Mahalleli

Apartman adı verilen beton yığınlarına hapsolmadan önce ruhumuz.
Sınav denilen adı batası bir maratonun anaforuna kapılmadan…
Dershane kapılarında telef olup gitmeden önce çocukluğumuz.
Delisi, afilisi, şadırvanlı camisi, bakkalı, kasabı, ustası, çırağı ile bir bütündü mahalle.
Çıkmazdı sokakları.
Kapı önü sohbet yeriydi komşuların.
Oyun alanıydı çocukların.
Halı saha adı verilen yapay mekânlarda iki kale arasına meşin yuvarlağı sokmaktan başka oyunları olmayan apartman çocukları gibi değildi mahallenin çocukları.
Ne oyunlar vardı mahallelerde oynanan!
Oğlanlar çelik çomak, hacıyatmaz, birdirbir, uzun eşek, bilye, topaç; kızlar ise yakar top, seksek, istop, yedi kiremit, ip atlama, evcilik, bezirganbaşı, mendil kapmaca, üç taş, dokuz taş oynarlardı.
Aklımda kalanlar bunlar.
Daha neler vardı kim bilir.
Evler genelde tek katlı ve avlu içerisinde olurdu.
Günlük hayatın çoğu burada geçtiği için hayat denirdi avluya.
Avlunun ortasında bir dut ağacı dururdu.
Abiler çıkınca bebeler de peşinden tırmanırdı devasa ağacın tepesine.
Çelimsiz bedenleriyle tutunamayınca ağacın gövdesine, armut gibi dibine düşerlerdi ağacın.
Kolu kanadı kırılan çocuğu kucaklayan anneler, mahallenin sınıkçısında alırdı soluğu.
Genelde herkesin bir büyük baş hayvanı olurdu. Avlunun içinde bir köşeye ahır, diğer köşeye kenef yapılırdı.
Hali vakti yerinde olanların evleri iki katlıydı.
Onların ahırları alt katta olur, avluda da ahır yerine kümes bulunurdu.
Tüketen değil üreten bir toplumdu mahalleli.
Hemen herkesin bağı bahçesi olur, kışlık zahiresini yazdan hazırlardı mahalleli.
Büyük kazanlarda kaynardı zahirelik bulgurlar. Komşu komşunun sadece külüne değil bir çok şeyine muhtaçtı.
Meselâ bu kazanlar.
Hacet adı verilirdi bu tip ihtiyaç malzemesine.
Ve ihtiyacı olan alır kullanırdı.
Kavga gürültü olmaz mıydı?
Olurdu elbet.
Ama Hacı amcaları vardı mahallenin.
Herkesi bir sükût sarardı onlar girince devreye.
Horasan erenleri gibi adamlardı onlar.
Küslük, dargınlık kalmaz, öpüşür barışırdı herkes onların huzurunda.
Hacı teyzeleri vardı bir de.
Rol modeldi onlar genç kızlar için.
Tıpkı komşumuz Mücella Teyze gibi.
Itır kokulu Mücella Teyze..
Rol modeldi gençlere o da diğerleri gibi.
Tıpkı annemim ahretliği Kadriye Teyze gibi.
Külüne muhtaçtık birbirimizin.
Anne sütü kadar sıcak, bahçesinde açan renk renk kasımpatılar kadar huzur doluydu sesi.
Bir hicazkâr beste gibiydi. Her usûlü bilirdi.
Yüceydi yüreği…
Mahallemizi kuşatacak kadar yüce.
Herkesin yardımına koşar, her gelene kapısını açardı.
Fakirlerin hanesine uğrar, yardım ederdi gizlice.
Akide şekerleri saklardı bizim için ışıltılı cam kavanozlarda.
Nane, reyhan kuruturdu avlusunda ahşap evin.
Çamurlu ayaklarımızla basınca gıcır gıcır silinmiş ahşap verandasına, kuş üzümü gibi gözlerini kısınca, başımızı öne eğerdik usûlca.
Kızması bile şefkat doluydu.
Şimdi ne Mücella Teyze kaldı, ne de ahşap ev.
Ne mahalle kaldı geriye, ne de çocukları; çıkmaz sokaklarımızın.
Ne reyhan kokusu kaldı havada, ne de ıtır kokusu komşularımızın.
Zevk vermiyor şimdi kimyasal kokulu tutkular.
Hacı amcalarla, hacı teyzelerle birlikte çekip gittiğinden beri bütün soyut arzular.

MEHMET İPÇİOĞLU

Yeni Asya