Mirza Efendi ve Nuriye Han?m.
Biri seyyid, diğeri şerif.
Bir diğer deyişle Hasenî ve Hüseynî.
Yani Mirza Efendi Hazret-i Hasan’?n soyundan geliyor, Nuriye Han?m Hazret-i Hüseyin’in sulbünden.
?kisi de ehl-i beyt. ?kisi de tuhfe-i nebevî, mevhibe-i ?lâhi.
Asr-? Saadette, zürriyet-i Pâk-i Muhammedî’den (asm) nebean ettikten sonra, önlerine pek çok engel ç?kar?lsa, çeşitli felâketler yaşay?p zulme maruz kalsalar da ayr? ayr? kollar halinde as?rlarca akt?lar.
?lây-? kelimetullah inanc?yla hareket ettikleri için, gittikleri yerlerde örnek insanlar yetiştirip kal?c? izler b?rakarak çöller geçtiler, dağlar aşt?lar.
Nurs ve Bilkan köylerine gelip yerleştikleri zaman as?llar? kadar berrakt?lar.
Kaderin tecellîsi neticesinde yuva kurarken de her yönden atalar?n? örnek ald?lar.
Ve hep öyle kald?lar.
Çünkü, o zaman bir köydü Nurs.
Etraf?n? saran dağlar, mevsim boyu karlarla kapl? olduğundan y?l?n sekiz ay?nda çevre ile bağlar? kesilen, kalan zamanda da çok çal?şmak gerektiğinden sakinlerine başka yerlere gitme f?rsat? vermeyen küçük bir dağ köyü.
Bu yüzden, ekser köy kad?nlar? gibi onun annesi de hayat? boyunca köy hudutlar? d?ş?na ç?kmad?. Babas? baz? zarurî bir haller zuhur ettiği zaman ç?kt? ise de en fazla komşu köy, kasaba ve illere kadar gitmedi.
Hal böyle olunca, onlar?n bütün dünyalar? köylerinden ve ailelerinden ibaret kald?. D?şar?dan menhiyât gelmediği için içerde hevesât işleme f?rsat? bulamad? ve f?trî hasletlerini hassasiyetle korudular.
Nesiller boyu evlâtlar?n? da hep bu ahvâl içinde yetiştirmeye gayret ettiler.
***
Samimi bir insan, muttakî bir Müslümand? Mirza Efendi.
En büyük gayesi, insanl?ğ?n icaplar?n? hayat?na rehber yap?p ?slâm’?n şartlar?n? yaşamaya çal?ş?rken; bütün aile efrad?n?n da o hallere ittiba etmesi için müsait bir zemin haz?rlamakt?.
Bunun, ancak onlar? helâl kazançla beslemekle mümkün olacağ?n? bildiğinden gece gündüz çal?ş?r, fakr u zarûret içinde yaşad?ğ? halde kimseden zekât ve sadaka dahil hiçbir yard?m almazd?.
Bu meselede o kadar hassast? ki, değil ailesi, hayvanlar?n?n bile haram say?labilecek bir şeyler yemelerine meydan vermez; tarlaya, gidip gelirken yol kenar?ndaki bahçelerden sarkan yeşilliklere uzanmamalar? için ağ?zlar?n? bağlard?.
Lâkin hassasiyetinin, hayvanlar için fiilî bir işkence haline gelmesine de f?rsat vermez, eve gidince gönüllerini almak istercesine önlerine, saman ve yemden önce bir miktar taze ot, yeşil yaprak koyard?.
Ayn? hassasiyet, Nuriye Han?mda da vard?.
O da, doğruluğuna inand?ğ? hakikatleri yaln?z kendisi yaşamakla kalmaz ve ayniyle çocuklar?na da aksettirmeye çal?ş?rd?. Onlar? abdestsiz emzirmemeye ve besmelesiz yemek yapmamaya husûsi bir itina gösterirdi.
Bu hassasiyet ve itina sayesinde o iptidaî ev, mükemmel bir mektep haline gelmişti.
***
Nuriye Han?md?, o iptidaî mektebin en müessir muallimi.
Said Nursî’nin, y?llar sonra “Ben seksen sene ömrümde, seksen bin zâtlardan ders ald?ğ?m halde, kasem ediyorum ki, en esasl? ve sars?lmaz ve her vakit bana dersini tazeler gibi, merhum vâlidemden ald?ğ?m telkinât ve mânevî derslerdir ki, o dersler f?trat?mda âdetâ maddî vücudumda çekirdekler hükmünde yerleşmiş. Sair derslerimin o çekirdekler üzerine binâ edildiğini aynen gördüm” şeklinde de ifade ettiği gibi herkese her hali ile fiilî ve mânevî dersler verirdi.
Fakat, zaman zaman annelik şefkati muallimlik hassasiyetinin önüne geçiyor olmal? ki, her anne gibi o da evlâtlar?n?n, ancak kendi yan?nda iken emniyette olabileceklerini zannederek hiç birini yan?ndan ay?rmak istemezdi.
S?k s?k hareketlenen hissî galeyana rağmen, onlar?n büyük medreselere gidip okumalar?n?n, hem kendileri, hem de vatan, millet ve din için faydal? olacağ?n? düşünerek gitmelerine raz? olsa da, yüreği onlar dönünceye kadar âdeta ateş üstünde gezinirdi.
Bilhassa medreseye gitmek için sabî denecek yaşta evden ayr?lmas?n?n da tesiriyle, farkl? bir ruh hali içinde Said’in yolunu gözler, ondan maceral? haberler geldikçe gözyaşlar? dökerdi.
Mirza Efendi ise böyle hadiseler karş?s?nda, “Maşaallah! Oğlum, yine ehemmiyetli bir iş yapm?ş, kahramanl?klar göstermiş ki, herkes ondan bahsediyor” diyerek sevincini ifade eder ve eve hakim olan hissî havay? dengelerdi.
Ailenin ağabey, abla s?fat? taş?yan fertleri de ayn? şekilde hareket ettiklerinden; anne şefkatinin, baba metanetinin ve ağabey, abla mesuliyetinin hakim olduğu böyle bir aile içinde yetişenler, onlar?n hallerini yaşar, vas?flar?n? taş?rlard?.
Said Nursî’nin: “Ben şefkat dersimi annemden, nizam ve intizam dersimi de babamdan ald?m” sözleri o uhrevî ahvâlin ifadesiydi.
***
Fakat bu ailenin as?l alâmet-i farikas?, mânevî havas? idi.
Zîra, aile fertlerinin ideallerine Allah’?n r?zas?n? kazanma heyecan?, hareketlere ibadet sürûru, hallerine uhuvvet mutluluğu, sohbetlerine de muhabbet-i Muhammediye (asm) muhtevas? hakim olurdu.
Bu uhrevî iklim gönüllerden bir an bile eksik olmad?ğ?ndan, zahiren sade ve basit gibi görünen hanenin bat?n?nda mânen muhteşem bir tefrişat vard?. Onun için de insanlar?n yüzlerinden tebessüm, dillerinden terennüm, tav?rlar?ndan tevazu, vakarlar?ndan asâlet hiç eksik olmazd?.
Biraz da bu yüzden, bilhassa çocuklar?n eğitimleri ile ilgili hususlarda annenin, baban?n ve ailenin diğer büyüklerinin kifayet etmediği hallerde, o mânevîyat mihraklar? yetişirdi imdada.
Ailenin bu husûsiyeti o kadar tebarüz etmişti ki, kaybolan cevizleri bulmak gibi çok s?radan istekler ve ihtiyaçlar için bile Fatiha mukabili onlardan yard?m istenir, genellikle beklenen yard?m gecikmeden gelirdi.
Böyle harika haller, Said’in tahsil hayat?nda da defalarca yaşanm?şt?.
?çinde doğup büyüdüğü irfan mektebinden öğrenebileceği bütün bilgileri al?p hasletleri kazand?ktan sonra medreselere giden Said, beklediği ilmi de ilgiyi de bulamay?nca çok üzülmüştü.
Art?k oralarda kalman?n kendisine bir şey kazand?rmayacağ?n?, aksine zaman kaybettireceğini anlay?nca “?nsan?n, husûsan Müslüman?n tahassüngâh? ve bir nevî cenneti ve küçük bir dünyas?” olan aile ocağ?na s?ğ?nm?şt?.
Mevcut şartlarda yapabileceği tek şey, iç dünyas?n? mânevî bir murakabeden geçirip gerekli vecibeleri yerine getirdikten sonra Allah’a iltica etmek ve ‘?lm-ü ledün sultan?ndan’ himmet beklemekti.
Bunu bildiği için o da, başta annesi ve babas? olmak üzere ailede hemen herkesin, her vesile ile tevessül ettiği yola baş vurmuş ve annesinin anlatt?ğ? Siyer-i Nebî maceralar?n? dinleyerek uyumuştu.
Daha sonra Tarihçe-i Hayat’?nda “K?yamet kopmuş, kâinat yeniden dirilmiş. Molla Said, Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm? nas?l ziyaret edeceğini düşünür. Nihayet s?rat köprüsünün baş?na gidip durmak hat?r?na gelir. ‘Herkes oradan geçer, ben de orada beklerim’ der ve S?rat Köprüsünün baş?na gider. Bütün peygamberân-? i’zâm hazerât?n? birer birer ziyaret eder. Peygamber Efendimizi de ziyarete mazhar olur” cümleleri ile anlat?ld?ğ? gibi Peygamberimizi rüyas?nda görmüş ve ondan ilim talep etmişti.
Peygamber Efendimizden, “Ümmetimden suâl sormamak şart?yla sana ilm-i Kur’ân verilecektir” müjdesini al?nca tahsiline devam etmiş ve üç ayda doksan kitap ezberleyip heyet huzurunda imtihana girerek daha buluğ çağ?na ermeden icazet alm?şt?.
Bu hayat hallerini, birbirini tamamlayan Eski Said, Yeni Said ve Üçüncü Said safhalar? takip etmiş ve Mirza Efendinin, Nuriye Han?m?n hassasiyetleri, o mükemmel meyveyi vermişti:
BED?ÜZZAMAN SA?D NURSÎ
?slam Yaşar( Yeni Asya Gazetesi )