ABDULLAH AYMAZ
Cesur yürek Hesna Şener
1943`te başlayan Bediüzzaman ve talebelerinin Denizli Mahkemesi`nin Ağır Ceza Reisi, Ali Rıza Efendi, Hukuk Fakültesi`nde öğrencilik yıllarında İstanbul`da Fatih`te Şekerci Han`da görüşmüş.
Dava dosyalarında suç teşkil edecek bir şey olmayınca, beraat verip bu masum, bu dinlerini öğrenip öğretmekten başka bir niyet ve fiilleri olmayan insanları salıvermek istiyormuş; fakat mahkemeye tayin edilen iki hakim de mutlaka ceza vermek istiyorlarmış. Dokuz ay olmuş, bir karara varamamışlar. Üstad Hazretleri de artık sıkılmış. Bir sürü işinden gücünden edilmiş insan hapiste tutuluyormuş...
O sırada hâkimlerden birisi hastalandığı için rapor alıp ayrılmış. Hesnâ Şener Hanım da Denizli Mahkemesi`nde hâkim imiş. Ali Rıza Efendi, Hesnâ Hanım`a `Aslında bu davada hiçbir suç unsuru yok. Bu insanlar masum. Beraat kararına imza atar mısın?` demiş. Hesna Hanım da hiç beklemeden `Atarım!` deyince Ali Rıza Bey onu mahkeme âzâlığına namzet göstermiş.
Bunun üzerine birinci celsede değil de, ikinci celsede, Eskişehir Mahkemesi`nde altı ay ceza verilen Tesettür Risalesi dâhil, bütün Nur Risaleleri için beraat kararı vermişler.
Beraat kararından bir müddet geçtikten sonra bir gün Üstad Bediüzzaman Hazretleri talebelerinden Ali İhsan Tola Ağabey`e `Ali İhsan, Hesnâ kızıma selam söyle, ben onu mânevî evlatlığıma kabul ettim!` demiş...
Meselenin devamını Ali İhsan Tola Ağabey`den dinleyelim. `Üstad bunu bana söyledi ama, o zamanlar biz açık saçık kadınların yanlarından geçmezdik. Onun için gitmedim! İkinci sefer Üstadın yanına vardığımda yine `Mânevî evladım Hesn`ya selam söyle!` dedi. Yine gitmedim. Üçüncüde `Sen hâlâ gitmedin mi?` deyince artık gitmek bana farz oldu diyerek gittim. Denizli sıcaktı. Vardım odasına girdim, selam verdim. Kısa kollu giymiş, etekler dizinde... Şöyle kapıya yakın bir yere durdum. Bana `Gel bakalım koca Nurcu!` dedi. Hemşehrilik de var, Isparta Senirkentliyiz... Akrabalık da var. Beni tanıyor. Ben de, `Sen de Nurcusun!` dedim. Böyle deyince orada bulunan bir görevliye; `Sen kapıyı kapat ve bize de iki çay söyle!` dedi. Bunun üzerine `Üstad`dan size selam getirdim. Mânevî evlâdım Hesn`ya selam söyle, dedi.` deyince Hesnâ Hanım başladı ağlamaya! `Ali İhsan! Ne dünyaya yaradık, ne âhirete... Babama kızıyorum... Beni okutacağına, köyümüzün çobanı sümüklü Hasan`a verseydi... Dinimi, Müslümanlığımı yaşar, çoluk çocuk sahibi olurdum. Enâniyetten, evlenmedim bile!..` dedi. Dedim ki `Hesna Hanım! Ona mânevî evlat olmak, o kadar basit bir şey mi? Bu sana yeter!` `Acaba ona lâyık olabildik mi ki?` dedi.
Üstadın huzuruna vardığımda, durumu arz ettim. Üstad `Ali İhsan, ben onun ismini gavsların, kutupların yanına yazdım, ona ben onlarla beraber dua ediyorum. Erkekler korktu ama o kendisini ortaya koyarak Kur`an davasına taraftar çıktı. Yarın mahşerde Kur`an ona şefaatçi olacak!` dedi. Bana da `Ne o, Hesnâ tesettürsüz diye darılıyor muydun? İşte tesettüre riayet etmiyor dediğin Hesnâ, Tesettür Risalesi`ni de beraat ettirdi. Essebebü ke`l-fâil (sebep olan yapan gibidir) sırrınca, bütün sizin kazandığınız haseneler, sevaplar tamamen ona da yazılıyor. İşte bütün hasene, o beğenmediğiniz Hesn`nın şecaat ve cesaretiyle oldu!..` dedi.
Bazen bir söz, bir tavır, bir fiil insanı en yüksek seviye ve konuma ulaştırabilir...