+ Konu Cevaplama Paneli
1. Sayfa - Toplam 4 Sayfa var 1 2 3 ... SonuncuSonuncu
Gösterilen sonuçlar: 1 ile 10 ve 36
Like Tree1Beğeni

Konu: Ahmet Hüsrev Altınbaşak

  1. #1
    Vefakar Üye Hamdım.Pişdim.Yandım - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Aug 2008
    Mesajlar
    317

    Standart Ahmet Hüsrev Altınbaşak

    HUSREV EFENDİ KİMDİR?
    Ahmed Husrev Efendi, h.1315/ m.1899 senesinde Isparta’nın Senirce Köyü’nde dünyaya geldi. Babası, Osmanlı Devleti’nin son dönem Isparta vâlilerinden Hacı Edhem Beyin torunu Mehmed Bey olup, annesi Ayşe Hanımefendi idi.
    “Yeşil Sarıklılar” nâmıyla bilinen ve Isparta eşrâfından olan baba tarafının şeceresi Hz. Ebûbekir’e (ra) dayanmakta; anne tarafı ise, yine asil bir sülâleye mensûb olarak evlâd-ı Resûl’den, Hz. Hüseyin’den (ra) gelmekte ve ecdadı “Hâfız-ı Kurrâlar” diye bilinmekte idi.
    Hazret-i Üstâd’ın Barla’ya sürgün olarak geldiği 1926 senesinde, gördüğü bir rüya üzerine onu ziyarete giden Husrev Efendi, bu târihten i‘tibâren onun ilk talebelerinden biri olarak hizmet-i Nûriyede Üstâdının hem istişâre arkadaşı, hem yardımcısı ve hizmetinin en önemli rüknü olarak yerini aldı.
    Koca Osmanlı İmparatorluğu’nun vakt-i inkırâzının ilk yılları, henüz çoklarının açıkça mücâdele etmekten çekindikleri, İslâm hesabına en ufak kıpırdanmalara dahi ağır bedellerin ödetildiği sıkıntılı günlerdi. Bedîüzzaman Hazretleri ve etrafında halkalanan Nûr talebeleri işte o kaht-ı ricâl devrinde İslâm âlemini kucaklayan hizmetleriyle bütün menfî cereyânlara karşı direniyor, birçoklarının artık ümidsizliğe düştüğü bir dönemde geleceğe ümid ve kararlılıkla bakıyor, ehl-i îmânı, hususan nesl-i âtîyi kendilerini bekleyen âhirzaman fitnelerinden kurtarmak için olanca gayretleriyle mücâhede ediyorlardı.
    Öyle ki onlar bu uğurda, hakāik-i îmâniye ve şeâir-i İslâmiyeyi muhâfaza ve i‘lân adına yasa dışı cemiyetçilikle, şerîatçılık ve hilâfet-i İslâmiyeyi te’sîs etme gāyesiyle devletin temel esaslarını değiştirmeye yönelik fa‘âliyetlerde bulunmakla suçlanıyor, bir mahkemeden ötekine taşınıyor, hukuk dışı kararlarla yıllarca hapis cezâsına mahkûm ediliyorlardı. Nûr talebeleri hizmet-i îmâniyeleri sebebiyle hapis ve sürgünlerle, sosyal ve ekonomik hayatları felce uğratılmakla ağır bedeller ödüyorlar, ama Risâle-i Nûr’dan aldıkları feyizle hizmetlerinde sebat ediyorlardı.

    Çile kahramanı büyük Üstâd târîhçe-i hayatında, hayatının hulâsasını şöyle tasvîr eder:

    “Seksen küsûr senelik bütün hayatımda, dünya zevki nâmına bir şey bilmiyorum. Bütün ömrüm harb meydanlarında, esâret zindanlarında yahut memleket hapishânelerinde, memleket mahkemelerinde geçti. Çekmediğim cefâ, görmediğim ezâ kalmadı. Dîvân-ı harblerde bir cânî gibi muâmele gördüm. Bir serseri gibi memleket memleket sürgüne yollandım. Memleket zindanlarında aylarca ihtilâttan men‘ edildim. Def‘alarca zehirlendim. Türlü türlü hakāretlere ma‘rûz kaldım.”
    Üstâd’ın çile dolu bu hayatına onun hemen yanı başında aynı gāye ve benzer çilelerle iştirâk eden talebelerinin başında Ahmed Husrev Altınbaşak geliyordu. O, Risâle-i Nûr’un Eskişehir, Denizli, Afyon gibi bütün mahkemelerinde Üstâdı ve sâdık Nûr talebeleri ile birlikte i‘dâm kasdıyla muhâkeme edilmiş, onun vefatından sonra da birçok cezâevi, ağır cezâlık duruşmalardan sonra yeni çilehâneleri olmuştu. Denizli Hapsi’ndeki zehirlenmelerini hıfz-ı İlâhî ile Üstâdla birlikte atlattıklarında, aynı hâdisede aralarından Hâfız Ali Ağabey’i şehîd vermişlerdi. Rahmetullâhi aleyhim.
    Bedîüzzaman Hazretleri, tahammülü pek müşkil bu ağır şerâit altında sürgünden sürgüne sürüklendiği ve gözaltında tutulduğu yerlerde te’lîf ettiği Nûr risâlelerini mektublar hâlinde hizmet-i nûriyenin merkezi olan Isparta’da bulunan Husrev Efendi’ye gönderiyor, eserler Husrev Efendi’nin kontrolünde, Nûr talebeleri vâsıtasıyla bir taraftan elle yazmak sûretiyle ve bir yandan da teksîr makinesiyle çoğaltılarak Anadolu’nun her köşesine sevk ediliyordu.
    Memleketin birçok köşesindeki Nûr talebelerinin yazdıkları mektublar da onun vâsıtasıyla Üstâd’a ulaştırılıyor, çoğu kez Üstâd’ın arzusuna göre cevablarını kendisi yazıyordu.
    Hazret-i Üstâd bu vesîle ile kendisine “Gül Fabrikası” ünvanını verdiği Husrev Efendi’nin nûr hizmetinin sevk ve koordinasyonu noktasındaki bu vazîfesini şöyle anlatır:
    “Husrev’i tashîhte ve tevzî‘de ve tedbîrde ve muhâberede ve Nûrların neşir ve yetiştirmesinde tebrîk ve muvaffakiyetine duâ ederiz. Bu ehemmiyetli vazîfelerle beraber; yine o şirin ve parlak kaleminin yazılarını çok nüshalarda görüyoruz.”

    “Husrev’in dâimâ kerâmetli, isâbetli ve fâideli ve çok yüksek fikri, her vakit Kur’ân hizmetinde kıymetdardır.”

    Bedîüzzaman Hazretleri, “Husrev münâsib görmediği kısmı ta‘dîl, tebdîl, ıslah edebilir” diyerek hiçbir talebesine vermediği bir selâhiyeti, eserlerine müdâhale etme selâhiyetini Husrev Efendi’ye vererek, onun Risâle-i Nûr hizmetindeki hayatî mevkiini bizlere göstermiş, Emirdağ’da zehirlendiği zaman onun kendi bedeline ölmek istediğini ifade eden mektubuna verdiği şu cevabla bu hususu bir kez daha te’yîd etmişti:
    “Risâle-i Nûr’un kahramanı Husrev, benim bedelime ölmek ve benim yerimde hasta olmak samîmî ve ciddî istiyor. Ben de derim: Te’lîf zamanı değil, şimdi neşir zamanıdır. Senin yazın, benim yazımdan ne derece ziyâde ve neşre fâideli ise, hayatın dahi hizmet-i Nûriyede benim bu azablı hayatımdan o derece fâidelidir. Eğer benim elimden gelseydi, hayatımdan ve sıhhatimden size memnuniyetle verirdim.
    Üstâdının Ta‘rîfiyle Husrev Efendi
    Üstâd, Risâle-i Nûr hizmetinde temâyüz eden Husrev Efendi’yi bizlere tanıtırken, memleket çapındaki medrese-i nûriyesinde onu talebelerinin önüne bir mikyâs olarak koyuyor ve onlara Husrev Efendi’nin adı ve ölçüsü ile iltifât ediyordu.
    Meselâ, Merhum Hasan Feyzî Ağabey, Üstâdı için ‘Denizli’nin Husrevi’ olmuştu. ‘Aydın ve havâlîsinin Husrevi’ Ahmed Feyzî Efendi idi. Kastamonu’daki hizmetleriyle Üstâd Hazretleri’ni memnun eden Mehmed Feyzî Efendi de onun için bir ‘Küçük Husrev’ idi. O, bu ünvanı iftihârla taşıyor, yazdığı mektubları ‘Küçük Husrev Mehmed Feyzî’ im­zasıyla bitiriyordu.
    İnebolu’lu Nazîf Çelebi’nin ünvanı ‘İnebolu Husrevi’, İnebolu’nun ünvanı ise ikinci Isparta idi. Kezâ Isparta’nın Kâtib Osman’ı ‘İkinci bir Husrev’dir. Emirdağ’da ve hayatının son senelerinde Hazret-i Üstâd’ın hizmetkârlığını ve şoförlüğünü yapmış olan Ceylan Ağabey ise Üstâdı nazarında ‘Küçücük bir Husrev’ idi. Birinci Tâhir ise, Hazret-i Üstâd için tam bir Husrev’dir.
    Hazret-i Üstâd, Husrev Efendi’nin Risâle-i Nûr hizmetindeki mevkiini ve talebeleri nezdindeki mümtâz makamını gören ve bu hâli sarsmak için dessâs planlar tertîb eden mihrâkların oyunlarına gelinmemesi için talebelerini şöyle îkāz ediyordu:
    “Gizli düşmanlarımız iki planı ta‘kîb ediyorlar. Birisi, beni ihanetlerle çürütmek; ikincisi, mâbeynimizde bir soğukluk vermektir. Başta Husrev aleyhinde bir tenkîd ve i‘tirâz ve gücenmek ile bizi birbirimizden ayırmaktır. Ben size i‘lân ederim ki: Husrev’in bin kusuru olsa, ben onun aleyhinde bulunmaktan korkarım. Çünki, şimdi onun aleyhinde bulunmak doğrudan doğruya Risâle-i Nûr’un aleyhinde ve benim aleyhimde ve bizi perişan edenlerin lehinde bir azîm hıyânettir...”
    Kabûl etmek lâzımdır ki, Bedîüzzaman Hazretleri’nin bu ifadeleri, herkes hakkında söylenebilecek basit iltifât cümleleri değildir. Zîrâ Üstâd Hazretleri, hizmetleri sebkat eden birçok büyüğümüze iltifâtkârâne teveccüh ederek hizmetlerini alkışlarken, hiçbiri hakkında bu keyfiyette ifadelerde bulunmamıştır.
    Hiçbir ağabey hakkında bizlere, “Husrev gibi bir Nûr kahramanından benim yerimde ve Nûr’un şahs-ı ma‘nevîsinin çok ehemmiyetli bir mümessili olmasından hiç bir cihetle gücenmemek elzemdir” benzeri îkāzda bulunmamış, “Onun aleyhinde bulunmayı kendisi aleyhinde, hatta Risâle-i Nûr’un aleyhinde bulunmak”la denk tutmamıştır.
    Hazret-i Üstâd’ın kendi beyânları başka delile, araştırmaya ihtiyaç bırakmayacak kadar açıktır ve Risâle-i Nûr’lar mîrî malıdır, ortadadır ve hiç kimsenin tekelinde değildir. O, bir vasiyet hükmünde Husrev Efendi’yi bizlere şöyle tanıtıyordu:
    “Ben da‘vâ eder ve isbat ederim ki, bu soğukta soğuk muâmele gören ve millete ve vatana zararlı tevehhüm edilen ve vücutça hastalıklı bulunan Husrev (Sellemallâhü Teâlâ- Allah ona selâmet versin), Türk milletinin ma‘nevî büyük bir kahramanı ve bu vatanın bir halâskârıdır ve Türk milleti onun ile iftihâr edecek bir hâlis fedâkârıdır. Ve sırr-ı ihlâsa tam mazhar olduğundan benlik ve riyâkârlık ve şöhretperestlik bulunmaması cihetiyle, çok hizmet-i vataniye ve milliyesinden bir ikisini beyân etmek zamanı geldi.
    Bu zât müstesnâ ve şirin kalemiyle nûrlardan altı yüz risâleye yakın yazmış ve vatanın her tarafına neşrederek komünist perdesi altında dehşetli ifsâda çalışan anarşistliği kırdı ve tecâvüzünü durdurdu ve bu mübârek vatanı ve bu kahraman milleti o zehirden kurtarmak için te’sîrli tiryâkları her tarafa yetiştirdi. Türk gençlerini ve nesl-i âtîyi büyük bir tehlikeden kurtarmaya vesîle oldu...”
    Şimdi Husrev gibi bir nûr kahramanı size ihsân edildi. Ben şimdiye kadar Husrev’i ehl-i dünyaya göstermiyordum, gizliyordum.. Hem ben, hem o, daha gizlemek değil…” diyerek onu bizlere tekrar tekrar tanıtırken; onun aleyhinde bulunmayı, Risâle-i Nûr’un ve kendisinin aleyhinde bulunmakla eşdeğerli tutuyor, bir kısım talebelerini gizli düşmanların planlarına aldanarak ihanet tuzağına düşmek ihtimâline karşı îkāz ediyordu.

    Husrev Efendi, Nûr hizmetinin ilk günlerinden, Üstâd’ın dâr-ı bekāya irtihâline kadar ve onun sonrasında son nefesine kadar bu hizmetin her safhasında, her mahkemesinde bu­lunmuş, çilesini çekmiş mümtâz isimlerin en başında gelmektedir.

    Bu yüzdendir ki umum nûr talebeleri içinde Risâle-i Nûr Külliyâtı’nda en çok ismi geçen odur.
    Husrev Efendi’nin Risâle-i Nûr hizmetindeki bu yerini, şifâhî ve resmî kaynaklar da te’yîd etmektedir. Meselâ, Isparta Cumhuriyet Müddeî Umûmîliği’nin 954/311 esas ve 956/8 numaralı ve daha 1956 yılında Hazret-i Üstâd’ın hayatta iken Said Okur adıyla sanık listesinde bulunduğu iddiânâmede geçen şu ifadelerde Husrev Efendi’yi ta‘rîf eden satırlar câlib-i dikkattir:
    “Maznûn Husrev Altunbaşak: 22 seneden beri Said Okur’u tanıdığı, kitablarını okuduğu, bu kitabları teksîr edip dağıttığı, Saîd-i Nûrsî’nin yazdığı mektub­ları dahi teksîr ederek isteyenlere gönderdiği, bu eser ve mektubları okuyanlara “Nûr Talebesi” adı verdikleri, Nûr Talebelerinin Saîd-i Nûrsî’yi Üstâd olarak tanıdıkları, bunların ma‘nevî topluluğuna Medresetü’z-Zehrâ adını verdikleri, Said Okur’la beraber müteaddid def‘a mahkemeye verildiği, hatta tevkîf edildiği, evinde yapılan aramada elde edilen eserlerin Said Okur tarafından kaleme alındığı, bu eserleri mûm kâğıt üzerine yazarak teksîr etmesi için maznûnlardan Tâhir Mutlu’ya yolladığı, evinde Saîd-i Nûrsî’ye âit mektublar bulunduğu, kendisine gönderilen bu mektubların ve havâlelerin Rüşdü Çakın adresine gönderildiği ve en eski, en fa‘âl nûrculardan olduğu, Saîd-i Nûrsî’nin en mu‘temed adamı bulunması dolayısıyla Üstâd-ı Sânî olarak tanındığı hususlarında maznûnun ikrârı ve şâhidlerin şehâdeti ve aramada elde edilen vesîkalar gibi deliller mevcûddur.”
    Husrev Efendi’nin, gerek Hazret-i Üstâd’ın ve gerekse Nûr talebelerinin bu teveccüh­leri karşısında Üstâdına ve da‘vâ arkadaşlarına karşı hürmetkâr ve ihlâslı tavrı hiç değişmedi. Onun Hazret-i Üstâd’a yazdığı mektubları Risâle-i Nûr’un kıymetinin ifade edildiği vecîz rağbetnâmeler, hem talebelerin Üstâdlarına ve Risâle-i Nûr’a nasıl bir tavr-ı hürmet içerisinde olması gerektiğini gösteren âdâb­nâmeler, hem de Kur’ân’ın sâhilsiz ummânından coşkuyla akan Nûr Risâ­le­leri­nin beşer ruhundaki te’sîrâtına şehâdet eden ihlâsnâmeler hükmündedir.

    Üstâdına yazdığı şu mektub bunun güzel numûnelerinden biridir:

    “Her tarafı ve her hâli kusur ve ayıbla dolu talebeniz, sevgili Üstâdının ayaklarının altına varlığını sermişti. Belki her gün, bu şiddetten daha büyük bir şiddetle muâmele görse ve hatta Üstâdı uğrunda, yüz bin hayatı olsa hepsini bile vermeye bilâ-tereddüd hazır olduğunu, sûrî değil, kalbî bir i‘tirâfla müheyyâdır.
    Mücrim talebeniz senelerden beri Hâlikından bir hâmî istiyordu. Baştan aşağıya kadar siyahlıklarla dolu olan defter-i a‘mâlim tedkîk edilse, bu hususta ne kadar tazarru‘ ve niyâzım vardır ve ne kadar gözyaşlarım bulunacaktır. Kur’ânî hizmet uğrunda, arzın sekenesi kadar hayatım olsa, her birisini fedâ etmeyi, ne büyük saadet ve şeref kabûl etmişim.
    Ey sevgili Üstâdım! Ey kıymetdar Hocam! Ey senelerden beri aradığım muhterem mürşidim! Ey azîz dellâl-ı Kur’ân!
    Izdırablarımın sürûra inkılâb etmekte olduğunu hissediyorum.”
    Husrev Efendi, Üstâdının Risâle-i Nûr’da te’sîs ve tesbît ettiği esaslarla mâhiyeti ve çerçevesi çizilmiş olan nûrânî ve Kur’ânî meşreb ve mesleğinden zerre mikdar ayrılmadan, ta‘vîz vermeden hizmet etmiş, binlerce genç Said’ler ve Husrev’ler yetiştirmiştir.

  2. #2
    Vefakar Üye Hamdım.Pişdim.Yandım - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Aug 2008
    Mesajlar
    317

    Standart

    Husrev Efendi, 1931’de tam intisap ettiği üstadının en mümtaz yardımcısı olmuştur ve üstadının ifadeleriyle: “Bu zat müstesna ve şirin kalemiyle nurlardan altı yüz risaleye yakın yazmış ve vatanın her tarafına neşrederek komünist perdesi altında dehşetli ifsada çalışan anarşistliği kır(mış) ve tecavüzünü durdur(muş) ve bu mübarek vatanı ve bu kahraman milleti o zehirden kurtarmak için tesirli tiryakları her tarafa yetiştir(miştir). Türk gençlerini ve nesl-i atiyi büyük bir tehlikeden kurtarmağa vesile ol(muştur).”

    Ben dava eder ve ispat ederim ki: Bu soğukta soğuk muamele gören ve millete ve vatana zararlı tevehhüm edilen ve vücutça hastalıklı bulunan Husrev; Türk milletinin manevî büyük bir kahramanı ve bu vatanın bir halaskârıdır ve Türk milleti onun ile iftihar edecek bir hâlis fedakârıdır.” diyordu Bedîüzzaman Hazretleri. Nasıl demesin ki! Millet ve memleketin selameti noktasında her şeye rağmen davasına sahip çıktığı çileli hayatının en yakın omuzdaşı Husrev Efendi olmuştur her zaman. Hem Husrev Efendi, varisi olduğu malının hemen hemen hepsini ve çile içinde geçen ömrünü, -üstadıyla beraber- bu milletin selameti için fedâ etmekten hiçbir zaman kaçınmamıştır.


    MİLLÎ KAHRAMANLIK
    Milletin gerçek kahramanları, milleti millet yapan değerlere sahip çıkan insanlardır. Millet; din, dil ve vatan temel değerlerinde birleşen topluluklara verilen isimdir. Her kim, dinine, diline ve vatanın bölünmez bütünlüğüne –hepsine birden eş zamanlı olarak- sahip çıkıyorsa, ancak o zaman milletinin kahramanıdır. Televizyon dizilerinde verilmeye çalışılan kahramanlık kavramları, faydadan çok zarar verecek türdendir. Zira kahramanlık, bizim haricimizdeki her şeyi düşman veya hain görmek demek değildir.


    Türkler İslâm’la şereflendikten sonra, İslâm’ın en mümtaz taşıyıcıları olmuşlardır. İslâm’a sahip çıktıkları nispette değer kazanmışlar ve bütün dünya Müslümanlarının abisi hükmünde olarak hilafeti deruhte etmişlerdir. Türklüklerini İslâm’a kale yapmışlar, Osmanlı Devleti şahs-ı manevîsi altında muazzam bir organizasyon gerçekleştirmişlerdir. Bu organizasyonda tüm insanların, dinlerin ve dillerin hukuku muhafaza edilmiştir. İslâm’ın saadet halini dünya, bir kez de Osmanlı Devleti’nin
    şahsında görmüştür.


    Merhum Elmalılı Hamdi Yazır, bu mevzu ile alâkalı olarak şöyle diyor: “Önce Araplar, kavimden kavime bu hizmeti yapmışlar, bundan sonra Emeviler’in son zamanlarında olduğu gibi bu hizmet, Arap’tan Acem’e doğru geçmiş, hadîs-i
    şerîfin de gösterdiği üzere Fars kavmi maddî ve manevî olarak İslâm’a çok büyük hizmetler etmiş, sonra bunlar da aynı hale gelmiş, bu defa da Allah Türkleri göndermiş; Arapların, Farsların kıymetini bilemeyip kaybettikleri İslâm devletini ele alarak İstanbul’a ve oradan yeryüzünün her kıtasına yaymışlardır. Şu halde «Ebnâ-i Fâris» hadisinin delaleti ve İstanbul’un fethi ile ilgili hadisin açıklığı ve ‘Umulur ki Allah, bir fetih ihsan eder ve katından bir emir getirir.’ (Maide, 5/52) ilâhî vaadinin mutlak oluşu ve işareti ile Türkler de, müjdesine girmişlerdir. Demek ki, onlar da bu nimetin kadrini, kıymetini bilmez, küfür ve küfrâna doğru giderlerse yerlerini Allah’ın göndereceği diğer bir topluma terketmeye mecbur olacaklardır.” (1)


    HUSREV, TÜRK MİLLETİNİN VE BU VATANIN BİR HALASKÂRIDIR
    Hz. Ali (kv), bütün İslâm tarihi boyunca İslâm’a zarar verecek manevî iki büyük hadiseden bahseder. (2) Birincisinden daha büyük ve tehlikeli olan ikinci hadise, 1900’lü yılların ikinci çeyreğine rastlamaktadır. 1800’lerden itibaren tecdit hareketlerinin başlamasıyla, bütün alem-i İslâm’ın abisi hükmünde olan Osmanlı, nazarını Avrupa’ya çevirmiş, terakki ve tekamülün Avrupa’ya benzemek olduğu yanlışına kapılmıştır. “Alış-verişi” onlar gibi olmak zannıyla karıştırmak bu millete çok pahalıya mal olmuştur. Tekâmül ve ilerleme hırsı, bize âit ne varsa alıp götürmüştür adeta. Özellikle de harf ve lisanımızın değişmesiyle, millet olmanın temelindeki unsurlardan en önemlisi kaybedilmiştir. Bütün nazarlar düşmandan kurtulmaya odaklandığı 1922’li yıllarda ise, dine zarar verecek efkarın toplum içerisinde hızla yayılıyor olması gözlerden kaçırılmıştır. Millet olmak, düşmandan kurtulmakla eşdeğer kabul edilmiştir. O gün bu gündür –politik, siyasi, vatanperverlik adına- milliyet, İslâm’dan önde tutulur olmuştur.


    Halbuki hakiki milliyetimiz İslâmiyetimizdir. İslâmiyetini kaybeden Türk topluluklarının, Türklüklerini de kaybettikleri vakıadır. (Budizmi kabul eden Tabgaçlar, Museviliği kabul eden Hazarlar ve Hunlar gibi.) İşte Husrev Efendi, 1931’de tam intisap ettiği üstadının en mümtaz yardımcısı olmuştur ve üstadının ifadeleriyle: “Bu zat müstesna ve şirin kalemiyle nurlardan altı yüz risaleye yakın yazmış ve vatanın her tarafına neşrederek komünist perdesi altında dehşetli ifsada çalışan anarşistliği kır(mış) ve tecavüzünü durdur(muş) ve bu mübarek vatanı ve bu kahraman milleti o zehirden kurtarmak için tesirli tiryakları her tarafa yetiştir(miştir). Türk gençlerini ve nesl-i atiyi büyük bir tehlikeden kurtarmağa vesile
    ol(muştur).” (3)


    EY TÜRK MİLLETİ!
    Bugün var olmaktan bahsedebiliyorsak bu manevî kahramanlar ve hizmetleri sayesinde olduğunu hatırımızdan çıkarmayalım. Bilelim ki, herbir eşyanın bir ismi, bir tanımı ve vazifesi vardır. Milletlerin isimlerinin, tanım ve tanınma için olduğunu Kur’an söylüyor. Vazifelerine gelince: Bazıları vazifelerini bitirir, kullanılmayan eşyaların bir köşeye kaldırıldığı gibi, tarih olur gider. Bazılarının vazifeleri ise, devam eder; isimleri, dahil oldukalrı şahs-ı manevî içerisinde ebediyen yaşar.


    Kaderin ve tarihin ve daha bir çok unsurun, Türk Milleti’nin omuzuna yüklediği İslâm’a hizmet vazifesinin elan devam ettiği aşikardır. Bu millet sadece kendisine değil, bütün insanlığa hizmet edecektir inşaallah. Bu da herkesi kuşatan ve kucaklayan bir nazar ve sistemle olmalıdır ki, o da ancak İslâmiyet’tir. Ve bu vazifeyi bu zamanda en mükemmel surette yapan, Risâle-i Nûr’dur.


    Evet, bütün hayatını bütün dünyanın selametine vesile olacak bir hizmete vakfeden ve bütün ömrünce hiç tereddütsüz, Allah için insanlığın selametine sarfeden bu isimsiz hakiki kahramanlar, elbette ki hatırlanacak, hizmetleri herkes tarafından bilinecektir. Hazineyi uzakta aramaya gerek yok. Motivasyon istiyorsanız, işte Çanakkale. Hedef istiyorsanız, Allah’ın rızasından gayrısı yalan. Kudret istiyorsanız, kalbinize bakınız. İmanınınzın üstündeki külleri üfleyiniz.
    Sizler Allah’ın kullarısınız. Herbiriniz -müslüman olmak kaydıyla- dünyalara bedelsiniz.
    Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, c: 8, sh:
    Geniş bilgi için: Said Nursi, Sikke-i Tasdik-i Gaybi Mecmuası, 18. Lema, sh: 132
    Said Nursi, Şualar II Mecmuası, sh: 547

    AHMET HUSREV ALTINBAŞAK HAZRETLERİ (RH)
    1899 yılında Isparta’da dünyaya geldi. İdâdi mektebini bitirdikten sonra, teğmen rütbesiyle Batı Cephesinde Kurtuluş savaşına katıldı. 1931 yılında Bedîüzzaman Hazretleri ile tanışması, hayatının en büyük dönüm noktası oldu.
    1926 yılında sürgün olarak Isparta’ya gelip Barla’da ikamet etmekte olan Bedîüzzaman Hazretleri ile tanıştıktan sonra, artık hayatını îman ve Kur’ân
    dâvâsına vakfederek Onun en sâdık talebesi, ve en samimi dava arkadaşı olmuştu. O yıllarda,
    Kur’ân-ı Kerîm’in tevâfuklu olarak yazılması vazifesi açılmış, ve bu büyük vazife on kişi içerisinde kendisine tevdî edilmişti.
    Husrev Efendi, üzerinde kırk sene çalışarak, Kur’ân-ı
    Kerîm’i dokuz defa yazdı. O, aynı zamanda, kaleminden nurlar saçan, yorulmaz bir Risâle-i Nûr Kâtibi idi.
    Hayatı, Üstadının hayatı gibi çilelerle dolu geçti. Eskişehir (1935), Denizli (1944), Afyon (1948), Isparta (1960), Eskisehir (1971) tevkif ve mahkemeleri ile
    Bursa, Bergama, İzmir ve Buca cezaevlerinde yedi yıl hapis yatmıştı. Husrev Efendi, çile ve mücadele dolu bir hayat sonunda, 1977 yılı Ramazan ayında, 19 Ağustos’ta İstanbul’da Hakk’ın rahmetine kavuştu.
    Geride, yazdığı Tevâfuklu Kur’ân-ı Kerîm, yazdığı binlerce nüsha Nur Risâleleri yanında, yetiştirdiği çok sayıda talebeleri gibi büyük eserler bıraktı. Allah Ondan razı olsun! Sahip olduğu iman şuuru ve ihlâstan bizleri de nasipdar eylesin! (Âmîn)

    İngiliz kralı, sömürgeler bakanına sorar: “Sence sömürgeler mi önemlidir, yoksa donanma mı?” Bakan, “donanma” diye cevap verir. “Zira sömürgeler kaybedilebilir, fakat donanmanız varsa yeni sömürgeler elde edebilirsiniz.” Kral bu kez, “Peki, asker mi önemlidir, donanma mı?” diye sorar. Bakan, “Asker daha önemlidir. Çünkü, donanma harap olup eskiyebilir, fakat askeriniz olursa yenisini inşa etmek mümkündür.” der. Kral son olarak: “Asker mi önemlidir, Şekspir mi?” der. Bakan hiç tereddüt etmeden “Şekspir” diye cevap verir. Kral “neden?” der. Bakan: “Çünkü askerleriniz ölebilir, kaybolabilir. Fakat elinizde Şekspirinki gibi bir eser olursa, İngiliz ruhuna uygun yeni askerler yetiştirebilirsiniz” diye cevap vermiştir.

    Halbuki hakiki milliyetimiz İslâmiyetimizdir. İslâmiyetini kaybeden Türk topluluklarının, Türklüklerini de kaybettikleri vakıadır.

  3. #3
    Dost kalbi - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Aug 2008
    Yaş
    38
    Mesajlar
    14

    Standart Husrev Abim

    Canım Abim ne çileler çekmişsiniz.
    Asıl sıkıntılar zamanında çekilmiş, zindanlar dersane bilinmiş, biz de hizmet diye gül gibi dersanelere gitmeyi büyük fedakarlık biliyoruz. Yazıklar olsun bana...

  4. #4
    Ehil Üye Piri Reis - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Jul 2008
    Bulunduğu yer
    İstanbul
    Mesajlar
    1.662

    Standart

    Alıntı kalbi Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
    Canım Abim ne çileler çekmişsiniz.
    Asıl sıkıntılar zamanında çekilmiş, zindanlar dersane bilinmiş, biz de hizmet diye gül gibi dersanelere gitmeyi büyük fedakarlık biliyoruz. Yazıklar olsun bana...
    üstad diyorya biz kışta geldik, sizler baharda geleceksiniz... Allah üsdadımızdan ve onun has, sıddık, fedakar talebesi olan hüsrev abi ve diğer bütün abilerimizden ebeden razı olsun... AMİNNN
    ''Hazret-i Eyyüb Aleyhisselâmın zâhirî yara hastalıklarının mukabili, bizim bâtınî ve ruhî ve kalbî hastalıklarımız vardır.” (Lem’alar, İkinci Lem’a)

  5. #5
    Müdakkik Üye mevlanahalid - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Jan 2008
    Mesajlar
    633

    Standart

    kendisine düşen mirasın tamamını satıp istanbulda hayrat vakfını bu ümmete vakf etmiştir.

  6. #6
    Ehil Üye Medresetü'zZehra - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Bulunduğu yer
    Eskişehir
    Yaş
    35
    Mesajlar
    1.934

    Standart

    Alıntı mevlanahalid Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
    kendisine düşen mirasın tamamını satıp istanbulda hayrat vakfını bu ümmete vakf etmiştir.
    Ya.. İlk kez duydum..Allah razı olsun ondan ve onun gibi Zatlardan..MaşaAllah..Tüm varlığını Allah yoluna vakfetmek! Ne muazzam bi iman..
    Hüsn-ü Aşk...



    Gayr-ı Meşru Bir Muhabbetin Neticesi Merhametsiz Bir Adavettir.


  7. #7
    Vefakar Üye Hamdım.Pişdim.Yandım - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Aug 2008
    Mesajlar
    317

    Standart

    Alıntı mevlanahalid Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
    kendisine düşen mirasın tamamını satıp istanbulda hayrat vakfını bu ümmete vakf etmiştir.
    evet ALLAH razı olsun... şimdi kurduğu yerde hizmet son sürat kuruldugu gibi devam ediyor.. maşallah...

  8. #8
    Vefakar Üye yuksek-Sadakat - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Jul 2006
    Mesajlar
    313

    Standart

    Rabbim daim eylesin.

  9. #9
    Dost kalbi - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Aug 2008
    Yaş
    38
    Mesajlar
    14

    Standart

    Onlara bakıp bu tür fedakarlıkları ben de yapabilsem diyoruz elbette.
    Aslında bu abilerimize bakıp da ne kahramanlar gelmiş geçmiş biz yapamayız deyip yerimizde oturmak karamsarlıktan ve şeytanın hilesinden başka bişey değil. Her zamanın ve zeminin şartları var. Biz bu şartlar dahilinde elimizden geldiği kadar hizmet edebilmeliyiz. Ben kendi alemimde yaşadığım bişeyden bahsedeyim. İnsan bazen çok külli hizmetleri düşünüp keşke yapabilsem derken gözünün önündeki küçük bir teşebbüsle muvaffak olabileceği hizmeti aksatabiliyor. Her ikisinde de mahrum kalabiliyor. Halbuki hizmetin küçüğü büyüğü olmaz. Öyle değil mi? Bazen hasen ahsenden ahsen olur. Hissettiğim bazı manaları paylaşmak istedim.
    evfa bunu beğendi.

  10. #10
    Vefakar Üye zisangul - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Mar 2008
    Mesajlar
    440

    Standart

    Allah razı olsun ondan...İrfan mektebinde cok guzel anlatıyor abimi, insan okudukca hayran oluyor.
    Bu millet cennete giderse bizde cennete; eger bu millet cehenneme giderse bizde cehenneme!!!
    Ahmet Husrev Altınbasak

+ Konu Cevaplama Paneli

Konu Bilgileri

Users Browsing this Thread

Şu an 1 kullanıcı var. (0 üye ve 1 konuk)

     

Benzer Konular

  1. Ahmet Hüsrev Altınbaşak (1899 -1977)
    By elff in forum Bediüzzaman'ın Talebeleri
    Cevaplar: 23
    Son Mesaj: 09.11.09, 14:22
  2. Cevaplar: 84
    Son Mesaj: 21.08.09, 12:26
  3. Hüsrev Altınbaşak Ağabeyin Mektupları...
    By ŞİMŞEK MUSTAFA in forum Bediüzzaman'ın Talebeleri
    Cevaplar: 28
    Son Mesaj: 12.02.09, 15:42
  4. Hüsrev Altınbaşak
    By ayseguL in forum Bediüzzaman'ın Talebeleri
    Cevaplar: 18
    Son Mesaj: 15.10.08, 12:53

Bu Konudaki Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
Google Grupları
RisaleForum grubuna abone ol
E-posta:
Bu grubu ziyaret et

Search Engine Friendly URLs by vBSEO 3.6.0