+ Konu Cevaplama Paneli
Gösterilen sonuçlar: 1 ile 4 ve 4

Konu: Bediüzzaman'ın Seyyidlik Meselesi

  1. #1
    Yönetici SeRDeNGeCTi - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Jun 2006
    Bulunduğu yer
    Ankara
    Yaş
    38
    Mesajlar
    5.901

    Standart

    Ehl-i Beyt, yahut Âl-i Beyt, terim olarak "ev halk?, hane halk?" demektir. Ancak, bu

    terim ve tâbir, hassaten Hz. Peygamber'in (asm) yak?nlar? için kullan?lmaktad?r.

    Yâni, Âl-i Beyt denince, evvel emirde Hz. Muhammed Aleyhisselâtü Vesselâm?n hane

    halk?, yak?n akrabalar? ve bilhassa o­nun mübarek neslinden gelen seyyidler ve

    şerifler akla gelir. Peygamber (asm), kendi neslinin ayn? zamanda damad? olan "Ali'nin nesli"

    olduğunu söylemiştir ki, bu sözüyle torunlar? Hz. Hasan (ra) ile Hz. Hüseyin'in (ra) neslinden gelecek olan nuranî silsileyi kast etmiştir.

    Bu mübarek silsileden olanlara, ayr?ca "Evlâd-? Resûl" da denilmektedir.

    Başlang?çta "Evlâd-? Resûl" olanlara, yani Hz. Peygamber'in (asm) soyundan gelenlere sadece "seyyid" denilmekte iken, bilâhare Hz. Hüseyin'in (r.a) neslinden gelenlere de seyyid, Hz. Hasan'?n (r.a) soyundan gelenlere ise şerif denilmeye başland?.

    Seyyidlik, Araplara mahsus değil

    Seyyidlik, ?rkî mânâda bir neslin, bir milletin ad? değildir. Seyyidler, Hz. Peygamber'in (asm) soyundan geldikleri için, seyyidlik de, mübarek bir neslin, mukaddes bir milliyetin ad?d?r.

    Buna göre, seyyidlerin illa da Arap olmas? gerekmiyor. Nitekim, başka unsurlar?n içinde de çoklukla seyyid olan kimseler ve aileler var.

    Dolay?s?yla, unsuriyet itibariyle Türk, Kürt, Acem veya Çerkez olduklar? halde, ayn? millet veya topluluğun içinde seyyidler ve şerifler de bulunuyor.

    Hz. Peygamber'in (asm) erkek evlâtlar? yaşayamad?. Küçük yaşlarda vefat ettiler. o­nun k?z? olan Hz. Fat?ma (ra) ise, Hz. Ali (ra) ile evlendi.

    Böylelikle, Resûlullah'?n nesli k?z evlâd?ndan çoğalmaya başlad?. K?z evlâd? cenah?yla çoğalan bir nesil ise, etnik, yani yayg?n anlam?yla ?rkî olmaktan ç?kar. Bir başka mahiyet kazan?r.

    ?şte, Hz. Fat?ma'dan çoğalarak "Evlâd-? Resûl"den say?lanlar, mübarek bir nesil, nuranî bir silsile hüviyetini, yahut bir "mukaddes milliyet" mahiyetini kazanm?ş oldular.

    Emirdağ Lâhikas? isimli eserinde (s. 233) yer alan bir mektubunda, mânen "Ben de Âl-i Beytten say?labildim" diyen Üstad Bediüzzaman, seyyidlerin kuvvet ve ehemmiyetinden şöyle söz eder: "Bugün tarih-i âlemde hiçbir nesil yoktur ki, Âl-i Beytten gelen seyyidler nesli kadar kuvvetli ve ehemmiyetli bulunsun." (Mektubat, s. 426.)

    Mânevî sultanlar

    Bir Müslüman hangi milletten olursa olsun, neslen seyyid birisiyle evlendiğinde, doğacak çocuklar? da seyyid olur. Bundan dolay?d?r ki, her milletin içinde seyyid kimseler var.

    Bu da, seyyidlerin nesil itibariyle pek büyük bir yekûn teşkil ettiğini gösteriyor.

    Seyyidler, say?ca çok olduklar? halde, dünya saltanat? o­nlara hiç yaramad?.

    Hz. Peygamber'in (asm) torunlar?n?n baş?na gelen fecâatler, ayr?ca M?s?r'daki Fat?mî Devleti, Afrika'daki Muvahhidîn ve ?ran'daki Safevîler'in fecî âk?betleri gösteriyor ki, siyâsî ve dünyevî saltanat, Evlâd-? Resûl'e yaram?yor.

    Onlara en ziyade yaraşan ve yak?şan ise, mânevî saltanatt?r. Şâh-? Merdan olan Hz. Ali'nin, ayn? zamanda as?rlara hükmedecek bir "Şâh-? Velâyet" olmas?, bu s?rdand?r.

    Dünyan?n her yerindeki Müslümanlar, seyyidlere daima hürmet etmişler, kadr û k?ymetlerini baş üstünde tutmuşlar. Hatta, devlet ve hükümetlerin çoğu, o­nlara birtak?m ayr?cal?klar tan?m?şlar.

    Meselâ, Osmanl? Devleti, seyyidler için "Nakibuleşrâf" diye bir daire kurmuş ve bu daire kanal?yla hemen her türlü ihtiyaçlar?na cevap vermiştir. Hatta öyle ki, evlenme durumlar?n? bile takip etmiş ve liyakatsiz kimselerle evlenmelerinin önüne geçmiştir.

    Osmanl?'dan sonra bu daire de lağvedildi ve bu ulvî hizmet büyük çapta akamete uğrat?ld?.

    Kudsî kahramanlar

    Bediüzzaman Said Nursî, Al-i Beyt neslinden gelenlere dünya saltanat?n?n yaramad?ğ?n? ifade ettiği ayn? yerde, bu ulvî kahramanlar?n ve bu mânevî kumandanlar?n, ?slâm cemiyetini mânen ayakta tutmakla beraber, hükümetlere de tesir ederek, o­nlar?n istikamet üzere gitmelerine yard?mc? olduklar?n? beyan eder.

    Bu kudsî hizmetleri itibariyle özellikle ç?ğ?r açan ve büyük vazifeler gören zâtlardan şöyle bahseder Bediüzzaman:

    "Hattâ o­nlardan bir tanesi olan Seyyid Ahmed es-Sünûsî, milyonlar müride kumandanl?k ediyor. Seyyid ?dris gibi diğer bir zat, yüz binden fazla Müslümanlara kumandanl?k ediyor. Seyyid Yahyâ gibi bir başka seyyid, yüz binler adamlara emirlik ediyor, ve hâkezâ... Bu seyyitler kabilesinin efradlar?nda böyle zâhirî kahramanlar çok olduğu gibi, Seyyid Abdülkadir-i Geylânî, Seyyid Ebu’l-Hasen-i Şâzelî, Seyyid Ahmed-i Bedevî gibi mânevî kahramanlar?n kahramanlar? dahi varlarm?ş." (Mektûbat, s.426.)

    Seyyidler neslinden gelen zâtlar için benzer bir yaklaş?m tarz?n? da o­n Dokuzuncu Mektup'ta şöylece izah eder:

    "?şte bak: Hazret-i Hasan'?n neslinden gelen aktablar, hususan Aktâb-? Erbaa ve bilhassa Gavs-? Âzam olan Şeyh Abdülkadir-i Geylânî ve Hazret-i Hüseyin'in neslinden gelen imamlar, hususan Zeynelâbidin ve Cafer-i Sad?k ki, herbiri birer mânevî mehdî hükmüne geçmiş, mânevî zulmü ve zulümat? dağ?t?p envâr-? Kur'âniyeyi ve hakaik-i imaniyeyi neşretmişler, cedd-i emcedlerinin birer vârisi olduklar?n? göstermişler." (Age, s. 101.)

    Bu noktada, ister istemez akla şöyle hakikatli bir sûal geliyor: Burada ismi zikredilen ?slâm tarihinin en parlak y?ld?z? ve kutup şahsiyetlerinin tamam? Al-i Beytten olduğuna göre, acaba son müceddit olarak bilinen Hz. Bediüzzaman da ayn? silsileden değil midir?

    O Bediüzzaman ki, "Helâket ve felâket asr?n?n adam?"d?r. Elbette, diğer mübarek zatlar gibi, o­nun da Al-i Beytten say?lmas? gayet derecede mâkul ve münasiptir. Nitekim, birtak?m hikmetlerle örülmüş perdelerin arkas?ndaki deliller, o­nun da ayn? nuranî silsileden olduğunu gösteriyor.

    Mânevî şahsiyetini perdeleme hikmeti

    Üstad Bediüzzaman, mânen olduğu gibi, neslen ve neseben de bağl? bulunduğu Âl-i Beyt taraf?n? mümkün mertebe örtmeye, perdelemeye çal?şm?ş. "Ben, kendimi seyyid (bilmiyorum değil) bilemiyorum" demiş ve eklemiş: "Bu zamanda nesiller bilinmiyor."

    Siyâdet gibi Mehdiyet taraf?n? da gizlemeye âzami derece hassasiyet gösteren Üstad Bediüzzaman, bu mesele hakk?nda ayr?ca "...Halbuki, âhir zaman?n o büyük şahs? (yani Mehdi), Âl-i Beytten olacakt?r" diyor. (Emirdağ Lâhikas?, s. 232.)

    Bediüzzaman, âhirzaman?n en büyük şahsiyeti olan Hz. Mehdi hakk?nda neden "perdeli" konuşmak gerektiğini ise, 24. Sözün Üçüncü Dal?nda gayet aç?k, vâz?h şekilde izahlarda bulunuyor. Bu bahiste "hikmet-i ipham" sâdedinde, bilhassa "teklif ve imtihan s?rr?"na dikkat çekerek, bu mühim noktalara ters düşülmemesi gerektiğinin alt?n? çiziyor.

    Bediüzzaman Said Nursî, seyyidliği ve Mehdiliği hakk?nda büyük tahşidatla yapt?ğ? örtme ve perdeleme gayretine rağmen, kendi tâbiriyle "Nurun fevkalâde has şâkirdleri" ve "Nurun ehemmiyetli ve çok hay?rl? şâkirdleri"nin hat?r?n? büsbütün k?ramayarak, o­nlar?n bir nevi "perdeyi aralama" bâb?ndaki baz? mektuplar?n?, f?kralar?n?, şerh, izâh ve hâşiyelerini, eserleri olan Nur Risâlelerine dahil etmiş.

    Şimdi, bunlardan baz?lar?n? buraya iktibasen alarak konumuza devam edelim.

    "Üstad?m?z hem birinci, hem de ikinci Âl'dendir"

    Tam tekmil son bask? Lem'âlar isimli eserde yer alan baz? Nur talebelerinin vâz?h izahlar?nda, Üstadlar?n?n her yönüyle Ehl-i Beytten olduğuna dair kesin kanaat ve ifadeleri var.

    ?şte, "Büyük Ruhlu Küçük Ali"nin imzas?yla Yirmi ?kinci Lem'ân?n "Hatime"sinde yer alan "Haşiye"nin hülâsas?:

    "?mam-? Ali Radiyallahu Anh, ('Eminnî mine'l-fecet/Kurtar, emân ve emniyet ver' ve 'Lâ tehşâ/Çekinme, korkma') gibi kerâmetli kelimeleriyle, bizlerin hapisten, mahkemeden kurtulacağ?n?? hârika bir tarzda izhâr ediyor.

    "Çünkü, evlâd?ndan olan Gavs-? Geylânî (ra), kendi omzunda Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm?n kademini (ayak izini) gördüğü gibi, evlâd?ndan olan ve her as?rda Âl-i Beytten gelen mehdî ve müceddit, verese-i enbiya olan muhakkikleri, fertleri görüp kendi kademini o mübarek gelecek zatlara basm?ş.

    "Hususen, Risâle-i Nur müellifi zaman?n Abdülkadir'i Üstad?m?z Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerine, sâir evliyaya muhalif olarak müphem değil, sarihan haber vermesi, bizce birinci Âl'den olduğu kati'dir. Çünkü, sinek gibi bir mahlûkun Üstad?m?z? taciz etmemesi, neslinden olan Abdülkadir-i Geylânî'den irsiyet alm?şt?r.

    "Gerçi, Üstad?m?z mahkemede ehl-i vukufa karş? ikinci Âl-i Beytten olduğunu o­nlara ispat etti. Fakat, maksad? tam ihlâsa muvaf?k olduğu için, kendi şahs?n? azlediyor; Kur'ân'?n bir elmas k?l?c? olan Risâle-i Nur'u gösteriyor." (Age, s. 418.)

    Bu son paragrafta bahsi geçen hadise, 1944'teki Denizli mahkemesinde cereyan etti. Üstad Bediüzzaman, bu hususta şunlar? kaydediyor: "..Hem mahkemede Denizli ehl-i vukufu, baz? şakirtlerin bu itikatlar?na göre, bana karş? demişler ki: 'Eğer Mehdilik dâvâ etse, bütün şakirdleri kabul edecekler.' Ben de o­nlara demiştim: '...Gerçi, mânen ben Hazret-i Ali'nin (r.a.) bir veled-i manevisi hükmünde o­ndan hakikat dersini ald?m ve Âl-i Muhammed Aleyhisselam bir mânâda hakiki Nur şakirtlerine şâmil olmas?ndan, ben de Âl-i Beytten say?labilirim. Fakat, bu zaman şahs-? manevî zaman? olmas?ndan ve Nurun mesleğinde hiçbir cihette benlik ve şahsiyet ve şahsî makamlar? arzu etmek ve şan şeref kazanmak olmaz; ve s?rr-? ihlâsa tam muhalif olmas?ndan, Cenâb-? Hakka hadsiz şükür ediyorum ki, beni kendime beğendirmemesinden, ben öyle şahsî ve haddimden hadsiz derece fazla makamata gözümü dikmem. Ve Nurdaki ihlas? bozmamak için, uhrevî makamat dahi bana verilse, b?rakmaya kendimi mecbur biliyorum' dedim, o ehl-i vukuf sustu." (Emirdağ Lâhikas?, s. 232.)

    Bu arada, Küçük Ali'in ifadeleri aras?nda geçen "birinci ve ikinci Âl-i Beyt"in izah?na k?saca bakmakta fayda var.

    Bu hususla alâkal? olarak, yine son bask? Lem'âlar?n Dokuzuncu Lem'âs?nda şu ifadeler yer al?yor: "...Kat'iyen bil ki, Resul-i Ekrem Âl'dir; biri Aleyhisselâtü Vesselâm?n iki Âl'i var. Biri, nesebîde şahs-? mânevisi ve nuranîsinin Risâlet noktas?ndaki Âl'i var." (Lem'âlar, s. 142; Y. A. Neşriyat)

    Üstad hem seyyid, hem de şeriftir

    Nur'un has şâkirdlerinden Büyük Ruhlu Küçük Ali (Isparta) gibi, Denizli kahraman? Hasan Feyzi Efendi de, Üstad Bediüzzaman'?n Âl-i Beytten olduğuna inanm?ş; hatta o­nun hem seyyid, hem de şerif olduğuna tam kanaat getirmiş bir âlim-i veli şahsiyettir.

    Hasan Feyzi'yi Üstad Bediüzzaman'a götüren ve bağlayan pusula, kendisiyle ayn? ismi taş?yan hocas?n?n hocas? olan zat?n uzun y?llar önce talebelerine müjdelemiş olduğu kerâmetli bir haberdir.

    Bu müjdeli haberle ilgili olarak Bediüzzaman Said Nursî'ye bir mektup yazan Milasl? Halil ?brahim, Üstad?na hitaben şöyle diyor: "Muhterem efendim. Mesmuat?ma nazaran (duyduğuma göre), Denizli de, bundan yetmiş seksen sene evvel (1877–78 y?llar?) büyük bir evliyadan Hasan Feyzi isminde bir zat, bir gün talebelerine, 'Bugün Kürdistan'da bir evliya dünyaya geldi' diye beşarette bulunmakla zât-? devletlerini işaret buyurmuş." (Emirdağ Lâhikas?, s. 172.)

    Şimdi, bu tek paragrafl?k ifadeden ç?kar?labilecek birçok mânâ var. Bunlardan iki tanesinden k?saca bahsedelim.

    Birincisi: Kendi mânevî şahsiyeti ile alâkal? bir mesele olduğu için, Üstad burada sükût etmekle iktifa ediyor. Yani, ne "Evet, o zat benden bahsediyor" diyor, ne de "Hay?r, işaret edilen kişi ben değilim" diye reddediyor. ?kincisi: Yine mânevî hüviyeti ile alâkal? olduğu için, bu müjdeli sözün içindeki bir tâbiri "evliya" şeklinde tâdil ediyor, değiştiriyor. Böylelikle, kendisine izafe edilen o kudsî hüviyeti gizliyor, örtüyor, setrediyor...

    Burada bir gizlemenin, yahut perdelemenin söz konusu olduğunu şuradan anl?yoruz ki, bir kimse doğar doğmaz dünyaya "evliya" makam?nda gelmez. Bir kimse, sonradan evliya, ulemâ, urefâ, vesaire olur. "Bugün dünyaya geldi" denilen kişi, olsa olsa "beklenen", yahut "tavzif edilen" bir zât olur. Dolay?s?yla, söz konusu müjdeli haberin orijinalinde, "evliya" tâbirinin yerinde bir başka ifade vard?r ki, o­nu da burada perdeyi y?rtarcas?na dillendirmek istemiyoruz. Âriflere bu kadarl?k bir târif kifayetli olmal?.

    Gelelim, Hasan Feyzi Efendinin, bir zamanlar "Said-i Kürdî" de denilen Üstad Bediüzzaman'?n zahirî ve bat?nî nesli, nesebi, hüviyeti ve milliyeti ile alâkal? düşünce ve kanaatlerine...

    * * *

    Hasan Feyzi, Üstad?n?n zahiren Kürt olmakla beraber, hakikatte seyyid ve şerif oluğuna dair fikir ve itikad?n? şu sözlerle ifade ediyor:

    "Ona (Bediüzzaman'a) 'Kürdî' denilmesi ve kaside-i Hazret-i ?mam-? Ali'de (r.a.) görülen 'Yâ müdrike' kelimesinin hazf ve kalbiyle (tersinden ve düzünden iki mânâ: Ey Kürt ve ey idrak eden) 'Kürt' imâ ve işaretinin bulunmas?, gerçekten Kürtlüğüne delâlet etmez ve o­nun mânevî silsile-i şerafet ve siyadetten (şerif ve seyyid olmaktan) tenzil ve teb'idini (düşürme ve uzaklaşt?rmay?) icap ettirmez.

    "Bu isnad ve izafe (yani, o­nun Kürdî lâkab?), Kürdistan'da doğup büyüyen ve bu lâkapla mâruf ve meşhûr olan bu zât?n Risâletin-Nur’un tercüman? olduğunu s?rf âleme ilân etmek içindir; yoksa Kürtlüğünü ispat etmek için değildir.

    "Kürtçe bilmesi, o k?yafete girmesi ve öyle görünmesi, kendini setr ve ihfa için olup, hakikî hüviyet ve milliyetini ihlâl ve inkâr mânâ ve maksad?yla değildir diye düşünüyorum." (Emirdağ Lâhikas?, s. 75.)

    Nur'un has ve halis bir şâkirdi olan Hasan Feyzi'nin bu izah tarz? Üstad Bediüzzaman taraf?ndan da tensip edilerek tasvip görmüş olmal? ki, lâhikaya derc edilmiş.

    Uzunca bir mektuptan ald?ğ?m?z bu k?sac?k iktibas?n bilhassa son cümlesinde geçen "kendini setr ve ihfa" ile "hakikî hüviyet ve milliyet" ifadeleri üzerinde derinlemesine düşünmek lâz?m. Meselâ, "Neden ve niçin 'setr ve ihfâ'?" Ve meselâ "Nedir şu 'hakikî hüviyet ve milliyet'?"

    Evet, ayr?l?ğ?na dayanamayacak kadar Üstad?na bağlanan Denizli kahraman? Hasan Feyzi, Üstad Bediüzzaman taraf?ndan isimlerinin yan?na "sistem" tâbirini koymuş olduğu üç sâd?k talebesinden biridir. Sistem, yani "model kişilik", yahut "örnek şahsiyet" demektir. Diğer iki talebe ise, biri ?slâmköylü Haf?z Ali, diğeri de Ermenekli Zübeyir Gündüzalp'tir.

    * * *

    Bu arada, Son Şahitler isimli eserde yer alan hat?ra notlar?ndan anlaş?ld?ğ? kadar?yla, Üstad Bediüzzaman, kardeşlik bağlar?yla yak?nl?k duyduğu Emirdağl? Osman Çal?şkan ile Urfal? Salih Özcan'a da, hususî sohbet çerçevesinde, hem anne taraf?ndan, hem baba taraf?ndan evlâd-? Resûl olduğunu, yani neseben de Seyyit ve Şerif olduğunu ifade etmiş bulunuyor.

    Muhtemelen bu iki zat?n da Üstad Bediüzzaman'?n neslen seyyid olduğuna dair baz? tereddütleri vaki olmuştur ki, hususî ve istisnaî bir izaha ihtiyaç duyulmuş.

    Tereddüt yaşamayanlar

    Risâle-i Nur dairesi içinde "saff-? evvel" diye de tâbir edilen Nurun ilk talebeleri, üstadlar? olan Hazret-i Bediüzzaman'?n manevî şahsiyet ve hüviyeti hakk?nda herhangi bir tereddüt dahi yaşamad?lar.

    Bu yüzden o­nlar, hiç çekinmeden hayatlar?n? aziz Üstadlar?na ve Nur'un kudsî hizmetine seve seve fedâ ettiler. Hapis, sürgün, zindan, işkence demeden, gönül rahatl?ğ?yla her türlü zahmete, meşakkate katland?lar.

    Üstelik, dünyevî ve maddî hiçbir karş?l?k, hiçbir menfaat beklentisi içinde olmadan...

    Zira o­nlar, kelimenin tam mânâs?yla birer dâvâ adam?yd?. Üstadlar?n?n seyyid ve şerif, yani Âl-i Beytten olduğuna tereddütsüzce inand?klar? gibi, Mehdiyet noktas?nda da başkaca herhangi bir aray?ş, yahut beklenti içinde değillerdi.

    Risâle-i Nur, bu meseleleri hallettiği için, o­nlar da buna tam kanaat ile, bu merhaleyi aşm?şlard?. Kime ve neye hizmet ettiklerini gayet iyi biliyorlard?.

    Evet, hizmetinde iken de, Üstadlar?n?n manevî makam ve hüviyetini bilâtereddüt biliyorlard?. Ama, o­nlar buna rağmen hiç gevşemediler. Bir yandan okuyup kendilerini yetiştirmeye, bir yandan da Nurun hizmeti için dört bir yana koşturmaya devam ettiler. Zaten, as?l mühim mesele de bu değil miydi: Dâvây? iyi anlamak ve hizmet yolunda üstün gayret sarf etmek.

    * * *

    Ayn? hal ve ideal, ayn? şuur ve inanç, ayn? hizmet ve faaliyet tarz?, Üstad Bediüzzaman'?n vefat?ndan sonra da hiç değişmeden devam etti.

    Dün olduğu gibi bugün de, Risâle-i Nur'un künhüne vâk?f olan Nur talebelerinin, üstadlar? Bediüzzaman Hazretlerinin "evlâd-? Resûl" olduğuna dair herhangi bir şüphe veya tereddütleri yoktur.

    Ayn? şekilde, o­nlar?n hiçbiri Mehdî aray?ş? veya beklentisi içinde değildir.

    Bu meselede yap?lacak izahlarda, bilhassa "hikmet-i ipham" ölçüsüne, düstûruna âzamî derecede dikkat ve itina gösterilmeli. T?pk?, âhirzaman şah?slar? hakk?nda 24. Sözün 3. Dal?nda tavsiye edilen şu izah ölçüsü gibi: "...Öyle bir tarzda bahset(meli) ki, ne bütün bütün meçhûl kals?n, ne de bedihî olup, herkes ister istemez tasdike mecbur kals?n." (Sözler, s. 307.)

    Fakat maalesef, özellikle günümüzde bu gibi hassas meseleleri serrişte ederek yara kaş?y?c?l?ğ? yapanlar var. Bu kimseler, zihinleri safi, bilgi ve birikimleri ise az ve zay?f olanlara musallat olup ortal?ğ? buland?rmaya çabal?yorlar. Bu çabalar?ndaki as?l gaye, Risâle-i Nur'a ve talebelerine karş?, ehl-i siyaseti evhama düşürmek ve ehli diyaneti ise tenkide sevk etmektir. ?nşaallah muvaffak olamazlar.

    Üstad Bediüzzaman, bu hususta şunlar? beyan ediyor: "Elhas?l. O gelecek zat?n (Hz. Mehdi'nin) ismini vermek, üç vazifesi (iman, hayat, şeriat) birden hat?ra geliyor; yanl?ş olur. Hem hiçbir şeye âlet olmayan nurdaki ihlâs zedelenir, avâm-? mü’minîn nazar?nda hakikatlerin kuvveti bir derece noksanlaş?r. ...Ehl-i siyaset evhama ve bir k?s?m hocalar itiraza başlar." (Sikke-i Tasdik-i Gaybî, s. 11.)

    Demek ki, bu tür meselelerde yeterli derecede bilgili, birikimli, donan?ml? olmak icap ediyor ki, kimsecikler kalk?p "yumuşak kar?n" gibi gözüken noktalara bask? yapmaya heveslenmesin, zihnî tereddütlere yol açmas?n, açamas?n.

    Bir Nur talebesinin en önemli ve öncelikli vazifesi, Risâle-i Nur'u evvelâ kendi nefsine hitaben okumas?, o­nu anlamaya, o­ndan istifadeye ve istifazaya çal?şmas?; sonra da, daire daire genişlemek sûretiyle, Nur'daki kudsî hakikatleri ihlâsla hayata yans?tmaya gayret göstermesi, yani özetin özeti olarak "îman? hayata hakim k?lmas?"d?r.

    Her şey, hassaten bu nokta için gereklidir; sair meseleler ise, şüphesiz aldanmamak, aldatmamak ve hatt-? müstakim üzerinde yürüyüp tekâmül etmek için lâz?md?r.

    Bediüzzaman diyor ki

    Âl-i Beyt

    * Âl-i Beyt, âlem-i ?slâmiyetin bir silsile-i nuraniyesidir. (19. Mektup, 4. Esas'tan)

    * Dünyada mütesanit hiçbir hanedan ve mütevaf?k hiçbir kabile ve münevver hiçbir cemiyet ve cemaat yoktur ki, Âl-i Beytin hanedan?na ve kabilesine ve cemiyetine ve cemaatine yetişebilsin. (5. Şuâ, 9. Mesele'den)

    * Yüzer kudsî kahramanlar? yetiştiren ve binler mânevî kumandanlar? ümmetin baş?na geçiren ve hakikat-i Kur'âniyenin mayas?yla ve iman?n nuruyla ve ?slâmiyetin şerefiyle beslenen, tekemmül eden Âl-i Beyt, elbette âhir zamanda, şeriat-? Muhammediyeyi ve hakikat-? Furkaniyeyi ve sünnet-i Ahmediyeyi (a.s.m.) ihyâ ile, ilân ile, icrâ ile, başkumandanlar? olan Büyük Mehdînin kemâl-i adâletini ve hakkaniyetini dünyaya göstermeleri gayet mâkul olmakla beraber, gayet lâz?m ve zarurîdir. (5. Şuâ, 9. Mesele'den)

    * Âl-i Beytten gelen seyyidler nesli, şimdi de kemiyeten milyonlar? geçen bir nesl-i mübarektir. (29. Mektup, 5. ?şaret'ten)

    Âl-i Abâ

    Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, gayb-âşinâ ve istikbal-bîn nazar-? nübüvvetle, otuz k?rk sene sonra Sahabeler ve Tâbiînler içinde mühim fitneler olup kan döküleceğini görmüş. ?çinde en mümtaz şahsiyetler, abâs? alt?nda olan o üç şahsiyet olduğunu müşahede etmiş. Hazret-i Ali’yi (r.a.) ümmet nazar?nda tathir ve tebrie etmek ve Hazret-i Hüseyin’i (r.a.) tâziye ve teselli etmek ve Hazret-i Hasan’? (r.a.) tebrik etmek ve musalâha ile mühim bir fitneyi kald?rmakla şerefini ve ümmete azîm faydas?n? ilân etmek ve Hazret-i Fat?ma’n?n zürriyetinin tâhir ve müşerref olacağ?n? ve Ehl-i Beyt ünvan-? âlisine lây?k olacaklar?n? ilân etmek için, o dört şahsa, kendiyle beraber "Hamse-i Âl-i Abâ" ünvan?n? bahşeden o abây? örtmüştür. (14. Lem'â, 2. Suâlin cevab?ndan.)

    Âl-i Muhammed (asm)

    * Âl-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm, Âl-i ?brahim Aleyhisselâm gibi öyle bir vaziyet alm?ş ki, umum mübarek silsilelerin baş?nda, umum aktar ve âsâr?n mecmalar?nda o nuranî zatlar kumandanl?k ediyorlar. Ve öyle bir kesrettedirler ki, o kumandanlar?n mecmuu, muazzam bir ordu teşkil ediyorlar. Eğer maddî şekle girse ve bir tesanütle bir f?rka vaziyetini alsalar, ?slâmiyet dinini milliyet-i mukaddese hükmünde rab?ta-i ittifak ve intibah yapsalar, hiçbir milletin ordusu o­nlara karş? dayanamaz. ?şte, o pek kesretli o muktedir ordu, Âl-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmd?r ve Hazret-i Mehdînin en has ordusudur. (29. Mektup, Beşinci ?şaret'ten)

    Seyyidler nesli

    * Evet, bugün tarih-i âlemde hiçbir nesil, şecere ile ve senetlerle ve anane ile birbirine muttas?l ve en yüksek şeref ve âli hasep ve asil neseple mümtaz hiçbir nesil yoktur ki, Âl-i Beytten gelen seyyidler nesli kadar kuvvetli ve ehemmiyetli bulunsun. ...Böyle bir cemaat-i azîme içindeki mukaddes kuvveti tehyiç edecek ve uyand?racak hâdisât-? azîme vücuda geliyor. Elbette, o kuvvet-i azîmedeki bir hamiyet-i âliye feveran edecek ve Hazret-i Mehdî baş?na geçip tarik-i hak ve hakikate sevk edecek. (29. Mektup, Beşinci ?şaret'ten)

    Hz. Mehdî

    * Hazret-i Mehdîye dair muhtelif rivayetler var. Tafsilât ve tasvirat başka başkad?r. ...Âhirzamanda gelen Mehdî gibi herbir as?r, Âl-i Beytten bir nevi mehdî, belki mehdîler bulmuş. ...Büyük Mehdîden evvel gelen emsâlleri, nümuneleri olan hulefâ-i mehdiyyîn ve aktâb-? mehdiyyîn evsaflar?, as?l Mehdînin evsâf?na kar?şm?ş ve o­ndan rivâyetler ihtilâfa düşmüş. (19. Mektup, 4. Esas'tan)

    Bu yaz? serisi içinde sunmak istediğimiz, ancak her nas?lsa tehir etmek durumunda kald?ğ?m?z önemli bir nokta daha var. Şöyle ki:

    Bediüzzaman Said Nursî'nin Âl-i Beytten, yani seyyid olduğunu gösteren önemli işaretlerden biri de, o­nun hayat? boyunca hiç kimseden zekât ve sadaka almamas?d?r.

    Zira, seyyid olan kimselere zekât ve sadaka verilmediği gibi, o­nlar da almazlar, alamazlar, almamal?d?rlar.

    Nitekim, Said Nursî de almam?ş ve alamam?ş.

    Onu seyyid bilmeyenler, içlerinden gelerek mallar?n?n zekât?n? götürüp vermek istemişler; fakat, o fakr u zaruret içinde iken dahi bunu asla kabul etmemiş, reddetmiş.

    Esasen, öyle anlaş?l?yor ki, o­na zekât, sadaka ve mukabilsiz hediye gibi şeyler ald?r?lmam?ş.

    Evet, tâ küçüklüğünden beri insanlar?n bu neviden yard?mlar?n? almayan, hatta bazan kişiyi k?rarcas?na reddeden Üstad Bediüzzaman, zaman zaman kendisinin de hayret ettiği bu garip halinin bir hikmetini şöyle izah ediyor: "Eski Said’in çocukluk zaman?ndan beri hem kendisi, hem babas? fakir olduklar? halde, başkalar?n?n sadaka ve hediyelerini almad?ğ?n?n ve alamad?ğ?n?n ve şiddetli muhtaç olduğu halde hediyeleri mukabilsiz kabul etmediğinin... ve, Said hiçbir vakit (evlere) tayin (yemek) almaya gitmediğinin ve zekât? dahi bilerek almad?ğ?n?n bir hikmeti, şimdi kat’î kanaatimle şudur ki: Âhir ömrümde Risâle-i Nur gibi s?rf imanî ve uhrevî bir hizmet-i kudsiyeyi dünyaya âlet etmemek ve menâfi-i şahsiyeye vesile yapmamak için, o makbul âdete ve o zarars?z seciyeye (sadaka ve zekâta) karş? bana bir nefret ve bir kaç?nmak ve şiddet-i fakr ve zarureti kabul edip elini insanlara açmamak hâleti verilmişti ki, Risâle-i Nur’un hakikî bir kuvveti olan hakikî ihlâs k?r?lmas?n." (Emirdağ Lâhikas?, s. 313; Y. A. Neşriyat.)

    Risâle-i Nur'un takip ettiği meslek ve meşrep dairesi içinde birbiriyle ülfet ve münasebet peyda etmeyecek mefhumlar?n baş?nda "ihlâs ile maddiyat" gelir.

    Dolay?s?yla, bir şah?s, r?zâ-i ?lâhî yolunda ihlâsla hizmet ederken, bunun karş?l?ğ? olarak herhangi bir maddî menfaat hesab? veya beklentisi içinde olmayacak. Olduğu takdirde, ihlâs? kaybeder.

    Nitekim, 21. Lem'â olan ?hlâs Risâlesinde bu meseleyi veciz ve tesirli bir üslûp ile izâh eden Üstad Bediüzzaman, ihlâs? k?ran birinci ve en büyük mâninin "menfaat-i maddiye cihetinden gelen rekabet" olduğunu kaydeder.

    Evet, hayat?n? bütünüyle imân–Kur'ân hizmetine adayan Bediüzzaman Said Nursî'nin, zekât ve sadaka gibi maddî yard?mlar? almamas?n?n bir hikmeti, "en büyük kuvvet olan ihlâs?n k?r?lmamas?"d?r; bu halin bir başka hikmeti ise, aslen ve neseben kendisinin seyyid, yani Evlâd-? Resûl olmas?d?r.

    Pekçok kimse, o­nun bu yönlerini bilemediği için, zekât ve sadakay? reddetmesine ve hediyeleri de mukabilsiz kabul etmemesine ak?l erdiremeyerek hayret ve taaccüp etmişler.


    Yeni Asya - M. Lâtif Salihoğlu
    Konu elff tarafından (05.06.07 Saat 22:27 ) değiştirilmiştir.
    Anlamını Bilmediğiniz Kelimelerin Üzerine Çift Tıklayınız...

    Sual: Belki onlar eski hali istiyorlar?
    Cevap: Size kısa bir söz söyleyeceğim; ezber edebilirsiniz: İşte, eski hal muhal; ya yeni hal veya izmihlâl...
    (Bediüzzaman Said Nursi)


    Ne hayal, ne kuruntu hakikat istiyorum.
    Hakikat, hakikat, hakikat istiyorum!.. (Osman Yüksel SERDENGEÇTİ)




  2. #2
    Dost DoktorX - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Jun 2006
    Bulunduğu yer
    İstanbul
    Mesajlar
    6

    Standart

    SELAMUN ALEYKÜM VE RAHMETULLAH VE BEREKATUHU EBEDEN DA?MEN

    MAŞAALLAH
    BU KONUDAK? VESVESELER? ?ZALE ETMEK ADINA ÇOK GÜZEL B?R ÇALIŞMA OLMUŞ
    ALLAH c.c. S?ZDEN EBEDEN RAZI OLSUN ?NŞALLAH
    GEREK?RSE KAYNAK GÖSTER?LEB?ECEK B?R YAZI OLMUŞ
    EL?N?ZE YÜREĞ?N?ZE SAĞLIK
    RABB?M MÜKAFATINI DÜNYADA VE AH?RETTE DE VERS?N ?NŞALLAH
    B?L?YORUM K? BU AMEL?YE MÜKAFAT KAYGISI OLMADAN ?HLAS ?LE YAPILMIŞ
    O YÜZDEND?R K? HALKLARIN KABUL ETMES? ?Ç?N YAPIMLAYAN ?HLASLI VE SAM?M?
    AMEL?YELER? HALKLARA KABUL ETT?RD?Ğ? G?B? BU AMEL?YEN?Z? DE B?ZLERE KABUL ETT?R D?.

    VEL HAMDÜL?LLAH? RABBUL ALEM?N

    ÖVGÜ O NA DIR

    HASILI KELAM

    ALLAH cc S?ZDEN VE BÜTÜN R?SALE-?NUR TALEBELER?NDEN VE BÜTÜN EHL? ?MAN
    KARDEŞLER?M?Z DEN RAZI OLSUN.

    ESSELAMUN ALEYKÜM VE RAHMETULLAH? VE BEREKATUH.
    EBEDEN DA?MEN.
    Konu elff tarafından (05.06.07 Saat 22:29 ) değiştirilmiştir.
    BİSMİLLAH HER HAYRIN BAŞIDIR

  3. #3
    Gayyur aciz_fakirim - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Jun 2006
    Bulunduğu yer
    Konya
    Mesajlar
    65

    Standart



    esselamu aleyküm..Allah ebeden razı olsun.yaptığınız çalışmalar sanırım hepimizi aydınlatmakta.Allah gücünüzü arttırsın.dualarım sizin ve nur talebelerinin muaffakiyeti için inş. a.e.o.
    hayat uzun gibi görünsede,gün kısa...

  4. #4
    Gayyur papatya - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Dec 2006
    Bulunduğu yer
    Sakarya
    Mesajlar
    73

    Standart

    Allah Razi Olsun.
    Konu elff tarafından (05.06.07 Saat 22:34 ) değiştirilmiştir.

+ Konu Cevaplama Paneli

Konu Bilgileri

Users Browsing this Thread

Şu an 1 kullanıcı var. (0 üye ve 1 konuk)

     

Benzer Konular

  1. Bediüzzaman'da Seyyidlik Nişanı
    By Şahide in forum Bediüzzaman'ın Hayatı (Eski, Yeni ve Üçüncü Said Dönemleri)
    Cevaplar: 147
    Son Mesaj: 03.01.17, 22:38
  2. Bediüzzaman ve Meşruiyet Meselesi
    By Abdulbaki in forum Açıklamalı Risale-i Nur Dersleri
    Cevaplar: 29
    Son Mesaj: 27.08.08, 10:48
  3. Bediüzzaman Said Nursi ve Kürt Meselesi
    By SeRDeNGeCTi in forum Gündem
    Cevaplar: 2
    Son Mesaj: 26.11.07, 17:18
  4. Bediüzzaman'ın Seyyidliği Meselesi
    By muhakkik in forum Bediüzzaman ve Risale-i Nur Çalışmaları
    Cevaplar: 21
    Son Mesaj: 30.10.07, 19:41

Bu Konudaki Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
Google Grupları
RisaleForum grubuna abone ol
E-posta:
Bu grubu ziyaret et

Search Engine Friendly URLs by vBSEO 3.6.0