+ Konu Cevaplama Paneli
1. Sayfa - Toplam 3 Sayfa var 1 2 3 SonuncuSonuncu
Gösterilen sonuçlar: 1 ile 10 ve 21

Konu: Sigorta Acenteliği İşletmenin Fıkhi Yönü

  1. #1
    Vefakar Üye resuls - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Jan 2008
    Bulunduğu yer
    kayseri
    Yaş
    41
    Mesajlar
    485

    Standart Sigorta Acenteliği İşletmenin Fıkhi Yönü

    selamunaleyküm.
    Kardeşler ben sigorta acenteliği alamayı düşünüyorum
    fakat bu işin ya da mesleğim fıkhi yönü noktasında kesin bilgim yok.
    haram veya helal bir kazançmı?
    benim bazı şüphelerim var bilgisi olan kardeş,abi ve ablalarımdan katkılarını bekliyorum.
    selam ve saygılarımla....
    Güzellerin güzel yüzlerinde güzelliği yaratan, elbette o güzelliğe müştakları da yaratır(Mesnevi-i Nuriye 159.s).....

  2. #2
    Yasaklı Üye halenur - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Jan 2008
    Mesajlar
    2.932

    Standart

    Sigorta Acenteligi borsada kayitli mi? (Büyük sigortalar kayitli oluyor da...)
    Herhangi bir faiz veya haram para karisiyor mu?
    Bilgin var mi?

    Hangi konularda sigortalar sunacaksin?

  3. #3
    Vefakar Üye resuls - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Jan 2008
    Bulunduğu yer
    kayseri
    Yaş
    41
    Mesajlar
    485

    Standart

    ray siorta
    borsaya kayıtlı olup olmadığını da bilmiyorum.
    ev, araba,dask,kasko vb. bütün poliçeleri kullanacağım ihtiyaç olduğu takdirde.
    işte böle
    Güzellerin güzel yüzlerinde güzelliği yaratan, elbette o güzelliğe müştakları da yaratır(Mesnevi-i Nuriye 159.s).....

  4. #4
    Yasaklı Üye halenur - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Jan 2008
    Mesajlar
    2.932

    Standart

    http://www.saidnursi.de/forum/viewto...9b506b72ac44c3

    Tarih: Pts Nis 28, 2008 10:51 am Mesaj konusu: Sigorta Şirketleri Vb.Yerlerde Çalışma... Amerika’da bulunan bir kardeşimiz soruyor. Sigorta şirketine çalışmak üzere girdim. Sonra internetten hayat sigortanın caiz olmadığını öğrendim. Ben pazarlamacı olarak çalışıyorum. Acaba bu hususta hüküm nedir. Yardımınıza teşekkür ederim.



    Değerli Kardeşimiz;

    İlk günlerinden bu yana İslâmın mücadele ettiği, kökünü kazımaya çalıştığı kötü alışkanlıklardan ve musibetlerden ikisi içki ve fuhuş ise, öbürü de hiç şüphesiz faizdir.

    Bunlar Cahiliye Arapları ile bütünleşmiş, hayatlarından birer parça olmuş, kan ve damarlarına işlemişti. İslâmiyet kısa zamanda bunu ortadan kaldırdı. Nitekim asırlar boyunca İslâm ülke ve cemiyetlerinde faizin esâmesi okunmazdı. Ne zaman ki cahiliye inanç ve âdetleri yeniden hortlamaya yüz tuttu; beraberinde de bütün unsurlarını toplayıp geldi. İçki, fuhuş, kumar, müstehcenlik ve faiz bu belâlardan bazılarıdır.
    Meselâ her şey Avrupa'dan ithal edilirken, iktisadî hayat da büyük ölçüde faiz sistemine göre ayarlandı. Böylece, nihayet bugün her köşe başında pıtrak gibi faiz kuruluşları bitmeye başladı. Orada çalışanlar da yurt dışından getirilemeyeceğine göre, ülkemiz insanının çalıştırılması gerekti. Sonunda müdüründen memuruna, işçisinden temizlikçisine kadar bütün kadrolar dolduruldu.

    Faizle iş yapan teşekküllerde çalışanların durumunu iki şekilde mütalâa etmek mümkündür. Birincisi, o müessesenin faizle iş yaptığını, çalışmanın mes'uliyet getireceğini bildiği halde imkânlarının cazibesine kapılarak girenler; ikincisi ise, vaktiyle girmiş, fakat o zamanlar haramlık ve helâllik cihetine pek dikkat etmemiş, hattâ bunun bir mahzur teşkil edeceğini bile düşünmemiş olanlar.

    Şu husus bilinen bir gerçektir: İslâmiyet faizi tamamıyla yasaklamış, onunla hep mücadele etmiş, faize gidecek yolları kapatacak çeşitli yardımlaşma müesseseleri kurmuş; cemiyetin rahat ve huzurunu faiz belâsının kaldırılmasında görmüştür.

    Böyle olduğu halde, yüce dinimiz en küçük tasarruflarına varıncaya kadar bütün ticarî ve sınaî muamelelere faizi bulaştırmaya çalışan, her fırsatta milleti faize teşvik eden, insanlardaki yardımlaşma duygusunu sarsan, borç alıp verme gibi iş dünyasını rahatlatan bir âdeti kaldıran faize dayalı müesseseleri tasvip eder mi? Etmeyeceği şüphe götürmez bir gerçektir.
    Bediüzzaman'ın ifadesiyle «Ribanın (faizin) kap ve kapıları olan bankaların nef'i (faydası) beşerin fenası olan gâvurlara ve onların en zalimlerine ve bunların en sefihlerinedir, âlem-i İslâm’a zarar-ı mutlaktır.» (1)
    Faizle ve faizli işlemlerle meşgul olmak hem âyetlerde, hem de hadislerde yasaklanmış, haram kılınmıştır. Âyetin meali şöyledir:

    «Faiz yiyenler kendilerini şeytan çarpmış birer mecnundan başka bir halde kabirlerinden kalkmazlar. Böyle olması da onların, 'Alım satım da ancak faiz gibidir' demelerindendir. Hâlbuki Allah alışverişi helâl, faizi haram kılmıştır.» (2)

    Faiz kanalıyla harama bulaşan kimseler hadis-i şerifte şöyle tasnif edilmektedir:

    «Faizi yiyen, yediren, şahitlik ve kâtipliğini yapan, Allah'ın rahmetinden uzak kalmıştır.» (3)

    Âyet-i kerimede mutlak olarak sadece faiz yiyenler zikredilirken, hadis-i şerifte yiyen, yediren, şahitlik ve kâtipliğini yapan peş peşe sıralanmış ve «Allah'ın rahmetinden uzak olma» cihetinde birlikte ve toptan ifade edilmiştir.

    Durum böyle iken, faiz kuruluşlarında çalışanlar her ne kadar doğrudan faiz yemiyor ve yedirmiyorlarsa da; muamelesini görmekte, hesap ve yazışmalarını yapmakta, idarî işlerini yürütmektedirler. Gerek memur olsun, gerekse müdür olsun; hadiste geçen «kâtip» mefhumunun içine girmiş olmaktadır.

    İşte bu hususları bilen bir insanın bilerek bu nevi müesseselere girmesi, tavsiye edilecek bir şey değildir. «Başka bir iş bulamadım», «Zaruret icabı girmem gerekiyor» gibi bahaneleri, kişiyi haklı çıkaracak, üzerindeki mes'uliyeti giderecek gerekçeler olarak görmek mümkün değildir. Çünkü helâl ve meşru daire insanın ihtiyacına kâfi gelecek kadar geniştir.
    Belki meşru dairede bulduğu ve çalıştığı işin ücreti diğerine nisbetle bir miktar az olabilir, ama hiç olmazsa şaibeli bir para olmaz. Üstelik böyle faiz esasına dayalı bir kuruluşta çalışmayı bir zaruret olarak kabul etmek de oldukça güçtür.

    «Diğer memurluklarda ve kamu iktisadî teşekküllerinde çalışmakla bir faiz müessesinde çalışmak arasında ne fark var? Çünkü memura verilen maaşa da büyük ölçüde faiz karışmaktadır" gibi sözlere gelince: Evvelâ, memurların hepsi veya resmî olan diğer işyerlerinde çalışanların tamamı faizli muamelenin muhasebesini yapıyor değildir. Yani, memur veya işçi bizzat faizle uğraşmamaktadır. Hâlbuki faize dayalı işyerlerinde çalışanların bütün mesaisini faiz hesapları, akitleri ve muameleleri almaktadır.
    Diğer taraftan, devletin geliri sadece faiz yoluyla birikmemektedir. Büyük ekseriyeti halktan alınan vergiler ve benzeri yollardan sağlanmaktadır. Memur da maaşını alırken oradan gelen paraları niyet ederek kabul eder. Hattâ kazancını kumar, içki alışverişi ve benzeri helâl olmayan bir yoldan temin eden bir insanın, meselâ inşaat gibi meşru sayılan bir işinde çalışıldığı zaman, işçinin almış olduğu ücret meşru ve helâldir. Yine alacaklı bir Müslüman’ın, borçlu bir gayrimüslimin şaraptan elde ettiği paradan borcunu alması caizdir. (4)

    Her ne kadar bu paranın aslı dinen haram sayılan bir yoldan elde edilmişse de, alacaklı için durum farklıdır. Çünkü o, borçludan hakkını almaktadır. Bu paranın haram yoldan kazanılmasında alacaklının bir mes'uliyeti yoktur. Mes'uliyetin tamamı borçlu olana aittir. Memurun da durumu bundan farklı olmasa gerektir. Çünkü memur meşru olan bir iş yapmakta, yaptığı işten dolayı bir miktar hak elde etmektedir. Bunu da devlet karşılamaktadır. Bunun için faizli iş yerlerinde çalışan kimseler kendilerini devlet memuru ile kıyaslayamazlar.

    Faiz esasına dayalı iş yapan müesseselere girip de meselenin haramlık - helâllik cihetini daha sonraki zamanlarda araştırma yoluna girmiş olanlar, geçimlerini temin edecekleri başka bir iş buldukları takdirde, orada kalmaları ve devam etmeleri tavsiye edilmez. Helâl dairede bir iş bulma gayret ve azmi içinde bulunmaları gerekir.

    Bu arada, manevî ve İslâmî hizmetlerini, vazifelerini daha iyi yaparak sevap cihetini takviye etmeye çalışmalıdır. Çünkü iyi ameller kötülük ve günahları giderir, temizler.
    Şunu da belirtmek gerekir ki, haramla meşgul olan iş yerlerinin ayrıca helâl sayılan iş sahaları da varsa ve meşru işler de işletip ondan kazanıyorlarsa bütün gelirlerinin haram olduğuna hükmedilemediği için durum biraz daha hafifleşir. Veyahut bu iş yerlerinin yol yapmak, su getirmek, elektrik ihaleleri yapıp faydalı iş sahalarında çalışmak da bizzat haramda çalışmak sayılmaz.

    Faizsiz çalışan sigorta şirketleri varsa buralarda çalışılabilir.

    A.Hamid.U.

    1. Mektubat, s. 450
    2. Bakara Sûresi, 275.
    3. Müslim, Müsakat: 105.
    4. Dürer, l: 318.

    Mehmed Paksu, Helal Haram, Nesil Yayınları, 5. Baskı, İstanbul, 1998, ss. 25-29.

    (Bu kitabi satin almani öneririm)

    Selam ve dua ile...

  5. #5
    Yasaklı Üye halenur - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Jan 2008
    Mesajlar
    2.932

    Standart

    1-Ray sigortasini iyice arastir.

    2-Haram-Helal ile ilgili FIKIH bölümlerini oku (cesitli kitaplardan)

    3-Edindigin tüm bilgileri toplayip, fetva verebilen birisine git ve danis...

  6. #6
    Vefakar Üye resuls - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Jan 2008
    Bulunduğu yer
    kayseri
    Yaş
    41
    Mesajlar
    485

    Standart

    yani şimdi bu şirketin temellerini araştırmak gerekiyor anlaşılan.
    paylaşımınız içim teşekkür ederim allaharazı olsun
    Güzellerin güzel yüzlerinde güzelliği yaratan, elbette o güzelliğe müştakları da yaratır(Mesnevi-i Nuriye 159.s).....

  7. #7
    Yasaklı Üye halenur - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Jan 2008
    Mesajlar
    2.932

    Standart

    Estagfirullah...

    Yukarida verdigim linkte su aciklamalar da var:

    Bu konuda, Allah Resülününde(s.a.v) Hadis'leri olduğunu biliyorum. Hatta bu hadislerde,Allah Resülü (s.a.v) ''Faiz alan,veren,bunu akteden,yazan herkesi lanetlediğini'' belirtmiştir. Bir Hadisinde de ''Faizin her türlüsü ayağımın altındadır'' demiştir. Ancak bazı din adamlarınında bu konudaki görüşlerini size aşağıda sıralamak isterim. Tabiiki Kuran'ın Hükmünden ve Allah Resulünün(s.a.v) Sahih Hadis'lerinden daha ileri bir hüküm olamaz.Bunuda ayrıca belirtmek istedim ancak bu hükümlerle ilgilide ayrıca çeşitli yorumlarda bulunmaktadır.

    Yukarıda bahsi geçen görüşleri şu şekilde sıralamak isterim:

    1.Müslüman bir insanın, faizcilik yapan bir kurumda çalışamıyacağını,buradan kazanılan paranın haram olduğunu ileri süren görüş (Sn.Hayrettin KARAMAN Hoca)

    2. Bankada çalışarak elde edilen kazancın emeğinin karşılığı olması sebebiyle helal bir kazanç olduğunu ama bankada çalışmanın ''mukarenet''ten dolayı doğru olmadığını ileri süren görüş (Sn.Ali İhsan ER)

    3. Bugünkü ekonomik sistemde, bankaların elzem olduğunu, bankalar olmadan ekonominin olamayağını, bugünkü anlamda bankaların verdikleri kredi karşılığı geri aldığı paraların, faiz olmadığını/faiz içermediğini ileri süren görüş. (Sn.Prof.Dr.Süleyman ATEŞ)

    4. Banka v.b kurumların,faydalı ve helal işle iştigal eden kısmında çalışmanın ve bu çalışma karşılığı elde edilen kazancın helal olduğunu ileri süren görüş(Ahmet ŞAHİN Hoca)

    5. Bankada çalışmanın ve buradan elde edilen kazancın kesinlikle haram olduğunu ancak ülkemizin DARÜL HARP koşullarında olması sebebiyle, buralarda çalışmanın caiz olacağını ileri süren görüş(Hatta bu görüş, Darül Harp bir ülkede müslüman bir insanın şarap bile satabileceğini ileri sürmektedir)

    6. Bankalarda çalışmanın ve buradan elde edilen kazancın kesinlikle haram olduğunu ancak zaruri(başka bir iş bulamamak sebebiyle, aç kalmamak için v.b) sebeblerle belirli bir süre buralarda çalışılabileceğini ancak sürekli helal bir iş edinmek için arayış içinde olunması gerektiğini ileri süren görüş.

    Bankada çalışmanın HARAM derecesinde olmasa bile MEKRUH derecesinde günah olabileceğini bana düşündüren, özellkle son 4 görüştür.Tartışmasız sizde bilirsinizki HARAM ve MEKRUH günahları derece olarak birbirinden farklıdır. Bu konuda hüküm vermek haşa haddimiz değildir. Sanırım bu konularda fetva veren büyüklerimizde,büyük sorumluluklar altına girmektedir.Çoğu kezde kafalar karışmakta, insanlar doğruyu yanlışı ayıramaz noktaya gelmektedir. Oysa İSLAM TEKDİR. Ameller birdir,bir olmalıdır.
    Ben, Allah'a çok şükür elimden geldiğince,ibadetlerini yerine getirmeye çalışan, 5 vakit namazını elimden geldiğince kazasız eda etmeye çalışan Allah'ın bir kuluyum.Tahmin ettiğiniz gibi bankacıyım.10 yıl boyunca, faizli bankacılık yapan kurumlarda çalıştım. Hala böyle bir kurumda çalışıyorum. Değişik iş arayışlarım olmadı mı? Tabiiki oldu. Faizsiz bankacılık yapan kurumlarla çeşitli defalar görüşmelerim oldu. Ancak hiçbiri şu an kazandığım ücretin 1/3 'nü bile bana veremediler. Belki aklınızdan, ''Haram Para Tatlı Geldi, Ayrılamadınız Tabii Ama Ayrılsaydınız Allah Nasıl Olsa Size Rızkınızı Verirdi'' diyorsunuz. Buna şüphe yok ama inanan, mümin olduğunu düşünen bir insan için bu ikilimler çok kötü. Tabii benim hayatımın gerçekleride ''Bir Lokma,Bir Hırka'' sözünü yalanlarcasına kanaatkar değil.Emin olun sevgili din kardeşim ! Sadece kendim için kazanmıyorum bu parayı,iyi bir ücret almama rağmen lüks içinde bir hayatımda yok.Dünyevi zevklerede tapmıyorum.Elimde olsa, İslam'a hizmet etmek için,herşeyimi feda ederdim. Emin Olun ve bu Müslüman kardeşinizin sözüne güvenin.
    Ben sadece, bir şeye HARAM yada HARAM DEĞİL diye görüş bildirilirken çok dikkatli olunması gerektiğini düşünüyorum. Zaruretten yada zorunluluktan HARAM yolla para kazanmak zorunda olan müslüman kardeşleriminizde kaybedilmemesi gerektiğini,onları üzmemek gerektiğini söylüyorum. Belki ömrüm boyunca HARAM YOLLA para kazanmak zorunda kalacak (Gerçeği Şüphesi Allah Bilir), günahkar bir kul olacağım ama Allah'ın Tartışmasız Bir Olduğuna ve Peygamber Efendimizin(s.a.v) Allah'ın Resulü Olduğuna defalarca iman etmiş bir kardeşiniz olarak,günahlarımdan dolayı ALLAH'tan ümidimi kesmeyeceğim. Ümitsizlikte HARAMDIR çünkü sevgili kardeşim.Umarım bir dost gibi sana derdimi açabilmiş ve yaptığım işten duyduğum vicdani rahatsızlığıda hissedebilmişsindir. Sevgiyle ve Selamlarımla...Allah'a Emanet Ol !

  8. #8
    Yasaklı Üye halenur - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Jan 2008
    Mesajlar
    2.932

    Standart

    'Kasko ve sigorta yaptırmak' caiz midir?
    13 Şubat 2008 Çarşamba : 07:51 Bireysel emeklilik için bir bankaylar anlaşmak, bin bankaya hayat sigortası yaptırmak, arabamıza kasko yaptırmak dinimizce caiz midir? Ahmed Şahin açıklıyor.
    Ahmed Şahin'in yazısı...
    Biriken emeklilik ve sigorta sorularının hepsini de cevaplamış olmak için Hayreddin Karaman hocamızın açıklamalarını arz ediyorum bilgilerinize. Bu konudaki soruların net cevaplarını bulacaksınız bu tekrar edilen soru ve cevaplarda.
    Soru: 1- Devlet kurumlarından emekli olmakla, banka ve sigorta şirketlerinin yaptığı bireysel (emeklilikten emekli olmak) arasında fark var mı? Ayrıca hayat sigortasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
    Cevap: -Devletin kurduğu ve yürüttüğü kurumlardan emekli olmakla, banka ve sigorta şirketlerinin yaptığı bireysel emeklilik ve hayat sigortası, hüküm bakımından farklıdır! Birincisine (devlet kurumlarından emekli olmaya) cevaz verilmiştir. İkincisi (yani bankaların ve sigorta şirketlerinin yaptıkları bireysel emeklilik ile hayat sigortası) caiz değildir! Burada banka ve şirketin amacı, paranızı faizle işletip sonra (faizi ile) size geri vermekten ibarettir.
    Soru: 2- Hayat sigortaları konusunda ölçü nedir? Araba kaskosu, benzeri uygulamalar var. Yani, bir yıl için sağlık-ölüm olmazsa prim yanıyor, aksi halde tazminat alınıyor.
    Cevap: - Hayat sigortasının, riski paylaşma ile bir alakası yoktur. Bu sigorta, daha fazla veya ileride gelir sağlamak için bugünden/önceden ödeme yapmaktan ibarettir ve az verip çok almak, kazanırken verip, kazanamaz hale gelince almak kastından kaynaklanır. Hayat sigortası, bir zaruret olarak ancak şu durumda meşru olabilir:
    - Bir gün çalışamaz ve kazanamaz hale gelince bir geliri, bakacak bir kimsesi olmayanlar hayat sigortası yaptırırlar. O gün gelince başka kaynaktan geçimleri olursa, yatırdıkları para ve onun enflasyon farkını alır, geri kalan (fazlasını) yoksullara dağıtırlar. Geçinecek başka kaynakları olmazsa ancak o takdirde sigorta tazminatı ile geçinirler.
    Soru: 3- Ben bir özel hayat sigortasına aylık prim yatırıyorum. Gelen yazıda yatırdığımız primlere verilen kâr paylarının faiz değil, yatırım geliri olduğu söyleniyor. Biriken fonları borsa, gayrimenkul alım satımı, hazine bonosu gibi bugünkü iktisadi sistemin çeşitli yatırım araçlarında değerlendiriyorlarmış. Bize de şu kadar kâr payı veya faiz vereceğiz diye bir söz verilmiyor. Fonlar değerlendiriliyor, sonra kâr payları dağıtılıyor. Bu konuda helallik ve haramlık yönünde bir yol gösterebilir misiniz? Eğer helalse telefonla ne kadar kâr paylı birikimimiz olduğunu öğrenebiliyoruz?
    Cevap: - Sigorta şirketlerine prim ödeyip belli bir süre sonra emekli parası almaya başlayanlar veya kâr elde edenlerin, önce bu şirketlerin, bu primleri ne yaptıklarını, onları nerelere yatırarak para kazandıklarını bilmeleri gerekir. Sigorta şirketlerinin gelirlerinin önemli bir kısmı faizdendir. Yatırılan primlerle yapılan işlemlerde İslam'a göre haram-helal konusu aranmamakta, bu konuda bir hassasiyet bulunmamaktadır. Bu sebeple paranızı, faizcilik yaparak para kazanan şirketlere değil, faizden uzak duran teşebbüslere yatırmanız gerekir.
    Soru: 4- Sigortaya nasıl bakıyorsunuz? Acaba kaskolar da caiz olan sigortaya girer mi, hayat sigortasına uygun değil diyorlar ne buyurulur?
    Cevap: - İslam'a uygun olan bir sigorta kurumu oluşturmak mümkündür. Malezya'da böyle bir kurum vardır ve başarı ile işletilmektedir. Bu sigortanın esası şudur: Malını sigorta ettirmek isteyenler sigorta kurumuna gelip "üye" olurlar ve belli bir -yıllık, aylık- bedel öderler, bu para onların namına kaydedilir, toplanan paraların belli bir miktarı hasarları ödemek için ayrılır, geri kalan ile (helal) yatırım ve ticaret yapılır, buna da bütün üyeler ortaktır, bu ticaretin geliri bazen o kadar olur ki, hem bütün üyelerin "bu şekilde sigortalı" hasarları ödenir hem de üstüne para kazanırlar. Gelir fazla olmazsa hasarlar fondan (toplanan paradan) ödenir. Kurumun giderleri de yine fondan ve ticari gelirden karşılanır. Türkiye'de böyle bir sigorta kurumuna izin verilmedi. Bu sebeple -yani İslam'a uygun olan sigorta kurumu bulunmadığı için- ve Müslümanların da araba, ev, dükkan, mal, sağlık gibi değerlerini hasar ve zarara karşı yardımlaşarak korumaya (zarar gördüğünde yerine koymaya, yaptırmaya, tedavi ettirmeye...) ihtiyaçlar olduğu için, mevcut sigorta şirketlerine bunları sigorta ettirmeleri -fıkıhta zaruret sayılan bu ihtiyaç sebebiyle- caizdir. Kasko da böyledir. Hayat sigortasının hasar, zararı ortaklaşa telafi ile bir ilgisi yoktur; hayat sigortası para verip karşılığında para alma esasına göre işler; bu sebeple faizciliğe girer ve caiz değildir.
    Zaman

    http://www.moralhaber.net/34016_-Kas...aiz-midir-.htm

  9. #9
    Yasaklı Üye halenur - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Jan 2008
    Mesajlar
    2.932

    Standart

    Yabancı Çevrelerde Helâl Kazancın Problemleri
    Giriş:
    1. Yabancı çevre kavramı:
    "Yabancı çevre"den maksadımız, sosyal, siyasî, ekonomik ve hukukî hayatın, bunlarla ilgili düzenlemelerin ve müesseselerin İslâm dışı kaynaklara dayandığı çevredir. Lâik ülkeler ile sosyal hayatı İslâm dışı bir din veya ideolojiye göre düzenleyip yürüten ülkeler, toplum ve topluluklar "yabancı çevre" kavramına girmektedir.

    2. Yabancı çevre-helâl kazanç ilişkisi:
    Helâl kazanç, evde, mâbette veya dışarıda namaz kılmak gibi husûsî bir ibâdet mahiyetinde olsaydı, çevre ile önemli bir ölçüde etkileşimi söz konusu olmazdı. Halbuki helâl kazanç, ticarî, ekonomik ve hizmet sahasında yapılan bir faaliyet sonunda elde edilen gelirdir. Bir sistemin bu sahaları kaplayan bağlayıcı talimâtı varsa, faaliyet ve düzenlemeler yapılırken de mezkûr talimât göz önüne alınmamış bulunursa çatışmalar ve darboğazlar kaçınılmaz olacaktır. Hukukî, siyasî, sosyal ve ekonomik düzenlemelerin temel ve çerçevesini anayasalar oluşturmaktadır. Bir yandan anayasaların benimsediği rejim, diğer taraftan öngördüğü hak ve hürriyetler, İslâm'ın emir ve yasaklarına ters düştüğünde, helâl kazanç peşinde olan şahısların karşısına önemli engeller çıkmaktadır. Meselâ İslâm müctehidlerinin bir kısmına göre rejimi İslâm'a uygun bulunmayan ülkelerde müslümanların oturmaları, normal hayatlarını yaşamaları ve bu arada mal, mülk sahibi olmaları caiz değildir. Bu ülkelerde ancak zarûret sebebiyle ve bunun gerektirdiği kadar oturulabilir, faaliyet gösterilebilir. Hak ve hürriyetleri sınırlayan sebepler arasında genellikle "amme nizâmına ve umumi âdâba (ahlâka) aykırı olmak" vardır. İslâm'a göre resmî yerlerden izin alınmış olasa dahi fuhuş, sarhoşluk, çıplaklık amme nizâmına ve umumî âdâba aykırıdır. Bunların serbest bırakıldığı bir çevrede, üreticiler, tüccar ve esnaf rekâbet güçlüklerine marûz kalmaktadırlar. Bir bakkalın içki satmadan, bir konfeksiyoncunun haram giysi satmadan varlığını sürdürüp para kazanabilmesi için uygun çevreye ihtiyacı vardır. Sistem, çalışanın ibâdetine (meselâ oruç tutmasına, cuma namazı kılmasına, vakit namazlarını edâ etmesine) ve kılık kıyâfetine (meselâ İslâm'a göre kapatılması gereken yerlerin örtülmesine) bir zarûret bulunmadığı halde müdahale ediyorsa, dînini yaşamak iseteyen müslümanın çalışması ve iş bulması problem hâline gelmektedir.
    Aşağıda, iş ve ticaret hayatında sıkça karşılaşılan sıkıntılar ve darboğazlar ile bunların çıkış yolları iki ayrı başlık altında ele alınacaktır.

    I. Helâl kazanç yolundaki darboğazlar:
    1. Enflâsyon:
    Enflâsyonun önemli sebepleri yabancı çevreye dayanmaktadır. Bunların da başında karşılıksız para basmak, dış ticaret ve bütçe açığı, israf ve faiz vardır. İslâm'a göre zarûret bulunmadıkça devlet, karşılıksız para basamaz; çünkü bu, vatandaşların malvarlığını haksız olarak azaltmak, hatta müsadere etmek mahiyetindedir. Faiz bütün çeşitleri ile haramdır. Tüketimde israf da yasaktır. Bunların serbest bulunduğu, hatta teşvik edildiği bir ülkede ve sistem içinde mal karşılığı olmaksızın durmadan artan para enflâsyonu doğurur. Alacak ve borç ilişkilerinde taraflar, enflâsyonu göz önüne almak, borçlarını buna göre ödemek durumundadırlar. Enflâsyonun nisbetini, Allah'tan başka kimsenin bilmediği, bilenlerin de bildirmediği yerlerde haklar zâyî olmakta, borçlar ya fazla, ya eksik ödenmekte, haram yaygınlaşmaktadır.

    2. Faiz:
    Faizli ekonomi sistemlerinin hâkim olduğu çevrelerde faizsiz kredi ve sermaye bulmak, parayı faize bulaşmadan değerlendirmek bazen güç, bazen de imkânsız hâle gelir. İhtiyaç için olsun, sermaye temini için olsun bütün kredi talepleri, sudan bahanelerle geri çevrilir. Kâr ve zararda ortaklık esasına göre sermaye toplama yoluna gidenlerin karşısına "garantili faiz" engeli çıkar. İnanan, inanmayan herkes, faize eşit veya ondan fazla garantili kazanca göz diker, rizikoyu göze almak istemezler. Ellerinde para bulunup bunu bizzat ticaret ve yatırıma sevkedemiyenler, kâr ve zararda ortak güvenilir kurumlar ve şahıslar bulunamadığı için ya kazançtan mahrum kalır, paraları âtıl halde tutarlar, yahut da harama bulaşırlar. Bu çevrelerde, yolu bankadan geçmeyen işadamı bir yana, sade vatandaş bulmak mümkün değildir. İhrâcât, ithâlât, ihâle, şirket gibi faaliyetler bankasız yapılamadığı gibi para havâlesi, senet tahsili, mesken edinmek, hatta maaşını alabilmek için bile insanlar bankaya muhtaç hale getirilirler.

    3. Rüşvet:
    Göstermelik din ve ahlâk öğretimi bulunsa dahi, beşikten mezara kadar süren ve toplumun üzerinde birleştiği ortak değerlere dayanan din ve ahlâk eğitiminin bulunmadığı çevrelerde Allah korkusu ortadan kalkar, vicdan yetersiz hâle gelir, egoizm ve şahsî menfâat mabûtlaşır. Bu ortamda kimse hakkına râzı olmadığı, daha doğrusu hak kavramı kargaşaya geldiği için kanuna ve ahlâka aykırı yollardan menfâat sağlamak mârifet sayılmaya başlanır. Bu yolların başında da rüşvet vardır. Artık çocuğun kazâsız belasız doğmasından tutun, hastanın bakılmasına ve ölünün bir mezar bulunup gömülmesine kadar her şey, ancak piyasa râyici bulunan rüşveti ödemekle sağlanabilir. Bu ortamda, rüşveti haram sayan dînî ve ahlâkı bulunmayan kimselerle inancı ve ahlâkı yüzünden rüşvete yaklaşmayan kimselerin iş ve ticaret hayatında yarışmaları nasıl mümkün olacaktır?

    4. Sigorta:
    İslâm beklenmedik hâdiseler, kazâ, felâket ve afetler sebebiyle zarara uğrayan kimseyi ayağa kaldırmak üzere devleti ve toplum dayanışmasını öngörmüştür. Önce çeşitli topluluklar, iş kolları, gruplar kendi aralarında üyelik esasına göre, İslâmî sigorta kuruluşları oluşturacaklar, üyelerin fona ödedikleri aidat birikimi ile meydana gelen meblâğ kısmen yatırıma sevkedilecek, kısmen de üyelerin beklenmedik zararlarını karşılamak üzere rezervde tutulacaktır. Bunların yetişmediği yerlerde ise devlet devreye girecek ve özel fonundan zararı karşılayacaktır. Buna karşı faizli kapitalist ekonomilerde ücretli (primli) sigorta kurumları vardır. Çoğu banka ve bankerlere ait bulunan bu kurum ve kuruluşlar, çeşitli sigortalama şekilleri ile topladıkları primlerin bir kısmı ile sigorta taahhütlerini yerine getirirken, diğer önemli bir kısmını kendi kasalarına maletmektedirler. İnsanların güven ihtiyaçlarını ve gelecek korkularını istismar yoluyla şahsî kazanç sağlama esasına dayanan bu sigorta şeklini İslâm âlimleri caiz görmemişler, bunun yerine İslâmî sigortayı tavsiye etmişlerdir. İşte bu imkânın bulunmadığı çevrelerde, birçok iş ve hizmet için sigorta mecburiyeti bulunduğundan, müslümanların haksız ve haram kazanç sağlayan şirketlerin kucağına itilmeleri söz konusu olmaktadır.

    5. Reklâm:
    Yabancı çevrelerde reklâmlar, insanları tüketim delisi etmeye, isrâfı moda haline getirmeye yöneliktir. Ayrıca reklâmda kullanılan yöntemler de çoğu defa kadın ve yalanla yürümektedir. Bir yanda ürettiği veya sattığı mala, arzettiği hizmete bunlarla sürüm kazandıranlar; öte yanda "yalansız, yeminsiz, hîlesiz, kadınsız" mal satmaya, hizmet arzetmeye çalışanlar. İkinciler peşinen yarışı kaybetmiş olmazlar mı?

    6. Şirketler:
    Sanayi inkılâbı ve kapitalizmin ortaya çıkardığı büyük şirketlerde, yönetim, ortakların çoğunun irâdesi dışında yürütülmektedir. Şirketlerin hisse senetlerine sahip olanların hakkı, bu senetleri alıp satmanın ve yıllık gelirlerini almanın ötesine geçmemektedir. Şirket yönetimi, bu ortakların bağlı bulundukları din ve ahlâk icabı râzı olmadıkları, olamayacakları faaliyetlerde bulundukları, meselâ faizli kredi alıp verdikleri, rüşvete bulaştıkları, haksız rekâbette bulundukları, caiz olmayan şekliyle reklâm ve pazarlama yaptıkları... takdirde, ortaklar bundan sorumlu olduklarını hissetmekte, ortaklığı sürdürme konusunda zorlanmaktadırlar.

    7. Haksız rekabet ve hîle:
    Hz. Peygamber (s.a.v.) "Bizi aldatan bizden değildir" buyurmuş, üretici ile tüketici arasındaki vasıtaların, mal akışını ve fiyatları menfî mânâda etkileyen davranışlarını yasaklamış, satım akitlerine samimî alıcı yahut satıcı olarak değil de taraflara zarar vermek maksadıyla gelenleri kınamıştır. İslâm ahlâk ve ahkâmının dışında yaşayan çevrelerde, tüccar ve sanayici kesimleri içinde tarafların bazen kıran kırana savaştıklarını, birbirlerinin iflâsına, piyasadan çekilmesine yol açan davranışlarda bulunduklarını görüyoruz. Aynı şeyleri yapamıyan müslüman tüccar ve sanâyicinin bir başka sıkıntısı da bu yönden gelmektedir.
    Bu darboğaz örneklerini daha da çoğaltmak mümkündür. Bunlarla yetinerek çözümler ve çıkış yollarını aradığımızda, eskiden yeniye ileri sürülmüş formüller ve farklı yaklaşımlarla karşılaşıyoruz.

    II. Çözümler, çıkış yolları:
    1. İş ve ticaret hayatından çekilmek:
    İş ve ticaret hayatına, şurasından burasından mutlaka bir haram karıştığını düşünerek, dinde ihtiyat ve takvâ adına bu işlere girmemek, kendi irâde ve kontrolü içinde olup biten küçük işlerle meşgûl olarak geçim sağlamak birçok müslümanın takip ettiği yoldur. Bu davranış, ilk bakışta takvâya uygun ve makbûl bir hareket gibi gözüküyorsa da mânevî faydası fertlere münhasır kalmaktadır. Zararı ise topluma ve İslâm'ın geleceğine yöneliktir. Böyle bir yola girildiğinde sermaye, bilim, teknoloji İslâm'a karşı olan toplulukların eline geçecek, bu da toplum hayatında İslâm'ın sonu olacaktır.

    2. Seçmek:
    Ticaret ve ekonomik faaliyetler içinde haramın karışmadıklarını seçerek yalnızca bu dallarda faaliyet göstermek. Bu da yine birçok şuurlu müslümanın seçtiği bir yoldur. Bu yol, birincisine nisbetle daha aktif ve faydalı olmakla beraber, ekonomik ve ticarî hayat bir bütün olduğu için, yabancı çevrede haramın bulaşmadığı faaliyet sahaları bulmak imkânsız denecek derecede güçtür. Sistemin mecbur kıldığı yerlerde (meselâ sigorta, teminat mektubu, kredi alış-verişi dışında çeşitli banka muâmeleleri, rüşvet v.b.) haramdan uzak kalmak mümkün olmayacaktır.

    3. İslâm'ı lâikleştirmek:
    Bazı kesimler ve şahıslar, problemi kökten çözüme bağlamak maksadıyla İslâm-dünya hayatı ilişkisine yeni yorumlar getirmeyi denemektedirler. Bunların başında da "İslâm'ı lâikleştirme" teşebbüsü gelmektedir. Bu yaklaşıma göre İslâm "inanç, ibâdet ve ahlâk"tan ibarettir. Din prensip olarak dünya hayatına karışmaz; onu insanların kendi biliş ve buluşları ile yürütmelerini ister. Din kitaplarında dünya hayatı, siyâsî, hukûkî, ekonomik nizâm ile ilgili olarak yer alan talimât tavsiye niteliğindedir ve kitapların geldiği zaman yaşayan insanlarla ilgilidir... İş ve ticaret hayatı kendi kaide ve kanunlarına tâbîdir; bunlar neyi gerektiriyorsa o yapılır; yapılanların ahiretle, dinle, helâl ve haramla bir ilgisi yoktur..
    Daha ziyade Hıristiyan Batıda gelişen lâiklik düşüncesinin, kültür emperyalizminin bir uzantısını ve İslâm dünyasına hulûlünü aksettiren bu görüşü İslâm ile bağdaştırmak mümkün değildir. Kur'ân-ı Kerîm, doğumdan ölüme kadar insanın bütün hayatı, toplum nizâmının bütün cepheleri ile ilgili, kimi çerçeve mahiyetinde, kimi detaylı hükümler getirmiştir. Bunları getiren âyetlerde, zaman ve mekân üstü, mücerret ifadeler kullanılmış, uymayanlara dünya ve ahirette ağır cezalar takdir edilmiştir. Sünnet kaynağı da, hem ifade, hem de uygulama halinde aynı husûsu desteklemektedir. Örnek olarak faiz, yalan, rüşvet, hîle ve isrâfı alabiliriz. İslâm ilimlerinden ve Arapça'dan az-çok behresi olan birisi çıkıp da bunlar dünya hayatı, iş ve ticaret ile ilgili değildir, yahut da bunlar ilk devir toplumu ile ilgilidir diyebilir mi? Meseleye nasslar açısından baktığımızda varacağımız tek sonuç bu olduğu gibi eşyanın tabiatı da bizi aynı sonuca götürmektedir. Çünkü insanın davranış motifleri, inanç, düşünce, ahlâk ve alışkanlıklar olarak bir bütündür. Bir insanı mâbette ayrı, iş ve ticaret hayatında ayrı düşünmek, kişiliğini bölmek mümkün değildir. Ayrıca iman, ibâdet ve ahlâk olarak İslâm'ın varolabilmesi, gelişebilmesi, fert ve toplum hayatına yön vermesi (hidâyet, sırât-ı müstakîm) ancak uygun çevre içinde mümkün olacaktır. İşte dînin dünya hayatına düzenleyici olarak müdahalesinin asıl sebebini bu zarûret teşkil etmektedir. Haram para ve haram lokma ile yapılan ibâdetlerin makbûl olmadığını bildiren nasslar da bu gerçeğe ışık tutmaktadır.

    4. Zarûret ruhsatından faydalanmak:
    Zarûret, insanı istemediği bir davranışa iten, zorlayan durumdur. Bunu dînî hayata uyguladığımız zaman şöyle diyebiliriz: "Zarûret, müslümanı, haram kılınmış bir davranışa iten, zorlayan durumdur." Fıkıh âlimleri bu zorlayıcı durumun sınırlarını tesbit etmeye çalışmışlardır. Ortaya çıkan görüşleri "önemli ihtiyaçlar" çerçevesinde toplamak mümkündür. İnsanların ihtiyaçlarını: a) giderilmezse hemen ölüme sebep olan, b) giderilmezse uzun vâdede ölüme ve yok olmaya sebep olan, c) giderilmezse yalnızca lüksü ve rahatı ortadan kaldıran ihtiyaçlar şeklinde üçe ayırmak mümkündür. Bunlardan ilk ikisi zarûret sayılmış ve bunları karşılayan şeyler ve davranışlar, karşılayacak kadarı ile yetinmek şartıyla mübah görülmüştür. Ölümle tehdit edilen bir kimsenin İslâm'a aykırı bir söz söylemesi veya bir iş işlemesi birincisine, hastalık ve acının giderilmesi için haram kılınmış bazı nesnelerin yenilip içilmesi, avret yerlerinin doktora açılıp elletilmesi ikincisine örnektir. Yine fıkıhçılar, bir kimsenin haklı olan bir işini başka türlü gördürememesi sebebiyle rüşvet vermesinin caiz olduğunu da zarûret prensibine dayandırmışlardır. Zarûret ruhsatı, ilgili âyet ve hadîsler yanında şu hikmete dayanmaktadır: Allah Teâlâ insanları yaratmış, onlara akıl ve irade vermiş, bunları nasıl kullanacaklarını denemek üzere (imtihan için) dünya hayatını takdir buyurmuştur. İnsanların dünyada yaşayıp denemeden geçmeleri, asgarî hayat şartlarının teminine bağlıdır. Bu hayat şartlarının temini imkânsız veya güç hâle geldiği zaman ise Allah, kullarının derhal veya uzun vadede yok olmalarını değil, geçici olarak ilgili yasaklarını kaldırarak yaşamalarını murad etmiştir.
    Zarûret prensibini konumuza uyguladığımız zaman karşımıza, biri ferde, diğeri topluma ait iki saha çıkar. Fert sahasında zarûret, ferdin temel ihtiyaçlarını (yiyecek, içecek, mesken, giyecek, tedâvi giderleri, gerektiğinde yolculuk ve taşınma giderleri...) sağladığı zaman son bulur; bunun ötesinde helâl-haram sınırını gözetmesi gerekir. Toplum sahasında ise zarûret, toplumun hayat ve gelişmesini sağlayacak asgarî şartların temini ile ortadan kalkar. Allah Teâlâ İslâm toplumuna, din ve millet düşmanlarının gözünü yıldıracak güce sahip olma vazifesini vermiştir. Bu gücün başında, askerî, ilmî, teknolojik ve ekonomik güç gelmektedir. Müslümanlar yabancı çevrelerin zorlatması sebebiyle "bazı yasakların geçici olarak kalkması" ruhsatından istifâde etmezlerse uzun vâdede zayıf düşmeye ve yok olmaya mahkûmdurlar. Bu sebeple, zarûret ortadan kalkıncaya kadar bu ruhsattan istifâde eder, oyunu çevrenin kurallarına göre oynayarak güçlenirler. Burada dikkat edilmesi gereken iki husûs vardır:
    a) Topluma ait zarûretin kazancı (ruhsatı) da topluma ait olacaktır. İslâm toplumunun varlığını koruma ve güçlendirme maksadına yönelik ruhsatlardan istifâde ederek fertlerin zenginleşmesi ve bu servetleri kendilerine ve varislerine tahsis etmeleri caiz değildir.
    b) Zarûret hali geçicidir, geçici olmalıdır. İslâm'ın öngördüğü düzen gerçekleştiğinde zarûretlerin hem sayısı, hem de süreleri asgarî boyutlara inecektir. Zarûret hâlini hava kirlenmesine benzetirsek, müslümanların vazifesi bu kirli havada yaşama ruhsatından faydalanarak rahat etmeye çalışmak değil, elde ettikleri imkânlarla havayı temizlemeye gayret etmektir. Bu temizleme hareketine iş ve ticaret sahasını seçerek katılan müslüman için helâl lokma -iş ve ticaretten kazancı ne olursa olsun- ortalama bir müslümanın lokması kadardır. Kazancın geri kalanı temizleme amacına tahsis edilecektir.


    http://www.hayrettinkaraman.net/kita...leler/0780.htm

    ISLAM HUKUK PROFESÖRÜ, Hayrettin Karaman

  10. #10
    Yasaklı Üye halenur - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Jan 2008
    Mesajlar
    2.932

    Standart

    ALINTI:


    Bireysel emeklilik, hayat sigortası, araba kaskosu AHMED ŞAHİN
    13/02/2008


    Biriken emeklilik ve sigorta sorularının hepsini de cevaplamış olmak için Hayreddin Karaman hocamızın açıklamalarını arz ediyorum bilgilerinize. Bu konudaki soruların net cevaplarını bulacaksınız bu tekrar edilen soru ve cevaplarda.

    Soru: 1- Devlet kurumlarından emekli olmakla, banka ve sigorta şirketlerinin yaptığı bireysel (emeklilikten emekli olmak) arasında fark var mı? Ayrıca hayat sigortasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
    Cevap: -Devletin kurduğu ve yürüttüğü kurumlardan emekli olmakla, banka ve sigorta şirketlerinin yaptığı bireysel emeklilik ve hayat sigortası, hüküm bakımından farklıdır! Birincisine (devlet kurumlarından emekli olmaya) cevaz verilmiştir. İkincisi (yani bankaların ve sigorta şirketlerinin yaptıkları bireysel emeklilik ile hayat sigortası) caiz değildir! Burada banka ve şirketin amacı, paranızı faizle işletip sonra (faizi ile) size geri vermekten ibarettir.
    Soru: 2- Hayat sigortaları konusunda ölçü nedir? Araba kaskosu, benzeri uygulamalar var. Yani, bir yıl için sağlık-ölüm olmazsa prim yanıyor, aksi halde tazminat alınıyor.
    Cevap: - Hayat sigortasının, riski paylaşma ile bir alakası yoktur. Bu sigorta, daha fazla veya ileride gelir sağlamak için bugünden/önceden ödeme yapmaktan ibarettir ve az verip çok almak, kazanırken verip, kazanamaz hale gelince almak kastından kaynaklanır. Hayat sigortası, bir zaruret olarak ancak şu durumda meşru olabilir:
    - Bir gün çalışamaz ve kazanamaz hale gelince bir geliri, bakacak bir kimsesi olmayanlar hayat sigortası yaptırırlar. O gün gelince başka kaynaktan geçimleri olursa, yatırdıkları para ve onun enflasyon farkını alır, geri kalan (fazlasını) yoksullara dağıtırlar. Geçinecek başka kaynakları olmazsa ancak o takdirde sigorta tazminatı ile geçinirler.
    Soru: 3- Ben bir özel hayat sigortasına aylık prim yatırıyorum. Gelen yazıda yatırdığımız primlere verilen kâr paylarının faiz değil, yatırım geliri olduğu söyleniyor. Biriken fonları borsa, gayrimenkul alım satımı, hazine bonosu gibi bugünkü iktisadi sistemin çeşitli yatırım araçlarında değerlendiriyorlarmış. Bize de şu kadar kâr payı veya faiz vereceğiz diye bir söz verilmiyor. Fonlar değerlendiriliyor, sonra kâr payları dağıtılıyor. Bu konuda helallik ve haramlık yönünde bir yol gösterebilir misiniz? Eğer helalse telefonla ne kadar kâr paylı birikimimiz olduğunu öğrenebiliyoruz?
    Cevap: - Sigorta şirketlerine prim ödeyip belli bir süre sonra emekli parası almaya başlayanlar veya kâr elde edenlerin, önce bu şirketlerin, bu primleri ne yaptıklarını, onları nerelere yatırarak para kazandıklarını bilmeleri gerekir. Sigorta şirketlerinin gelirlerinin önemli bir kısmı faizdendir. Yatırılan primlerle yapılan işlemlerde İslam'a göre haram-helal konusu aranmamakta, bu konuda bir hassasiyet bulunmamaktadır. Bu sebeple paranızı, faizcilik yaparak para kazanan şirketlere değil, faizden uzak duran teşebbüslere yatırmanız gerekir. Soru: 4- Sigortaya nasıl bakıyorsunuz? Acaba kaskolar da caiz olan sigortaya girer mi, hayat sigortasına uygun değil diyorlar ne buyurulur? Cevap: - İslam'a uygun olan bir sigorta kurumu oluşturmak mümkündür. Malezya'da böyle bir kurum vardır ve başarı ile işletilmektedir. Bu sigortanın esası şudur: Malını sigorta ettirmek isteyenler sigorta kurumuna gelip "üye" olurlar ve belli bir -yıllık, aylık- bedel öderler, bu para onların namına kaydedilir, toplanan paraların belli bir miktarı hasarları ödemek için ayrılır, geri kalan ile (helal) yatırım ve ticaret yapılır, buna da bütün üyeler ortaktır, bu ticaretin geliri bazen o kadar olur ki, hem bütün üyelerin "bu şekilde sigortalı" hasarları ödenir hem de üstüne para kazanırlar. Gelir fazla olmazsa hasarlar fondan (toplanan paradan) ödenir. Kurumun giderleri de yine fondan ve ticari gelirden karşılanır. Türkiye'de böyle bir sigorta kurumuna izin verilmedi. Bu sebeple -yani İslam'a uygun olan sigorta kurumu bulunmadığı için- ve Müslümanların da araba, ev, dükkan, mal, sağlık gibi değerlerini hasar ve zarara karşı yardımlaşarak korumaya (zarar gördüğünde yerine koymaya, yaptırmaya, tedavi ettirmeye...) ihtiyaçlar olduğu için, mevcut sigorta şirketlerine bunları sigorta ettirmeleri -fıkıhta zaruret sayılan bu ihtiyaç sebebiyle- caizdir. Kasko da böyledir. Hayat sigortasının hasar, zararı ortaklaşa telafi ile bir ilgisi yoktur; hayat sigortası para verip karşılığında para alma esasına göre işler; bu sebeple faizciliğe girer ve caiz değildir.


    http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=651159


+ Konu Cevaplama Paneli

Konu Bilgileri

Users Browsing this Thread

Şu an 1 kullanıcı var. (0 üye ve 1 konuk)

     

Benzer Konular

  1. Kerbelâ’nın Kaderî Yönü
    By Bîçare S.V. in forum Risale-i Nur'dan Vecize ve Anekdotlar
    Cevaplar: 2
    Son Mesaj: 09.01.09, 15:23
  2. Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 09.01.09, 00:02
  3. Sigorta Şirketleri Vb.Yerlerde Çalışma...
    By m_safiturk in forum Fıkıh
    Cevaplar: 1
    Son Mesaj: 02.05.08, 19:45
  4. Fıkhi Münasebetler Başlamıştır.
    By FUZULİ in forum Fıkıh
    Cevaplar: 10
    Son Mesaj: 22.07.07, 09:55
  5. Bediüzzaman'dan Fıkhi Tesbitler
    By elff in forum Fıkıh
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 30.06.07, 11:34

Bu Konudaki Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
Google Grupları
RisaleForum grubuna abone ol
E-posta:
Bu grubu ziyaret et

Search Engine Friendly URLs by vBSEO 3.6.0