+ Konu Cevaplama Paneli
Gösterilen sonuçlar: 1 ile 4 ve 4

Konu: Savrulamayan Bir İnsan ve Alim

  1. #1
    Yönetici SeRDeNGeCTi - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Jun 2006
    Bulunduğu yer
    Ankara
    Yaş
    38
    Mesajlar
    5.901

    Standart Savrulamayan Bir İnsan ve Alim

    Savrulamayan Bir İnsan ve Alim


    Çok az insan vardır, dün söylediğini bugün de söyleyip savunabilen. Kanaatimizce bu insanlardan biriside vefatının kırkdokuzuncu yılına girmiş olduğumuz esir kampının en onurlu üyelerinden bir olan Said-i Nursî olmuştur. Çünkü hak ve doğru bildiği düşüncelerinden asla taviz vermemiş, neticesinde ölüm olsa bile her zaman bunları zamanın modasına uygun bir şekilde dile getirip savunabilmiştir. Bu tutarlı ve ahlaki davranışının yanında içine kapanık olmayan, dünya şartlarını iyi okuyabilen, doğruların ve hakikatlerin kimsenin tekelinde olmadığını haykıran, bundan dolayı gerçeği (dini, rengi, ırkı, cinsiyeti, kültürü) kim söylerse söylesin o hakikatı almaya hazır olduğunu içselleştiren ve müspet manadaki değişime açık olduğunu beyan eden cümleleri oldukça anlamlıdır:

    Ceridelerde neşrettiğim umum makalatımdaki umum hakaika nihayet derecede musırrım. Şayet zaman-ı mazi canibinden, asr-ı saadet mahkemesinden adaletname-i şeriatla davet edilsem neşrettiğim hakaiki aynen ibraz edeceğim. Olsa olsa o zamanın ilcaatının modasına göre libas giydireceğim. Şayet müstakbel tarafa, üç yüz sene sonra tenkidat-ı ukala mahkemesinden tarih celbnamesiyle celb olunsam, yine bu hakikatleri tevsi ve inbisat ile çatlayan bazı yerlerini yamalamakla beraber taze olarak orda göstereceğim. Demek hakikat tahavvül etmez. Hakikat haktır”diyerek söylemiş olduğu sözlerinin her zaman arkasında olduğunu ancak zamanın diline uygun kavramlarla hakikati söyleyeceğinin vurgusunu yaptığını görmekteyiz.

    Said Nursî’nin bu sözleri bir iddiadan mı ibaret yoksa tahakkuk etmiş bir gerçek midir? Bu soruya en güzel cevabı onun hareketli hayat serüveni vermektedir.
    Kırk dokuz yıl önce bu fani dünyada hayat süren Üstadın başındaki sarığı ve sırtındaki cübbesiyle (Mutlakiyet, Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemlerindeki) yaşantısı ve maruz kaldığı haksızları şöyle dile getirmiştir:

    “Seksen küsür senelik bütün hayatımda dünya zevki namına bir şey bilmiyorum. Bütün ömrüm harp meydanlarında, esaret zindanlarında veyahut memleket hapishanelerinde, memleket mahkemelerinde geçti. Çekmediğim cefa, görmediğim eza kalmadı. Divan-i harplerde bir cani gibi muamele gördüm. Bir serseri gibi memleket memleket sürgüne yollandım. Memleket zindanların da yıllarca ihtilattan men edildim. Defalarca zehirlendim. Türlü türlü hakaretlere maruz kaldım. Zaman oldu ki, hayattan bin defa ziyade ölümü tercih ettim. Eğer dinim intihardan men etmemiş olsaydı, belki bugün Said topraklar altında çürümüş gitmişti. İşte benim bütün hayatım böyle zahmet ve meşakkatle, felaket ve musibetle geçti.”

    Said Nursi başındaki sarığı ve sırtındaki cübbesiyle (Mutlakiyet, Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemlerindeki) tüm baskı, işkence ve zehirlenmelere rağmen hak bildiği doğrulardan taviz vermeyerek dar-ı faniden dar-ı bekaya intikal etmiştir. Nursi’nin baskı ve tehditlere rağmen evrensel ilkeleri içinde barındıran İlah-ı kelamı günümüz şartlarına ve diline göre yapmış olduğu mükemmel tefsirle ismini unutulmayanlar arasında yazdırmayı başarabilmiştir. Nursi’nin yakaladığı bakış açısı, kullandığı dille evrensel nitelikte olan ilahi kelamın doğru anlaşılmasına hizmet etmiştir. Doğru islamiyeti ve islamiyete layık doğruları bulup bunları yaşama amacından olan Nursi bu amacını gerçekleştirdiği inancındayım. Nursi’nin bize bırakmış olduğu eser ve bu eserlerdeki bakış açısı vefatının üzerinden kırkdokuz yıl geçmiş olmasına rağmen halen canlılığını korumaktadır. Çünkü evlad-ı beşer halen o bakış açısına ihtiyaç duymaktadır.

    Vefatının kırkdokuzuncu yılında erdemli insanı rahmetler anıyorum. Allah (cc) rahmet etsin. Bizlere de o hakikatleri doğru anlamayı ve yaşamayı nasip etsin.


    Kaynak: Emrullah Beytar - http://www.risalehaber.com/yazar_449...n-ve-alim.html



    Anlamını Bilmediğiniz Kelimelerin Üzerine Çift Tıklayınız...

    Sual: Belki onlar eski hali istiyorlar?
    Cevap: Size kısa bir söz söyleyeceğim; ezber edebilirsiniz: İşte, eski hal muhal; ya yeni hal veya izmihlâl...
    (Bediüzzaman Said Nursi)


    Ne hayal, ne kuruntu hakikat istiyorum.
    Hakikat, hakikat, hakikat istiyorum!.. (Osman Yüksel SERDENGEÇTİ)




  2. #2
    1kul
    Guest 1kul - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart

    ZİRVE BİR ŞAHSİYET: “BEDİÜZZAMAN”


    Tarihe şerefler veren erler anılırken,
    Yükselmede ruh, en geniş
    âlemlere yerden.
    Bin rayihanın feyzi sarar ruhu derinden,
    Geçmiş gibi Cennetteki
    gül bahçelerinden.

    Bir şahsiyetin kuvveti ve karakterinin gücü, baskı ve tazyikler karşısındaki tutumuyla ortaya çıkar. Nice kimseler vardır ki, ne kadar üstün değerlere inansalar da, belli oranda bir baskıyla karşılaştıklarında, çizgilerinde en hafifinden en şiddetlisine kadar çeşitli ölçülerde yalpalamalar ve değişiklikler meydana gelir. Hatta nefse yönelen tehditlerin zaman zaman o kimselerin sessiz sedasız köşelerine çekilmeleriyle sonuçlanabilmesi de, tarihte sıkça rastlanılan hadiselerdendir.
    Bu açıdan bakıldığında, Büyük Üstadımız Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri, Ali Ulvi Kurucu’nun da ifade ettiği gibi, “bitmez ve tükenmez bir sabır, çelikten bir irade, eğilmez bir baş, boğulmaz bir ses ve kısılmaz bir nefestir!”
    Ömrünün en başından en sonuna kadar, baskı, tehdit, zehirleme ve hatta işkencelere karşı hiçbir zaman inandığı doğruları söylemekten ve bunları yaşama azminden vazgeçmemiştir. Üstelik, yaşadığı yıllar, bu coğrafyada ve genel olarak dünyada yaşanan en çalkantılı yıllardır. Önce Osmanlı İmparatorluğu dağılmış, Cumhuriyetin kuruluşunun ardından iki büyük dünya savaşı yaşanmıştır. Milyonlarca insan ölmüş, dünyalar bir anda hallaç pamuğu gibi atılmış ve yerlerini yenisine devretmiştir. Yönetimler, anlayışlar, alışkanlıklar sıklıkla ve çoğu zaman hangi yönde gelişeceği kestirilemeden değişime uğramıştır.
    İşte bu kadar çalkantı ve kafa karışıklıklarının yaşandığı dönemlerden Bediüzzaman, ömrünün varış çizgisine elinde Risâle-i Nur adlı gerçekten çevresine nur saçan ve sıratımüstakim olan bir eser ve ne demek istediğini anlayan ve kabul eden milyonlarla birlikte gelmiştir.
    Üstelik, ne bu eser ne de milyonlar, hükümetle çatışma yaşayan bir muhalif çizgide görüleceği türden, kendisine haksız övgüler düzerken, kendisinden başkalarına kin ve nefret temelinde oluşturulan bir tavır da geliştirmemiştir. Buradaki şahsiyet olgunluğu, Bediüzzaman ve Risâle-i Nur’un böyle bir çizgiden beri olduğunu ve temel karakterleri muhalif olmak olan ideolojilerle uzaktan yakından bir akrabalığının bulunmadığını göstermesi açısından önemlidir.
    Aslında, Üstad Hazretlerinin ne kadar büyük bir şahsiyet sahibi olduğu, çocukluk yıllarından itibaren hayatının her döneminde görülebilecek numunelerle kendini belli etmiştir. Meselâ daha 7-8 yaşlarında küçük bir çocuk iken klâsik medrese eğitimine yaptığı itiraz, akıl alır gibi değildir. O yaştaki bir çocuğun kendisine sunulan eğitim metodunu beğenmeyip başka bir yol ve usul takip etmesi ve bunda isabet kaydetmesi, olsa olsa bir deha özelliğidir. Bilindiği gibi, klâsik medrese eğitimi, o dönemlerde orijinal metinlere yazılan şerhler dolayısıyla bir ezber ve aktarım çizgisine kaymış ve ilim ehli arasında taklidî fikirler yaygınlaşmıştı.
    Bediüzzaman gibi eşsiz bir deha, bu tarz bir eğitime rıza gösteremezdi. Nitekim, o zihnini çok fazla dağıtmadan kendi başına ‘esas kaynaklar’ üzerinde mesaisini harcadı ve sorgulama ve müdakkik bakışı, Batılı tabirle “eleştirel aklı” hiçbir zaman terk etmedi.
    Üstad Hazretlerinin bu tercihinde, onun şahsiyetinde önemli bir eksen olduğunu düşündüğüm “aynı zamanda hem hafızasının hem de aklının çok güçlü olmasının” payı büyüktü. Bu özelliği, Rabbinin ona büyük bir ikramıydı. Zira genellikle insanlarda ya hafıza güçlü olur, ya da zekâ. Ve bu iki halin de kendine has sonuçları olur.
    Hafızası güçlü olan kişiler, geleneğin taşıyıcısı rolünü üstlenirken, modern çağ ve geleceği kavramakta zorlanırlar. Buna karşılık, zekâsı güçlü olan kişiler de, modern çağı ve geleceği iyi okurken, geleneği yeterince kuşatamazlar.
    Oysa, hakikatin tam ortaya çıkartılması ve “eski” ile “yeni” arasında makul bir uzlaşı sağlanabilmesi için, bu ikisinin işbirliği yapması şarttır.
    Bu bilgiyi yedeğimize alıp Üstad Hazretlerinin yaşadığı yıllara baktığımızda, Osmanlının son dönemlerinde bir anlamda geleneğin kemikleştiğini, Cumhuriyetle birlikte ise tam bir gelenek karşıtlığının hüküm sürdüğünü görüyoruz. Bunun anlamı, tarihin o bölümünde gelenek ile modern arasında bir uzlaşmaya varmanın çok zor, neredeyse imkânsız olduğu; bu yönde yapılacak girişimlerin önüne de büyük engellerin konacağıdır. Nitekim, Üstad Hazretlerinin bu tarihlerden sonra ömrünün kalan kısmının çok büyük zorluklar içerisinde geçmesinin bir izahı budur.
    Fakat o, hikmeti çağları aşan Kur’ân-ı Kerim’den ilhamen aldığı nefesi, yazdığı risâlelerle çağına sunmayı başarmış müstesna bir şahsiyet, bir Kur’ân hizmetkârıdır. Gelenek ve modern ayrımı, onun çağlarüstü Kur’ânî bakışı içinde eriyip gitmiştir. Böylece zamanın pekçok âliminin düştüğü kuru gelenekçilik tuzağına düşmemiştir. Geriye dönüp baktığımızda gördüğümüz manzara, açıkçası, Rahman-ı Rahimin bir Kur’ân hizmetkârı olarak vazifelendirdiği kuluna hem hafıza hem zekâ yönünden lütfunu esirgememiş olduğudur.
    Az önce zikrettiğim “vazifelendirme” tanımı, belki bazılarına abartılı bir ifade olarak gelebilir. Lâkin, Üstad Hazretlerinin tarihçe-i hayatına baktığımızda bu tanımlamayı doğru çıkaracak pekçok örneğe rastlayabiliyoruz. Söz gelimi, Üstad çocuk yaşta birisi için çok büyük mânâlara sahip rüyalar görmüştür. Onlardan birinde, Ağrı Dağı büyük bir gürültüyle patlar. Kendisi de altındadır. Patlama sonrasına dağlar gibi parçalar dünyanın her tarafına dağılır. Derken mühim bir zat ona “İ’câz-ı Kur’ân’ı beyan et” diye emreder. Uyanınca anlar ki, bir büyük infilâk olacak. O infilâk ve inkılâptan sonra, Kur’ân etrafındaki surlar kırılacak. Doğrudan doğruya Kur’ân kendi kendini müdafaa edecek. Ve Kur’ân’a hücum edilecek; i’câzı onun çelik bir zırhı olacak. Ve şu i’câzın bir nev’îni şu zamanda izharına, haddinin fevkinde olarak, kendisinin namzet olduğunu anlar.
    Her halde ancak böylesine büyük bir gaye ve maksat, Üstad Hazretlerinin çelikten iradesini, yılmaz karakterini ve zirve şahsiyetini izah edebilir. Günümüz psikoloji ilminin de söylediği gibi, şahsiyet, gayenin büyüklüğü oranında yükselir. Bediüzzamanın da bu prensibe uygun olarak çok yüksek gaye ve maksadı vardı.
    Üstad Hazretlerinin Rabbanî terbiye ile çok önemli bir vazifeye hazırlandığının çarpıcı unsurlarından biri de, hiç kuşkusuz, onun riyazeti idi. Bu riyazet ve ona paralel olarak iktisat ve kanaatkârlığı, hem onun halka el açmasına lüzum bırakmamış, hem de başına gelecek büyük musibetlere hazırlık hükmüne geçmiştir.
    Daha 15 yaşında tam riyazete girmişti. Düşüncenin açılmasına yararlı olacağı inancı ile giderek ekmeği de terk edip bir parça et ile yaşamaya çalışmıştır. Ardından söz orucuna girmiş ve Molla Ahmet Han’ın Türbesine kapanmış, geceleri de oradan çıkmamıştır. Sevgili Peygamberimizin (a.s.m.) Hira’da yaptığı, İmam Gazali gibi büyük İslâm âlimlerinin yaptığı gibi, o da kapalı bir mekânda fütüvvet döneminden evvel sıkı bir ruh ve zihin terbiyesi yaşamıştır. Bu terbiye hazırlığı iledir ki, Üstad Hazretleri, Rusya’da esaret, sonra kendi ülkesinde çeşitli vilayetlerde gözaltı, sonra hapishaneler olmak üzere hayatının büyük bölümünü kendi arzusu hilâfına geçirdiği “dört duvar” arasında akıl ve ruh sağlığını kaybetmeden yaşama sabrı ve mukavemetini kazanmıştır.
    Burada etkili olan bir diğer faktör de, bir peygamber mesleği olarak dünyadan nasibini tek eliyle kaldırabilme düsturuna hayatının her safhasında uymuş olmasıdır. Böylece arkasında düşüneceği bir menfaat nesnesi bırakmadığı gibi, dâvâsına iliştirilebilecek menfaat ithamlarının da önünü kesmiştir.
    Bediüzzaman Hazretlerinin yüksek şahsiyeti elbette burada bahsedilenlerin çok ötelerine uzanır. Vefatının 49. yıl dönümünde onu Kur’ân’a yapmış olduğu hizmetkârlığı ve bize bıraktığı yüce mirastan ötürü takdirlerle anıyor, Rahman’dan kendisine sonsuz rahmetini esirgememesini niyaz ediyoruz.

    ÖMER BALDIK
    obaldik@gmail.com
    25.03.2009


  3. #3
    Ehil Üye Bîçare S.V. - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Mar 2008
    Bulunduğu yer
    İstanbul/Üsküdar
    Mesajlar
    2.407

    Standart

    "Bediüzzaman Hazretlerinin yüksek şahsiyeti elbette burada bahsedilenlerin çok ötelerine uzanır. Vefatının 49. yıl dönümünde onu Kur’ân’a yapmış olduğu hizmetkârlığı ve bize bıraktığı yüce mirastan ötürü takdirlerle anıyor, Rahman’dan kendisine sonsuz rahmetini esirgememesini niyaz ediyoruz"
    "İyyake nâ'büdü ve İyyake nesteîn."

    'Ancak Sana kulluk eder, ancak Senden yardım isteriz' (Fâtiha Sûresi)


    "İnsanlara teşekkür etmeyen, Allah'a da şükretmez.!" (H.Ş.)

    'Bırak bîçare feryâdı, belâdan; gel tevekkül kıl' (17.Söz.)

    "Şimdi 'OKU' kabirde okuyamazsın" (Z.Gündüzalp)

    'ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR' (YENİASYA)

    Selâm ve duâyla. Bîçare S.V.

  4. #4
    Ehil Üye Şahide - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Jan 2008
    Bulunduğu yer
    İstanbul
    Mesajlar
    9.193

    Standart

    Bediüzzaman’ı anlamak...



    Büyüklerin mânevî mertebelerini, feyiz ve faziletlerinin derecelerini, takva mertebesindeki amellerini, küçük günahlardan bile sakınmadaki hassasiyetlerini, haramlardan çekinmekteki duyarlılıklarını, hüve hüvesine sünnet-i seniyyedeki ısrarlarını anlamak kolay değil.

    Onların böylesine akıllara durgunluk veren harika hâllerini, bu gıpta edilecek dinî yaşantıdaki akıl almaz hallerini elbette imanını taklitten tahkîke çıkaramamış olan bu asrın çoğu insanı kavrayamaz. Kendi akıl terazileriyle tartamaz. Bu sebeple de ya inkâra gider veya “Bunlar bize göre değil” diyerek, o büyükleri rehber edip arkalarından gitmekten imtinâ ederler.

    İslâm tarihinde iz bırakan bütün din büyüklerinin kendilerine has, insanlığa örnek olacak, gıpta ile bakacağımız hallerini, hayatlarını okuyarak öğreniyoruz. O örnek dinî yaşantılarıyla, asırlarındaki insanlara rehber olup yol gösterdiklerini biliyoruz. Onların sayesinde bir çok insanın tahkikî imanı kazanıp, mükemmel bir dinî yaşantı içinde hayatlarını sürdürmüş olduklarını biliyoruz.

    Bu büyük insanların eserlerini okumayanlar, efkâr ve ideallerine yabancı olanlar, onların şahsiyetlerini tam olarak idrak edemezler. Onlarla teşrik-i mesâide bulunanlar, onlara intisap edenler, onların dâvâ ve mesleklerine talip olanlar ve onların yolunda bir gayretin içinde olanlar ancak onları tanıyabilirler.

    Şimdi isterseniz harika halleriyle, gıpta edilecek kabiliyet ve hasletleriyle, akıl terâzimizle tartamayacağımız serâpâ takva dolu dinî yaşantısıyla dikkatleri üzerine toplayan, fikir ve düşünceleriyle milyonların kalbine giren, asrımızın büyük din âlimi, eşsiz müfessir Bediüzzaman’ın akıllara durgunluk veren, bir çok insanın anlamakta zorlandığı harika hallerinden bir dilimine bakalım:

    Üç aylık bir medrese tahsilinden başka tahsili olmayan, böyle yarım ümmî bir din âliminden, bugüne kadar hiçbir yanlışı ispatlanamayan altı bin sayfalık eşsiz bir Kur’ân tefsirinin vücuda gelmesi...

    Hemen hemen bir çok insanın makam mevki, para pul için bir çok şeyini fedâ edercesine çırpınıp durduğu bir zamanda; onun kendisine teklif edilen köşkleri, makamları, maaşları elinin tersiyle reddetmesi... Hayatı boyunca da
    “Minnet altına girmektense, ölümü tercih ederim” diyerek en yakın dostlarının hediyelerini, zekâtlarını, her türlü maddî yardımlarını kabul etmeyen bir istiğna hâli...
    Yorganını, çamaşırını, traş bıçağını satarak iâşesini temin etmesi, evinin kirasını karşılaması... Bir yılda otuz altı ekmek ile idare etmesi...

    Bitlis valisinin ilme olan hürmetinin hatırı için evinde iki yıl kaldığı halde, valinin altı kızından hiçbirini tanımaması... Bir gün iki arkadaşıyla birlikte Haliç’te kayıkla giderken, Haliç’in iki tarafında dizilmiş binler açık saçık Rum, Ermeni ve İstanbullu kadınlardan haberi bile olmaması... Ve bu hallerini de
    “İlmin izzetini muhafaza etmek, beni baktırmıyor” ve “Lüzumsuz, geçici, günahlı zevklerin akıbeti elemler, teessüfler olmasından, istemiyorum” diyerek açıklayan iffet timsâli bir âlim...

    Korkudan bir çok insanın sus pus olduğu bir devirde, mahkemelerde
    “Yüzer milyon başların fedâ oldukları bir kudsî hakikate başımız dahi feda olsun. Dünyayı başımıza ateş yapsanız, hakikat-ı Kur’âniye’ye feda olan başlar, zındıkaya teslim-i silâh etmeyecek ve vazife-i kudsiyesinden vazgeçmeyecekler İnşaallah” diye haykırarak düşmana dehşet ve korku, dostlarına nok- ta-i istinat olan bir kahraman-ı İslâm...
    Evet anlamak zor da olsa, ehl-i dinin böyle bir din kahramanını anlaması şart...

    Hüseyin Gültekin
    Yeni Asya





    Şudur cihanda benim en beğendiğim meslek
    Sözüm odun gibi olsun, hakikat olsun tek!

    Mehmed Akif Ersoy


+ Konu Cevaplama Paneli

Konu Bilgileri

Users Browsing this Thread

Şu an 1 kullanıcı var. (0 üye ve 1 konuk)

     

Benzer Konular

  1. Bir Alim, Kibirden Nasıl Kurtulur?
    By karuban in forum İslami Konular ve İman Hakikatleri
    Cevaplar: 10
    Son Mesaj: 10.11.20, 11:48
  2. Bediüzzaman İlim Ve ALim
    By _vatan_ in forum Bediüzzaman'ın Hayatı (Eski, Yeni ve Üçüncü Said Dönemleri)
    Cevaplar: 13
    Son Mesaj: 16.05.14, 14:20
  3. Gerçek Bir Alim
    By sinang in forum Bediüzzaman'ın Hayatı (Eski, Yeni ve Üçüncü Said Dönemleri)
    Cevaplar: 1
    Son Mesaj: 04.12.09, 20:38
  4. Alim-i Zîtehevvür
    By slim in forum Risale-i Nur'dan Vecize ve Anekdotlar
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 19.07.08, 01:07
  5. Alim Çocuk
    By elff in forum Tavsiye Edilen Siteler
    Cevaplar: 1
    Son Mesaj: 26.08.07, 11:41

Bu Konudaki Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
Google Grupları
RisaleForum grubuna abone ol
E-posta:
Bu grubu ziyaret et

Search Engine Friendly URLs by vBSEO 3.6.0