Duâ kelimesi sözlükte, seslenme (nida), isimlendirme ve bir şeyi sevk etme anlamlarındadır.
Arap dilinde, uzaktakine seslenmek için nidâ, yakındakine seslenmek için ise duâ kullanılmıştır. Cenab-ı Hakk'a seslenme, ondan bir şeyler istemeyi ifade etmek için "duâ" kelimesi daha uygundur. Zira Cenab-ı Hakk, "Kullarım Beni senden soracak olurlarsa bilsinler ki Ben pek yakınım. Bana duâ edenin duâsına icabet ederim" (Bakara suresi, 2/186) buyurarak, kullarına yakın olduğunu, kısık bir sesle seslenseler (duâ) de onları duyacağını bildirmiştir. Duâ, Kur'ân-ı Kerim'de "Allah-u Teâlâ'ya yönelme, kulluk, yardım isteme, istek, söz, seslenme (nida) ve isimlendirme" gibi farklı anlamlarda kullanılmıştır. (Ebu'l-Bekâ, s. 447) Duâ terimini, bu makalede konunun ele alınışına esas teşkil edecek şekilde şöyle tanımlamak mümkündür: "Duâ; bir çağrı, bir yakarış ve küçükten büyüğe, aşağıdan yukarıya, arzdan, arzlılardan semâlar ötesine bir yöneliş, bir talep, bir niyaz ve bir iç dökmedir. Duâ, bir kulluk şuuruyla Hakk'a yönelip, tevazu ve mahviyet içinde, acz, fakr ve ihtiyaçlarımızın lisanıyla O'na arzıhâlde bulunmaktır" (Gülen, "Duâ", s. 251).
Duâ, Kur'ân-ı Kerim ve hadis-i şeriflerin temel konularından birisidir. İslâm âlimleri, duânın faydaları, önemi, faziletli duâlar ve hangi duânın ne zaman okunacağı gibi hususlar üzerinde durmuşlar, bu konularla ilgili bir çok eser telif etmişlerdir. Bazı mutasavvıflar, duânın hikmetleri ve sırlarından bahsetmişlerdir. Asrımızın büyük mütefekkiri Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri, Risale-i Nur adlı külliyatında duânın hem kabul şartları gibi konulara temas etmiş hem de mahiyeti/hakikati ve sırlarına ilişkin açıklamalar yapmıştır. Duânın kabulü ve sırlarına ilişkin görüşleri başka bir makale çalışmasına bırakılarak, duânın mahiyeti ve çeşitlerine ilişkin tespitleri bu makalede ele alınmaya çalışılacaktır.
Bediüzzaman Hazretleri, en sıkıntılı zamanlarında bile duâya vakit ayırmış, evrad-ü ezkarını asla ihmal etmemiştir. Risaleler'in bir çok yerinde duânın ehemmiyeti üzerinde durmuş, talebelerini özellikle cemaat halinde duâ okumaya teşvik etmiştir. Duânın topluca yapılmasını "küllî duâ" diye nitelendirmiştir. Onun "küllî duâ"ya ilişkin görüşleri de ayrıca üzerinde durulmaya değer önemdedir. Bir çok risalede duâ konusuna temas etmiş, 23. Söz'ün Birinci Mebhası'nın 5. noktası ve 24. Mektub'un Birinci Zeyl'inde ise duânın mahiyeti ve hikmetlerini tafsilatlı bir şekilde anlatmıştır.
Bediüzzaman Hazretleri, duâyı yalnızca bir yakarış olarak değerlendirmemiş, duâ ile tefekkür ederek, dini hakikatleri anlama ve tespitte duâlardan yararlanmıştır. 3. Şu'a olan Münâcât risalesini, tesbih, tahmid, senâ ve duâ ile ilgili yaklaşık 700 âyet-i kerimeden istifade ederek yazmıştır (Fihrist Risalesi). Bu münâcât onun duâ ile tefekkürü nasıl mezc ettiğinin harikulade bir örneğidir. Dine inanmayan bir kısım kimselerin Münâcât Risalesi'nin telifi sebebiyle telaşlanıp, bu risalenin neşrini engellemeye çalıştıklarını söyleyerek, inanç esaslarının ispatında duânın ne kadar tesirli olabileceğini göstermiştir (EL: s. 1860). Münâcât Risalesi'nin telif sebebini, risalenin girişinde "Bu Risale-i Münâcât, hem vücûb-u vücud, hem vahdet, hem ehadiyet, hem haşmet-i rububiyet, hem azamet-i kudret, hem vüs'at-i rahmet, hem umumiyet-i hâkimiyet, hem ihata-i ilim, hem şümul-ü hikmet gibi en mühim esasat-ı imaniyeyi hârika bir îcaz içinde fevkalâde bir kat'iyet ve hâlisiyet ve yakîniyet ile ispat eder. Haşre işârâtı ve bilhassa âhirdeki şiddetli işârâtı çok kuvvetlidir" şeklinde ifade eder. Yalnızca Münâcât Risalesi'ni telifle yetinmemiş, bu risaleyi kendisi de sık sık tefekkür maksadıyla okumuştur. Duâ ile yaptığı bu tefekkür ona yeni hakikatler ilham etmiştir: "Evet, şimdi Siracü'n-Nur başındaki Münâcât'ı okudum. Ülfet ve âdet ve yeknesaklık perdeleri altında çok harika hakikatler gizleniyor gördüm." (EL. s. 1860). Dini hakikatleri tam anlayabilmek ve hissedebilmek için ülfetten kurtulmak gerektiğini ise şöyle ifade eder: "İşte, kardeşlerim, hakikaten bugün, Siracü'n-Nur'un başındaki Münâcât'ı tashih niyetiyle okudum. Kuvve-i hâfızam tam söndüğü için, birden o münâcâtın hakikatlerine karşı, güya seksen yaşında iken yeni dünyaya gelmişim gibi, birden ülfet ve âdetleri bilmiyor gibi, o malûm âdetler perde olamadı. Kemâl-i şevkle tam