Söylemeye gerek olduğunu sanm?yorum, çünkü bunu herkes bilir ki âş?k ayr?l?ğa düşünce inde yanan şeyin ad? ateş olur. Asl?nda bu ateşin ilk k?v?lc?m?, sevgiliyi gördüğümüz ilk anda, onun ?ş?ğ?ndan s?çray?p gözümüze, oradan da kalbimize girmiş, sonra da kalbimizi tutuşturmuştur. Sonraki zamanlarda duyulan özlem, sevgilinin ad?n? her an?ş, onu her hat?rlay?ş bu ateşi biraz daha alevlendirecek ve ah ettikçe duman? aş?ğ?n ağz?ndan d?şar?lara ç?kacakt?r. Gözde tutuşup, gönülde yanarak aş?ğ? mütemadiyen yakan ve yakt?kça alevini artt?ran bu ateş sönebilecek cinsten değildir. Âş?k ona istediği kadar su serpsin (gözyaşlar?n? ak?ts?n), elinden geldiği kadar gözyaşlar?n? ?rmaklara döndürsün nafile, ‘’Kim bu denlü tutuşan odlare k?lmaz çare su!’’ Ateş manevi (ruhani), su da maddi (cismani) olunca elden ne gelir. Hani şair Karamanl? Nizami der ya:
Yand?r?p yaş?m? dökse ne aceb zülf ü ruhun
‘’Kara zülfün ile k?rm?z? yanağ?n beni yand?r?p yaş?m? dökse şaş?lmaz. Çünkü zaten onlardan birincisi duman misali, ikincisi de ateş gibidir.’’
Ki biri ateşe benzer biri dütün gibidir
Suyla söndürülemeyen bu ateş, hava olup uzun ‘’aaaah!’’larla aheste aheste göklere ç?kar. Ta ki âş?k dört elementten süzülmüş, yani varl?ktan geçmiş, yani kendinden vazgeçmiş ve sevgili için ad bulmuş, ad? âş?klar defterine kaydolmuş olur. Yoksa Ferhad, Mecnun, Kerem, Romeo, Tristan, bülbül, pervane adlar?n? nereden bilecek, onlar? aşk ile anacakt?k!?..
Âş?ğ?n içini kavuran ateşten başka onu çevreleyen bir ateş de vard?r. Sözgelimi sevgilinin yanağ? ve dudağ? ateş rengindedir. Zaten aşk?n?n yak?c?l?ğ? buradan gelir. Üstelik aş?ğ?n? büyülerken bu ateşleri kullan?r, onunla büyüler, sihir ve t?ls?m?yla kendinden geçirir. Her büyünün içinde elbette ateş yer al?r. Dahas?, âş?k sarhoştur, mesttir, kendinden geçmiştir. Zaten şarap da ateş rengi dolay?s?yla ‘‘ateş-i seyyale’’ (ak?c? ateş) olup aş?ğ?n elinin alt?nda bulunur. Onun bağr?nda yanan ateş lale misali sonunda varl?ğ?na bir dağ vurur. Hani gelinciğin bağr?ndaki çiğ tanesine düşen y?ld?r?m gibi.
Divan şairine göre tasavvufi seyr ü sülûktaki ‘‘Hamd?m, piştim, yand?m!’’ teslisi gibi âş?k da haml?ğ?ndan ateşle kurtulur, pişer ve sonunda yan?p varl?ğ?n? sevgili için feda eder. Burada da âş?k severek büyük bir ?ş?k kazan?r ve o ?ş?kla parlar. Âş?ğ?n parlamas? için evvela maşukun ateşini hissetmesi gerekir.
Pervâne şem’ini uyand?ramaz
Bu, ‘‘Başta sevda, kalpte ateş olmay?nca pervane mumunu yakamaz’’ demeye gelir. Biz onu tersinden ifade edelim: ‘‘Mumun baş?nda ?ş?k uyanabilmesi için onun uğrunda baş?n? sevdaya, kalbini ateşe vermiş bir pervane gerektir.’’
Başta sevda kalbde nâr olmay?nca
Karacaoğlan
Dört Güzeller/?skender Pala