Türkiye’de Nükleer Enerji
Nükleer enerjinin geleceğini 3. Dünya ülkelerinin bugüne ve yarına ait politikaları ve atacakları adımlar, belirleyecektir. Zira, gelişmiş batı devletlerinin önemli bir kısmında işsiz kalan, devlet sübvansiyonlarını yitiren nükleer reaktör üreticileri çareyi gelişmekte olan, nükleer enerjiyi güç ve prestij unsuru olarak algılayan ülkelere yönelmekte, yeni pazarlar yaratmak sureti ile ayakta kalmaya çalışmaktadırlar.
Bu bağlamda, başta Uzakdoğu ülkeleri olmak üzere Ortadoğu, balkan ülkeleri ve bazı Latin Amerika ülkeleri bu pazarın önemli müşterileri olarak göze çarpıyorlar.
Örneğin, Japonya kendi işlettiği nükleer reaktörlerden elde ettiği %98 saf Plütonyum - 239′a ek olarak Fransa’dan sürekli saf plütonyum alıyor ve elbet bu durum enerji açığından değil, doğrudan taktik nükleer silah programı ile ilgilidir. Şu anda yapılan araştırmalara göre Çin’de yaklaşık 450 nükleer başlıklı silah bulunmakta ve bunlarının 300′ünün stratejik, diğer 150 adedinin de taktik nükleer silah olduğu bilinmektedir. Güney Kore 1992′de 2 adet Kanada tasarımı, hem elektrik enerjisi hem de plütonyum üreten Candu tipi reaktör almaya karar verdi. Ayrıca ellerindeki elektrik üreten santrallere ek olarak Çin 3, Güney Kore 2, Kuzey Kore 4, Japonya 13, Endonezya 2 adet nükleer yakıt zenginleştirme tesisine sahiptir. Bu ülkelere benzeri yaklaşımlarla Hindistan, Pakistan eşlik ederken İran; Rusya ve Çin’le anlaşmaya çalışarak teknoloji transferi çabaları içerisinde. Yanı sıra İsrail’in yeterli nükleer başlıklı silahları ve plütonyum stokları olduğu bilinmektedir. Ukrayna’da ise bütün dünyayı yerle bir etmeye yetecek kadar nükleer başlıklı silah vardır.
Kısaca görüldüğü gibi nükleer Pazar askeri
Amaçların yanı sıra sivil çabaları da kapsıyor. Bu ikili omuz omuza ilerliyor bahsi geçen bütün ülkelerin silah programları yanında ve çoğu zaman bunun için nükleer reaktörlere yaptıkları / yapmayı düşündükleri rakamlar inanılmaz boyutlardadır.
Peki 3. Dünya bir çılgınlığın peşinde kendinden geçerken Türkiye’de neler oluyor.
Türkiye’de çok uzun bir süredir yapılmaya / dayatılmaya çalışılan “nükleer santral” ile ilgili fizibilite etütleri 1967 - 1970 yılları arasında yapıldı. 300 Mw gücünde planlanan ve 1977 yılında işletmeye alınması düşünülen ağır su tipindeki bu santral ekonomik ve politik nedenlerle sonuçlandırılamadı. Ancak 1971 yılında TEK bünyesinde NÜKLEER SANTRAL DAİRESİ kuruldu. İlk fizibilite etüdüne paralel olarak 1974 yılında, Akkuyu’da bu kez 600 Mw’lık bir nükleer santralin 1983′te hizmete gerecek şekilde yapılmasına karar verilerek yatırım programına dahil edildi. Bu konuda ihale de yapılmış olmasına rağmen o günkü koşullarda büyük olasılıkla ekonomik nedenlerle inşaata başlanamadı, ama nükleer santrale de sahip olma hayalinden de vazgeçilmedi. 1983 yılına gelindiğinde bu kez uluslar arası firmalara “yap - işlet - devret” modeli ile santral kurmak üzere çağrı yapıldı ve Kanada “AECL” şirketinin Akkuyu’da, ABD’den gelen “General Electric” şirketinin de Sinop’ta santral kurması istendi. Ancak gene kamu oyu baskısı dışındaki nedenlerle yapım işlerine başlanmadı. 26 Nisan 1986 tarihinde meydana gelen Çernobil faciasının ardından uzun bir sessizlik ve bekleme dönemine geçildi. Bu süreçte 1987 yılında TEK Nükleer Enerji Dairesi kapatıldı. 1992′ye kadar beklentilerin aksine ne Çernobil faciası unutuldu ne de nükleer santral yapma istekleri.
1990 yılında Arjantin’le yapılan görüşmeler dışında yeni bir adım Çernobil’den yaklaşık 6,5 yıl sonra atıldı ve Aralık 1992′de 7 şirketten anahtar teslim esasına göre teklif istendi. Bu süreçte giderek yoğunlaşmaya başlayan kamuoyu baskıları da bir derece dikkate alınarak bu yaklaşımdan da vazgeçildi. Ancak Ocak 1994′te müşavirlik hizmetleri için ihale açıldı bu ihale için Resmi Gazeteye verilen ilanla; yıllardır tartışılan, gündeme getirilip sonradan unutturulan, yer seçimin yanlış olduğu ile ilgili verileri görmezden gelinen Akkuyu Nükleer Santrali “resmileştirilmiş” oldu. Başta yerel örgütler olmak üzere konuya duyarlı tüm kitle örgütleri tepkilerini dile getirdiler ve durum kısaca “anti - demokratik nükleer dayatmacılık” olarak nitelendirildi. Bu ihale için Nisan 1994′te toplanan tekliflerin değerlendirilmesi sonucunda Güney Kore Hükümeti’nin kamu kuruluşu KAERI “Korean Atomic Energy Research Institute” 1 Şubat 1995′te sözleşme imzalayarak (yapıma yönelik ihale şartnamelerinin hazırlanması dahil) “Akkuyu Nükleer Santral Mühendislik ve Müşavirlik Hizmetleri”‘ni gerçekleştirmeye başladı bu iş için ayrıla 600.000 dolarlık bütçenin yarısından fazla bir bedel, yaklaşık 350.000 dolar yapılan ve yapılacak hizmetler karşılığı söz konusu şirkete ödenmektedir. 3 aşamada yapılması planlanan işlerin 2. Aşaması yaklaşık 5 aylık bir gecikme ile Aralık 1995 ortalarında TEAŞ’ne teslim edildi. Bu aşamada uluslar arası yapım ihalesi için şartname taslakları hazırlandı 3. Aşama da şartname taslakları kesinleştirilerek her şey yapım ihalesine hazır hale getirilmiş olacak ihalede %100 kredi getirme şartı aranacak olup gerekli yakıt da ihale kapsamında olacak Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı tarafından hazırlanan ve halen yürürlükte olan 2010 yılına kadar enerji planına göre bu santralin 2005 yılında devreye girmesi ön görülüyor. Planda santralin 1000 Mw güçte kurulması isteniyor bu durumda şirketler ve uluslar arası rekabete ve farklı teknolojilerin önerilmesine bağlı olarak 1,5 - 2 milyar dolarlık bir yatırım söz konusu olmaktadır.
Sonuç olarak; 1967′den 1996′ya ve 300 Mw’tan 1000 Mw’a “Akkuyu Nükleer Santralı” kurma hayali bu kez ciddi bir nokta da ve gerçekleşmeye çok yakın! Bu durum özellikle son altı yıldır uluslar arası nükleer lobiciliğin korkunç baskıları ve uygulayıcıların kamu oyu baskısı ile olası riskleri / tehlikeleri hiçe sayarak (bu baskıları adeta isteyerek) kabul etmelerinin doğal bir sonucudur. Türkiye’nin genel enerji politikaları da bu baza dayandırılarak değiştirilmiş,nükleer enerjinin oluşturabileceği ve çok uzun yıllar insan sağlığına zarar verecek, nesillerin sakat doğmasına yol açacak kaza riskleri de, çok yakın ve canlı Çernobil örneğine rağmen, yok sayılarak veya hafife alınarak halkın aksi yöndeki terciğine rağmen bu santralin yapımı planlanmıştır. Bu sistematik yaklaşım içerisinde,1993 yılında TEK’e bağlı Yeni ve Yenilebilir Enerji Kaynakları Müdürlüğü de sessiz sedasız kapatılmıştır. Çernobil faciasından sonraki süreçte radyasyonlu çayları içiren, fındıkları yediren ve tehlikelere karşı uyarmak yerine halkı kandıran, kendilerinden hala hesap sorulmayan politikacılar ve bürokratlar bu sistematiğin ayrılmaz parçasıdırlar.
Enerji konusunun kamuoyunda güncellik kazandığı bir dönemde, hükümetlerin bu konudaki ciddiyetten uzak açıklamaları ise beraberinde birçok soruyu akla getirmektedir. Örneğin, Mesut Yılmaz hükümetinin “Türkiye’nin enerji açığı var ve yıl sonuna kadar ülke karanlıkta kalacaktır” söylemi ile gündeme getirdiği “enerji sorunu” yanlış bir noktada ve yanlış araçlarla tartışılmıştır. Bu aşamada öncelikle, Türkiye’nin enerji senaryoları ne kadar gerçekçidir? Sorusuna yanıt aranmalıdır. İkinci soru alanı ise enerji - çevre bir ikilem sürdürülecek ya da tercih çevreyi dışlayan bir yaklaşım mı olacaktır?
Bu sorular umut vaat edici yanıtlar taşımıyorlar bu gün fakat ülkenin kaynaklarını ve elektrik enerjisi tablosunu görerek nükleerin ne kadar gereksiz olduğunu anlamak gerekrakamlar: (1996 yılına aittir)
1995 yılı sonu itibari ile ülkemizde kurulu bulunan elektrik santrallerinin toplam kurulu gücü 21.137 Mw tır.
Bu santrallerin %52,3′ü termik kaynaklardan, %47,5′u hidrolik kaynaklardan elektrik üretmektedirler. 1996 yılı içerisinde devreye girmesi beklenen ve henüz tamamlanamayan 403,8 Mw gücündeki santrallerin tamamlanması halinde 1996 yılı sonu itibari ile santrallerin toplam kurulu gücü 21.540 Mw olacaktır. Mevcut santrallerimizin yıllık üretim kapasitesi 111 milyar Kwh’tır. 1995 yılı itibari ile santrallerimizden 85 milyar Kwh elektrik enerjisi üretilmiştir.
1995 yılı net tüketimi ise 65 Kwh olmuş yani 20 milyar Kwh’lik enerji iç ihtiyaçlar, ENH - dağıtım sistemi ile kaçak kullanımlarda tüketilmiştir. Böylelikle kayıp oranı %30′lara ulaşmaktadır ki bu oranın yüksekliği dikkat çekicidir. (Dünya ortalaması %10 - %15 arasında değişmektedir)
Buraya kadar görüldüğü gibi elektrik enerjisi üretimi açısından bir problem görülmektedir. Kısaca üretilen enerjinin tüketicilerin kullanımına sunulmasına yani santrallerden iletilmesi ve dağıtım sistemi açısından durum nedir?
Ülkemizde 10.500 km 380 Kv, 24.500 km 154 Kv’luk iletim hattı mevcuttur. İletim hatlarının hemen hepsi 154 Kv üzerinden transfer edildiğinden 180 / 154 Kv’luk trafolarda bir sıkışma gözlenmektedir. (İstamnbul, ANkara, İzmir, Bursa gibi kentlerde) ancak dağıtım sistemindeki şehir şebekeleri genellikle eskimiş olduğundan ve uzun zamandır yatırım yapılmadığından tüketici taleplerine cevap veremeyecek bir hale gelmiş bulunmaktadırlar. Bu nedenle de özellikle büyük kentlerde elektrik kesintileri yaşanmaktadır. Bu kesintiler de üretimden kaynaklanmadığı halde nükleer santral lobilerince “ülkemiz elektriksiz kalacak mutlaka nükleer santral kurulmalıdır” diye kullanılmaktadır. Oysa nükleer santrallere gelinceye kadar ülkemizde daha kullanılmamış geniş bir potansiyelimiz bulunmaktadır yapılan ölçümler sonucunda ülkemiz hidrolik potansiyeli 433 milyar Kwh/yıl ve teknik olarak değerlendirilecek hidrolik potansiyelimizde 215 Kwh/yıl olarak tespit edilmektedir. Ekonomik olan (bu gün için) 125 433 milyar Kwh/yıl’dır bu da üşkemizde bugüne kadar kurulmuş olan santrallerimizin toplam potansiyelinin yaklaşık 1,5 katıdır. Ülkemizde linyit rezervlerinin 120 milyar Kwh/yıl enerji kapasitesine sahip olduğu kabul edilmektedir ki linyit kaynaklarımızın 2/3′ü henüz incelenmemiş durumdadır. Bu kaynaklarımızdan, hidrolik potansiyelimizin %29′u linyit potansiyelimizin ise %33′ünün kullanılmakta olduğu ortaya çıkmaktadır. 18 Aralık 1995 tarihinde ölçülen puant gücümüz 14145 MW’tır. Yani puant gücünün %49 fazlası kurulu güce ve bugünkü kurulu gücümüzün de 2,5 - 3 katı kadar hidrolik ve termik kaynaklara sahip olan ülkemizde “aman kaynaklarımız tükendi, nükleer santraller kuralım” demek düpedüz saçmalamaktır.
1974′lerde yaşanan bunalım da aynı teraneleri dinlemiştik. Ve o dönemde de nükleer santral önerileri ortaya atılmış idi. Aradan 22 yıl geçtiği halde nükleer santral kurulmadığı gibi bugün için de gündeme getirilmemelidir.
1974 petrol bunalımında ülkemizde enerji sıkıntısı çekilmesinin belirleyici nedeni olan Ambarlı Fueloil Santralı da tıpkı bugün nükleer santraller gereklidir diyen zihniyetler tarafından, 1965′te elektriksiz kalacağız diyerek emrivaki kurulmuştur. 1974 petrol bunalımında da santrale yakıt bulunamadığı için büyük çapta elektrik kesintileri yaşanmıştır. Ve durum buyken bir tek kelime daha eklemeden noktalıyoruz. Nükleer reaktör gereksizdir saptırılmış veriler ile aklı karışanlara sesleniyoruz öncelikle, anlamanız için daha kaç tane “Çernobil” gerekiyor?
tmmob birlik haberleri dergisi kasım 97 sayısından derlenmiştir