+ Konu Cevaplama Paneli
Gösterilen sonuçlar: 1 ile 5 ve 5

Konu: Hikayename...

  1. #1
    Gayyur BeNiN - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    May 2007
    Mesajlar
    120

    Standart Hikayename...



    Bir adam, atı ve köpeği yolda gidiyorlarmış. Kocaman bir ağacın yanından geçerlerken üçünü de yıldırım çarpmış. Ama adam bu dünyayı terk ettiklerini fark etmemiş ve yanında iki hayvanıyla yoluna devam etmiş. Bazen ölüler, yeni konumlarına alışmak için zamana ihtiyaç duyarlar.

    Yolları oldukça uzunmuş, yokuş yukarı gidiyorlarmış, güneş yakıcıymış, ter içinde kalmışlar, susamışlar. Bir dönemecin ardında harika bir mermer kapı görmüşler; kapı, ortasında bir çeşme bulunan altın döşeli bir meydana açılıyormuş, çeşmeden berrak bir su akıyormuş. Yolcu, kapıdaki bekçiye dönmüş.

    'İyi günler.'
    'İyi günler,' diye yanıt vermiş bekçi.
    'Burası harika bir yer, adı ne?'
    'Burası cennet.'
    'Ne iyi, cennete gelmişiz, çünkü çok susadık.'
    'İçeri girip dilediğiniz kadar su içebilirsiniz,' demiş bekçi ve eliyle çeşmeyi göstermiş.
    'Atımla köpeğim de susadılar.'
    'Kusura bakmayın,' demiş bekçi. 'Buraya hayvanlar giremez.'

    Yolcu çok üzülmüş, çok susamışmış, ama suyu tek başına içmek istemiyormuş. Bekçiye teşekkür edip yoluna devam etmiş. Epeyce bir süre yamaç yukarı gittikten sonra eski görünümlü, küçük bir kapıya varmışlar, kapı iki yanı ağaçlıklı toprak bir yola açılıyormuş. Ağaçların birinin altında, şapkasını alnına indirmiş, uyur gibi yatan bir adam varmış.

    'İyi günler,' demiş yolcu.
    Adam başını sallamış.
    'Atım, köpeğim ve ben çok susadık.'
    'Şurada taşların arasında bir pınar var,' diyen adam eliyle işaret etmiş. 'İstediğiniz kadar su içebilirsiniz.'
    Yolcu, atı ve köpeği pınara gidip susuzluklarını gidermişler.
    Yolcu bekçiye teşekkür etmiş.
    'İstediğiniz zaman yine gelebilirsiniz,' demiş bekçi.
    'Buranın adı ne?'
    'Cennet.'
    'Cennet mi? Ama mermer kapıdaki bekçi bana orasının cennet olduğunu söyledi.'
    'Orası cennet değil, cehennemdi.'
    Yolcunun aklı karışmış 'Sizin adınızı kullanmalarına niye izin veriyorsunuz? Yanlış bilgi vermeleri büyük karışıklığa neden olur!'
    'Hiç de değil. Aslında onlar bize büyük bir iyilikte bulunuyorlar. EN İYİ DOSTLARINA SIRT ÇEVİRENLERİN HEPSİ ORADA KALIYOR ÇÜNKÜ.'

    Kalpler ancak Allah'ı (c.c.) anarak mutmain olur..

  2. #2
    Gayyur BeNiN - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    May 2007
    Mesajlar
    120

    Standart


    Bir günün;
    Yarısı gündüz, yarısı gece...
    Gecenin yarısı yıldızlı, yarısı karanlık; gündüzün yarısı güneşli, yarısı bulutlu...
    *
    Dünyanın;
    Yarısı kara, yarısı deniz...
    Karanın yarısı kaya, yarısı toprak; toprağın yarısı mümbit, yarısı çorak...
    ***
    Senenin;
    Yarısı yaz, yarısı kış...
    Yazın yarısı ferah, yarısı kurak; kışın yarısı ılık, yarısı “donak”
    *
    Bir ömrün;
    Yarısı gençlik, yarısı ihtiyarlık...
    Gençliğin yarısı yetişkinlik, yarısı çocukluk; yetişkinliğin yarısı başarı, yarısı başarısızlık...
    Çocukluğun; yarısı kahkaha, yarısı gözyaşı... İhtiyarlığın; yarısı muhabbet, yarısı hastalık...
    *
    Her şeyin;
    Yarısı beyaz, yarısı siyah; yarısı sıcak, yarısı soğuk... Yarısı iyi, yarısı kötü; yarısı uzun, yarısı kısa...
    .....
    Böyle iken;
    Nasıl beklersin, her günün neşe içinde geçmesini?
    Nasıl umarsın ki; hiç, başın bile ağrımasın?..
    *
    Her şeyi çözer zaman merak etme! Senin de hayatın dupduru, süt liman olmayacak.
    Gözyaşı dökecek sonra güleceksin; dertlenip çare bulacaksın; hastalanacak ardından şifaya kavuşacaksın...
    Ve hatta öleceksin doğduğun gibi ve öldüğün gibi dirileceksin!
    Bunlar olacak... Ama ne kadar olacak, ne zaman olacak bilmiyoruz.
    Bazı insanlar başında mutlu oluyor hayatlarının, bazı insanlar sonunda veya ortasında. Bazısı içinde yaşıyor mahkûmiyeti, bazısı dışında...
    Bilmemiz gereken şu ki;
    Sadece biz değiliz dertli, kederli... Sadece gördüklerimiz değil neşeli, mutlu...
    Herkes bir imtihan içinde...
    Herkesin soruları farklı veya benzer sorular farklı zamanlarda geliyor insanların önüne...
    .....
    Zaten başkası lazım değil ki bize;
    Başkasının sorusundan not verilmeyecek yani bize!
    *
    Evet, gece olabilir şu anda senin için.
    Fakat beklersen, güneş doğacak!..
    *
    Senin bilmen gereken ve benim bilmem gereken; günün yarısı gündüz, yarısı gece... Dünyanın yarısı kara, yarısı deniz... Yılın yarısı yaz, yarısı kış...
    Ömrün; yarısı gençlik, yarısı ihtiyarlık... Çocukluğun yarısı kahkaha, yarısı gözyaşı... İhtiyarlığın; yarısı muhabbet, yarısı hastalık...
    .....
    Sonu olan bir dünyada olduğumuz halde;
    Nasıl bekleriz ki mutluluklarımız sonsuz olmasını...
    ..veya neden korkarız ki, kederlerimizin sonsuz olacağından?


    Muammer Erkul 9 Kasım 2006 Türkiye Gazetesi
    Kalpler ancak Allah'ı (c.c.) anarak mutmain olur..

  3. #3
    Gayyur BeNiN - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    May 2007
    Mesajlar
    120

    Standart Ey Sevgili Dost Nerdesin?


    Uzaklardan gelen , çok tanıdık çiçek kokuları getiren yel, yüzünde hafif bir serinlik bırakarak geçti... Ayaklarının altındaki kum taneleri gecenin soğumaya başladığının işaretini yavaş yavaş vermeye başladı...

    Başını kaldırıp gök yüzüne baktı. Milyonlarca yıldız bilinmeyen alemlerde terennüm edilen meçhul bir ilahiyi sessizce söyler gibiydi. Sanki sessizlik sırlarla dolu bir musiki rüzgarı idi ve kainatlar bu rüzgara kapılmıştı da gönül dilinden hu çekiyordu..

    Yürümeye devam etti. Ne zamandan beri yürüyordu acep? Düşündü: Bilmiyordu! Kendini bildi bileli beri adımları durmamıştı...

    Sanki dünyanın yükü omuzlarındaydı. Sanki bütün hüzünler gelip – başka yere değil!- gönlünün tam orta yerine konmuştu..Sanki kainatta ne kadar bilmece varsa kendisine sorulmuştu ve cevapları ne kadar da zordu...

    Ne zamandan beri bu çöldeydi, ne kadar vakit harcamıştı, hatırlamıyordu...

    Acı bir ayrılık yarasının yakıcılığı ile baş başa idi . Sosuz kum tepelerini aşıp aşıp günler ve geceler geçiriyordu..Yalnızdı, hep yalnızdı....Aradığı dostu bir türlü bulamıyor, sıkıntı içinde menziller aştığını zannedip geriye baktığı zaman pek de yol almadığını acıyla, kederle fark ediyordu.

    Saat kaçtı , hangi vakitteydi, artık muhim değildi...O yalnızca arıyor, yalnızca dostuna rastlayacağı zamanı ve yeri bulmaya çalışıyordu...

    Çok ama çok yorgundu. Oturup dinlenmek istedi. Yavaşça yere bağdaş kurdu. Susuzluğunu gidermek için matarasından artık acılaşmış birkaç yudum su içmek istedi.

    Osırada gördü onu , kıvrım kıvrımdı. Yavaşça başını kaldırıp yükseldi ve iyice yanaştı. Fısıltılı bir sesle konuştu:

    “-Merhaba Yabancı...Birkaç yudum suyun var mı? Susuzluktan ölmek üzereyim..”

    Çok korkarak hızla geriye sıçradı. Öteki bir saniye sürmeden başını yüzüne yanaştırıp dilini çıkardı ve fısıldadı:

    “- Sen benden korkma!..Asıl korkacağın ben değilim.. Ben yalnızca birkaç damla su istiyorum...”

    Dehşet içindeydi. Sakin olmaya çalıştı. O kıvrım kıvrım vücuddan uzak durmaya çalışarak kekeledi:

    “-Bir çöl yılanısın sen... Dünyada senden zehirlisi yok! Üstelik konuşuyorsun...Ben korkmayayım da kim korksun?”

    “-Beni öldürmeye kastetmediğin müddetçe sana zararım dokunmaz..Birkaç yudum su istiyorum ben...Buna karşılık sana bildiğim hey şeyi anlatırım.”

    İşte o anda hiçbir korku kalmadı yüreğinde... Bildiği her şeyi anlatacaktı..Bir çöl yılanı ne bilirdi acep? Belki de aradığı cevaplar ondaydı...Belki de esas hazineyi o biliyordu!

    “-Haydi anlat dedi, ne biliyorsan deyiver!”

    Yılan kıvrım kıvrım kıvrıldı ve dedi ki:

    “-Olmaz! Önce su... Hem de avucundan içmek isterim.”

    Matarasının kapağını açtı. Suyu avucuna tam dökecekken birden yılanın onu su içme bahanesiyle sokacağı geldi. Tedirginleşerek sordu:

    “-Bak çöl yılanı...Ya beni sokarsan... Dakika sürmeden ölürsem?”

    “-Aptallaşma...Sen kime güvenemeyeceğini daha öğrenememişsin! Sen münafığa güvenme..Sen haine güvenme... Sen alçağa güvenme...Ama bana güven...Benim bütün davranışlarım ortadadır. Sen kendini saklayana güvenme!”

    Korka korka bir avuç dolusu suyu yılana uzattı. Ölümcül çöl yılanı gerçekten de susuzluktan ölmek üzere idi. kana kana suyu içti. Sonra boylu boyunca kumlara uzanıp birkaç dakika hareketsiz kaldı.

    Yolcu yılana bir şey olduğunu endişe ile düşündü. Birkaç dakika sonra tedirginliği arttı. Ya öldüyse? Acaba kuyruğuna dokunsa mıydı? Ya ölmemişse ve kızıp kendisini sokarsa... Vaz geçti. Sıkıntı içinde biraz daha bekledi. Yılanda hiçbir hareket yoktu.

    Bıkkınlık içinde “ yılan bu . diye düşündü, “ yılan işte... Daha ne beklersin ki... Soğuk hayvan... Beni kandırdı, suyumu içti...Şimdi de ne olduysa oldu.Kalkıp yoluma devam edeyim bari!”.

    Ayağa kalktı. Tam o sırada yılanın sesini duydu:

    “-Sabırsız insanoğlu! Beni böyle sancılar içinde bırakıp nereye gidiyorsun? Senin yolun sabır ve yardım diyarına hiç düşmedi mi?”

    Tereddüt içinde kalan yolcu ikirciklenerek cevap verdi:

    “-Sen yılansın, ben de insan...Senin derdinin ne olduğunu ben nereden bileyim?”

    “-Kaçma..Gel buraya...Belimden yayaşça tut. Koynuna al beni...Azıcık ısınayım. Sancılarım geçecek. Çok üşüyorum...Yine korkularına kapılma. Seni asla sokmam!”

    Yavaşça uzanıp yılanı koynuna aldı. Onun o buz gibi kaygan vücudu kalbinin üstünde sükun bulup hareketsizleşti yine. Yavaş yavaş ısınmaya başladı.

    O buz gibi, upuzun yılan ısındıkça yolcu hayretle gördü ki kendisinin zehirli iç ateşi iniyor, kalp ağrıları diniyor, insansı kaygılardan, kin alevinden, riya yangınından uzaklaşıyordu...İçini garip, yalnız bir huzur ve içten içe gelişen sıcacık ama deryalar zenginliğinde ve enginliğinde güzel duygular kaplıyordu.

    Biraz sonra yılan yine fısıldadı:

    “-İnsanoğlu artık çıkar beni...Bu insansı ateşe daha fazla dayanamam. Yeter artık..Bu yükü taşıyamam.. Ben alt tarafı bir çöl yılanıyım!”

    Koynundan çıkarırken yılan tekrar konuştu:

    “-Çabuk ol...Ateşinden yanacağım... Ne ağır yüklerin var...Üstüme dağlar yıktın!”

    Kumlara tekrar serilen yılan :

    “-Niye buralardasın, dedi, ne ararsın ve bilmek istersin?”

    Yolcu hüzünle konuştu:

    “-Hatırlayamadığım bir yerde ve bir zamanda tek bir, evet, tek bir gerçek dostum vardı..Onu arıyorum... Bulamıyorum ...Bulana kadar bana dur durak yok...”

    “-Sen....Tek gerçek dostu mu arıyorsun? Hala bulamadın mı? “

    Hayret tepelerinin doruklarına çıkan yolcu çığlık attı:

    “-Yoksa...Yoksa sen onu tanıdın mı?”

    “-Evet...O benim kadim can dostumdur. O zerrenin dahi dostudur. Bilmez misin?

    “-Hayır... Onu bulmam için ne yapmam lazım sevgili çöl yılanı ?Ne olur söyle bana!.

    “-Senin senden geçmesi gerekir!”

    “-Ne demek istiyorsun sen yılan? Anlamadım.. Daha, daha anlat bana, haydi durma!”

    “-Dosta giden yol fedakarlıktan geçer... Gerekirse kendini feda etmelisin!”...

    Yolcuya sanki gökyüzündeki bütün yıldızları hediye etti yılan..Dünyaların en güzel bahçelerindeki çiçekleri, en büyük hazineleri...Demek feda etmek yetiyordu dosta ulaşmak için... Bağrını açıp kaptı yılanı. Hayvancığın başını göğsüne bastırdı. Avazı çıktığı kadar bağırdı:

    “-Isır beni yılan...Bana bir iyilik yap, ısır beni..Bu bedeni dost için feda edip ona kavuşayım...”

    Zavallı hayvancık çığlıklar atarak tısladı:

    “-Bırak beni insanoğlu... Öldüreceksin..Bırak... Öyle kolay mı kendini feda etmek.? Bedenini yok ederek bir yere varamazsın!”

    Yolcu birkaç yalvarmadan sonra yılanı bıraktı. Hayvan çöreklenerek başını havaya kaldırdı. Bilinmeyen bir vakitte, hiçbir hayat belirtisi olmayan bu çölde iki canlı, biri insan, diğeri yılan birbirlerine uzunca bir müddet baktı...Yılan şaşkınlıktan, yolcu ümitsizlikten yorgun düşmüştü.

    “-Nasıl bir fedakarlık yapıp kendimi nasıl feda edeyim ? Bunun bir yolu olmalı ...Vücudumdan , ömrümden başka neyi feda edeyim ki?” diye sayıkladı yolcu.

    “-Sana verimiş ömrü, sana armağan olarak takdir edilmiş nefes sayısını istesen de feda edemessin insan oğlu, dedi yılan.. Ama senin seni feda edeceğin ve böylece sevgili dostuna ulaşacağın başka şeyler var..”

    “-Anlat çöl yılanı...Derdimin dermanı ol!”

    “-Ben yılanım.Yılanca yaşadığım hayatımda öğrendiğim tek gerçek hayatı dosdoğru yaşamaktır. Sana bundan başka bir şey anlatamam!”

    “-Onu anlat... Yılanca yaşayarak o sevgili dosta ulaşmanın sırlarını anlat bana!”

    “-Eksik kalır...Çünki sen benden çok daha mükemmel yaratıldın. Ama benimle geçirdiğin şu zaman zarfında,sana hayatımda çok önemli bir yer tutan gerçeği anlattım: Sözde durmak ve Aldatmamak . Biz yılanlar için çok kolay bir haldir bu...Ama...İnsanlar için öyle mi ya? Düşün bakalım...”

    Kıvrım kıvrım vücudunu kumlara yayarak son defa baktı yolcuya yılan ve dedi ki:

    “-Yolun açık olsun insan oğlu... Aramaya devam et... Bu çölü de boş sanma...Bir sürü canlı yaşar burada... Rastladıklarına sor...Hepsi kendi hayatından sana dersler vereceklerdir ... Böylece neleri feda edeceğini bilmiş olursun. Haydi yolun açık, bahtın güzel olsun!”

    Yolcu daha ağzını bile açamadan kumların arasında gözden kayboldu...

    Hafiften bir yel esti ve uzaklardan gelen , çok daha tanıdık çiçek kokuları getiren yel yüzünde hafiften hafife bir serinlik bırakarak geçti... Ayaklarının altındaki kum taneleri gecenin daha da soğumaya başladığının işaretini yavaş yavaş vermeye başladı...

    Gülümsedi yolcu ve şevkle yürümeye devam etti!(suzan ÇATALOLUK)

    Kalpler ancak Allah'ı (c.c.) anarak mutmain olur..

  4. #4
    Gayyur BeNiN - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    May 2007
    Mesajlar
    120

    Standart Sabir DuraĞi...



    Kalabalıklar … Her bir elifin beli bükük.

    Karanlık, ıssız sokaklarda yürüyorum; sınıf alabildiğine uzuyor; çocuklar, başları eğik, gözleri nemli, gönülleri dar…

    Çocuklar.

    Merhamet yakıyor genzimi. Kaçamadığım bir koku bu. Her adımda yerde yakalıyorum mahcupluğunu çocukların. Ayakkabıları hep eski çocuklar…

    Hasbelkader yeni bir çift pabuç, büyük ağabeyden kullanılmadığı için lekesiz ve dipdiri miras bir kravat yahut bilekte, inşaattan düşen babanın gittikçe ağırlaşan emaneti saat utanmasına yetiyor çocuğun. Mümkünü yok ki yer açılsa da yere girse. Mümkünü yok ki aynısını yanı başında oturan arkadaşını da verebilse…

    Mümkün girmedi daha muhitlerine.

    Elimi uzatıyorum, el yordamıyla yürüyorum, dizlerimde takat kalmıyor. Dizlerim üzerindeyim.

    Babası hangi akla hizmet bilinmez, çekip gitmiş.

    “Annen!..” diyorum.

    … / … yutkunuyor.

    Çamurlara batıyorum. Acıyla yanıyor içim. Yüzümün derisi soyuluyor.

    Yüzlerine, gözlerine, ellerine bakamıyorum. Artık yerdeki bakışlarının izlerinden de utanıyorum.

    Bana, acıyla yaşamanın şerhini yapıyor çocuklar.

    Sınıfta değiller, şehirde değiller, dünyada değiller… Puslu coğrafyalar okunuyor yüzlerinden.
    Sınıflar kalabalık.
    Her bir kalabalık, acılar haritası.
    Ne çok acılarımız var Allah’ım? Kaderin ne çok haramisi var?..

    … …

    Yoşumuş kahverengi çantasında kutsal bir emanet taşıyor.

    Ansızın çöküverecek gecenin tedirginliğini taşıyor.
    Hızlı yürüyor, sallanıyor iki yana.
    Hayır yürümüyor, sallanıyor; sanırsın bir kayık ve dalgalarla salınıyor.
    Bir kuş konuyor salkım söğüde.
    Bütün dünya sallanıyor.
    Sağ kolu sallanıyor hızlıca.
    Çantası sallanıyor.
    Ceketinin sol kolu sallanıyor ritmik.
    Ceketinin sol kolu daha arzulu sallanıyor.
    Ceketinin sol kolu, eyvah, boşa sallanıyor, boşlukta sallanıyor.
    Yüzü belirsiz, onbeşinde, yılgın, yorgun.
    Ansızın çöküverecek gecenin tedirginliğini taşıyor.
    Sabır ve metanet, bu gencecik vücuttan fışkıran ağaçta sallanıyor.
    Ya sabır…

    Ne çok acılarımız var Allah’ım? Kaderin ne çok haramisi var?..


    (Kani ÇINAR)
    Kalpler ancak Allah'ı (c.c.) anarak mutmain olur..

  5. #5
    Gayyur BeNiN - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    May 2007
    Mesajlar
    120

    Standart GüL ile BüLBüL...



    Bir şafak vakti çok gizli bir bahçede hafiften hafife bir aşk rüzgarı esti ve bülbül yuvasındaki yumurtayı kıpırdattı..

    Ve…Gül dalında bir öz tomurcuk olmaya karar verdi

    Yumurtanın içinde büyük bir sükun ile uyuyan yavru bülbül kendine geldi ve küçücük bir gaga darbesiyle çatladı kabuk…

    Rüzgar bu küçücük yarıktan girdi, aşk dolu soluğunu yavrunun gönlüne üfledi… Böylece küçük bülbülcük daha ilk nefesini alırken aşka aşık oldu…

    Anne bülbül acılarla inledi ve dedi ki:

    “-Eyvah ki ne eyvah!!! Yavrum bir mecnun olarak dünyaya selam verdi…İnşAllah karşısına acımasız bir leyli çıkmaz…”

    Zaman deli çağlayanlar gibiydi ve sonsuza hızla aktı. Aşka aşık bülbül gençlik kapısını çalıverdi.. O an içinde anlaşılmaz bir hasret duydu bir de kendini sonsuz acılara çağıran bir aşk …

    Ve… Hayalinde dünyanın en güzel gülü ona gülümsüyordu..

    Uçup bir dala kondu. Bilmediği bir sevgiliye sabaha kadar aşk şarkıları terennüm etti.
    Baba bu ötüşleri duyunca feryad edip eşine dedi ki:

    “-Eyvah ki ne eyvah!!! Böyle bir terennüm şimdiye kadar işitilmedi…Oğlumuzun gönlünü aşk çaldı… Nedir bu başımıza gelen?”

    Genç bülbül yaşlı bir dostuna sordu:

    “-Aşk nedir?Gül kim? Anlat bana… Ben dünyanın en güzel gülüne hicranımı söylemek istiyorum. Halim nicedir , söyle bana?”

    Arkadaşı dedi ki :

    “-Dünyanın en güzel gülü güzelliğin en güzelidir. Kim görürse hayatını verir onun için. Böyle derler ermişler. Ama ben görmedim. Ayrıca….Her bülbül de aşık olamaz. O bir yiğitlik işidir ki hayatını vermen , Leyla’n için mecnun olup serden geçmen ve Mevlanı bulman gerekir.”

    Genç bülbül çile gömleğini giymişti artık. İnledi:

    “-Kim bana aşkı terennüm eder? Kim bu sevdayı yaşamıştır da gizli hikayesini açar bana ve gizli aşk bahçesinden derdime derman bulur?”

    Bouynunu büktü arkadaşı ve yüreği yandı dostu için:

    “- Yedi okyanusu aş, yedi çöl geç..Yedi dağdan uç… Sonunda Zümrü Anka kuşu’nun yaşadığı Kaf dağına ulaşacaksın. Orada bir ihtiyar koca , bir ermiş bulacaksın. Aşkı ona sor…”

    Yuvaya dönen genç bülbül anne ve babasını büyük acılara gark eyledi..Baba dedi ki:

    “-Yavrum, göz bebeğim, gönlümün eşsiz gülü, ruhumun taze çiçeği, yiğidim, civanım, tek yavrum..Etme eyleme, bu çılgın arzudan vaz geç… Gerçek aşkı bulman senin neyine… Bu narin bedenle kurda kuşa yem olursun. Şahinler yolunu keser, Doğanlara bir lokma olursun.. Kartallar yavrularına yem eder seni…İnsan oğlu ötüşünü duyarsa seni altın kafeslere koyar..Gel ..Etme eyleme..Bizi de, kendini de perişan etme…”

    Lakin…Çılgın bülbül çilelere kanat çırpıp anasıyla babasını göz yaşlarına, gönüllerini kederlere garkederek yollara düştü..

    O küçücük kanatlarıyla yedi okyanus aştı. Yedi çöl geçti… Yedi dağın üstünden uçtu . Kaf dağına ulaştı. Zümrüt-ü Anka kuşunun memleketindeki ermiş kocayı buldu. Ağladı, inledi.. Günlerce sabahlara kadar en güzel ötüşleriyle bağrından kopan aşk şarkılarını söyledi…

    Sonunda ermiş koca kapısını açtı ona ve uzun bir nasihatten sonra şöyle dedi:

    “-Ey Şeyda bülbül…Anlaşılıyor ki sen söz deryasını geçtin… Kainattaki bütün hikmetli sözlerin özünü seçtin , acıları olgun buğday başakları gibi biçtin bedenine elbise diye giydin....Aşkı sana anlatmaya ne gerek. Zira sen Ezel meclisinde aşk badesini yudum yudum içmişsin.. Var git dünyanın en güzel gülünü bul. O gül ki daha açmadı. Henüz goncalaşmada… Vakit kaybetmeden geldiğin yollardan geri dön. Gülistanda gizli köşede saklı gül fidanındaki saklı gonca sabaha karşı karşı gülleşecek!”

    Aşk acısıyla hemdem olan bülbülcük öylesine büyük bir içtenlikle Allah’a yalvardı ki Kadir-Mutlak duasını kabul buyurdu ve hemen o gece onu Gülistan’a ulaştırıverdi ..

    Aşık bülbül büyük bir heyecan içindeydi: Nihayet leylasını, yani dünyanın en güzel gülünü görecek, onun goncalıktan güle geçişini, gülleşmesini seyredecek, ona dünyanın en güzel aşk şarkısını söyleyecekti.

    Bülbülün muhteşem avazesini o gece sabaha kadar bütün alem dinledi, elbette tomurcuk da….

    Tam şafak sökerken Bülbül en güzel şarkısını söylüyordu ki gonca yavaş yavaş açılmaya, gülleşmeye ve yüzünü güle çevirmeye başladı. Zira gonca da bülbüle aşık olmuş ve ona bütün güzelliğiyle görünmek istemişti…

    Ama…

    Bülbül hayranlıktan dondu kaldı. Gülün güzelliği göz bebeklerine nakşoldu. Sesi kesildi, soluğu da…Son nefesi o küçük gagasından bir aşk bulutu halinde dağıldı havaya ve hafif esen rüzgara karıştı. Rüzgar aşk ile doldu ve fısıldadı:

    “-Yine aşk rüzgarı oldum…”

    Bülbül gülün yaprağından aşağı kayarken bir dikene çarptı. Diken onu kalbinden yaraladı ve dedi ki.

    “-Dünyanın en güzel gülüne aşık olmak …Senin neyine a şaşkın bülbül..…Hayatını verdin işte”

    Ertesi sabah bahçıvan bülbülün cansız vücudunu görünce çok üzüldü ve güle dedi ki:

    “-Seni acımasız katil…Bu kaçıncı? “

    Gül sessiz hıçkırıklarını gönlüne gömdü ve yavaşça başını yere eğdi. Sustu kaldı…

    Bahçıvan avucundaki cansız bedeni gülün dibine gömerken söyleniyordu:

    “-Güzelliğin yerin dibine batsın senin gül fidanı… Bu mezarı her gördüğünde pişmanlıkla yan ..Yan da tüt..Tüt ki kokun aşıklara deva olsun..”

    O sırada kapı çalındı. Kapıdaki genç adam Bahçıvana heyecan içinde sordu:

    “-Dünyanın en güzel gülü sende imiş. Sevgilim benden onu istedi. Değeri nedir?”

    İhtiyar bahçıvan hınçla konuştu:

    “- Değeri yok onun…O dünyanın en kanlı katili ..Al senin olsun…”

    Elindeki bıçakla daldan kesiverdi dünyanın en güzel gülünü.Uzattı genç adama..

    Aşık delikanlı bir koşu tutturdu. Sevgilisi gülü bir çeşmi bülbüle koydu.

    Lakin…Aşk rüzgarı bu ayrılığa dayanamadı ve gülü gizlice kapıverdi . Kollarının arasına alıp bülbülün mezarının üstüne yavaşça koyuverdi…

    Bahçıvan gülün solmuş halini görünce hüzünle gülümsedi:

    “-Nasılmış ölmek dedi , nasılmış…Dur seni bülbülün yanına gömeyim de acı neymiş gör “ dedi..

    Gül ve bülbül böylece aynı aşk deryasında idiler artık..

    Ama….

    Bir şafak vakti çok gizli bir bahçede hafiften hafife bir aşk rüzgarı esti ve bülbül yuvasındaki yumurtayı kıpırdattı..

    Ve…Gül dalında bir öz, tomurcuk olmaya karar verdi

    Yumurtanın içinde büyük bir sükun ile uyuyan yavru bülbül kendine geldi ve küçücük bir gaga darbesiyle çatladı kabuk…

    Rüzgar bu küçücük yarıktan girdi ve aşk dolu soluğunu yavrunun gönlüne üfledi… böylece küçük bülbülcük ilk nefesi alışta aşka aşık oldu…


    (suzan Çataloluk)
    Kalpler ancak Allah'ı (c.c.) anarak mutmain olur..

+ Konu Cevaplama Paneli

Konu Bilgileri

Users Browsing this Thread

Şu an 1 kullanıcı var. (0 üye ve 1 konuk)

     

Bu Konudaki Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Var
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
Google Grupları
RisaleForum grubuna abone ol
E-posta:
Bu grubu ziyaret et

Search Engine Friendly URLs by vBSEO 3.6.0