Allah rızası için verilen yardımlar mükafatsız kalmaz. Karşıdakinin müstahak olup olmaması bu hükmü değiştirmez. Ama mümkün mertebe gerçek muhtaç olanları araştırıp ona göre yardımda bulunmak gerekir.

Dilenciliğin altında hangi sebep yatarsa yatsın, hepimizin tartışmasız kabul edeceği acı bir gerçek vardır. Bu hastalık toplumun kapanmaz, şifa bulmaz bir yarasıdır.

Görüldüğü kadarıyla, dilenen kişiler ya ihtiyar, kötürüm, sakat ve hasta gibi bedenî özürlerinden dolayı iş bulamayan, çalışma imkânından mahrum kimseler; veya özürlü olduğu halde aza kanaat etmeyip kolayından bol paraya göz dikenler yahut bedenen ve ruhen sağlam olup bu yolu bir kazanç ve meslek hâline getirenlerdir.

Toplum hayatında köklü ve esaslı inkılâplar yapan Resul-i Ekrem Efendimizin dilencilik illetine nasıl çareler getirdiğini, ihtiyacı olmadığı halde dilenenlerin mes’uliyetini ve hangi hallerde dilenmenin caiz olabildiğini şu canlı hadise ibretli bir şekilde gözlerimizin önüne sermektedir:

Enes bin Mâlik anlatıyor:

Bir gün Resulullahın (a.s.m.) huzurunda Ensardan birisi gelerek birşey istedi. Resulullah ona sordu:

“Evinde bir şey var mıdır?”

“Evet, yâ Resulallah, bir çulumuz var. Bir kısmını altımıza seriyoruz, bir kısmıyla da örtünüyoruz. Bir su kabımız var, onunla da su içiyoruz.”

“Öyleyse hemen kalk, çul ve su kabının her ikisini de al, bana getir.”

O kişi gitti, her ikisini de getirdi.

Resul-i Ekrem çulla su kabını eline aldı, hazır olanlara göstererek, “Şu iki eşyayı satın alacak kimse var mı?” diye sordu.

Cemaattan bir zat, “Ben her ikisine de bir dirhem veririm” dedi.

Resulullah iki-üç defa, “Bir dirhemden fazla veren yok mu?” diye tekrarladı. Daha sonra başka birisi, “Ben iki dirheme alırım” dedi. Resulullah çulu ve su kabını o zata sattı. İki dirhemi aldı, eşya sahibine verdi ve şöyle buyurdu:

“Bu paranın bir dirhemi ile yiyecek al, âilene bırak; bir dirhemine de bir balta al, bana getir.”

O adam gitti, bir balta aldı, geldi. Resul-i Ekrem baltaya kendi eliyle bir sap taktı. Sonra da o adama vererek, “Al bunu, git odun kes, topla, sat. Seni on beş gün görmeyeceğim” buyurdu.

O adam gitti, odun kesti, topladı, sattı. Resulullahın huzuruna geldiğinde on beş dirhem kazanmıştı. Bir kısmına giyecek, bir kısmına da yiyecek almıştı. Resulullah bunun üzerine şöyle buyurdu:

“Dilencilik yüzünden siyah bir nokta olarak Kıyamet gününde gelmektense şu hâlin ondan daha hayırlıdır.

“Dilenmek ancak şu üç kişiye caizdir: (1) Toprağa yapıştıran fakirliğe uğrayana (son derece fakir düşene), (2) altından kalkamayacak derecede borç altına girene, (3) ara bulmak için kan parası yüklenen kimseye.” Başka bir rivâyette ise dördüncü bir şart getirilir: “Çok acı veren müzmin bir hastalığa kapılan kimse ihtiyacı kadar isteyebilir.”1

Hadisten açıkça anlaşılan odur ki, çalışamayacak kadar mağdur, sakat ve özürlü olan kişi, kendisine bakacak bir kimse yoksa, devlet de yardım etmiyorsa, ancak zarurî ihtiyacını telâfi edebilecek kadar başkalarından isteyebilir, dilenebilir. Borçluluk hali de buna eklenmektedir.
Bu zarurî hâlin dışında, dilenciliği sırf bir geçim vasıtası haline getirenler büyük bir mes’uliyet altına girmektedir. Bu çeşit kimselere Peygamberimizin ikazı şöyledir:

“Her kim malını çoğaltmak için insanlardan mallarını isterse, o ancak ve ancak ateş parçası ister. Artık bunun ister azını, isterse çoğunu ister.”2

Bu hadis-i şerif, ihtiyacı olmadığı halde dilenmeyi caiz görmeyip Cehennem azabını netice verecek bir iş olduğunu ifadeyle haram saymaktadır.
İşte haram işleyenlerin sayısının artmaması için bu tür kimselerin türemesine meydan vermemek lâzımdır. Duhâ Sûresinde geçen

“Birşey isteyeni geri çevirip azarlama” mealindeki âyet-i kerimeden esas murad, ilmî bir mesele soranı, birşey öğrenmek isteyeni geri çevirmemektir. Yoksa her isteyeni boş çevirmemek şeklinde anlaşılmamalıdır.3 Çünkü bu takdirde dilenciliğe yol açılmış olur.

1. Ebû Dâvud, Zekât: 26.
2. Müslim, Zekât: 35.
3. Es-Sâvî, 4: 330.

Mehmed Paksu


SELAM VE DUA İLE...