işte beni o gece ağlattılar firuze.

oysa bir avuç gün batımından kızıllık çalmıştım saçlarıma, sonra eğilip turunç dallarındaki hoş çiçeklerden taç yapıp o kızılın koynuna, sedef kakmalı mahfaza içerisindeki incileri bezemiştim boynuma. yâr gelecek diye firuze, âh yâr gelecek diye ekrudan ödünç aldım beyazı.

zifafa giren her aklık, al-kan oluverirmiş, söylemediler. göğsümü zorlayan acının tezgâhında öğütmüştüm sevdayı bilmediler. menfezlerimi öyle çok hazan yaprağı tıkamış ki hüznüm bile yol bulup çıkamıyor gözlerimden. delişmen mavini mi öldürüyor yoksa yeşim ya da zümrüt ormanımı mı yağmalıyor o hırs düşkünü düzenbazlar? öptüm taç yapraklarını, avuçlarımı yakan yalımını içtim âteşÃ®n çiçeklerinin ırzına geçerken kelimelerin lüks düşkünü asalet bilmez âsi yazıcılar -her nasılsa- kef'le yazılmıştır diye kaderim enikonu ellerine alıp kalemi çekerek yüzden nikabı alnımdaki yazıya kaç çizik attılar göremedim, bilmiyorum firuze. ibre yerdeyken ansızın gökte oluyordu. med cezir arası gelip gitmelere gebeyken zaman, üç vakte kadar doğacak dediler aşk.


bekledim firuze. bekler ömrüme ne kederler ekledim süzülerek imbiğinden acının. kan sızıyordu incelmiş damarlarımdan kan. her yer kan; arz kan, arş kan, ay kan, ayna kan, halı kan, beyaz kan. koynumda ki yâre verilmek üzere yazılmış -çeyizim saydığım- mektup bile kan. hülâsa; beyaza döllemiştik kırmızıyı işte bu yüzden her yer alabildiğine kan.

bak ve şahid ol benim -fail-i meçhul kalmış- el yordamı cinayetlerimin çetelesi, kendimi gözden ırak ıssızda kaç kez öldürdüm bir bilsen. savunma, eğer o mahalde tüm ip uçları kanlı, ayrılık sonrası gibi gölgeden arınmamışsa ikindiler, ayan beyansa ihanet, vazgeç savurma beni!

ağlamamaya and içmişken firuze.âh o istilâ yok mu, âh o tutsaklık! gün boyu yürüyen ayaklarımın izinden bilirdim öfkeyi. nasıl da hışımla ezerdim toprağı. Hasılı istilâ bu. ederinden kaç fasıl seferî yol yorgunu, sersefil kavislerde bohem ömrün son sermayesiydi aşk. kâr edemeden yükledik hikâyemizi sokak kedisine. şimdi içimizde sancıyan, nükseden tanımsız ayrılık. gel gör ki nasıralı isa kadar sûretsiz, çarmıhıma çakılıp kalmışım artık. giderayak havarilerim de dağıtıverdiler hurufatın kutsal gölgesini ayakların tepindiği pespaye, nasipsiz yerlere. masumiyetimde meryem'im yasta firuze.


o gece beni ağlattılar. hani yağmurun bile yağıp yağmama konusunda muallakta kaldığı, rüzgârın bir dalı kıpırdatmaya hicap duyduğu, ayın en dolun hâli olup ki; bundan hayâ edip ışıklarını bulutlarla tülleyip gizlendiği gece. yâr'e ak gelip allara belendiğim gece. oysa ben firuze, oysa ben -ekrû'nun kırıklığına rağmen- beyaza sevdalanmıştım sırf yâr gelecek diye, üryan geceye adak adandığımı bile bilmeden tevekkülle adandığım o meş'um gece ağlattılar firuze.


aşk'a sancılandığım gece -doğuma beş kala- feryad figan ağlattılar sen hiç bilmedin, duymadın firuze.

âh gözyaşım nehir.



Neşe Yeşilova'nın Lâl şiir kitabından.
<DIV></DIV>