Tarihçe-i Hayat
Zaman-ı Saadetten şimdiye kadar cari bir âdet-i İslâmiyeye ittibaen Risale-i Nur'un hususî menba'ları olan yüzer âyât-ı meşhureyi büyük bir en'am gibi Hizb-i Kur'anî yaptığımızı, "Dinde tahrifat yapıyor" diye muahaze etmişler.
Hem bir sene cezasını çektiğim ve mahrem tutulan ve zabıtnamede kaydedildiği gibi odun yığınları altından çıkarılan Tesettür Risalesiyle bu sene yazılmış ve neşredilmiş gibi, bizi ittiham etmek ister. Hem Ankara'da hükûmetin riyasetinde bulunan birisine (Mustafa Kemal'e) söylediğim itirazlara ve ağır sözlere mukabele etmeyip sükût eden ve o öldükten sonra, onun yanlışını gösteren bir hakikat-ı hadîsiyeyi beyandaki fıtrî ve lüzumlu ve küllî ve mahrem tenkidlerim, medar-ı mes'uliyet yapılmış.Ölmüş ve hükûmetten alâkası kesilmiş bir şahsın hatırı nerede? Ve Hükûmetin ve milletin bir hatırası ve Cenab-ı Hakk'ın bir tecelli-i hâkimiyeti olan adaletleri, kanunları nerede?
Hem biz hükûmet-i cumhuriye ve esaslarından en ziyade kendimize medar-ı istinad ve onun ile kendimizi müdafaa ettiğimiz hürriyet-i vicdan esası, bizim aleyhimizde medar-ı mes'uliyet tutulmuş; güya biz hürriyet-i vicdan esasına muarız gidiyoruz.
Hem, medeniyetin seyyiatını ve kusurlarını tenkid etmesinden hatır ve hayalime gelmeyen bir şeyi zabıtnamelerde isnad ediyor: Güya ben, radyo,
{(Haşiye): Radyo gibi azîm bir nimet-i İlahiyeye karşı azîm bir şükür olmak için: "Radyo Kur'anı okuyup bütün zemin yüzündeki insanlara dinlettirip, küre-i havanın bir hâfız-ı Kur'an olmasıdır." demiştim.}
tayyare ve şimendiferin kullanılmasını kabul etmiyorum diye, terakkiyat-ı hazıra aleyhinde bulunduğumla mes'ul ediyor.
İşte bu nümunelerine kıyasen ne kadar hilaf-ı adalet bir muamele olduğunu, inşâallah insaflı, adaletli olan Denizli müddeiumumîsi ve mahkemesi göstererek, o zabıtnamelerin evhamlarına ehemmiyet vermeyecekler.
Hem en acibi budur ki; başka mahkemenin müddeiumumîsi benden sordu: "Mahrem Beşinci Şua'da demişsin: "Ordu, dizginini o dehşetli şahsın elinden kurtaracak." Muradın, orduyu hükûmete karşı itaatsizliğe sevketmektir." Ben de dedim: "Maksadım; o kumandan ya ölecek veya tebdil edilecek, ordu onun tahakkümünden kurtulacak demektir. Acaba hem gayet mahrem, sekiz senede yalnız iki defa elime geçen ve aynı zamanda kaybedilen, hem âhirzamana ait bir hadîsin manasını küllî bir surette beyan eden, hem aslı eskiden te'lif edilen bir risale, hem bir tek nefer görmediği halde nasıl sebeb-i ittiham olur?" Maatteessüf, o insafsızların o acib ittihamı iddianameye girmiş.
Hem en garibi şudur ki, bir yerde demişim: Cenab-ı Hakk'ın büyük nimetleri olan tayyare, şimendifer ve radyoya büyük şükür ile mukabele lâzımken; beşer şükür etmedi, tayyareler ile başlarına bomba yağdı. Ve radyo öyle büyük bir nimet-i İlahiyedir ki, ona mukabil şükür ise, o radyo milyonlar dilli bir küllî hâfız-ı Kur'an olup, bütün zemin yüzündeki insanlara Kur'anı dinlettirsin
{(Haşiye): Üstadımızın senelerce evvel haber verdiği ve temenni ettiği bir hakikat, memleketimizde de tahakkuk etmiş bulunuyor. Elhamdülillah, şimdi radyomuzda Kur'an okunuyor. İnşâallah öyle bir zaman gelecektir ki; Kur'an hakikatları olan Risale-i Nur radyolarla ders verilecek, beşeriyet büyük istifadelere nail olacaktır.}
ve Yirminci Söz'de Kur'anın medeniyet hârikalarından gaybî haber verdiğini beyan ederken bir âyetin işareti olarak "Kâfirler şimendifer ile Âlem-i İslâm'ı mağlub ederler." demişim. İslâmı bu hârikalara teşvik ettiğim halde, bir sebeb-i ittiham olarak "şimendifer ve tayyare ve radyo gibi terakkiyat-ı hazıra aleyhinde" diye, iddianamenin âhirinde beni evvelki müddeiumumînin garazlarına binaen ittiham eder.
Hem hiçbir münasebeti olmadığı halde, bir adam Risale-i Nur'un ikinci bir ismi olan Risalet-ün Nur tabirinden, "Kur'anın nurundan bir risalettir, bir ilhamdır" demiş. İddianamede başka yerin verdikleri yanlış mana ile, güya "Risale-i Nur bir resuldür" diye benim için bir sebeb-i ittiham tutulmuş.
Hem müdafaatımda yirmi yerde kat'î bir surette hüccetler ile isbat etmişiz ki, bütün dünyaya karşı da olsa din ve Kur'an ve Risale-i Nur'u âlet edemeyiz ve edilmez ve biz onların bir hakikatını dünya saltanatına değiştirmeyiz ve bilfiil öyleyiz. Bu davanın emareleri yirmi senede binlerdir. Madem böyledir, ben ve biz bütün kuvvetimizle deriz:ﺣَﺴْﺒُﻨَﺎ ﺍﻟﻠَّﻪُ ﻭَ ﻧِﻌْﻢَ ﺍﻟْﻮَﻛِﻴﻞُ
Said Nursi