ni kırmayı amaçlıyor; böylece “AB de yasakçı” kanaatinin yerleşmesi isteniyordu.
Ama o yasak dalgası Avrupa’da fazla devam edemedi, bir yerde tıkandı. Ve Avrupa Parlamentosunun ilkokullarda başörtüsü yasağını reddetmesi örneğinde olduğu gibi, tersine döndü.
Böyle olunca, “dinsel ve cinsel hakları çatıştırma” taktiği deneniyor. Avrupalılara “Cinselliğe baskı yapan bağnaz bir toplumu nasıl içinize alacaksınız?” mesajı verilirken, bize de “Ahlâkı bu kadar dejenere olmuş insanlarla nasıl birlikte olacaksınız?” provokasyonu yapılıyor.
Ama bu da boşuna. Zira biz AB’ye değerlerimizle gireceğiz. Avrupa ise İsveç’te işaretleri görüldüğü gibi, fıtrata dönüş sancıları yaşıyor. Fıtratta buluşma, tertipleri yine bozacak.

27.01.2008

E-Posta: irtibat@yeniasya.com.tr