"Vicdan?n ziyas?, ulûm-u diniyedir. Akl?n nuru, fünun-u medeniyedir"
Bu cümleyi okuyunca din ilminin ve medeniyet fenlerinin, kuşun iki kanad?ym?ş gibi, yani birisinden birisi olmazsa uçulamayacakm?ş gibi bir mana hissederdim de kalbime yatmazd?.
Sonra bendeki eksikliğin, ziya ile nuru eş manada anlamaktan meydana geldiğini anlad?m.Abdulbaki Abi, nur ve ziya fark?n? forumda anlatm?şt?, Allah raz? olsun.
Metin Karabaşoğlu da alttaki yaz?da bu konu hakk?nda güzel bir tefekkür yapm?ş.
************
************
Üç Y?l kadar önce Köprü dergisinde yay?nlanan "Bilime Nas?l Bakmal??" başl?kl? yaz?m?zda, Muhâkemât’ta yer alan
"Feya li’l-aceb!.. Köle efendisine.. ve hizmetkâr reisine ve veled pederine nas?l düşman ve muar?z olabilir?
Halbuki ?slâmiyet fünunun seyyidi ve mürşidi ve ulûm-u hakikiyyenin reis ve pederidir"
sözünü izah bâb?nda, şu cümleleri yazm?şt?k:
"Bu ifade, onun [Said Nursî’nin] dünyas?nda bilim ve dinin yeri konusundaki netliğin delilidir. Burada aç?kça, bilimóorijinal ifadeye sad?k kal?rsak ‘fenler’óile ?slâm aras?nda bir eşitler ilişkisi değil; hiyerarşik bir alt-üst ilişkisi öngörülür.
?slâmiyet efendi, fenler onun kölesidir.
?slâmiyet reis, fenler onun hizmetkâr?d?r.
?slâmiyet peder, fen onun veledidir.
Mürşid olan ?slâmiyettir, fenler ise bu mürşidin irşad?yla doğru çizgide kalabilir.
Buna göre, Kur’ân’dan ald?ğ? as?llar?n ve usullerin rehberliğinde kâinat? incelemeye girişen bir bilim öngörülmektedir.
Vahyi rehber edinmeyen bir bilim ise, ‘efendisinden kaçm?ş bir köle’dir; baba terbiyesi görmemiş serseri bir çocuktur; mürşidsiz bir yolcudur."
Bizim, Muhakemat’taki bu ifadelere dikkat çektiğimiz dönemde, Risale-i Nur nam?na dikkatlerin yöneldiği en birinci "bilim" bahsi ise, yirmi y?ll?k Risale hayat?mda olageldiği üzere, Muhakemat’la ayn? tarihte yay?nlanan Münazarat’ta yer alan meşhur "Vicdan?n ziyas?, ulûm-u diniyedir. Akl?n nuru, fünun-u medeniyedir" ifadesiydi.
Bu ifade, alelekser, "ilimle din kolkola" "ilimle din elele" gibi yorumlar?n da çağr?şt?rd?ğ? üzere, bir eşitliğin ifadesi olarak anlaş?lmaktayd?.
Bu bahsin böyle bir yoruma aç?k olduğunu düşünen, fakat böyle bir "eşitleme"nin yanl?şl?ğ?na kâni olan biri olarak, yine ayn? yaz?da, "Muhakemat’taki ifadede aç?kça görülen hiyerarşinin, en az?ndan zahirde, görülmediğini" söyleme cesaretinde bulunmuş ve şunlar? yazm?şt?m:
"Münazarat’taki bu ifadenin ilk anda zihinlerde çağr?şt?rd?ğ?, iki eşitin mukayesesidir. ‘Ulûm-u diniye’ ile ‘fünûn-u medeniye’nin ayn? mertebeye konulduğu görülmekte; ve tek baş?na ‘fünûn-u medeniye’ye ‘akl?n nuru’ olma fonksiyonu atfedilmektedir."
Maamafih, şu kayd? düşmeyi ihmal etmiş de değildik:
"Said Nursî’nin ifadedeki kasd?n?n bu olmad?ğ?; bu ifade Muhakemat’la birlikte okunduğunda as?l kasd?n?n daha kolay anlaş?lacağ? düşünülebilir.
Ama, sözkonusu ifadenin hemen hemen istisnas?z, az önce zikrettiğimiz şekilde anlaş?ld?ğ? da bir vâk?ad?r.
Bu söz, sürekli, ‘dinî ilimler’ ile ‘modern bilimler’in yan yana okutulduğu; sözgelimi bir tarafta usuli’d-din, kelam ve f?k?h, öte yanda fizik, biyoloji, sosyoloji okutulan bir eğitim projesinin özeti olarak anlaş?lm?şt?r.
?ki grup aras?nda bir eşitlik farzedilmiştir.
Sonuçta bir ‘iç içelik’ten ziyade, bir paralellik; bir alt-üst ilişkisinden ziyade, bir eşitlik öngörülmüştür."
Peşis?ra, Muhakemat’taki ifadeyi bir kez daha hat?rlatarak, şunlar? da söylemiştik:
"Said Nursî’nin Münazarat’taki sözkonusu ifadeleri, bu bahisten çoğu kez anlaş?lan mânây? kasdetmiyor olsa gerektir. Bu ihtimali dikkate almak için yeterli gerekçeler de mevcuttur..."
?mdi, on gün kadar önce dünyama aç?lan ziya-nur nüans? ile, Muhakemat ve Münazarat’taki sözkonusu ifadeler aras?nda zahirde görülen çelişkinin hakikatte olmad?ğ?n? kesinkes kavram?ş; bu arada, Münazarat’taki meşhur "Vicdan?n ziyas? ulûm-u diniyedir. Akl?n nûru fünûn-u medeniyedir" sözü için yap?lagelen "modern bilimler"i "ulûm-u diniye"ye eş görme, hatta daha öne ç?karma tavr?n?n kesinlikle Bediüzzaman’?n mizan?na uymad?ğ?n? anlam?ş bulunuyorum.
Zira, Güneş "ziya," Ay ise "nur" verdiğine göre; yani, "ziya" Hakikat Güneşinden doğrudan al?nan ?ş?ğ?, "nur" ise Hakikat Güneşinden âyinelere [bu bağlamda kâinata] yans?yan ?ş?ğ? ifade ettiğine göre, "Vicdan?n ziyas? ulûm-u diniyedir, akl?n nûru fünûn-u medeniyedir" sözü Bediüzzaman’?n bu bâbdaki sair sözleriyle tutarl?l?k arzeden, mizanl? ve müstakim bir söz olarak karş?m?zda duruyor.
Demek ki, "ziya" "nur"dan ne kadar üstün ve öncelikli ise, "vicdan" "ak?l"dan, "ulûm-u diniye" de "fünûn-u medeniye"den o kadar üstün bulunuyor.
Vicdan doğrudan Hakikat Güneşinin ziyas?na muhatap olurken, ak?l Hakikat Güneşinin nuruna muhatap oluyor.
Diğer bir nazarla, "ulûm-u diniye" ziya saçarken, "fünûn-u medeniye" o ziyan?n yans?mas? olan nûru yayma potansiyeline sahip bulunuyor.
Velhas?l, bu bir cümlelik veciz ifadede, Bediüzzaman Rabbü’l-âlemîni tan?ma noktas?nda vahyin kâinata, vicdan?n akla, "ulûm-u diniye"nin "modern bilimler"e önceliğini ve onlardan üstünlüğünü ifade ediyor. Bunu da "ziya"y? ilk gruba, "nur"u ikinci gruba izafe ederek yap?yor.
Dolay?s?yla, şahsen bu ifadede zahiren ‘ulûm-u diniye’ ile ‘fünûn-u medeniye’nin ayn? mertebeye konulduğunun görüldüğü şeklindeki kanaatimi tashih ediyor; mesele bu şekilde vuzuha kavuştuğunda,óziya nurdan, Güneş Aydan üstün olduğuna göreóhiç kimsenin bu bahsi "ulûm-u diniye" ile "fünûn-u medeniye"yi eşit görme gibi bir şahsî anlay?ş zaaf?na mazeret k?lamayacağ?n? bilhassa belirtmek istiyorum.
17.01.2004
Metin Karabaşoğlu