+ Konu Cevaplama Paneli
1. Sayfa - Toplam 2 Sayfa var 1 2 SonuncuSonuncu
Gösterilen sonuçlar: 1 ile 10 ve 14

Konu: Mustafa Oruç Denilince

  1. #1
    1kul
    Guest 1kul - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Exclamation Mustafa Oruç Denilince

    Şaban DÖĞEN





    Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin iki yüksek talebeden biri,1 Nurlara sahip çıkan küçük Abdurrahmanlar nev'înde,2 Nurlarla münasebetdar üniversite mektebinin pek gayretli bir Nurcusu ve bir Abdurrahman ve bir Salâhaddin kabiliyetinde dediği bir Nur Talebesiydi Mustafa Oruç.3 1926 doğumlu, daha ortaokulda okuduğu yıllarda Kastamonu’da, “Muallimlerimiz Allah’tan bahsetmiyorlar. Bize Allah’ı anlatın!” diyen genç grup içerisinde o da vardı ve en zor şartlarda cesaretle Nurlara sahip çıkmış Safranbolu kahramanlardan biriydi. Soyisim değişikliği sebebiyle sonradan Mustafa Ramazanoğlu diye anılacaktı.
    Üstad, Mustafa Oruç’la muallim Ahmed Fuad’ın Risâle-i Nur dairesine girmelerini sevinçle karşılar. Onlar gibi zatların tesirli bir surette hizmet-i Nuriyeye geçmelerinin, Denizli kahramanı Hasan Feyzi’nin vefat acısını bir derece izale ettiğini söyler. 4
    Mustafa Osman’ın Nur’a yadigârıdır Mustafa Oruç ve Mustafa Sungur gibi kahramanlar. Üstad onun bu iki namdaş ve Nur hizmetinde pek ciddî arkadaş, Emirdağ Lâhikası, s. 211. ayrıca Mustafa Oruç’la birlikte Rahmi gibi iki yüksek talebe buluşunu ve Risâle-i Nur’un o kuvvetli ellerle hizmetine çalışmasını o havali için büyük bir saadet olarak görür. Emirdağ Lâhikası, s. 170.
    Evet, büyük bir saadetti o havali için Mustafa Oruç ve arkadaşları. Allah’ın yüce kelâmını öğrenmenin suç olduğu bir dönemde Kur’ân hakikatlerine eğilmek, muhtaç gönüllere onu ulaştırmak, bu yolla insanların kurtulmalarını sağlamak, huzur dağıtmak hem kendileri, hem de ulaştığı kimseler için büyük bir mutluluk vesilesiydi, hayatın gerçek lezzetine ermek demekti.
    Mustafa Osman gibi Mustafa Oruç’un da çok talihli olduğundan söz eder Üstad. Çünkü kendi sisteminde, ruhunda ve ciddiyetinde, az bir zamanda çok kimseleri bulmuş, bir iken on Mustafa olmuştu.5
    Sonra, darü’l-fünun, yani üniversitedeki yıllarında tıp fakültesinde okurken nicelerini Nurlarla aydınlatmaya ciddî ciddî çalışmıştı. Emirdağ Lâhikası, s. 167.
    O ve onun gibi fedâkâr üniversiteli Nur Talebeleri sayesinde üniversite ileride bir Nur medresesi olacaktı. Üstad bunun müjdesini de vermekteydi. Üniversite kapısı üstündeki önceden gizlenen Kur’ân âyetinin üzerinin açılmasını buna yorumlamıştı. Olayı dile getirirken “İstanbul’da, Refet Beyin ve Mustafa Oruç’un yazdıklarına göre, çok zaman İslâm ordusunu idare eden ve sonra darülfünuna inkılâp eden Harbiye Nezareti ve Bab-ı Seraskeri, o muazzam binanın alnında hatt-ı Kur’ân ile o manidar Kur’ân âyeti yazılmışken, sonra da mermer taşlarla üzeri kapatılıp o nurları gizlemişlerdi. Şimdi yeniden hatt-ı Kur’âniyeye bir nümune-i müsaade ve Risâle-i Nur’un takip ettiği maksadına bir vesile ve üniversite ileride bir Nur medresesi olmasına bir işaret” olduğunu söylüyordu.6
    Geçmişteki yasaklı dönemlere ve bugün üniversitelerdeki gelişmelere bakılınca Kur’ân’ın önüne set çekilemeyeceğini açıkça göstermiyor mu?

    DİPNOTLAR:
    1. Emirdağ Lâhikası, s. 170. 2. A.g.e., s. 167. 3. A.g.e., s. 164. 4. A.g.e., s. 163. 5. A.g.e., s. 177. 6. A.g.e., s. 234.

    08.05.2009

    E-Posta: sdogen99@ttnet.net.tr



  2. #2
    Ehil Üye muhibbülkurra - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Mar 2007
    Mesajlar
    4.304

    Standart


    'Bağdat'ta Risaleleri neşredeceksin'
    30 Temmuz 2009 / 15:39
    Ahmed Ramazan, Bediüzzaman Said Nursî’nin "Bağdat’a gideceksin ve Risaleleri neşredeceksin" sözü üzerine Irak'a gider ve bir daha dönmez



    Ahmed Ramazan, Bediüzzaman Said Nursî’nin "Bağdat’a gideceksin ve Risaleleri neşredeceksin" sözü üzerine Irak'a gider ve bir daha dönmez. “Üstad bana ne sağlığında ne de vefatından sonra rüya yoluyla dahi olsa Türkiye’ye dönmemi söylemedi” diyerek emre itaatteki inceliğin zirve noktasını gösteren Ahmed Ramazan ömrünün çoğunu yurtdışında geçirmiş.

    Yıl 1948. Askerden yeni dönmüş 25 yaşında yağız bir delikanlı, memleketteki maneviyat boşluğunun da etkisiyle intisap edecek bir şeyh aramaya başlar. Malatyalı bu gencin maksadı, günahlardan kendini koruyabileceği bir limana sığınmaktır. Diyarbakır ve Elazığ’da iki tarikat ismi tavsiye edilir; ancak gidip ziyaret ettiği tarikatlar ve şeyhleri kendini tatmin etmez.

    İstanbul’a döndüğünde Afyon’un Emirdağ ilçesinde sürgün hayatı yaşayan Bediüzzaman Said Nursi'nin varlığından haberdar olur. Hemen Emirdağ’a doğru yola çıkar. Vardığında ikindi vaktidir. “Bugün otele gideyim, Bediüzzaman’ı yarın bulurum” diye düşünür.

    Otel kâtibi işlem yaparken kapıdan bir genç girer. Mustafa Sungur isimli bu genç, kâtibe Ahmed Ramazan isimli birinin otele gelip gelmediğini sorar. Kâtip hemen yanı başında duran Ahmed Ramazan’ı işaret ederek “İşte aradığın kişi!” der. Ramazan şaşırır. Kimseye haber vermediği hâlde, hem de ismiyle arandığına şahit olmak onu hayrete düşürür. Otele gelen gence kendisini nasıl bulduğunu sorunca yine şoke edici cevabı alır: “Ben orasını bilmem. Üstad’ımız bana, ‘Git falan otele Ahmed Ramazan isimli biri geldi, onu al getir’ dedi."

    Ahmed Ramazan’ın Üstad Bediüzzaman’la ilk karşılaşmasında da bir sürpriz yaşanır. Daha aralarında hiç konuşma olmadığı ve ne maksatla geldiğini söylemediği hâlde Bediüzzaman’dan “Evladım senin aradığın bizde yok. Biz tarikat değiliz ve ben de şeyh değilim. Biz iman ve Kur’an hizmetleriyle meşgulüz” mealindeki sözleri işitince adeta dizlerinin bağı çözülen Ahmed Ramazan o anda “İşte aradığım kişi!” diyerek Said Nursî’nin talebesi olmaya karar verir.

    Bediüzzaman Said Nursî’nin “Bağdat’a gideceksin ve oradan bütün dünyaya Risale-i Nurlar’ı neşredeceksin” sözü üzerine yurtdışına çıkan ve “Üstad bana ne sağlığında ne de vefatından sonra rüya yoluyla dahi olsa Türkiye’ye dönmemi söylemedi” diyerek emre itaatteki inceliğin zirve noktasını gösteren Ahmed Ramazan ömrünün çoğunu yurtdışında geçirmiş.

    33 yıl Bağdat ve Şam’da, 23 yıldır da Medine’de yaşayan Ahmed Ramazan sadece bir yıl Necip Fazıl’la birlikte çalıştığı Büyük Doğu mecmuasındaki yazıları sebebiyle defalarca mahkemeye verilmiş. 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın akrabası ve çocukluk arkadaşı Ahmed Ramazan, yurtdışında kaldığı süre içinde 25 yıla yakın Millî İstihbarat Teşkilatı (MİT) tarafından takip edilmiş ve sorguya tabi tutulmuş.

    Bediüzzaman’ın talebesi Ahmed Ramazan‘la Medine’de görüştük.

    Size ”Bediüzzaman’ın postacısı” diyorlar. Doğru mu?

    Hayır. Ben Üstad’ın postacısı değilim. Ömrüm boyunca Üstad bana sadece bir mektup verdi. 1950’li yıllarda Mısır’da İhvan-ı Müslimin’in lideri Hasan el-Benna öldürülmüştü. Galiba taziye mesajıydı. İki sayfalık bir mektuptu. Onu Mısır’a götürdüm.

    Yurtdışında kaldığım süre içinde dünyanın her tarafına Risale-i Nur’un neşri için mektuplar yazdım. Dünyanın değişik ülkelerindeki tanınmış şahsiyetlere, İslam merkezlerine, Müslüman cemaat liderlerine mektuplar gönderdim. Gelen cevapları Üstad’ımıza iletiyordum. En büyük kızım ilkokuldayken hocası “Kızım baban ne iş yapıyor?” diye soruyor. O da “Bilmem, hep mektup yazıyor” demiş. “Kızım bu iş değil” deyince “Bilmem, başka bir şey bilmiyorum, oturur hep mektup yazar” demiş.

    Mektupları kendi inisiyatifinizle mi yazıyordunuz. Yoksa Üstad size ”Şu kişiye mektup yaz” mı diyordu?

    Üstad nerede, ben nerede? Üstad Emirdağ’da veya Türkiye’de bir yerde, ben Bağdat’tayım. O zaman telefon veya iletişim yoktu.

    İlk nereye gittiniz?

    Evvela Halep’e uğradım. Üstad orada birine selam göndermişti. Şeyh Zeynel Abidin diye biri. O da o günlerde düşmüş, ayağı kırılmış, kimseyi kabul etmiyormuş. Göremedim. Sonra Şam’a gittim. Şam’dan Beyrut’a. Beyrut’tan da vapurla Mısır’a. O mektubu İhvan-ı Müslimin’e ulaştırmak için.

    Üstad’la ilk nasıl tanıştınız?

    Askerliği bitirdikten sonra bir tarikata intisap etmek için şeyh arıyordum. Birkaç isim söylediler. Diyarbakır’a, Elazığ’a gittim baktım pek mutmain olmadım. Sonra İstanbul’a döndüm. Bana “Bediüzzaman var, onunla hiç görüştün mü?” dediler. “Yok“ dedim. “Nerede oturuyor?” diye sordum. “ Emirdağ’da” dediler. Gittim Emirdağ’a. Kendisiyle bir saat kadar görüştüm. Akşam oldu. “Akşam namazında gitmeyin. Cemaatle namazı kılalım” dedi. Namazı kıldık ve ben ayrıldım.

    İlk karşılaşmanızı anlatır mısınız?

    Kapıdan içeri girince gözlerine baktım. Çok etkileyiciydi. Çok heyecanlıydım. Ben daha hiçbir şey demeden, “Aradığın bizde yok evladım. Biz iman hizmetiyle meşgulüz” dedi. Başka şeyler de söyledi; ama ben heyecandan söylediklerinin hiçbirini anlamadım.

    Üstad’ı tanıdıktan sonra bir göreviniz oldu mu?

    Bir sene Büyük Doğu’da Necip Fazıl’la birlikte çalıştık. Risale-i Nurlar’ı neşretmek amacıyla çalışmaya başladım.

    Büyük Doğu’dan niçin ayrıldınız?

    O günlerde ilk olarak matbaada Gençlik Rehberi'ni basmıştık. Bir ev tutmuştuk. 6-7 odası vardı. Ahmet Aytimur vardı, iki Ziya, Abdulmuhsin vardı. 7 kişiydik. Gençlik Rehberi'ni bastıktan sonra benim odaya almıştık. Bir gün polisler bastı. Benim odadan risaleleri alıp götürdüler. Benim de ifademi aldılar. Tabii mahkemeye verdiler. Üstad’a haber gönderdik. “Bu mahkemeyi kim üzerine alsın?“ diye. Üstad’dan haber geldi, ”Abdulmuhsin üzerine alsın” diye. O üzerine aldı.

    Sonra bana da haber geldi. "Derhal Büyük Doğu’dan ayrılsın" diye. Pazar günü gittim Necip Fazıl’ın evine. "Ben yarın gelmiyorum" diyerek Üstad’ın yanına gidip "Ne olacak?" diye sordum. "Seni dışarı gönderiyorum" dedi. Ben dokuz mahkememin olduğunu söyledim. "Nasıl gideyim? Pasaport vermezler" dedim. Kaçak da gitmek zor. Bana, "Pasaport alacaksın" dedi. Öyle deyince İstanbul’a döndüm, muameleye başladık ve bir hafta içinde pasaportu aldım.

    Dokuz mahkeme hangi konulardandı?

    Büyük Doğu’da Neşriyat Müdürü’ydüm. Orada çıkan yazılardan. En son ”Başımızda kulak istiyoruz” diye bir makale yazmıştım. İsmet İnönü reisicumhurdu o zaman. En son o mahkemeye verdi. Hatta bir avukat göndermişti mahkemeye. Ben avukata dedim ki: "Seninle muhatap olmam, İsmet İnönü’nün kendisi gelsin."

    Büyük Doğu’dan ayrılana kadar Emirdağ’a sürekli gidip geliyor muydunuz? Üstad’la bu arada kaç kez görüştünüz?

    İki kez görüştüm. Bir de Mısır dönüşü Eskişehir’de görüştüm. O zaman Eskişehir’de oteldeydi.

    Mısır’a gitmeden önce Üstad’la nasıl temas kuruyordunuz?

    Ben gidip gelmiyordum. Gidip gelen kardeşler vardı. Ben Büyük Doğu’ya sırf Risale-i Nur’un neşri için girmiştim. Bazen neşrediyorduk.

    Büyük Doğu'dan ayrıldıktan sonra ne oldu?

    Gittim kendilerine. Bir mektup yazdı. İki sayfaydı. "Bu mektubu Mısır’a, İhvan-ı Müslimin’e götüreceksin" dedi. Sonra da, "Risalelerin neşri için oralarda kalacaksın" dedi. Altı ay sonra Türkiye’ye döndüm. Eskişehir’de oteldeydi. Gece gitmiştim. Görür görmez karyoladan atladı. "Ahmed Ramazan’ım gelmiş" dedi. (Ağlıyor.) Bana, "Anlat bakalım ne gördüysen" dedi. Ben gördüğüm olumsuzlukları daha anlatmaya başlamadan, "Kötü taraflarını anlatma, iyi taraflarını anlat" dedi. Konuştuktan sonra "Risale-i Nur’un neşri için nerede kalacağım?" dedim. "Bağdat’ta kalacaksın" dedi.

    Üstad 1911’de Mescid-i Emeviye’de verdiği Hutbeyi Şamiye’sinde bazı hastalıklar ve reçetelerini sunuyor. Bu hastalıklar devam ediyor muydu?

    Hastalıkların hepsi vardı. İslam âleminin hepsi Türkiye’den bir şeyler bekliyordu. O günden bugüne değişen bir şey olmadı. Hep Türkiye’den bir şeyler bekliyorlar.

    Bağdat’ta ne kadar kaldınız?

    1950-1968 arası 18 sene kaldım. Mektuplarla tercüme edilmiş risaleleri dünyanın her tarafına gönderiyordum.

    Mısır’a gönderdiği mektubun içeriği hakkında bilginiz var mıydı?

    İhvan-ı Müslimin’e verilmek üzere bir mektuptu. İki büyük kareli yapraktı. Yanımda zarfa koydu ve kapattı.

    İhvan-ı Müslimin nasıl karşıladı mektubu?

    Lider Hasan el-Benna öldürülmüştü. Onun yerine damadı Said Ramazan bakıyordu. Onunla İstanbul’da da tanışmıştık. Benim yanımda mektubu açmadı. Üstad’a hediye edilmek üzere kitap imzaladı verdi. Sonra Mısır’dan ayrıldım.

    Bağdat’ta Risaleleri neşretmeye başladınız? Nasıl karşılanıyordu, yorum yapanlar oluyor muydu?

    Mesela bazı Risaleleri Finlandiya'ya göndermiştim. Oradan bana Müslüman cemaatin Reisi Habiburrahman Şakir mektup gönderdi. "Bu Risaleleri yazan kişi asrın müceddididir." dedi.

    Sadece Arap ülkelerine mektup göndermediniz yani…

    Her tarafa, Amerika’ya, Çin’e, Endenozya’ya… Her tarafa gönderdim.

    Müslüman liderlere mi?

    Liderlere, İslam merkezlerine…

    Bu mektuplar veya mektuplara gelen cevaplar duruyor mu?

    Evet duruyor. Ama bazı nüshalar kayıp. Mesela Çin’den gelen mektubu Üstad’a göndermiştim. Farmoza Adası’nda Müslümanlar yaşıyordu. Başkanları General Ömer diye birinden mektup geldi. İçeriğini hatırlamıyorum. Onu gönderdim. Finlandiya ve Yunanistan’dan gelenler Tarihçe-i Hayat’ta var.

    Üstad’ın sizi Bağdat’a göndermesinin ne hikmeti var? Bağdat’ın Türkiye’ye bakış açısı nasıldı?

    Krallıktı. Bütün vilayetleri gezerdim. Arap coğrafyasında bana hep sorarlardı: "Türkiye’de cami var mı, Müslüman var mı?" Sultan Abdülhamid’e dua eden bedeviler vardı. Hatta bu vaziyeti görünce bir gün Vakıflar Bakanı’na söyledim: "Türkiye’yi iyi tanımıyorlar, cami var mı, Müslüman var mı yok mu diye soruyorlar. Bunu halledelim." Bana, "Ne yapalım?" dedi. Ben de, "Türkiye’den vaiz çağıralım, vilayetleri dolaşsın, Türkiye’yi anlatsın, Kur’an kurslarını anlatsın" dedim. "Peki" dedi.

    Yaşar Tunagür’e (dönemin Diyanet İşleri Reisi) mektup yazdım. Olumlu cevap verdi. Üç isim verdi. Biri kendisiydi, diğeri Abdurrahman Gürses, Beyazıt’ın baş imamı. Bir de başka bir isim. Genç bir hafızdı, ismini hatırlamıyorum. Geldiler, 15 vilayeti dolaştılar, Kur’an kurslarını, imam hatipleri, camileri anlatıp gittiler.

    Üstad’la nasıl irtibat kuruyordunuz?

    Urfa vasıtasıyla temas kuruyordum. Abdullah Yeğin oradaydı. Ben yabancı ülkelerden gelen cevabî mektupları Urfa’ya gönderiyordum. Onlar da Üstad’a ulaştırıyorlardı.

    Medine’ye gelişiniz nasıl oldu?

    Bağdat’ta inkılâp olunca bana üç gün mühlet verdiler. "Irak’ı terk edeceksin" diye. Başkanlığa ve İçişleri Bakanlığına bakan Abdulselam Arif’e gittim. İnkılâbı yapan kişi. Bir müddet daha izin verdi. Sonra 68’de ayrıldım. İstanbul’a gittim, iki sene kaldım. Çocukların okuma vakti geldi. Ben, ”Burada okutmam” dedim, Şam’a geldim. Şam’da 16 sene kaldım. Orada da 16 sene boyunca Risaleleri neşrettim.

    85’te buraya (Mekke) umreye gelmiştim. Dediler ki: "Turgut Özal burada." Hemen yanına gittim. Özal benim çocukluk arkadaşımdı, akrabalık da var. Amcası bizim aileden evliydi. Medine’de ikamet etmek istediğimi söyledim. "Tamam, Ankara’ya gidince bir resmî yazı yazalım" dedi. Dedim: "O uzun sürer, aylar sürer, burada yazın." “Peki” dedi. O zaman veliaht Abdullah’tı. Mektup yazdı ve oturum izni aldık. Şam'a gittim, çocukları alıp Medine’ye yerleştim.

    MİT, YIRTDIŞINDAN BENİ TAKİP EDERDİ

    Türkiye’ye geldiğinizde ne oldu? Mahkemeleriniz vardı?


    Mürur-u zamana (zaman aşımı) uğramıştı; ama beni yine rahat bırakmadılar. Aldılar, Diyarbakır'a götürdüler. MİT’in merkezine götürdüler On gün boyunca her gün üç saat sorguladılar.

    Ne soruyorlardı?

    “Bağdat’ta ne yaptın? Kimlerle görüştün, kimlerle temas kurdun?" gibi. Çünkü Bağdat’a her altı ayda bir MİT’ten birisi gelirdi. Beni takip ederlerdi. “Kimlerle temas kuruyor veya görüşüyor” diye. Tabii gönderdikleri kişiyi talebe olarak gönderiyorlardı. Altı aylığına Arapça öğrenmek üzere gönderiyorlardı. En son biri geldi. O şimdi duruyor. Asker emeklisi. Onun da geldiğini bana MİT’ten biri haber verdi. “Falan kişi geliyor, konuşmalarına, hareketlerine dikkat et” diye.

    Bu kişiyle aranızda bir diyalog geçti mi?

    Bir gün "Beni ziyaret yerlerine götür" dedi. Bunun üzerine Hz. Yuşa’ya gittik. Bağdat'ta da bir Yuşa Aleyhisselam makamı var. Kapıcı kapıyı bir türlü açamadı. Kapıcı dedi ki: "Buranın âdetidir, kendisini sevmeyen olursa kapı açılmaz." , "Bende bir şey yok, varsa bunda var" dedim. Sonra ona, "Kapıcı böyle diyor" dedim. "Evet, ben İsrail peygamberlerini sevmem" dedi. "Nasıl Müslüman’sın?" diye münakaşa ederek camiye kadar geldik.

    O sırada ikindi okundu. Hâlâ münakaşa ediyoruz. Dayanamadım artık. Sağına soluna bir tokat yerleştirdim. "Git, camiye de girme" dedim. Ben tokadı vurunca, o zaman kendini belli etti. Dedi: "Ben yazacağımı biliyorum." Ben de, "Ne yazarsan yaz" dedim. Gitmiş, "Ermenilerle görüşüyor, Türkiye aleyhine çalışıyor" diye bir sürü şeyler yazmış.
    Moral Dergisi
    Kâinat mescid-i kebîrinde, Kur’ân, kâinatı okuyor. Onu dinleyelim. O nur ile nurlanalım. Hidâyetiyle amel edelim. Ve onu vird-i zebân edelim. Evet, söz odur ve ona derler. Hak olup, Haktan gelip, Hak diyen ve hakikati gösteren ve nurânî hikmeti neşreden odur.
    Kur’ân’a ve imana ait herşey kıymetlidir; zâhiren ne kadar küçük olursa olsun kıymetçe büyüktür. Evet, saadet-i ebediyeye yardım eden, küçük değildir.

  3. #3
    Ehil Üye muhibbülkurra - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Mar 2007
    Mesajlar
    4.304

    Standart

    balıkesirli saff-ı evvel abeylerden hasan aktunç abey vefat etmiştir.Allah rahmet eylesin.İnna lillahi ve inna lillahi raciun.
    İnna lillah ve inna ileyhi raciun
    Balıkesir'in Risale-i Nur gönüllülerinden Hasan Aktunç vefat etti.
    Aktunç'un cenazesi yarın (01.08.2009) öğle namazından sonra Balıkesir Paşa camiinden kılınacak namazdan sonra defnedilecek.
    Kâinat mescid-i kebîrinde, Kur’ân, kâinatı okuyor. Onu dinleyelim. O nur ile nurlanalım. Hidâyetiyle amel edelim. Ve onu vird-i zebân edelim. Evet, söz odur ve ona derler. Hak olup, Haktan gelip, Hak diyen ve hakikati gösteren ve nurânî hikmeti neşreden odur.
    Kur’ân’a ve imana ait herşey kıymetlidir; zâhiren ne kadar küçük olursa olsun kıymetçe büyüktür. Evet, saadet-i ebediyeye yardım eden, küçük değildir.

  4. #4
    Ehil Üye muhibbülkurra - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Mar 2007
    Mesajlar
    4.304

    Standart

    Balıkesir’li eski nur talebelerinden Mühendis Hasan Aktunç’un bir hatırası da çok ilginçtir : “ 12 Mart 1971 askeri darbesinden sonra Fethullah Gülen Hoca dahil cezaevine kapatılmıştık. Bir gün gardiyan gelerek dedi ki ‘ Savcı Bey , sakalının kesilmesini istiyor. Ben , bu konuda seni zorlayamam , Allah’tan korkarım fakat neyliyeyim ki ben de emir altındayım. Jiletle hafif alırsan yeni çıkmış gibi görünür. ‘

    O gece çok huzursuz oldum. Öyle ki ; bu sakal kesme emri , bana , hapis olmaktan daha ağır geldi. Secde i Rahman’a kapandım , uzun uzun ağladım ve dua ettim : ‘ Ya Rabbi , bu adama öyle bir dert ver ki insan içine çıkmaya yüzü olmasın. ‘ Aradan haftalar geçti . Bir gün acı haber geldi ; sakal düşmanı savcı bey trafik kazası geçirmiş ve belden aşağı felç kalmış . Yıllarca acılar içinde vücudunun yaralar içinde kaldığını ve sonra da öldüğünü duydum. Öyle dua etmişim ki ben dahi ürperdim. Savcı Bey korkunç acılar içinde ölüm yatağındayken babası o eski meseleyi öğrenerek bana gelmiş ‘ Ne olur hakkını helal et , oğlum rahat ölsün ‘ diye yalvarmıştı. “
    1971 Muhtırası.. Berk Balıkesir’de. Yeni Asya Temsilcisi Abdunnur Keseli’nin Misafiri. Ev'de 7 Kişi var. A.Keseli, Bekir Berk, Hasan Aktunç, Ömer Lütfi Mert, Mehmet İnce, Taceddin Demir ve Rasim Demir.. Sabah Namazı'nın 2.Rek'at'ında Kapı dövülür. Komiser Kapı'nın Geç açılmasına sinirlenir. Silah ararlar. Apar topar Karakol'a götürülürler. Ev didik didik aranır, Kitaplar Emniyet'e getirilir. Akşam'a kadar Evraklar tamamlanır, Savcılığa götürülürler. Ağır Ceza'ya çıkarılırlar. Tevkif edilip Balıkesir Cezaevi'ne konulurlar.
    Kırk yıllık mücadele


    Bu hafta köşemiz, eski Yeni Asya’larda Kırkpınarlı Hasan imzasıyla pehlivan tefrikaları da yazan kırk yıllık okur ve yazarlarımızdan muhterem Hasan Aktunç’un:
    ***
    Dile kolay. Yarım asra yakındır inancından en ufak bir taviz vermeden yoluna şuurla devam eden bir cerîde: Yeni Asya.
    Kur’ân’dan, Sünnetten, İslâmdan, Risale-i Nur’dan, Üstaddan bahseden tek bir gazete yok idi memleketimizde. Böyle bir gazeteye bütün Nur talebeleri hasretti. Bu özlemdir ki, Zübeyir Ağabeyi köprü üstünde gazete satmaya sevk etmişti. İşte bu ileri görüşlü muhteremin teşebbüsü ile, cerîdemizin kurulmasının talimatı verildi. Ama nasıl?
    Ruhta zengin, ama maddede fakir bir cemaat böyle dev gibi bir tesisi nasıl kuracaktı?
    Bütün yurda kardeş ve ağabeyler gönderildi. Maddî ve manevî destek istendi. Balıkesir’e de Hakkı Bozkurt tavzif edilmişti. O, durumu anlattıkça kalbimiz yerinden kopacak gibi oluyordu. Sanki bir rüya yaşıyorduk.
    Ama bu cemaat nafakasından kesti; hanımlar bileziğini, küpesini sattı ve gayeye ulaşıldı.
    Çıkan gazeteyi gözümüze, bağrımıza, kalbimize basa basa okumaya başlamıştık.
    İyi, ama bu nasıl devam edecekti?
    Teknik yönü vardı, yazar kadrosu lâzımdı, dağıtım problemi, mâlî yükümlülükleri, v.s.
    Bu maddî engeller iman gücü ile aşıldı.
    Rahmetli Mustafa Polat, memleketini, Erzurum’da münteşir baba yayını Hürsöz’ü terk edip Yeni Asya’ya adapte oldu. Teknik işleri de o deruhde ediyordu. Başmakale onun kaleminden çıkıyordu. Gelen yazıları o okuyor, o yayınlıyordu. Elhasıl, beş-altı elemanın işini, yatağına uzanmadan, sandalyede şekerlemeler ile deruhde ediyordu. Nur içinde yatsın, Rabbim onu 28 yaşında bizden yanına aldı.
    Yazar kadrosuna gelince... Astronomik ücretler ile yazı yazan muharrirler yerine, amatör bir yazı kadromuz ânî ve def’î olarak kısa zamanda vücuda geldi.
    Kendi matbaa tesislerimizde basılmaya başladığımız o günü de hiç unutmam. Edirne’den Van’a kadar yüzlerce ihvan gelmişti. Sungur Ağabey ilk düğmeye basmış ve rotatifler duâlarla dönmeye başlamıştı.
    Allah’a şükür, Yeni Asya dev basın arasında sesini yükselterek devam ediyordu. Fakat daha işin başından itibaren muarız kuvvetler işlemeye başladı ve bugüne kadar devam etti.
    Önce safdil mübarek bir zümre “Risale-i Nur varken gazete ne oluyor?” deyip muhalefet etti. Hattâ Zübeyir Ağabeye “Sen çocuk musun, gazetecilik yapıyorsun?” diyenler çıktı. Ardından, kendilerini sütten çıkmış ak kaşık gibi gösterip Yeni Asya’yı siyasetçilikle itham edenler oldu.
    Böyleleri yüzde 90’ı Kur’ân ve Sünneti anlatan, Risale-i Nur kokan, Üstadı ve dâvâsını tanıtan Yeni Asya’nın nurundan kaçıp, ateş böceği misali ışıklardan medet arayan ve mantar gibi piyasaya çıkan matbuatın peşindeler.
    Yeni Asya ki, defalarca, günlerce, haftalarca, aylarca, hattâ 12 Eylül sonrası bir yıldan fazla kapatıldı. Niçin? Hakikati neşretmekten bir milim taviz vermediği için.
    Demek istiyorum ki, Yeni Asya bir ekoldür. Bâbıâli’nin imanlı ve muhafazakâr kalemlerinin yüzde 90’ı bu tedristen geçmiştir. Burada tegaddî edip başka yerlerde meyve veriyorlar.
    Tirajımız az imiş. Kim dedi? Gayb perdesi bir açılsa, milyon, milyar kàrilerini bir görseler...
    Allah’a şükür, kırk yıldır hiç aksatmadan Yeni Asya’yı okuyoruz ve son nefesimize kadar da okuyacağız.
    Napolyon, hakaret olsun diye Keçecizade Fuat Paşaya sormuş:
    “Dünyanın en kudretli devleti hangisidir?”
    Paşa, “Biziz ekselans” demiş ve devam etmiş:
    “Evet, biziz. Çünkü 600 senedir siz dışarıdan, biz içeriden bu devleti yıkamadık.”
    Ben de diyorum ki:
    En kavî biziz. Çünkü kırk senedir dostun düşmanın tehacümüne rağmen hâlâ ayaktayız.

    09.02.2009

    E-Posta: yeniasyadansize@yeniasya.com.tr

    Kâinat mescid-i kebîrinde, Kur’ân, kâinatı okuyor. Onu dinleyelim. O nur ile nurlanalım. Hidâyetiyle amel edelim. Ve onu vird-i zebân edelim. Evet, söz odur ve ona derler. Hak olup, Haktan gelip, Hak diyen ve hakikati gösteren ve nurânî hikmeti neşreden odur.
    Kur’ân’a ve imana ait herşey kıymetlidir; zâhiren ne kadar küçük olursa olsun kıymetçe büyüktür. Evet, saadet-i ebediyeye yardım eden, küçük değildir.

  5. #5
    Ehil Üye muhibbülkurra - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Mar 2007
    Mesajlar
    4.304

    Standart

    Osman ZENGİN
    Ak sakallı, tunç iradeli Hasan Ağabeyim



    Çoktandır taziye yazısı yazmıyordum. Çünkü hukukumuzun olduğu dostlarımızdan ahiret âlemine giden pek yoktu yakın zamanda.
    Bazen insan böyle yazıları yazarken, nutkunun tutulduğunu, elinin, kaleminin işlemediğini fark ediyor. Ama ne yaparsın ki, bu da bizim rahmetli olanlara son vazifelerimizden biri oluyor işte. Onu ya’d etmek, hatırlamak, hatırlatmak da, onun arkasından yapılan bir duâ makamında oluyor.
    Zaten başta rahmetli annem olmak üzere birçok ahbabımızın vefat ayı olan bu Temmuz ayı gelince içimiz hep sızlar. İşte bu ayın son günü tam kahvaltı esnasında telefonuma mesaj geldi. ”Hayırdır” diye baktığımda Bursa’mızın “Yeni Asya Derneği” ibaresini görünce hanıma, ”Eyvah” dedim, “her halde yine bir cenaze haberi galiba.” Mesajın metnini okuyunca da boğazım düğümlendi. Balıkesir’den Hasan Aktunç Ağabeyin vefat haberinin mesajıydı bu. Artık gözyaşları, hatıralar vs. arasında bihuş olduk. Telefonla aradığım, kendisi gibi bu dâvânın çilekeşi olan hanımı Beyhan Abladan durumu öğrendik.
    Hasan Aktunç Ağabey Nur’un bir kahramanı, çilekeş, hamiyetperver, fedakâr, dâvâsının tunç iradeli ve son zamanlarda da bıraktığı sakalıyla, ak sakallı bir neferiydi.
    Risâle-i Nur’la müşerref olduktan ve Yeni Asya gazetesini de okumaya başladıktan sonra, kırk yıla yakın bir muarefemiz var onunla. Özellikle gazetemizde “Kırkpınarlı Hasan” müstear ismiyle tefrika edilen maruf pehlivan tefrikalarının yazarıydı.
    Uzaktan ve gıyaben tanıyorduk onu. Yakinen ve yüz yüze tanışmamız, samimiyet peyda etmemiz ise, 1985 senesinde Balıkesir’e tayinimizden sonra oldu. Tayin evraklarını alıp Ankara’dan mavi trenle hareket etmeden önce damadı ve baba tarafımdan da hemşehrim olan, eskiden milletvekilliği de yapmış olan Recep Özel’le görüştük. O da bana ne zaman gideceğimi sordu, Hasan Ağabeye emanet yollayacağını söyleyerek gara geldi. Orada bana hem emanetleri verdi Receb Ağabey, hem de “Osman kardeş, iyi ki sen Balıkesir’e gidiyorsun. Orada kayınpeder de dahil, hizmeti götüren Ağabeyler biraz yaşlı, talebelerle uğraşmaları zor oluyor, biraz gevşeklik var, sen İnşaallah orayı da halledersin” dedi. Biz de elimizde olmayan, ancak istihdam-ı İlâhî ile yapabileceğimiz ne varsa yapabileceğimizi söyleyerek Balıkesir yolculuğuna çıktık.
    Balıkesir’e gidince, doğru Yeni Asya bürosunu bulduk. Büroya Hasan Ağabey bakıyordu. Birbirimizi hiç görmememize, gıyaben tanışmamıza rağmen kırk yıllık dost gibi sarılıp halleştik.
    Nüktedan ve fıkra dağarcığı geniş bir Ağabeyimizdi. Bir araya gelindiğinde, ortadaki mevzu ile alâkalı muhakkak bir fıkra anlatır, bizleri güldürürdü. Yalnız bir zaafı vardı, daha fıkrayı anlatmaya başlarken kendisi gülmeye başlar, gülerek anlatırdı fıkrayı. Biz de çok samimî olduğumuzdan ve çokça da ona takıldığımızdan, "Ya Hasan Ağabey, sen bir dur, önce biz gülelim, sonra sen” diye lâtife yapardık. Onun fıkralarının çoğu yaşanan hayattan geliyordu. Recep Özel kendisine damat olduktan sonra, milletvekili olması hasebiyle tanındığından olacak ki, Hasan Ağabeyin de bulunduğu bir dost meclisinde tanışma faslı olurken, birisi Hasan Ağabeyi tanıtırken "Bu da Hasan Aktunç Ağabey, Recep Özel’in kayınpederi” deyince, Hasan Ağabey birdenbire atılıyor, “Recep daha dünkü çocuk ya. Receb Bey Hasan Ağabeyin damadı demiyorsunuz da niye böyle söylüyorsunuz?” demişti. Geçtiğimiz sene Bursa’dan bir grup arkadaş Balıkesir’e sohbet için gittiğimizde, dönüşte Hasan Ağabeyi de bizim arabaya almıştık ve bunu yolda anlattırdım, yine aynı şekilde anlattı, biz de gülüştük.
    Büyük kızım 3-4 yaşlarındaydı, ona Can Kardeş dergisi alırdık. Daha okuma-yazma bilmediği için açar, resimlere bakar, kendi kendine yorumlarda bulunurdu. Dergileri almak için büroya gittiğimizde Hasan Ağabey onu çok severdi. Hasan Ağabeyin adını “pamuk dede” koymuştu. Yanına gittiğimde, bazen oradaki “Hasan baba çarşısına” kinaye olarak, ”Hasan baba nasılsın?” derdim. Birbirimizi çok severdik, şakalaşır, muhabbet ederdik.
    Bazen pehlivan tefrikalarını niye yazmadığını sorar ve ”Hasan Ağabey, nasıl yazıyordun onları, sen pehlivan mısın?” deyince gülerdi. “Ya Osman kardeş, pehlivan tefrikaları biraz avcıların hikâyesine benzer, bazı şeyleri bildikten sonra gerisini dolduruyorsun, işte biraz da salla, olur sana tefrika” derdi.
    Kendisiyle manevî alanda meslektaş olduğumuz gibi, dünya işinde de meslektaştık. O da makine mühendisiydi. Karayollarından emekli olmuştu.
    12 Mart 1971 hareket-i hainanesinden sonra, bir grup arkadaşıyla Risâle-i Nur okurken bir baskın neticesi yakalanıp, bir müddet İzmir Sıkıyönetim Mahkemesinde muhakeme olup hapis yatmışlardı. İçlerinde rahmetli Bekir Berk Ağabey, Fethullah Gülen Hoca da bulunuyordu. Hapishane maceralarını anlatır, yine bazı yerlerde bizi güldürürdü. Geçenlerde birkaç defa kendisine söyledim bu hatıraları yazmasını. Gazeteye gönderdiğini söylemişti.
    Balıkesir’den ayrılalı 20 sene olmuştu, ama irtibatımız hiç kesilmemişti. Özellilikle son zamanlarda sık görüşüyorduk. Her aramamızda hem benim, hem de Fatma Nur’un yazılarını okuduklarını ve hep bizleri hatırladıklarını söylerdi. En son daha on gün önce Mi’rac Kandili münasebetiyle aramıştım. Ayvalık’ta yazlıkta olduklarını söylemiş, bizi de dâvet etmişti.
    Ah, koca Hasan Ağabey! Seninle beraber olduğumuz o kadar çok hatıra var ki, hangisini yazacağımı şaşırmış bir vaziyette, acele ile işte bazı şeyleri yazabildim. 80 yaşında aramızdan ayrıldın ve ben, okuyamadığın bu yazımla sana Rabbimden rahmetler diliyorum. Beyhan Ablamıza, Muammer, Nurdan ve Mustafa kardeşlerime, Receb Ağabey ve diğer akrabalarına da sabr-ı cemil niyaz ediyor, taziyetlerimi bildiriyorum. Rabbim makamını Cennet, kabrini pür nur eylesin İnşaallah. Peygamber-i Zişan ve çileli dâvânın Üstadı “Şöyle yakınımıza gel Hasan!” desinler sana!

    02.08.2009

    E-Posta: osmanzengin0616@hotmail.com

    Kâinat mescid-i kebîrinde, Kur’ân, kâinatı okuyor. Onu dinleyelim. O nur ile nurlanalım. Hidâyetiyle amel edelim. Ve onu vird-i zebân edelim. Evet, söz odur ve ona derler. Hak olup, Haktan gelip, Hak diyen ve hakikati gösteren ve nurânî hikmeti neşreden odur.
    Kur’ân’a ve imana ait herşey kıymetlidir; zâhiren ne kadar küçük olursa olsun kıymetçe büyüktür. Evet, saadet-i ebediyeye yardım eden, küçük değildir.

  6. #6
    Ehil Üye muhibbülkurra - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Mar 2007
    Mesajlar
    4.304

    Standart

    Hasan Aktunç vefat etti

    40 yıllık okur ve yazarlarımızdan Hasan Aktunç vefat etti.
    70’li ve 80’li yıllarda Kırkpınarlı Hasan imzasıyla yazdığı pehlivan tefrikalarıyla yazı ailemizde yer alan Aktunç’un cenazesi bugün Balıkesir Paşa Camiinde kılınacak öğle namazından sonra duâlarla ebediyete uğurlanacak.


    01.08.2009

    Kâinat mescid-i kebîrinde, Kur’ân, kâinatı okuyor. Onu dinleyelim. O nur ile nurlanalım. Hidâyetiyle amel edelim. Ve onu vird-i zebân edelim. Evet, söz odur ve ona derler. Hak olup, Haktan gelip, Hak diyen ve hakikati gösteren ve nurânî hikmeti neşreden odur.
    Kur’ân’a ve imana ait herşey kıymetlidir; zâhiren ne kadar küçük olursa olsun kıymetçe büyüktür. Evet, saadet-i ebediyeye yardım eden, küçük değildir.

  7. #7
    Ehil Üye muhibbülkurra - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Mar 2007
    Mesajlar
    4.304

    Standart

    Kırkpınarlı Hasan’ı da uğurladık


    70’li ve 80’lı yıllarda Yeni Asya’ya renk katan ve meraklılarınca heyecanla takip edilen Koca Yusuf’'lu, Çolak Mü’min’li, Kurtdereli Mehmet’li pehlivan tefrikalarının “Kırpınarlı Hasan” mahlâslı yazarıydı Hasan Aktunç.
    Bu yönüyle, 40 yıllık okuru olduğu Yeni Asya’ya, hiçbir karşılık beklemeden “yazar” olarak da katkıda bulunan isimsiz kahramanlardandı.
    Ayrıca bir dönem gönüllü olarak gazetemizin Balıkesir temsilciliğini deruhte etmişti.
    Bu örnek gayret ve fedakârlığının temelinde ise, hep ihlâs, istikamet, sebat ve fedakârlık esasları üzerine yürümüş sağlam bir Nur talebesi olma özelliği yatıyordu.
    Aynı zamanda, 1971 muhtırasından sonra rahmetli Bekir Berk’le beraber Balıkesir’de bir nur sohbetindeyken derdest edilip dillere destan İzmir Sıkıyönetim Mahkemesinde yargılanan kahramanlardandı.
    Aktunç, bu yılın 9 Şubat’ında bu köşede çıkan ve “Dile kolay. Yarım asra yakındır inancından en ufak bir taviz vermeden yoluna şuurla devam eden bir cerîde: Yeni Asya. Kur’ân’dan, Sünnetten, İslâmdan, Risale-i Nur’dan, Üstaddan bahseden tek bir gazete yok idi memleketimizde. Böyle bir gazeteye bütün Nur talebeleri hasretti” diye başladığı yazısını, “Allah’a şükür, kırk yıldır hiç aksatmadan Yeni Asya’yı okuyoruz ve son nefesimize kadar da okuyacağız” diye bitirmişti.
    Öyle de yaptı. Risale-i Nur ve Yeni Asya ile Kur’ân hizmetine adadığı 80 yıllık ömrünü, aynı şuur ve anlayışla, mübarek Üç Aylardan Şaban-ı Şerifin 9. günü başlarken, Berat Kandiline altı gün kala, sabah namazını kıldıktan hemen sonra tamamlayarak, berzah âlemine göçtü.
    Ruhu şad, mekânı Cennet olsun. Aile efradının ve Nur camiasının başı sağ olsun. Allah hepimizi Cennetinde buluştursun.
    Kâinat mescid-i kebîrinde, Kur’ân, kâinatı okuyor. Onu dinleyelim. O nur ile nurlanalım. Hidâyetiyle amel edelim. Ve onu vird-i zebân edelim. Evet, söz odur ve ona derler. Hak olup, Haktan gelip, Hak diyen ve hakikati gösteren ve nurânî hikmeti neşreden odur.
    Kur’ân’a ve imana ait herşey kıymetlidir; zâhiren ne kadar küçük olursa olsun kıymetçe büyüktür. Evet, saadet-i ebediyeye yardım eden, küçük değildir.

  8. #8
    Ehil Üye muhibbülkurra - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Mar 2007
    Mesajlar
    4.304

    Standart

    Hasan Aktunç Ağabeyin ardından


    “Bir yıldız daha kaydı” denilince, yine kıymetli bir insanın âhirete yolcu edildiği ifade edilmiş olur. Hasan Aktunç Ağabey de böyle yıldızlardan biriydi. Ehl-i hizmet ve değerli bir insandı. 80 yıllık ömrünü Allah yolunda harcamış, istikametinden hiçbir şey kaybetmemişti. Kendisi uzun yıllar neşriyât yoluyla fahrî hizmet etti. Onu 1967’de yayınlanan İttihad gazetesindeki pehlivan tefrikalarından tanıyoruz. Yazılarında Hasan Karadenizli mahlasıyla da yazardı. Aslen Karadenizli olan ağabeyimizin, baba ve dedesi tarafından Ege sahillerine gelmiş ve öyle de kalmış olduğunu kendisinden öğrendik. 1971 yılında örfî idarenin gadrine uğramış, Balıkesir’deki hapishanede misafir etmişlerdi. Daha sonra da topluca İzmir’e götürmüşler, uzun süre de İzmir hapishanelerinde, İslâm’a ve imana hizmetten dolayı tutuklamışlardı. 163’üncü madde kalkınca, bu fasıl da bitti ama mazide hapishanelerde hep dindar insanlar çok defa çile çekmişlerdi. Bizim de 10 mahkeme, 15 defa da karakol serüvenimiz olmuştu. Hizmette ömrünü geçiren Hasan Ağabey, Karayolları Bölge Şefliğinden emekli olmuş bir makine mühendisi idi.
    1980 ihtilâlinde yine dindarlara yapılan zulümler daha sinsice sürdü gitti. Gazetemiz Yeni Asya’yı 470 gün kapatmışlardı. Biz 82 anayasasına, demokrat bir tarafı olmadığı ve ihtilâl fikirlerini yansıttığı için karşı çıkmıştık. Ama ihtilâlcilerin baskısına maruz kaldık. Hasan Ağabey ile omuz omuza vermiş, bu baskıya direnmiştik. Hasan Ağabey, Balıkesir’den Bursa’ya gönderilmişti. Oradan haftada bir gelir, evine uğrardı. Biz de zaten ihtilâlciler yüzünden 1978’de Diyanet’ten Balıkesir’e naklen gelmiştik. Merhum ile 30 seneyi geçen bir zaman diliminde beraber çalıştık. Hapishane hatıralarını hep dinledik ama Yeni Asya’da okumak nasip olmadı. Merhum “Ben kitap olarak hazırladım. Benden sonra uygun görürseniz yayınlarsınız” demişti. Hasan Ağabeyimiz istikbali gören kahraman bir insandı. Yetişen nesillerden umutlu idi. “Bunlar hizmetlerimizin meyvesi” derdi. 1980 ihtilâlindeki ihtilâlci zihniyet, altı katlı binamızla makine parkımızı zorla almış ve başkalarına vermişlerdi. Biz de şirket kurarak yeniden bina yapıp makine parkı kurduk. Bu iş çok kolay olmadığından çok sıkıntılar çektik. Bir çok ilde bürolarımız vardı, bir kısmı kapanmıştı. Balıkesir Bürosu da bunlardan biriydi. Büroyu birlikte açmıştık. Kızlarımıza 140 m²’lik bir kaloriferli daire almamızda onun çok gayretleri olmuştu. Biz de destek olduk.
    Namazlarımızı dinî sohbetten sonra cemaatle kılardık. 30 yıl böyle geçti. Bir ara dedim: “Ağabey, arkadaşlar kıldırsa...” O razı olmadı, “Sen 40 yıl bu eğitimi almışsın, olmaz” demişti. Kendisine Allah’tan gani gani rahmet ve mağfiret diler, başta Resûl-i Ekrem’e, onun enbiyâ arkadaşlarına, sahabilere, şehitlere ve Üstadımıza komşu olmasını niyaz eder, yakınlarına sabr-ı cemil dileriz. Başımız sağ olsun.
    NOT: Ağabeyimizin kıymetli eşi Beyhan Ablamıza, damadı Recep Beye, oğlu Mustafa, Muharrem Aktunç’a, kızı Nurdan Özel’e ve sevenlerine sabr-ı niyaz ederim.

    NECATİ YILMAZ
    05.08.2009

    Kâinat mescid-i kebîrinde, Kur’ân, kâinatı okuyor. Onu dinleyelim. O nur ile nurlanalım. Hidâyetiyle amel edelim. Ve onu vird-i zebân edelim. Evet, söz odur ve ona derler. Hak olup, Haktan gelip, Hak diyen ve hakikati gösteren ve nurânî hikmeti neşreden odur.
    Kur’ân’a ve imana ait herşey kıymetlidir; zâhiren ne kadar küçük olursa olsun kıymetçe büyüktür. Evet, saadet-i ebediyeye yardım eden, küçük değildir.

  9. #9
    Ehil Üye muhibbülkurra - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Mar 2007
    Mesajlar
    4.304

    Standart

    Mehmet Güvenç vefat etti

    Bediüzzaman Said Nursî’nin Barla’da bir süre evinde kaldığı ilk talebelerinden Marangoz Mustafa Çavuş’un oğlu Mehmet Güvenç, Hakkın rahmetine kavuştu.
    Çocukluğunda Bediüzzaman’la görüşen ve son günlerine kadar hizmetlerle meşgul olan Güvenç, dün Barla’da kılınan ikindi namazının ardından dualarla toprağa verildi.


    06.08.2009

    Kâinat mescid-i kebîrinde, Kur’ân, kâinatı okuyor. Onu dinleyelim. O nur ile nurlanalım. Hidâyetiyle amel edelim. Ve onu vird-i zebân edelim. Evet, söz odur ve ona derler. Hak olup, Haktan gelip, Hak diyen ve hakikati gösteren ve nurânî hikmeti neşreden odur.
    Kur’ân’a ve imana ait herşey kıymetlidir; zâhiren ne kadar küçük olursa olsun kıymetçe büyüktür. Evet, saadet-i ebediyeye yardım eden, küçük değildir.

  10. #10
    Ehil Üye muhibbülkurra - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Mar 2007
    Mesajlar
    4.304

    Standart

    mehmet güvenç abeyle Barla'daki evinde ziyaret edep görüşmüştük.Allah rahmet eylesin.
    Kâinat mescid-i kebîrinde, Kur’ân, kâinatı okuyor. Onu dinleyelim. O nur ile nurlanalım. Hidâyetiyle amel edelim. Ve onu vird-i zebân edelim. Evet, söz odur ve ona derler. Hak olup, Haktan gelip, Hak diyen ve hakikati gösteren ve nurânî hikmeti neşreden odur.
    Kur’ân’a ve imana ait herşey kıymetlidir; zâhiren ne kadar küçük olursa olsun kıymetçe büyüktür. Evet, saadet-i ebediyeye yardım eden, küçük değildir.

+ Konu Cevaplama Paneli

Konu Bilgileri

Users Browsing this Thread

Şu an 1 kullanıcı var. (0 üye ve 1 konuk)

     

Benzer Konular

  1. Said Nursi denilince durmak gerek...
    By gamze-i_dilruzum in forum Bediüzzaman ve Risale-i Nur Çalışmaları
    Cevaplar: 5
    Son Mesaj: 06.01.14, 11:42
  2. Oruc
    By turabuakdamululema in forum Hadis-i Şerifler
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 27.07.12, 17:54
  3. İslamiyet Denilince...?
    By m_safiturk in forum Beyin Fırtınaları
    Cevaplar: 7
    Son Mesaj: 18.08.09, 18:10
  4. Üstadımız Nüfsu-u Seb’adan Söz Ediyor.Yedi Nefis Denilince Ne Anlayacağız
    By ayseguL in forum Bediüzzaman ve Risale-i Nur Çalışmaları
    Cevaplar: 3
    Son Mesaj: 11.07.08, 09:42

Bu Konudaki Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
Google Grupları
RisaleForum grubuna abone ol
E-posta:
Bu grubu ziyaret et

Search Engine Friendly URLs by vBSEO 3.6.0