Ölümün değip de boynunu bükmediği ne var dünyada? Kahramanlar Kahramanı Deli Dumrul’a bile alın terletmiş bir yamandır Azrail… Krallar, kumandanlar, azizler, peygamberler, gençler ve ihtiyarlar, zenginlerle yoksullar, hasılı her renkten, her halden insanoğlu tadacaktır ölüm gününü…
Sonra ağaç dallarının uçlarındaki en zayıf çiçeklerden, en dik ve sarp kayalıklara kadar, hayvan, bitki ve taş cinsinden ince ve sert tüm "şey"ler de tadacak ölümü… Yanından geçerek yürüdüğün şu kabirlere bak inanmıyorsan! Ölüm, kalın bir yorgan gibi örtmekte hayatın üstünü… Mezar taşındaki iki tarihin arasına çekilen bir çizgiye sığıyor işte hayatın… İşte hayatın, yaşarken üstüne hiç toz kondurmadığın o çok değerli hayatın… Şimdi yüzü yosunlu ve dilsiz taşın üstünde küçük bir tarih çizgisi…

Ölüm kime ve nasıl denk gelirse gelsin, kalplere büyük bir ibret, bir telaş, bir sarsıntı. Kapı eşiğinden geçerken kafanızı çarpmanız gibi bir şey "başkasının ölümü"… Aaa, o da mı diyorsunuz meşhurlardan birinin ölüm haberiyle, sanki ölümün elleri bazı kişilere hiç yetmeyecekmiş gibi geliyor…

Ölümlerin ardından biz Müslümanların söylediği bir söz vardır: "İnna lilllahi ve inna ileyhi Raciun. Allah içiniz ve Allah’a dönücülerden"… Beyazıd-ı Bestami bu bahisten konuşurken "Allah’tan geldik Allah’a gidiyoruz" diyen vaizin sözünü kesmiş tüyleri ürpererek; "Haşa!" Demiş… "Haşa, biz her an Allah ile beraberiz, O, gelip gidilen bir yer değildir, her an Hazır ve Nazırdır…"

Müslüman için hayat ve ölüm birbirine geçişli iki bahçedir. Allah ise; her an ve her yerdedir.

Ama seküler akıl, ölüm fikrini kör bir testereyle kesip atmıştır hayatın iliklerinden. Yani ölmenin çok yeri yoktur hayatın akışında, hayat algısı ölmek’sizdir seküler zihnin. Ciddi bir ayrım vardır hayatla ölüm, bedenle ruh, insanla Tanrı arasında. Ölüm, hayata karşı geri çekilmiştir. Ruh, bedene kıyasla ikinci plana atılmış, Tanrı ise kendi yeri olan Göklere çekilirken, Yeryüzünü insanlara terk etmiştir. Yani kişisel benlikten sokağa, şehre, devlete, felsefe, bilim ve sanat anlayışına kadar her kulvarda bu ikil ayırım hakimdir zihinlere; Tanrı ve Sezar…

Prof. Erdal İnönü vefat etti. Bu haber beni ummadığım kadar sarstı. Zira Milli Mücadele ve Cumhuriyetin Kuruluşu günlerindeki "ikinci adamın", İsmet Paşa’nın evladıydı. Hastalıkların ve ihtiyarlığın sadece fakirlere denk geldiğini düşünmek elbette abes ama insan zannediyor ki büyükler, zenginler hiç derde düşmez, asilzadelerin hiç yaşlanmaz bedenleri… Halbuki koskoca padişah bile ne demiş; "halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi/ Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi"… Sultan Süleyman’a bile kalmayan dünya kime kalacak?

Peki o zaman niçin Pembe Köşk’e taziye ziyaretine gitmek isteyen Hayrünnisa Hanım kabul edilmemiştir huzura? Yani onu kabul etmeyenler hiç ölmeyeceklerini mi düşünüyorlar? Hayrünnisa Hanım örtüsüyle Allah’ı ve ölümü çok mu hatırlatıyor onlara? Ama zaten babalarını kaybetmişler, Allah ile, ölüm fikri ile en sarmaş dolaş oldukları an değil mi bu an?
Kalplerin en yumuşak, kalplerin en acıyla bükülmüş, gönüllerin en yaralı günleri değil mi taziye günleri? Nereden ve nasıl bulup çıkartıyorlar o paramparça olmuş kalplerinden böylesi bir keskin öfkeyi? Baba, dede acısının arasında taziyecilerin kılık kıyafeti ile uğraşacak takati nasıl buluyorlar yüreklerinde? Yüreklerinde… Yüreklerinde… Yüreklerinde…

Üzülmek için önce yürek gerek doğru ya!

Peki ya dilleri bağlı ve artık toprağın altında olan ölüler ne derler bu işe? Yani yukarıdakilerin laik taziye algısı ile ilgili olarak yerin altındakilerin düşündüğü nedir? Yoksa yeryüzünde olduğu gibi yerin altında da kamusal alan/ özel alan tabelaları mı var?
Ya ardımızdan okunan selalar? Onların da laik olanları var mı laiklikten ödün vermeyenlerin ardından okuyabilmemiz için? Ya musalla taşları, isterseniz onları da ayıralım ve işaretleyelim? Hatta laiklik konusunda çok titiz olan akrabalarımız arkamızdan her şeyi yasaklasınlar; Cami’ye, Musalla’ya, Sela’ya, Fatiha’ya, Nasıl Bilirdiniz’e, Vecelle Senayuke’ye de izin vermesinler ardımızdan.

Ardımızdan bir tek kişinin bile amin demesi moralimizi bozacaksa, laikliğimiz sarsılacaksa mevlit şekerlerinin külah uçlarından… Bırakalım ölmeyi. Zira ne kadar kaçsak da Allah’ı hatırlatıyor, en iyisi bırakalım ölmeyi…



SİBEL ERASLAN