+ Konu Cevaplama Paneli
2. Sayfa - Toplam 2 Sayfa var BirinciBirinci 1 2
Gösterilen sonuçlar: 11 ile 13 ve 13
Like Tree9Beğeni

Konu: Said Nur ve Talebeleri

  1. #11
    Müdakkik Üye ercanahmet - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Oct 2020
    Mesajlar
    847

    Standart

    NUR: Aydınlık. Parıltı. Parlaklık. Her çeşit zulmetin zıddı. Işık. Kur'ân-ı Kerim. Îman. İslâmiyet. Peygamber Aleyhisselâm. Zulmeti defeden, şûle, ışık. (Bazılarınca ziya, nurdan daha sağlamdır ve daha hasdır. Nur, dünyevi ve uhrevi olmak üzere iki nevidir. Dünyevi olanı da iki çeşittir. Biri: Envar-ı İlâhiyeden intişar eden nurdur. Akıl ve nur-u Kur'ân gibi. İkincisi: Görmekle hissedilir ki, nurlu cisimlerden ibarettir, güneş, ay ve yıldız gibi. Uhrevi nur: يسعى نورهم -ilâ âhir - âyet-i kerimesinde mensus olan nurdur. Nur, âlemin mânen aydınlığına sebep olan Hazret-i Peygamber Aleyhisselâma da denir. قد جائكم... نور و كتاب âyetinde beyan olunduğu gibi, eşyânın hakikatını olduğu gibi beyan eden şeye de "nur denir. Meşhur bir zata "nuri" denmiştir; bunun sebebi her ne zaman vaaza ve nasihata başlasa gayb âleminden nurun şimşek gibi parıltısı ona tecelli ederdi) L.R.

  2. #12
    Müdakkik Üye ercanahmet - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Oct 2020
    Mesajlar
    847

    Standart

    SAİD NURSÎ: (Bediüzzaman) (1873-1960 Hi: 1290-1379) Babası Mîrza, annesi Nûriye olan bu büyük mütefekkir vilâyetimizin Hizan kazası, Nurs köyünde doğmuştur. Ateşin zekâsı ve takvası ve dînine sadakatı kısa zamanda etrafta tanınmasına sebeb olmuştur. Bir müddet Van'da kaldı. Başta Vâli Tâhir Paşa olmak üzere bütün halk kendisine hürmet ediyordu. Kısa zamanda ilmi ile hocalarına ders verecek hâle gelmişti. İslâmiyete bütün varlığıyla hizmet etmek cehdi içerisinde idi. İhsân-ı İlâhî olan hârika kabiliyeti ile mütâlâa ettiği kitâbları kısa zamanda ezberden okuyabiliyordu. Cesâret ve şecaatta da hârikaydı. Rusların Şark vilâyetlerimize tecâvüzü sırasında enver Paşa Kumandasında Milis Teşkilâtı Gönüllü Alay Kumandanı olarak talebeleriyle birlikte harbe iştirak etti. Büyük fedâkârlıklar gösterdi. Hiçbir zaman Birlik ve İslâmî beraberlikten ayrılmadığı gibi dâima Millî vahdetimiz için bütün gücüyle çalışıyordu. Kahramanlıkları dillere destan olmuştu. Şarkta çıkan isyan hareketlerine hiçbir zaman katılmadığı gibi onları isyandan, fitne çıkarmaktan men'ediyordu. Diyârbekir havâlisinde Hükümete isyân eden ve din nâmına ihtilâle teşebbüs eden (15 Şubat 1925) Şeyh Said, Bediüzzaman'ın büyük nüfuzundan istifade için mücadeleye iştirake davet ettiğinde cevaben onlara mektubunda şöyle demişti: "Yaptığınız mücadele, kardeşi kardeşe öldürtmektir ve neticesizdir. Çünkü; Türk milleti bin sene İslâmiyete bayraktarlık etmiş, dini uğrunda yüzbinler, milyonlar ile şehid vermiş ve milyonlarla velî yetiştirmiştir. Binaenaleyh kahraman ve fedakâr islâm müdafilerinin torunlarına yâni Türk Milletine kılınç çekilmez ve ben de çekmem..". (Bediüzzaman Said Nursî. Hayatı, Mesleki, Terceme-i Hali 1958. Doğuş matbaası Ankara) 1327 (Mi: 1911) tarihinde Şam'da Cami-ül Emevî'deki hutbesinde İslâm Alemi'ndeki hastalıkları teşhis ederek anlatıyor ve bir bir tedâvi çarelerini söylüyordu. O hutbe de hülâsa olarak İslâmî uyanışı ve çarelerini anlatmıştır. O hutbeden bir kaç satır: "Hâsıl-ı Kelâm; biz Kur'an Şakirdleri olan müslümanlar, bürhana tâbi oluyoruz. Akıl ve fikir ve kalbimizle hakaik-ı İmaniyeye giriyoruz. Başka dinlerin bâzı efradları gibi ruhbanları taklid için akıl ve ilim ve fennin hükmettiği istikbalde elbette bürhan-ı aklîye istinad eden ve bütün hükümlerini akla tesbit ettiren Kur'an hükmedecek". Bedîüzzaman Said Nursî, İstanbul'da 25 Ağustos 1918 de kurulan Dar-ul Hikmet-il İslâmiyeye erkân-ı Harbiye-yi Umûmiyyenin teklîfi neticesinde âzâ kabul edildi. Bu yüksek ilmî hey'ette bütün İslâm âlemini alâkadar eden meseleler görüşülüyordu. Devrin hastalığını ve milletin maddî, mânevî ihtiyaçlarını o zamanda bilen ve teşhis eden bu zat eserlerini neşretmeğe başladı. İşârât-ül İ'caz, Münâzarat, Muhâkemât, Tulû'at, Lemeât, nokta, Rümûz, Hutuvât-ı Sitte, sünûhât, Şuâât gibi eserlerinde ecnebilerin İslâm Âlemini parçalamak, mânen ve maddeten yıpratmak için ortaya attıkları bâtıl fikirleri çürüten, Kur'anî, İslâmî hakikatleri neşr ediyor, ilân ediyordu. Hülâsaten Münâzarat'tan şu cümleleri nakledebiliriz: "Hayatımızın bekası îmânın ve sıdkın ve tesânüdün devamıyledir... Vicdanın ziyası ûlûm-u diniyedir. Aklın nuru fünun-u medenîledir. İkisinin imtizacıyla hakikat tecelli eder. O iki cenah ile talebenin himmeti pervaz eder. İftirak ettikleri vakit birincisinde taassub, İkincisinde; hile ve şübhe tevellüd eder..". Padişah Abdülhamid devrinde ve Sultan Reşad zamanında içtimaî büyük hizmetleri görülmüştü.. İslâmiyet'in maddî, manevî bütün terakkilere, ilerlemelere müsâit olduğunu ilmî delillerle izah ve neşr ediyordu. (Tarihçi C. Kutaydan hülâsa.) Mart isyan hareketinde yatıştırıcı ve müsbet rol oynamış, bir nutukla isyan eden sekiz taburu itaate getirmişti. (Hülâsaten; 31 Mart olayı 1970 SBF.yayınları sh.129-235 Doktor Sinâ Akşin'in eserinden). Kendisini verdikleri Divan-ı Harb-i Örfide Mahkeme Reisi Hurşid Paşanın "Sen de Şeriat istemişsin" suâline karşı şöyle cevab veriyordu: "Şeriatın bir hakikatına bin ruhum olsa feda etmeğe hâzırım. Zira şerîat sebeb-i saadet ve adâlet-i mahz ve fazîlettir. Fakat ihtilâlcilerin isteyişi gibi değil!.". "Maal-iftihar.! En küçük efradındanım. Fakat benim tarif ettiğim vechile.. O ittihaddan olmayan dinsizlerden başka kimdir. Bana gösterin!..". cevabını vermişti.. Aynı zamanda şark vilâyetlerinde müsbet ilimlerle ve dînî bilgilerle mücehhez Medreset-üz-Zehrâ nâmında büyük bir üniversite açılmasına çalışıyordu ve Sultan Reşad kendisine bu iş için 19 bin altın lira vermeyi kabul etmişti.. Van gölü kenarında Artemid'de temeli atılan bu müessese umumî harb sebebi ile geri kalmıştı. Millî hükümetin Ankara'da teşkiline ve İstanbul'daki kuvvetlerin bu hükümete yardımlarına bütün gücüyle çalışıyordu. İngiliz ve Fransa gibi emperyalistlerin ye's verecek fikirlerine, neşriyâtlarına karşı milleti uyandıracak faaliyette bulunarak "Hutuvât-ı Sitte" gibi neşriyâtıyla millî birlik ve beraberliğe, islâmî gayret ve şecaata kuvvet vermeye çalışıyordu. En büyük tehlikenin ilim namı altında Avrupa Emperyalistlerinin ortaya attıkları milleti birbirine düşürecek, îmânı zedeleyecek, Kur'andan ve îmândan, millî birlik ve beraberlikten ayıracak fikirler olduğunu biliyor ve çürütülmesi yolunda çalışıyordu. (Tarihçi Cemâl Kutay'ın 1966 da neşrolan Tarih Sohbetleri Cilt 4. de mezkûrdur). Ecnebilerin propogandasının tesiri altında kalan bu büyük mücâhide çeşitli iftiralarda bulundular. Fakat O hakikatları îlândan, millî birlik ve beraberliği te'mine çalışmaktan asla vazgeçmedi. 103 parçadan fazla olan bütün eserlerinde, dînî ve îmânî eserlerinde siyasetten tecerrüd ederek "siyasetten ve şeytandan Allaha sığınırım" diyerek islâma ve îmâna kuvvet veriyordu. İslâmî îmân esaslarını esas mevzu yaparak Avrupanın ve bütün dinsiz feylosofların bâtıl fikirlerini çürütüp Kur'ân hakikatlarını apaçık bir şekilde isbat ediyordu. Kendisi sağlığında müteaddid mahkemelere verildi. Cemiyet kurmak, dîni siyasete âlet etmek, şahsî nüfuz teminine çalışmak gibi bütün ithamlardan mükerrer defalar beraat etti: Çünkü, islâmî birlik ve beraberliği bozacak ve ihlâsı kıracak hiçbir hareketi yoktu. Son derece mütevâzi ve fakirane bir hayat yaşadığı, maddî-mânevî hiçbir makam iddiâ etmediği halde yabancıların te'siri altında ve hariçten içimize girmiş cereyanlar sebebiyle muhtelif yerlere nefy edildi. Fakat yine o felsefecilerin ve kendisine münevver telâkki edenlerin, bâtıl fikirlerini köküyle ortadan kaldıracak ilmî, aklî, müsbet delilleri yazmak ve neşr etmekten bir an bile geri durmadı. Eserleri köy odalarında başlıyarak Üniversite muhitlerine kadar elden-ele, dilden-dile dolaştı. Kur'ân-ı Kerîm ve onun tefsiri etrafında bir Hizb-ül Kur'ân meydana geldi. İslâmî îmânı bütün vesvese ve şübhelerden ve yabancı fikirlerden temizleyecek, dâima îmana, îhlâsa okundukça kuvvet verecek ve devamlı sûrette kendi kendisini okutturan ve okutturacak olan bu eserler Avrupa, Amerika ve Âlemi İslâm'da da tanınmağa başladı. (S.N.Hayatı, Mesleği, terceme-i Hâlli, 1958 Doğuş matbaası Ankara) Eserlerinden birkaç satır: "..Ben itiraf ediyorum ki; böyle makbul bir eserin mazharı olmak hiçbir vecihle o makama liyâkatım yoktur. Fakat küçük ehemmiyetsiz bir çekirdekten koca dağ gibi bir ağacı hak etmek kudret-i İlâhiyenin şe'nidir ve âdetidir ve azametine delildir. Ben kasemle te'min ederim ki; Risâle-i Nur'u senadan maksadım Kur'ânın hakikatlarını ve îmânın rükünlerini te'min ve isbat ve neşirdir. Halik-ı Rahimime hadsiz şükür olsun ki; kendimi kendime beğendirmemiş, ve nefsimin ayıplarını ve kusurlarını bana göstermiş. Ve o nefs-i emmâreyi başkalara beğendirmek arzusu kalmamış. Evet kabir kapısında bekliyen bir adam arkasındaki fâni dünyaya riyakârane bakması acınacak bir hamakattır ve dehşetli bir hasarettir. Cenab-ı Hak beni böyle hasaretlerden muhafaza eylesin. Amin!..) "Bakî bir hakikat, fâni şahsiyetler üzerine bina edilmez. Edilse hakikata zulümdür. Her cihetle kemalde ve devamda bulunan bir vazife, çürümeye ve çürütülmeye ma'ruz ve müptelâ şahsiyetlerle bağlanmaz. Bağlansa vazifeye ehemmiyetli zarardır". "Evet Risâle-i Nur medreseden çıkmış. İlim içinde hakikate yol açmıştır". Üstâd Said Nursî, Mektûbat Kitabının İkinci Mektubunda; dini hiçbir şeye âlet etmemek hususunda şöyle demektedir: "Ehl-i dalâlet, ehl-i ilmi, ilmi vasıta-i cer ekmekle ittiham ediyorlar. "İlmi ve dîni kendilerine medâr-ı maîşet yapıyorlar" deyip insafsızcasına onlara hücûm ediyorlar. Bunları fiilen tekzip lâzımdır... ...İşte şu zamandan insanları hırs ve tama' yüzünden küçük bir hediyesini pek pahalı satıyorlar. Benim gibi günahkâr bir biçâreyi sâlih veya velî tasavvur ederek, sonra bir ekmek veriyorlar. Eğer haşa! Ben kendimi sâlih bilsem; o alâmet-i gururdur, salâhatin ademine delidir. Eğer kendimi sâlih bilmezsem o malı kabul etmek câiz değildir. Hem âhirete müteveccih a'mâle mukabil sadaka ve hediyeyi almak âhiretin bâki meyvelerini dünyada fâni bir sûrette yemek demektir..". "Hattâ hadîs-i Sahihle âhir zamanda İsevilerin hakikî dindarları Ehl-i Kur'an ile ittifak edip müşterek düşmanları olan zındıkaya karşı dayanacakları gibi; şu zamanda dahi ehl-i diyânet ve ehl-i hakikat değil yalnız dindaşı, meslektaşı, kardaşı, olanlarla samimi ittifak etmek belki, Hristiyanların hakîkî dindar ruhânîleriyle dahi medar-ı ihtilâf noktaları muvakkaten medar-ı münakaşa ve nizâ etmiyerek, müşterek düşmanları olan mütecâviz dinsizlere karşı ittifaka muhtaçtırlar." (20.Lem'adan)

  3. #13
    Gayyur AhmetRercan - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    May 2023
    Mesajlar
    117

    Standart

    RİSALE-İ NUR: f. Nûrun risâlesi. Kur'ân'dan alınan âyetlerin tefsiri ile tahkikî îmân dersi veren kitap. Büyük Mücahit Bediüzzaman Hz. nin eserleri. (Risale-i Nur'un vazifesi; hayat-ı ebediyeyi mahveden ve hayat-ı dünyeviyeyi de dehşetli bir zehire çeviren küfr-ü mutlaka karşı, imânî olan hakikatlarla, gayet kat'î ve en mütemerrid zındık feylesofları dahi imâna getiren kuvvetli bürhanlarla Kur'âna hizmet etmektir. Şua).

+ Konu Cevaplama Paneli

Konu Bilgileri

Users Browsing this Thread

Şu an 1 kullanıcı var. (0 üye ve 1 konuk)

     

Benzer Konular

  1. Nur talebeleri
    By rasulgülleri_nuryarenleri in forum Risale-i Nur'dan Vecize ve Anekdotlar
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 18.11.14, 21:38
  2. Nur Talebeleri ve DP
    By nurlu dağ in forum Bediüzzaman'ın Talebeleri
    Cevaplar: 6
    Son Mesaj: 10.12.09, 17:17
  3. Said Nur ve Talebeleri
    By aşk-ı ilahi in forum Risale-i Nur Talebeliği
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 03.02.09, 16:11

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
Google Grupları
RisaleForum grubuna abone ol
E-posta:
Bu grubu ziyaret et

Search Engine Friendly URLs by vBSEO 3.6.0