Risale-i Nur, bu mübarek vatanın manevî bir halaskârı olmak cihetiyle; şimdi iki dehşetli manevî belayı def'etmek için matbuat âlemi ile tezahüre başlamak, ders vermek zamanı geldi veya gelecek gibidir zannederim.
Halaskâr: Kurtarıcı.
Matbuat âlemi: Basın dünyası.
Tezahür: Görünme, belirme, meydana çıkma, ortaya çıkma.

O dehşetli beladan birisi: Hristiyan Dinini mağlub eden ve anarşiliği yetiştiren, şimalde çıkan dehşetli dinsizlik cereyanı bu vatanı manevî istilasına karşı Risale-i Nur bir sedd-i Zülkarneyn gibi bir sedd-i Kur'anî vazifesini görebilir.
Anarşi: Başıboşluk. Din ve nizam tanımamak.
Şimal: Kuzey.
Sedd-i Kur'anî: Kur'ana ait set, Kur'anın setti, Kur'anla ilgili set.

İkincisi: Âlem-i İslâm'ın bu mübarek vatanın ahalisine karşı pek şiddetli itiraz ve ittihamlarını izale etmek için matbuat lisanıyla konuşmak lâzım gelmiş diye kalbime ihtar edildi.
Âlem-i İslâm: Bütün müslüman milletler ve ülkeler.
İttiham: Suçlama.
İzale: Giderme, ortadan kaldırma.
Matbuat lisanı: Basın dili, basın yolu.

Ben dünyanın halini bilmiyorum, fakat Avrupa'da istilakârane hükmeden ve edyan-ı semaviyeye dayanmayan dehşetli cereyanın istilasına karşı Risale-i Nur hakikatları bir kal'a olduğu gibi, âlem-i İslâm'ın ve Asya Kıt'asının hal-i hazırdaki itiraz ve ittihamını izale ve eskideki muhabbet ve uhuvvetini iade etmeğe vesile olan bir mu'cize-i Kur'aniyedir.
İstilakârane: İstila edercesine, yayılırcasına.
Edyan-ı semaviye: Allah'ın(cc) gönderdiği gerçek dinler.
Risale-i Nur: Nur risalesi. Bediüzzaman Said Nursinin (ra) Kur'anın imanla ilgili ayetlerini kaynak alarak imanın bütün şartlarını açıklayıp delillerle ispat ettiği çok değerli eserlerinin hepsine birden verilen isim.
Hakikat: Gerçek.
Kal'a: Kale.
Hal-i hazır: Şimdiki durum, şu anki durum.
Uhuvvet: Kardeşlik.
Mu'cize-i Kur'aniye: Kur'ana ait mucize.

Bu memleketin vatanperver siyasîleri çabuk aklını başına alıp Risale-i Nur'u tab'ederek resmen neşretmeleri lâzımdır ki, bu iki belaya karşı siper olsun.
Vatanperver: Vatansever, vatanını çok seven.
Neşr: Yaymak, neşretmek, herkese duyurmak.

Acaba bu yirmi sene zarfında iman-ı tahkikîyi pek kuvvetli bir surette bu vatanda neşreden Risale-i Nur olmasaydı; bu dehşetli asırda, acib inkılab ve infilâklarda bu mübarek vatan, Kur'anını ve imanını dehşetli sadmelerden tam muhafaza edebilir miydi?
İman-ı tahkikî: Araştırmaya, delil ve ispata dayanan ve yaşanan sağlam iman, Allah'ın(cc) varlığı ve birliği ile ilgili her bir şeydeki delillerden faydalanarak kazanılan sarsılmaz kuvvetli iman.
Acib: Şaşırtan, hayret uyandıran.
İnkılab: Kökten değişiklik, özünden değişme, başka hale geçme.
İnfilâk: Patlama.
Sedme: Darbe, çarpma, vurma, vuruş. *Musibet.


Said Nursî