Şemseddin Yeşil Hocaefendiyi vefatının 42. yılında rahmetle anıyoruz.
1906 İstanbul doğumlu olan merhum Şemseddin Yeşil hocaefendi âlim, vaiz ve müfessirdir. Çok sayıda kitabı vardır. ‘Hakikat Yolu’ adlı bir dergi ve ‘İslâmiyet’ adlı bir de gazete yayınlamıştır.
1943 senesinde Bediüzzaman Hazretleri ile beraber Denizli Mahkemesinde Nurculuk davasından muhakeme edilmiş ve hapis yatmıştır. Risale-i Nur’da ismi geçmektedir.
8 Temmuz 1968’de vefat eden merhum Hocaefendinin kabri, İstanbul Silivrikapı Kabristanında Seyyid Nizam camii ve türbesine giden yolun sonundadır.

PROF. DR. SAFFET SOLAK ANLATIYOR:
Şemseddin Yeşil ile çok görüşürdüm. Bediüzzaman hakkında çok sorular sordum kendisine. Çok şeyler anlattı bana. Bir gün dedi ki: “Bu zat, eğer Avrupa camiasında doğmuş olsa idi, dünyanın şekli bambaşka olurdu. Ve bütün yeryüzündeki insanlar, bu zatın değil elini, ayağını öpmek için âdeta seferber olurlardı. İşte bu zat böyle birisidir” dedi. Bize Bediüzzaman’ı çok anlatırdı... Ondan naklen çok şeyleri biliyorum ben.

(Prof. Saffet Solak)

Şemsettin Yeşil’e bir gün dedim ki: “Siz Risale-i Nur’ları okudunuz mu Efendim?” “Ben Risale-i Nur’ları okudum. Evime de aldım. Fakat baskın yaptılar evime. O zaman hımbıl bir görüntü vermemek için, ben giyimime dikkat ederdim. Onun için halk, modern bir hoca olarak tanırdı beni… Evimi bastılar. Risale-i Nur’ları buldular. Beni derdest İstanbul Emniyetine götürdüler. Son katta Emniyet Âmirinin karşısına çıkardılar beni. Adamın her tarafında, etrafında, masasında silâhlar doluydu. ‘Bana bak! Burası neresi sen biliyor musun? Buranın yeryüzüyle alâkası yoktur!’ dedi. Ben de: ‘Benim de cihan ile alâkam yoktur!’ dedim. Bu cevaptan sonra yan odaya aldılar beni, sonra da Konyalıdan yemek getirttiler.” Konyalı; İstanbul Sirkeci’de meşhur bir lokantadır...
RİSALE-İ NUR BİR HAZİNEDİR
Şemseddin Yeşil 1943 Denizli Mahkemesine sevk ediliyor. Bunları ben Şemsettin Hocanın bizzat kendisinden dinledim:
Hâkim diyor ki: “Sen münevver bir din adamısın. Böyle saçma sapan eserler senin evinde ne arıyor?” O da: “Evvela şunu arz edeyim: İnşaat mevzuunda bir amelenin fikri, bir doktorun bir hâkimin fikrinden çok daha üstündür. O itibarla siz, bunların kıymetini bilemezsiniz. Bunların kıymetini ben bilebilirim.” Sonra hâkim tekrar soruyor: “Peki nedir bu Risaleler?” “Ben tarif edeyim; Bu eserler bir hazinedir. Kur’anı tarif eden; yedi yaşından yetmiş yaşına kadar bir pir-i faninin hafızasında saklanabilen; elfazı ulemayı manası urefayı hayrette bırakan; kâfirin şah damarına neşter vuran; kitab-ı kâinatın hülasası olan; beşerin hüsrana uğramaması için elde yegâne kitap olan Kur’an-ı Kerimin tefsirinden ibarettir bu Risale-i Nurlar...”
(Ömer Özcan Ağabeyler Anlatıyor–2)