+ Konu Cevaplama Paneli
1. Sayfa - Toplam 2 Sayfa var 1 2 SonuncuSonuncu
Gösterilen sonuçlar: 1 ile 10 ve 18

Konu: Mustafa Türkmenoğlu Vefat Etti

  1. #1
    Ehil Üye Ebu Hasan - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Jul 2006
    Bulunduğu yer
    Ankara
    Yaş
    42
    Mesajlar
    3.049

    Standart Mustafa Türkmenoğlu Vefat Etti

    Mustafa Türkmenoğlu vefat etti


    Üstad Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri’nin talebelerinden ve Risale-i Nur’un hizmetkârlarından Mustafa Türkmenoğlu dün gece saat 01:00’de Konya’daki evinde vefat etti. Daha önce beyin kanaması ve buna bağlı felç geçiren Türkmenoğlu, 6 aydır tedavi görüyordu. Türkmenoğlu’nun cenazesi, bugün Konya Selimiye Camii’nde Cuma namazına müteakip kılınacak cenaze namazının ardından Üçler Mezarlığı’nda defnedilecek. Mustafa Türkmenoğlu’nun en belirgin özelliği, Risâle-i Nur’un matbaalarda neşir hizmetinin öncü emektarlarından olmasıydı. Risâle-i Nur’ların ilk defa matbaalarda basılmasının bütün safhalarında bizzat bulunmuştur. Bu uğurda senelerini vermiş, hapislere düşmüş, çile çekmiştir. İbrahim Kaygusuz’un hazırladığı, Yeni Asya Neşriyat’tan çıkan “Davaya Adanan Bir Ömür: Mustafa Türkmenoğlu” kitabında, bu konularla ilgili hatıralarını bulmak mümkün.

    13.07.2007



    http://www.yeniasya.com.tr/2007/07/13/haber/h1.htm

    Vücudunu mucidine feda et.Mukabilinde büyük bir fiyat alacaksın.Mesnevi-i Nuriye sahife 101


  2. #2
    Ehil Üye elff - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Jul 2006
    Bulunduğu yer
    Kocaeli
    Mesajlar
    4.016

    Standart

    MUSTAFA CAHİD TÜRKMENOĞLU


    1930 Aralık ayında doğdu. Kur'ân hakikatları olan Nur Risalelerine hizmet ettiği için çok çileler çeken bir hakikat kahramanıdır.

    (1957-1977) yılları arasında Risale-i Nurları okuduğu ve neşrinde bulunduğu için; Erzurum, Ankara ve Salihli hapishanelerinde, 'Medrese-i Yusufiye' mânâsında çileler çekmişti.

    Avukat Bekir Berk'in ilk Nur davası olan Ankara Mahkemesinin zabıtlarında şunları okumaktayız:

    "Mustafa Cahid Türkmenoğlu. Babası Mehmed Ali, annesi Saadet, (Aralık 1930) doğumlu. İstanbul-Kartal-Pendik 156'da kayıtlı. Ankara Turgut Reis Mahallesi Çamlıca sokak 27/3'e mukim. Hukuk mezunu, stajer hâkim."
    Nur kervanının bu bahtiyar siması Mustafa Cahid Türkmenoğlu'nu 1975-76'larda dinleyerek, sadece bir-iki sayfacık tesbit ettim. Mustafa Türkmenoğlu Ağabeyimiz, Nur hizmetinin yolunda, belki de, Üstad Bediüzzaman'ı on defa ziyaret edip görüşerek, ellerin öpüp dualarını almıştır. Yazdığı Nur Risalelerine Bediüzzaman kendi el yazılariyle Türkmenoğlu'na dualar yazmıştı. Ama din düşmanlarının Nur Talebelerini çeşitli yalanlarla, çeşitli iftiralarla zindanlara atmak için, tutup tutup, yakalayıp götürdüklerinde Üstadın davasının yazılı defterleri muhafaza etmek mümkün olmamıştır.
    Üstad Bediüzzaman'la ilk defa Gülhane Parkı-Beyazıt arasında tıramvayda henüz hukuk talebesi olduğu gencecik günlerde görüşen Türkmenoğlu bu ziyaretten beş yıl sonra 1957 senesinin son aylarında Isparta'da Üstad Bediüzzaman'a gittiği zaman yarım saat kadar görüşebilmişti.
    Türkmenoğlu, Üstad Bediüzzaman'ı bir başka ziyaretindeki bir hatırasını ise şöyle anlatıyordu:
    "Birgün Yirmi Üçüncü Söz'deki temsilde bulunan tünel meselesini okurken Üstad:
    "Kardeşim, bu hayal değil, hakikattır' diye buyurdu. Ben de tam o esnada içimden aynı meseleyi düşünüyordum. Benim düşündüğüm meseleye ben sormadan cevap vermişti."
    Üstad Bediüzzaman'ı son ziyaretlerinde, vefatından bir kaç ay evvel, o zamanlar Ankara Tıp Fakültesinde okuyan kardeşi Macid Türkmenoğlu'nun namaz kılmadığını üzülerek düşünüyor. Bu kalbî düşünce ve üzüntüye karşı Bediüzzaman: 'Kardeşim merak etme! O namazını kılacak!' diyerek bu manevî suale, maddî cevap veriyor. O senenin yani 1960'ın Ramazan'ında Dr. Macid Türkmenoğlu namazlarını hiç geçirmeden kılmaya başlıyordu.
    Bu on beş-yirmi satırlık giriş yazısından sonra Mustafa Cahid Türkmenoğlu Ağabeyimin bizzat kendisi kaleme alarak, göndermek lütfunda bulunduğu yaşadığı hatıraları geliniz birlikte okuyalım:

    "Gel, bu zatın elini öpelim"
    "Müteaddit defa ısrar ile Üstad Bediüzzaman Hazretleri ve Risale-i Nur ile ilgili olarak hatıralarımı yazmamı rica eden kıymetli kardeşlerimin hatıraları için aşağıdaki satırları yazmak mecburiyeti bende hâsıl oldu.
    "Hatıraları yazarken nefsime değil bir pay çıkarmak, belki nefsim hiç istemediği halde nasıl bu hizmette senelerce istihdam edildiğini belirtmek içindir.
    "1952 senesi Hukuk Fakültesi birinci sınıfındaydım. Konyalı Saffet isminde bir arkadaşımla (Bu arkadaşı o tarihten otuz beş sene sonra 1988'lerde Konya'da Mustafa Demirci'nin dükkanında bana 'Sana Üstadı tanıtan arkadaşını göstereceğim' diyerek Saffet'i dükkâna getirip görmek mümkün oldu) şimdiki Gülhane parkında biraz ders çalışmış ve fakülteye dönmek üzere tramvaya binmiştik.
    "Hukuk Fakültesine yaklaşırken yanımdaki arkadaşım bana; 'Vatmanın yanında ayakta duran zatı tanıyor musun?' diye sordu.
    "Ben de, 'Hiç böyle birini görmedim ve tanımıyorum' dedim.
    "Arkadaş bana, 'Gel bu zatın elini öpelim, bu zat büyük bir evliyadır' dedi. O sırada tramvay Beyazıt meydanına gidiyordu.
    "Arkadaşım Saffet yerinden kalktı, arkasından ben kalktım. Tramvayda vatmanın yanında ayakta duran zatın elini öptük. O zat bize, 'Siz nerede okuyorsunuz?' dedi.
    "Üniversitenin büyük kapısını göstererek; 'Burada okuyoruz' dedik.
    "Sonradan Bediüzzaman Said Nursi olduğunu öğrendiğim zat bize, 'Ben Fatih'te kalıyorum, gelin görüşelim' dedi. Biz de 'Peki' diyerek tramvaydan indik.

    "Bir kandil günü ziyareti"
    "Birkaç gün sonra mübarek bir kandil günü Saffet'le beraber oruçlu olduğumuz halde bizi davet eden zatın ziyaretine gittik, biraz araştırdıktan sonra oteli bulduk. Bediüzzaman üst katta kalıyordu. Biz otele girdik, merdiven başında bir masa ve masanın etrafında, sandalye üzerinde birkaç kişi oturuyordu. Ben arkadaşımla merdivenden çıkacağımız sırada merdiven başında sandalyede oturanlar bize, nereye ve kime gideceğimizi sordular. Biz de, 'Burada kalan bir zat bize görüşelim diye davet etti. Onu görmeye geldik' dedik.
    "Onlar bize, 'Hüviyetinizi verin, öyle çıkın' dediler.
    "Biz hüviyetimizi vermeyi reddettik. 'Öyleyse yukarı çıkamazsınız' dediler. O sırada askeri lisede okuduğu giysisinden belli bir delikanlı birden yukarıya çıkmaya başladı. Ben merdiven başındakilere, 'Bakın o genç hüviyetini vermeden çıktı, biz de çıkacağız' dedim. Israrlı talebimiz karşısında 'Haydi siz de çıkın' dediler. İkimiz o sırada bir kaç kişinin girip-çıktığı bir odaya girdik. Odada bulunan iki genç bize sarılıp 'Hoşgeldiniz' dediler. Odada bulunan gençlerle biraz sohbetten sonra geliş sebebimizi söyleyerek bizleri evliya olarak bildiğimiz zatla görüşmelerini istedik. Orada bulunan gençler, o gecenin kandil olması münasebeti ile kimseye kabul edemeyeceklerini söylediler. Biz oradakilere 'Bizi kendisi çağırdı, onun için geldik, Siz kendilerine sorun, şayet kabul etmeyecek olursa gideriz' dedik. Onlar Bediüzzaman Hazretlerine sordular.Yorgun olduğundan kabul edemeyeceğini söylemiş. Bize söylediler. Biz de otelden ayrılıp okulumuza döndük.

    "Ankara'da Atıf'la tanışmam"
    "1952 Ekim ayında ben İstanbul Hukuk Fakültesinden kaydımı alıp Ankara Hukuk Fakültesine naklimi yaptırdım ve fakültenin arkasında bulunan Hukuk Yurduna yerleştim.
    "Yurda yerleştikten kısa bir müddet sonra namaza başladım. Yurttaki mescitte namaz kılmaya gittiğimde rahmetli Atıf Ural iletanıştım. Fakültede de sınıf arkadaşım olan Atıf ile sık sık görüşmeye başladım. Atıf'ın fakülte karşısında bulunan kaldığı yere gittiğimde onu, ekseri Kur'ân yazısı çalışırken görürdüm. Yurttaki mescide gittiğimde Atıf ile bir-iki arkadaştan Kur'ân tefsiri olan Risale-i Nur eserlerini işittim. Kısa bir müddet sonra Risale-i Nur'un mahiyetini öğrenmek için yeni yazı Gençlik Rehberi'ni istedim ve aldım. Biraz okudum ve hiçbirşey anlamadım. Gençlik Rehberi'ni iade ettim. Birkaç ay sonra aynı kitabı tekrar istedim ve okumaya başladım. Bir şeyler anlamaya başladım. O sırada Atıf Ural, Cebeci'nin yukarı taraflarında bir odalı ker*** yapılı müstakil bir eve taşındı. Ben hergün onun yanına gitmeye başladım. Risale-i Nur'ları çok güzel okuyordu, artık Riseleleri anlamaya başlamıştım.

    "Ankara'da ilk basılan kitaplar"

    "1955 yılının ortalarında Atıf'la beraber Mamak'ta ev kiraladık, ve beraber kalmaya başladık. Aynı zamanda evi dersane olarak kullanıyorduk. Haftada bir gün ders yapıyorduk. O sıralarda Atıf'ın ağabeyi bize bir teksir makinesi aldı. Bazı lahikaları teksir ettik. Bu arada ilk defa dosya büyüklüğündeki kağıtlara teksirle Haşir Risaleleri'ni bastık, akabinde teksir makinası ile Telviat-ı Tis'a ve bazı mektupları bastık.
    "Teksir makinesi ile baskı zor oluyordu. Bir gün Atıf'la bazı küçük risaleleri matbaada basmaya karar verdik. O sırada Mamak'tan çıkıp Ulucan'larda tek odalı bir ev kiraladık. Orada mabaada İhlas Risalesi'ni bastık. Bastığımız İhlas Risalesi'nden bir kısmını Isparta'ya gönderdik. Bir müddet sonra Hüsrev Ağabey'den bir mektup aldık. Mektubun içinde bastığımız kitaptaki yanlışlıkları gösteren yanlış-doğru cetveli ile bir de küçük kağıt vardı.
    "Kâğıtta, kitaptaki yanlışların düzeltmeden kimseye verilmemesi yazıyordu. Bunun üzerine Hüsreve Ağabeyin gönderdiği yanlış-doğru cetvelini çoğaltıp kitap gönderdiğimiz yerlere yanlış-doğru cetveli gönderdik ve içine bir pusula ilave edip 'Kitaptaki yanlışları düzeltmeden kimseye vermeyiniz' diye yazdık.
    "İhlâs'ı bastıktan sonra akabinde Uhuvvet, İktisat, Ramazan Risaleleri'ni birleştirip matbaada bastık. Bu risalede yalnız iki harf hatası çıktı. İhlâs Risalesi'nin fiyatı 40 kuruş; Uhuvvet, iktisat ve Ramazan Risaleleri'nin fiyatı 100 kuruştu. Bu kitapları bastıktan kısa bir süre sonra Isparta'dan bir mektup geldi. Büyük Sözler kitabının Diyanetçe basılması için teşebbüse geçmemiz, şayet onlar tarafından basılmazsa, bizim tarafımızdan basılması isteniyordu. Diyanet maalesef Sözler'i basmadı. Bunun üzerine Üstadın emri ile bizim basmamız istendi.
    "Akabinde üç-dört adet bizzat Üstadın tashihinden geçmiş büyük Sözler gönderildi. Elimizde bu büyüklükte bir eseri basacak para yoktu, ama Üstad Hazretleri Sözler'i basmamızı emretmişti. O sıralarda yanımıza Hava Binbaşılığından ayrılmış Hayri isminde birisi geldi. Bu zat daktilo yazmayı iyi biliyordu. Eski yazıyı bilen birisi okuyor, o da daktiloda yazıyordu. Sözler'in yazımı bittikten sonra iş tashihe geldi. Eski yazıda satırbaşı, nokta, virgül, ünlem ve soru işareti yoktu. Ben bu işaretleri doğru olarak yerlerine koymak için imlâ kılavuzu aldım, onu iyice okudum. Tashihin bir kısmını Atıf, bir kısmını da ben kendim okuyordum. Ayrıca birbirimizin tashihlerini de kontrol ettik.
    "İş matbaada basmaya geldi. Elde para yok denecek kadar azdı. Bunun üzerine bazı yerlere mektup yazarak para istedik. Fakat umduğumuz kimselerden yardım gelmediği gibi 'Çoluk-çocuğa para verilmez' diye de bir takım laflar işittik. Hiç ummadığımız kimseler bize bir miktar para gönderdi. Bilhassa bu hususta iki kişiyi rahmetle anmayı bir borç bilirim: Biri Vanlı Hamid Kuralkan, diğeri İnebolulu Nafiz Çelebi. Bu arada evlerinden üç-beş lirasını bize verdiler. Elimize 12-13 forma basacak kadar para geçmişti.
    "O sıralarda Isparta'dan devamlı haber gönderiliyor, Sözler'in bir an evvel basılması isteniyordu. Bunun üzerine Sözler mecmuasını 24. Söze kadar Ayyıldız, 24. Sözden kitabın sonuna kadar da Ankara'nın en iyi matbaası olan Doğuş matbaasına basmak üzere tashih ettiğimiz yeni yazı Sözler'i verdik. Sözler'i basım için matbaaya verdiğimizde Isparta'dan Üstadın emri ile Tahiri Ağabey ile Ceylan kardeş; İstanbul'dan Mehmed Emin Birinci, Ankara'ya bize yardım için geldiler. Sözler mecmuasının basımı devam ederken Said Özdemir kardeş de Risale-i Nur hizmetine fiilen girdi ve Ankara'da basılan bütün Risalelerde emeği geçti. Sözler'in basımı 5-6 ay gibi bir zamanda tamamlandı ve tahminin fevkinde ve hemen hemen o kalınlıktaki bir kitapta bulunması normal olan matbaa hatalarının en asgarisi ile tab'ı tamamlandı. Şunu hemen belirteyim ki, basım için lâzım olan kağıt ve matbaa parası nasıl bulundu, nasıl verildi? Hâlâ hayret içindeyim.
    "Sözler mecmuası basıldıktan sonra Tahiri Ağabey ile Ceylan kardeş Isparta'ya döndüler.

    "Üstadı ziyaretim"
    "Sözler mecmuasının basımı bittikten sonra Üstadı Isparta'da ziyaret ettim, kabul ettiler. Bir saate yakın benimle konuştu. Odada Zübeyir Ağabey de vardı. Ben gayet rahat bir şekilde bağdaş kurarak Üstad'ın karşısına oturdum. Üstad, benim bu oturma tarzıma hiç bakmayarak gayet ehemmiyetli bir ders verdi. (Sonraki senelerde Zübeyir Ağabey ile Ankara'da beraber aynı evde kaldığımızda onun da belirttiği gibi "Üstad sana tam dersini verdi' derdi.)
    "Üstad Hazretleri o dersinde bana, 'Kardeşim, bu zamanda azami ihlâs, azami fedakârlık ve azami sadakat ve azami dikkat lâzımdır' dedi ve fedakârlıkla ilgili konuştu.
    "Zübeyir Ağabey ile Ankara'da 27 isimli dershanede 1,5-2 yıl beraber kaldığımızda ara sıra bana "Üstad herkese fedakârlık dersi vermez, dikkat et' derdi.
    "Üstadı Isparta'da ilk ziyaretimde odanın kapısından içeri girip elini öpeceğim sırada bana 'Ben seni tanıyorum' dedi. Bana göre Üstad Hazretleri beni İstanbul'da tramvayda ilk gördüğü zamanı hatırladı.
    "Sözler Mecmuasının akabinde yine Üstadın emri ile Lem'alar ve Mektûbat mecmuasını bastık. Ben, Lem'alar ve Mektûbat basılırken 3-4 defa, Tarihçe basılırken ve bittikten sonra 2-3 defa cem'an 7-8 defa Üstadın ziyaretine gittim Büyük Risale-i Nurlar basılırken bu arada bir yandan da Küçük Risaleleri basıyorduk. Küçük Sözler, Zühretü'n-Nur, Uhuvvet, Ramazan ve Hanımlar Rehberi gibi.

    "Ne hürriyeti?"
    "Büyük risalelerden biri basılırken bir ara Ankara'da bazı arkadaşlar vazife sebebi ile, bazı arkadaşlar da yaz tatili sebebi ile memlekete gitmişlerdi. Ben matbaada yalnız kalmıştım. Gerçi ara sıra talebelerden yardıma gelenler olurdu, ama pek durmuyorlardı. Ben de bir ara basım işini bırakıp Ankara'dan ayrılmak istediğim halde sanki gaybi bir kuvvet beni istediğim yere göndermiyordu. Doğuş Matbaasında bize tahsis edilen odada çalışırken bazen kendi kendime bağırarak 'Ben istediğim yere gidemiyorum, ben hürriyetime sahip değil miyim?' diyordum.
    "Bir müddet sonra matbaa işlerinde yardım etmek üzere
    birkaç arkadaş geldi. Ben de onların gelişlerinden istifade ederek Üstadı ziyârete gittim. Isparta'da Üstadın bulunduğu eve geldim. Kapıyı çaldım. Arkadaşlara açtı. Benim geldiğimi Üstada söylediler, 'Gelsin' demiş. O sırada Üstad Hazretleri odada yalnızdı, ben oda kapısından içeri girip elini öpmek için yanına giderken Üstad birden yüksek sesle, 'Ne hürriyeti?' diye bağırdı, şaşırmıştım. O anda matbaada odada bağırdığım sözler aklıma geldi. Mahcup bir halde elini öperek önüne oturdum. Üstad bana önemli bir ders verdi ve 'Kardeşim, öyle kimseler gelmişler ki, Kur'ân'ın bir tek hakikatı için kendilerin feda etmişler. Bize ne oluyor ki şimdi Kur'ân'ın tamamına taaruz var. Biz kendimizi niye feda etmeyelim?' dedi. Kur'ân'a ve imana hizmet etmenin bu zamanda çok ehemmiyetli olduğunu söyleyerek çok güzel bir ders verdi.
    "Ben Üstadın odasından çıkıp arkadaşların odasına girdim. Karnım acıkmıştı. Arkadaşlar az bir şey yemek ile, iki dilim ekmek ve bir parçada üzüm getirdiler. Ben bunları görünce içimden, 'Bunlarla nasıl doyarım?' diye düşündüm. Fakat yemeğe başlayınca doydum ve zorla bitirdim. Oradan Ankara'ya döndüm.

    "Ankara davasının başlangıcı"
    "Mektûbat mecmuası tamamlanınca cilt için Mehmed Emin Birinci ile İstanbul'a götürecektik. O sırada Nazilli'de Risale-i Nur Talebelerinin ders okurken bulundukları yer basılıyor, arkadaşlar karakola götürülüyor. Ertesi gün gazeteler büyük manşetler atarak 'Nazilli'de Nur ayini yapanlar yakalandı' diye yazdılar. Bu yazıların akabinde Isparta'dan bir mektup geldi, mektupta Nurculuğun tarikat olmadığını, zamanın imanı kurtarmak zamanı olduğu ve Üstadın mücadelesinden bahsediyordu. Mektubun içinde ayrıca bir pusula vardı. Pusulada bu mektubun çoğaltılıp münasip yerlere vermemiz ve bir kısımını da Isparta'ya göndermemiz isteniyordu. O sırada biz devamlı matbaada bulunduğumuzdan gönderilen mektubu matbaada hemen çoğalttık, bir kısmını Cemaleddin Ağabey ile Isparta'ya gönderdik. Bastığımız mektup bir büyük dosya kağıdı kadar yer tuttu. Mektubun altında bulunan isimleri de yazdığımızda üç isim yukarıda, iki isim aşağıda idi. Bir ismin altı boş kalmıştı, ben de simetrik olsun diye iki ismin yanına rahmetli Rüştü Ağabeyin (Rüştü Çakın) ismini yazdım. Cemaleddin Ağabey bastığımız mektubun bir miktarını Isparta'ya götürdü. Önce doğrudan Rüştü Ağabeyin yanına gitmiş, mektubun altındaki ismini ona göstermiş. Rüştü Ağabey mektubun altında kendi ismini görünce hoşuna gitmiş ve gülmüş.
    "Ben ve Mehmed Emin Birinci Mektûbat'ın basımını bitirdiğimiz gün, bir kamyona yükleyip İstanbul'a götürdük. Ankara'daki neşriyat sebebi ile dört senedir Pendik'e annemlere gitmek nasip olmamıştı. İstanbul'a kitapları Kirazlı Mescit Sokağındaki dershaneye bırakıp hemen o gün Pendik'e gittim. Bir gece evimde yatmıştım ki, sabah erkenden kapı çalındı. Kapıyı açtığımda M. Emin Birinci ile 2-3 genç yanında vardı. M. Emin bana 'Giyin gideceğiz' dedi. Ne olduğunu anlamadım. Giyinip evden çıktım. Meğer M. Emin'in yanındaki gençler sivil polis imiş. Bizi İstanbul'daki siyasi şubeye götürdüler. Ertesi günü mahkemeye çıkardılar ve tutuklandık. Meğer Isparta'dan gönderilen ve M. Emin ile beraber bastığımız mektubu Atıf Ural'ın kardeşi Ahmet Ural mektup okunsun ve Risale-i Nurun mahiyeti anlaşılsın diye bazı dairelerin kapılarından içeriye atmış. Bunu ihbar etmişler ve Cemaleddin Ağabey ve Ahmet'i yakalamışlar. Mektupların altındaki isimlerden dolayı da Isparta'daki arkadaşları yakalayıp Ankara'ya getirmişler. Ankara'daki sulh mahkemesi hepimizin hakkında tutuklama kararı vermiş. İstanbul'daki mahkeme de Ankara'nın verdiği tutuklama kararını vicahiye çevirdi. M. Emin ile beni bir gün Birinci Şubede tuttular. Ertesi günü akşam treni ile sivil polisler nezaretinde Ankara'ya getirdiler.
    "Ankara'daki 1. Şubeye bizi teslim ettiler. 1. Şubedeki polisler ve bizi doğru hapishaneye götürdüler. İlk defa hapse girdiğim için şaşırmıştım. Hapishaneye girerken gardiyanlar bizi sıkı bir aramadan geçirdiler. Sonra da koğuşlara gönderdiler. Koğuşlara geldiğimizde Isparta'dan getirilen arkadaşlar ile Cemaleddin Ağabey ve Ahmet'i gördük. Hepimiz birbirimize sarıldık. İçimizdeki üzüntü ve sıkıntı diye birşey kalmamıştı. Aramızda en yaşlı rahmetli Rüştü Ağabey idi. O da biraz üzüntülü duruyordu. Yanına yaklaşıp, 'Ağabey üzülme, bu da geçer' dedim. Bana "Türkmenoğlu geçer, geçer, ama delip geçer' dedi. O zaman yaptığım hatayı anlamıştım, ama iş işten geçmişti. Hepimiz ağır cezaya verildik. 45 gün sonra ilk duruşmaya çıktık. Mahkeme reisi hepimizi tek tek sorguya çekti. Sıra Rüştü Ağabeyin sorgusuna gelmişti. Rüştü Ağabey ayağa kalkıp 'Sayın Hâkimler, mektubun zirinde (altında) bir Rüştü ismi var. Mektuptan hiç haberim yok' dedi. Ben kalktım Reise, Rüştü ismini mektubun altına ben yazdım. Rüştü ismi mektubun altında yoktu. Sorgumuz bittikten sonra heyet müzakereye çekildi ve ilk celsede Cemaleddin Ağabey, Ahmet, M. Emin ve Rüştü Ağabey tahliye ettiler. M. Emin'in tahliyesi beni şaşırttı. Çünkü mektubu beraber basmıştık. Meğer M. Emin kardeşin memleketinde işi varmış, gitmesi lazımmış. Hapishaneden çıkar çıkmaz memleketine gitti.
    "Bu davanın en önemli hadiselerinden biri de, ağabeyimiz Bekir Berk'in ilk defa Risale-i Nur davasına girmesi ve Allah'ın inayeti ile bu hakikatları (Risale-i Nur hakikatlarını) benimseyip fisebilillâh Nur'un avukatlığını uzun müddet can siperane yapmasıdır.
    "Mahkeme davayı 22 gün sonraya atmıştı. 2. Celsede hepimiz tahliye olduk.

    "Bu resim benim değil"
    "Tahliye olur olmaz Tarihçe-i Hayat'ın basılması istendi. Bu arada ben Üstadı ziyaret ettim. Fakülteyi de bitirmiştim. İçimde makam ve mevki sahibi olma arzusu belirmişti. Üstad ziyaretim sırasında bana, 'Kardeşim sana mebusluk, valilik, Diyanet İşleri Başkanlığı verilse bunları mı kabul edersin? Hem de serbest hareket edeceksin, yalnız cüz'i şeylerde onlara ittiba edeceksin. Kabul etmediğin taktirde hem seni hem de kardeşlerini hapse atacaklar. Bunu mu kabul edersin' dedi.
    "Ben hiç ses çıkarmadım. Üstad, 'Ben ikincisini tercih ederim' dedi.
    "Tarihçe-i Hayat basılırken (Bütün başladığımız kitaplarda olduğu gibi, tüm formaları Üstada gönderiyorduk.) ben bastığımız Tarihçe'nin 1-2 formasını alıp Üstada gittim. Üstad getirdiğim formaları verdim.
    "Üstad Hazretleri Sofya ateşmiliterliği tarafından verilen pasaporttaki resmine baktı, (Resim pala bıyıklı Üstada benzemeyen birisinindi) resmi göstererek 'Bu ben değilim' dedi. Yanlış fotoğraf bastığımızı anlamıştım. Ankara'ya döner dönmez yanlış resmi havi formadaki iki yaprağı yırtıp Üstadın resmi olan kalpaklı fotoğrafı havi yapraklara bastık.
    "Tarihçe-i Hayat'ta basılan resimi bilmeyerek Said Özdemir kardeş bana vermişti. Ben de iki resim de Üstada ait diye o yanlış resmi koymuşum. Basılan Tarihçe'nin adedi 5000 idi. Her forma basılınca bütün formaları matbaadan alırdık. Sebebi de formalar kitap haline gelince emniyet kitapları elimizden almasın diye. Bastığımız Tarihçe'nin 20-30 formasındaki resimleri her nasılsa değiştirememişiz. 20-30 Tarihçe Üstada ait olmayan resimleri havi olarak piyasa çıkmış.
    "Tarihçe-i Hayat'ın basımı Üstad Hazretlerini çok memnun etmişti. 'Bu eserin yirmi Risale kadar ehemmiyeti var' derdi. Tarihçe'de Üstadın boy resimlerini havi fotoğraflar da vardı. Üstad bu konuda bize hiçbir şey söylemedi. Yalnız onun hakkı olan kitaplardaki resimlere kurşun kalemle boyunlarında bir çizgi çekmiş. Bunu ben sonradan Üstadın hizmetkârlarından öğrendim.
    "Birgün Üstad Hazretlerini Emirdağ'daki ziyaretimde (o zamanki ziyaretimde bir gün Üstad Hazretlerinin misafiri olarak evinde kalmıştım) mevzuun nasıl açıldığını hatırlamıyorum. 'Kardeşim, istesem Menderes'i buraya getiririm, ama ihlâsıma zarar gelir!' demişti.
    "Yine bir seferinde Üstadı Emirdağ'da ziyâret etmiştim. Üstad bana kitapların basım ve cildi için 2500 lira para verdi. 'Bu parayı hizmete ebeveynin verdi' dedi. O gün Üstadı Emirdağ'da ziyaret ettikten sonra Ankara'ya dönmek için O gün Eskişehir'e geldim. Eskişehir'de yedek subaylığını Ankara'da yaparken sık sık yanımıza gelen Erhan Arbatlı'ya uğradım. Erhan bana, 'Bu gece burada kal, yarın gidersin' dedi. Ben de o gece Eskişehir'de kaldım. Sabah namazından sonra Üstad'ın Eskişehir'e geldiğini öğrendik. Erhan'la beraber Eskişehir'deki odun pazarında bulunan Abdülvahit Ağabeyin evine giden Üstadı ziyarete gittik. Kapıyı çaldık, açtılar. Üstada talebelerinden biri, 'Türkmenoğlu ziyârete geldi' dedi. Üstad tanımadığını beyan etti. Şaşırmıştım. Oda kapısı açıktı, yavaşça içeri girdim. Üstadın elini öpmek için
    yanına yaklaştım ve elini öpmek için eğildiğimde, enseme bir tokat indi. Üzülmüştüm, olduğum yerde yere çöktüm. Üstad üzüldüğümü hissetti. Hatamı anladım. Ankara'ya bir gün gitmemekle hizmeti aksatmış, dolayısı ile Risalelerin çıkmasının gecikmesine sebep olmuştum. Üstad Hazretleri Risalelerin bir an önce çıkmasını herşeyden ehemmiyetli görüyordu.
    "Ankara'daki matbaa işi ekseriyetle üzerimde idi. M. Emin Birinci hapisten sonra Ankara'ya dönmemişti. Rahmetli Atıf Ural da bazı sebeplerden dolayı hizmetini iyice azaltmıştı.
    "Benim de Ankara'ya bir gün geç dönmem hizmetin aksamasına neden olabilirdi. Ondan dolayı Üstadın tokadına maruz kalmıştım. Üstad çok üzüldüğümü görünce benim gönlümü aldı.
    "Benim dört Mustafam var' diye bana taltifli sözler söyledi.
    "Üzüntüm zail olmuştu. Konuşma biter bitmez, 'Hemen Ankara'ya dön' dedi.

    "Büyük risalelerin hepsi Üstad hayatta iken basıldı"
    "Ben Üstadın yanından çıktıktan sonra Ankara'ya döndüm. Ankara'da küçük bir matbaada Kastamonu Lahikasını bastık. Doğuş Matbaasında İşârâtü'l-İcaz'ı basmaya başladık. Said Özdemir, vaizliğe geçtiği için tüm para işleri ile beraber matbaa işlerinde de bize yardım etmeye başladı. İşârâtü'l-İcaz'ın basımı bitince sene de 1959 olmuştu...
    "Okul biteli iki sene geçmişti, askere gitmem icap ediyordu. Gerçi askerlik için beni arayan soran olmamıştı. Bütün büyük kitaplar yeni yazı ile basılmıştı. Risale-i Nur eserlerinin arka arkaya basımı ve piyasaya çıkışı, Üstadı çok memnun etmişti. Kendisini ziyarete gelenlere 'Risale-i Nur'un bayramını yaşıyoruz' diye memnuniyetini izhar ediyordu. Eserleri yeni yazı ile basıldıktan sonra üniversite talebeleri arasında eserleri okuyanların adedi gün geçtikçe artıyordu.
    "Risale-i Nur'lar artık her tarafa yayılmıştı. Bizden sonra gelenlerin bu eserlerin basımını daha iyi devam ettirecekleri huzuru içinde son defa Üstadı ziyârette gittim. Üstada işe girmek istediğimi söyledim. Bana 'Seni muallime bırakırım' dedi. Fakat askerlik işi ve bazı Risale-i Nur hizmetleri nedeni ile Üstadımın müsaade ettiği muallimlik görevine gidemedim. 1959 ortalarına doğru askere gittim. Bu şekilde Üstadımın sağlığındaki neşriyat hizmetini kapamış oldum."
    Mustafa Türkmenoğlu Ağabeyimiz Nur manzumesini isimsiz ihlâs kahramanlarından bir mübarek şahsiyettir. 1977'de bize anlattığı o bergüzâr hatıralırının sonunu böyle bağlamıştı:

    "Biz onun davasına gönül verdik. Bu dâva İlâhî mukaddes bir dâvâdır. Kur'âna ve imana hizmet verme yolunda çok sıkıntılar çektik. Helâl olsun. Onun dersine lâyık olabilmişsek, benim için en büyük mutluluktur?"

    Bu muhterem şahsiyet hukuk fakültesini bitirdikten sonra; hakim, avukat ve savcı olacakken, sırf Kur'an hakikatları, Risale-i Nurları okuduğu için, sevgili vatanımızın zindanlarında dolaştırıp durmuştur.


    Üstad Bediüzzaman'ın o güzelim ifadeleriyle "Yusufiye Medreselerinde yatarken, bir defasında yani 1967'lerde, kendisi gibi yine fazilet âbidelerinden Saidler, Mustafalar, Şerafeddinler, Anbarlılar, ve Vahdi Karaçorlularla birlikte Mersin zindanlarında aylarca yatmışlardı.
    Çok şakacı, nükteci ve fıkracı olan Vahdi Karaçorlu, sıkıntılı hapishane günlerinde Mustafa Türkmenoğlu Ağabeye bir şaka yapmıştı. Bu bergüzâr hatıraların sonunda, Türkmenoğlu Ağabeyimin şefkatine sığınarak, hapishane şakasını, burada zikretmek istiyorum.

    Mersin Medrese-i Yusufiyesinde şair ruhlu Vahdi Karaçorlu Ağabeyim bir yazarak, bir ziyaretçiye verip, bunu dışarıdan Mustafa Türkmenoğlu'na postalamıştı. Hapishanede yazıp, tekrar dışarıdan hapishaneye postayla gönderdiği bir mektup bir şiir şeklindeydi. O zamanlar henüz bekar olan Mustafa Türkmenoğlu'na, Vahdeddin Karaçorlu, 'Nâsih' yani nasihatçı kardeşiniz imzasıyla kaleme aldığı bu şakalı şiirde şairimiz Karaçorlu Ağabey bu manzumesinde şunları ifade ediyordu:

    Kendine Bir Yuva Yap
    Selâm aziz kardaşım
    Hem nurlu gönüldaşım
    Bir hayli geçti yaşın
    Kendine bir yuva yap
    Kuşlara bak! güllere
    Konarak yapmış yuva
    Senin ise şu ömrün
    Geçmiş bâd-i hevâ
    Yüksek tahsilli gençsin
    Bu günler nasıl geçsin
    Gönlün bir hatun seçsin
    Sen de kalkıp yuva yap.
    Kon bir çiçek dalına
    Pek bakma elvanına
    Lâzım olur yarına
    Kendine bir yuva yap
    Hep kalınmaz ki; bekâr
    Yalnızlıkta yoktur kâr
    Gençliğin olmasın hâr
    Güzelce bir yuva yap
    Geçip gitmekte günler
    Geride kaldı dünler
    İnsan başını dinler
    Orada, bir yuva yap.
    Yavrularla şenlenir
    Gönüller neşelenir
    Hem de başın dinlenir
    Rahatlarsin yuva yap.
    Kardeşiniz Nâsih Vahdi

    Son Şahitlerden..
    İmân, insanı insan eder; belki, insanı sultan eder. Öyle ise, insanın vazife-i asliyesi İmân ve duâdır.

    ***


    ....Sevgili Üstâdım, evvelce arz ettiğim vech ile, ben artık birşey için yaşadığımı zannediyorum.


    O da, üstâdım olan dellâl-ı Kur'ân'ın vazife-i memuriye-i mânevîsini îfâ etmekle kendilerine pek cüz'î bir yardım ve Kur'ân hesâbına cüz'î bir hizmetkârlıktan ibârettir....



    ***


  3. #3
    Yönetici SeRDeNGeCTi - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Jun 2006
    Bulunduğu yer
    Ankara
    Yaş
    38
    Mesajlar
    5.901

    Standart

    Allah rahmet eylesin inşallah... Bir y?ld?z daha aram?zdan ayr?ld?.. Kendisini geçen sene Konya'da Bediüzzaman sempozyumunda dinlemiştim. Çok zinde idi, ama ecelin vakti geldi demek...
    Anlamını Bilmediğiniz Kelimelerin Üzerine Çift Tıklayınız...

    Sual: Belki onlar eski hali istiyorlar?
    Cevap: Size kısa bir söz söyleyeceğim; ezber edebilirsiniz: İşte, eski hal muhal; ya yeni hal veya izmihlâl...
    (Bediüzzaman Said Nursi)


    Ne hayal, ne kuruntu hakikat istiyorum.
    Hakikat, hakikat, hakikat istiyorum!.. (Osman Yüksel SERDENGEÇTİ)




  4. #4
    Pürheves Yaşlı ÇocuK - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    May 2007
    Bulunduğu yer
    YediTePe
    Yaş
    34
    Mesajlar
    155

    Standart Allah Rahmet Eylesin

    Allah Rahmet Eylesin.Rabbim yapt?klar? hizmetler için raz? olsun inşallah.Gerçekten Mustafa Abi gibi abiler sayesinde bugünlere geldik çok şükür.
    Rabbim bizlerede ayn? hizmetin lezzetini tatmay? nasip etsin...

    Adımı duymayın kaç yazar
    Kalbim tanıdığım en içten yazar...



    YAŞLI ÇOCUK!


  5. #5
    Ehil Üye aşur - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Jul 2006
    Mesajlar
    1.446

    Standart

    Allah gani gani rahmet eylesin. Bu cuma namaz?n?n hürmetine mekan?n? cennet eylesin.
    GÖNÜL SARAYLARINDA SEVGİ HÜKÜMDAR OLSUN.
    ADALET ORDA VEZİR, HİKMET İSE YAR OLSUN

    AKM

  6. #6
    Ehil Üye elff - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Jul 2006
    Bulunduğu yer
    Kocaeli
    Mesajlar
    4.016

    Standart

    Selamun ALeyküm kardeşler, Muhterem Mustafa Türkmenoğlu Ağabeyimiz için hatim başlatıldı.Üç cüzümüz kaldı.KAtılmak isteyen olursa bu linkten bakabilir;

    http://www.risaleforum.com/vb/showthread.php?t=8823
    İmân, insanı insan eder; belki, insanı sultan eder. Öyle ise, insanın vazife-i asliyesi İmân ve duâdır.

    ***


    ....Sevgili Üstâdım, evvelce arz ettiğim vech ile, ben artık birşey için yaşadığımı zannediyorum.


    O da, üstâdım olan dellâl-ı Kur'ân'ın vazife-i memuriye-i mânevîsini îfâ etmekle kendilerine pek cüz'î bir yardım ve Kur'ân hesâbına cüz'î bir hizmetkârlıktan ibârettir....



    ***


  7. #7
    Pürheves fem_ - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Jan 2007
    Mesajlar
    263

    Standart

    Mustafa Türkmenoğlu duâlarla uğurlandı

    Bediüzzaman Hazretlerinin talebelerinden ve Risâle-i Nur hizmetkârlarından Mustafa Tükmenoğlu, on binlerce kişinin duâlarıyla ahirete uğurlandı. Cenazeye, Bediüzzaman Hazretlerinin hayattaki talebelerinden Mustafa Sungur, Abdullah Yeğin, Hüsnü Bayram, Mehmet Fırıncı ve Mazhar İyidöner de katıldılar.

    Altı aydır tedavi gören ve önceki gece Konya’daki evinde vefat eden Türkmenoğlu, dün Konya Mevlânâ türbesinin yanındaki Selimiye Camii’nde on binlerce kişinin iştirak ettiği cenaze namazının ardından Üçler Mezarlığı’na defnedildi.

    Türkmenoğlu, Bediüzzaman Hazretlerinin kardeşi Abdülmecid Nursî’nin kabrinin yanı başına defnedildi. Türkiye’nin dört bir yanından gelenlerin iştirak ettiği cenaze namazını Mevlüt Güven hoca kıldırdı.

    Cenazeye, Bediüzzaman Hazretlerinin hayattaki talebelerinden Mustafa Sungur, Abdullah Yeğin, Hüsnü Bayram, Mehmet Fırıncı ve Mazhar İyidöner de katıldılar.

    Türkmenoğlu, kabrinin başında Yusuf Günlüce ve Mevlüt Güven hocaların okudukları duâlardan sonra defnedildi.

    Türkiye’nin dört bir yanından gelenler, tekrar Selimiye Camii’ne gelerek, Mustafa Sungur, Abdullah Yeğin, Mehmet Fırıncı ve Hüsnü Bayram’ın Türkmenoğlu’yla ilgili hatıralarını dinlediler.

    Ayrıca “Babamızın hizmetine kaldığı yerden devam edeceğiz inşallah. Bunun için de herkesin duâsını bekliyoruz” ifadelerinde bulunan Türkmenoğlu’nun oğlu Mehmet Ali Türkmenoğlu, “Edirne’den Van’a, Trabzon’dan Hatay’a kadar, beklediğimizin çok üzerinde on binlerce kişi namaza iştirak etti. Herkese ayrı ayrı teşekkür ve duâ ediyoruz" dedi.

    Nur’un matbaalarda neşir hizmetinin öncü emektarlarından olan ve Risâle-i Nur’ların ilk defa matbaalarda basılmasının bütün safhalarında bizzat bulunan Türkmenoğlu, Üstadın dost ve iltifatına mazhar olanlardandı.

    İbrahim KAYGUSUZ / ANKARA
    Asya'nın Bahtının Miftahı Meşveret ve Şuradır.

  8. #8
    Gayyur irem - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Jul 2007
    Bulunduğu yer
    d.bakır
    Yaş
    35
    Mesajlar
    78

    Standart

    ALLAH rahmet eylesin mekanı cennet olur inşallah

  9. #9
    Gayyur kayhan1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Jan 2007
    Bulunduğu yer
    Mardin
    Mesajlar
    91

    Standart Bediüzzamaman'ın Talebesi Türkmenoğlu Toprağa Verildi

    Evinde dün rahatsızlanarak hayatını kaybeden Bediüzzaman'ın yakın talebelerinden Mustafa Türkmeoğlu, binlerce kişinin katılımı ile kılınan cenaze namazı sonrası toprağa verildi.

    Konya'da 25 yıldır yaşayan Türkmenoğlu (77) 2007 yılı Mart ayı başında beyin damarlarından birinde tıkanıklık olması nedeniyle Konya Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi'ne kaldırılmıştı. Hastanede beyin kanaması geçiren Türkmenoğlu bir süre yoğun bakımda kaldıktan sonra tedavisine evinde devam etmişti. Dün sabaha doğru fenalaşan Türkmenoğlu hayatını kaybetti. Selimiye Camii'nde kılınan cenaze namazının ardından, cenazeye katılan binlerce seveninin elleri üzerinde Üçler mezarlığına götürülen Türkmenoğlu'nun naaşı burada defnedildi.

    Cenaze namazı sırasında başka bir cenaze namazının da aynı camide kılınması nedeniyle aşırı kalabalıktan izdiham yaşanırken, cenaze törenine katılan vatandaşlar naaşı taşıyabilmek için uzun kuyrular oluşturdu. Mevlana Müzesi civarında bulunan Üçler Mezarlığı'na getirilen Türkmenoğlu'nun cenazesi, sevenlerinin duaları eşliğinde defnedildi. Defin töreni sırasında hafızlar, Kuran ı Kerim okuyarak Türkmenoğlu'nu son yolculuğuna uğurladı.

    Çevresinde, herkesin dertleriyle ilgilenen, sorunlara çözüm üretebilen, sevecen, güler yüzlü bir kişi olarak bilinen Türkmenoğlu'nun cenaze töreni yoğun güvenlik önlemleri içersinde sona erdi.

    CİHAN

  10. #10
    Ehil Üye Abdulbaki - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Aug 2006
    Yaş
    60
    Mesajlar
    3.610

    Standart

    Allah geni geni rahmet etsin.Bu ağabeyimizin "Davaya Adanan Bir Ömür" kitab?n? okuduğumda ona hayran kalm?şt?m.Ne zor şartlarda ve fedkarl?klarla Risale-i Nurlar?n yeni huruflarla bas?lmas?na hizmet etmiş bu muhterem ağabeyimiz.Allah onlardan raz? olsun.Bizlere numune-i imtisal oldular ve Cenab-? Allaha,Efendimize(asm) ve Üstad?m?za kavuştular.

    Biz ise hem insancasına, hem Müslümancasına yaşamak istiyoruz. (Bediüzzaman)


+ Konu Cevaplama Paneli

Konu Bilgileri

Users Browsing this Thread

Şu an 1 kullanıcı var. (0 üye ve 1 konuk)

     

Benzer Konular

  1. Mustafa Sungur Ağabeyimiz Vefat Etti....
    By gamze-i_dilruzum in forum Bediüzzaman'ın Talebeleri
    Cevaplar: 18
    Son Mesaj: 05.12.12, 11:41
  2. Son Şahitlerden Mustafa Hilmi Ramazanoglu Abi Vefat Etti
    By SeRDeNGeCTi in forum Bediüzzaman'ın Talebeleri
    Cevaplar: 15
    Son Mesaj: 17.02.09, 15:30
  3. Mustafa Türkmenoğlu Ağabey İçin Hatim Kampanyası
    By HakanBa in forum Hatim Kampanyaları
    Cevaplar: 10
    Son Mesaj: 17.07.07, 21:21
  4. Mustafa Türkmenoğlu Ağabey İçin Acil Dua
    By ali ihsan in forum Dualar
    Cevaplar: 13
    Son Mesaj: 08.03.07, 15:00

Bu Konudaki Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
Google Grupları
RisaleForum grubuna abone ol
E-posta:
Bu grubu ziyaret et

Search Engine Friendly URLs by vBSEO 3.6.0