s.a arkadaşlar ben istifade ettim zann?m benim gibi istifade eden arkadaşlar olur temennisiyle ...
Risale-i Nur’un bir çekirdeği olarak Birinci Söz
Besmele’nin bir tefsiri olan Birinci Söz; Risale-i Nur’un bir fihristesi, bir çekirdeği olarak görülebilir. Risale-i Nur’un temel kavramlar?, kendine has usulü, anlat?m tekniği, temel prensipleri ‘Birinci Söz’e dercedilmiştir. Âlemin küçük bir fihristesi olduğundan insan? çözüp anlamak nas?l bütün bir kâinatla olan ilişkisini farkedebilmeyi gerektiriyorsa Birinci Söz’ü de hakk?yla anlamak onun bütün bir külliyat ile olan ilişkisini görmek ve anlamakla mümkündür. Bu ‘küçük söz’ü hakk?yla anlaman?n bütün bir külliyat? anlamakla mümkün olmas?ndan dolay?d?r ki, bu söz bize Risale-i Nur’u açacak bir anahtar şeklinde belirir ve bu özelliğinden dolay? da koca külliyat?n en baş?na şuurlu bir şekilde yerleştirilmiştir.
Birinci Söz’ün Risale-i Nur’a nas?l fihristelik yapt?ğ?, bu koca ağac?n bir çekirdeği olarak nas?l belirdiği çok farkl? aç?lardan ele al?nabilir. Bu makalede ise sadece Birinci Söz’ün Risale-i Nur mesleğinin temel esaslar?n? nas?l muhtevi olduğu incelenmeye çal?ş?lm?şt?r. Bilindiği üzere, Bediüzzaman Hazretleri Risale-i Nur mesleğinin temel esaslar?n? iki farkl? şekilde belirtmektedir: Kader Risale’sinin hatimesinde acz, fakr, şefkat ve tefekkür Risale-i Nur mesleğinin dört esas? olarak takdim edilirken, Şükür Risalesi’nin sonunda ise harika bir beyitle dört esas şu şekilde ifade edilmiştir:
“Der tarîk- i acz-mendî lâz?m âmed çâr-çîz;
Acz-i mutlak, fakr-? mutlak, şevk-i mutlak, şükr-ü mutlak ey aziz!”
Fethullah Gülen Hocaefendi iki farkl? yerdeki bu esaslar? harmanlay?p, alt? prensip halinde takdim ederek; bunlar?n seyr u sülûk-i ruhanide alternatif bir yöntemin temel unsurlar? olduğunu ifade etmiştir. Bu yöntemin peygamberlik hakikatinin tecellisine bakt?ğ?n?, dolay?s?yla da mevcut metodlardan daha kestirme, daha selametli ve emin olduğunu belirtmiştir. 1 Seyr u sülûkta farkl? bir çizgi say?labilecek bu yolun alt? esas? s?ras?yla acz, fakr, şefkat, tefekkür, şevk ve şükürdür. Bu esaslar? metindeki konumlar?na göre tek tek ele alal?m.
Acz ve Fakr
Acz ve fakr, Birinci Söz’ün belkemiğini oluşturan birbiriyle irtibatl? iki temel kavramd?r. Bu iki kavram perspektifinde yap?lan tahlil, insan?n iç dünyas?ndan başlar, d?ş dünyas?na uzan?r ve yine iç dünyas?nda biter.
Bedevi Arap çöllerinde seyahat eden adam hikayesi, kendi mahiyetimizin acz ve fakr ile yoğrulmuş olduğunu farketmemizi sağlayan bir temsil hükmündedir. Bediüzzaman, her şeyden önce insan?n iç dünyas?ndaki yani enfüsi âlemdeki acizlik ve fakirliği nazara verir. Çünkü muhatab? insand?r. Hedefi onu marifete ulaşt?rmakt?r. ?nsan?n bizzat kendi tecrübesiyle künhüne inemediği bir hakikat nas?l bilinirse bilinsin, kendi marifeti aç?s?ndan çok büyük bir ehemmiyeti haiz değildir. Acz ve fakr hakikatinin insan?n iç dünyas? merkeze al?narak anlat?lmas?n?n iman-? Billah ve ubudiyet aç?s?ndan önemi enfüsi tahlilden sonra daha iyi anlaş?lacakt?r.
Acizlik, güç ve kuvvet yetmezliği, fakirlik ise sermaye, mal yetmezliği şeklinde anlaş?labilir. Bu hakikakatlerin enfüsi âlemdeki tezahürünü şu şekilde anlamak mümkündür: ?nsan öncelikle kendi kuvvetinin yeterli ve yetersiz olduğu durumlar? gözlemleyerek kendine bir hat çizer; buraya kadar kuvvetim yeterli, bundan sonras? için yetersiz, der. Mesela ‘elli kiloluk yükü kald?rabilirim, ama elli bir kiloluğu kald?ramam’ der. Bu mertebede belli bir noktaya kadar acizliğini fehmetmiş olur. Ama elli kiloluk yükü kald?ran kuvvetin kendine ait olduğunu zanneder. Bu insan ne zaman ki hasta olur, elini bile kald?ramayacak bir hale gelir; işte o zaman o elli kiloyu bile kendisine ait bir kuvvetle kald?rmad?ğ?n? anlar. Çünkü hastal?ğ?nda ne kadar isterse istesin elini dahi oynatamamaktad?r. Üzerindeki s?n?rl? kuvvetin dahi her zaman iradesine bağl? olarak kullan?lamad?ğ?n? farketmekle, aczini anlamakta derinleşir. Bu sayede sağl?kl? iken kulland?ğ? gücün kendine ait olmad?ğ?n? anlar. ?nsan kendi iç dünyas?na eğilip kendini iyice bir tahlil ettiğinde kendine ait hiçbir kuvvet emaresine rastlayamaz. Çünkü doğduğu gibi bir gün de ölecektir. Kendisinin kendi eline vermediği bu kuvvet, bir gün yine kendi isteğine muhalif olarak kendisinden ayr?lacakt?r. ?nsan, kendisine verilen s?n?rl? kuvvette sadece tasarruf eder, ama onu sahiplenemez. Bediüzzaman Hazretleri’nin tabiriyle insan acz-i mutlaktad?r. Kendi ad?na sahiplenebileceği hiçbir kuvvet k?r?nt?s? yoktur. Kendi sahipliği aç?s?ndan tam bir güçsüzlük hali içerisindedir.
?nsan fakr?n? da aczini anlad?ğ? gibi anlar. Önce kendine bir s?n?r çekerek şu kadar? benim, kalan? benim değil, der. Mesela, yüzüne ve zekas?na bakar. Güzellik ve kavrama derecesini farkeder. Derecesini ve s?n?r?n? farkettiğinden kendi güzellik ve zekas?ndan daha üstün olanlara bak?p belli bir ölçüde fakirliğini kabul eder. Fakat kendi tasarrufundaki özellikler kendisininmiş gibi davran?r. Yaşlanmayla beraber elindekilerin yavaş yavaş kaybolmas?na engel olamamakla bunlar?n kendi iradesine bağl? bulunmad?ğ?n?, böylelikle de kendine ait olmad?ğ?n? anlar. Nihayet ölümünü de engelleyemeyeceğini fehmetmekle mutlak manada bir fakir olduğunu derkeder. Bediüzzaman’?n tabiriyle fakr-? mutlak içerisinde olduğunu anlar.
Acz-i mutlak ve fakr-? mutlak içerisindeki insan sadece böyle bulunmakla kalmaz, bununla beraber hadsiz musibet ve ihtiyaç ile kuşat?lm?ş olduğunu da farketmekle büsbütün perişan olur, elemler, kederler içinde kal?r.
Âciz insan için en büyük korku düşman? olmas?d?r. Çünkü düşman âciz adama karş? yöneldiğinde, acizin ona karş? koyacak bir gücü yoktur. Acz-i mutlak içerisindeki insan?n ise hadsiz düşman? vard?r. ?nsan bütün bir kâinatla alakadar olduğundan her bir hadise kendisi için potansiyel bir düşman veya musibet olarak belirebilir. ?nsan bir mikroba karş? koyamay?p hastaland?ğ? gibi dünyay? tehdit eden bir gök hadisesine de karş? koyamaz. Çok muhabbet beslediği ailesi ve yak?nlar? dahi, kendisinden ayr?ld?klar?nda bu ayr?l?ğ?n önüne geçememesi insana acizliğinin çok farkl? bir buudunu hissettirir.
Fakir içinse en büyük dert ihtiyac?n?n fazla olmas?d?r. Elinde kendine ait bir şey yoksa fakir ihtiyaçlar?n? nas?l karş?layabilir? ?nsan?n fakr-? mutlak içerisinde olmas?yla beraber sonsuz ihtiyac? vard?r. En başta ölümsüzlük ister, kendine yönelecek bir muhabbet bekler, mükemmel bir vaziyette yaşamak ister. Mükemmel bir tarzda yaşamak, sevmek, yemek, içmek vs. gibi insan?n çeşit çeşit ama hep ebediyete bakan istekleri, ihtiyaçlar? vard?r. Fakat bunlar? karş?lamak üzere kullanacağ? kendine ait hiçbir sermayesi yoktur.
Aczini, fakr?n? bu şekilde kavrayan bir insan?n önünde iki seçenek belirir: Ya her şeye gücü yeten ve her ihtiyac?n? karş?layabilen bir Kadir-i Rahim’e intisap edip bulunduğu konumu anlamland?rmak, elim ve vahim haletini tatl? ve huzurlu bir hale dönüştürmek yahut da Kadir-i Rahim’e bağlanmaman?n neticesi olarak her bir hadisenin karş?s?nda titreme, hadsiz ihtiyac?na cevap veremeyecek sebeblerden –yalanc? bir çare de olsa- dilenme, yard?m bekleme. Bu iki ş?ktan birini tercih, insan?n hür iradesine b?rak?lm?şt?r, ancak birinci yolun hak olduğu hiçbir nizaa yer vermeyecek şekilde bellidir. Mayas?ndaki hadsiz aczi ve fakr? kavram?ş biri anlar ki; kendisine sorulmadan ortaya ç?kan vücudu ve özellikleri, yoktan varoluşlar? itibar?yla mutlak bir kudret ve rahmet Sahibinin vücudunu gerektirir. Bunu farkeden insan, o Kadir-i Mutlak ve Rahim-i Mutlak’? tasdik etme makam?ndad?r. Onu tasdik etmekle iman dairesine girmiş olur. ?nsan acz-i mutlak?ndan dolay?, kendisine yönelmiş tehditlere karş? bir dayanak noktas?na, fakr-? mutlak?ndan dolay? da sonsuz ihtiyaç ve emeli karş?s?nda bir medet noktas?na intisap etme makam?ndad?r.
Allah’a yönelip bağlanmakla insan, sonsuz mertebesi olan imanda derinleşmeye başlar. Kulluğun da özü zaten budur. Yani insan?n aczi ve fakr?, kendisini tatmin edecek tek merci olan Zat-? Uluhiyet’e yönelmesini sağlar. Böylece insan dua eder. Aczini, fakr?n?, kusurunu, zaaf?n? Allah’?n huzurunda ilan ederek; O’ndan yard?m diler. Ve bu manay? yaşay?ş?na uygulamas? ibadeti netice verir. “?badetin özü duad?r” 2 hadis-i şerifini bu çerçevede daha iyi anlamaktay?z. ?nsan? ibadete yönlendiren ve ibadeti ayakta tutan şey duad?r. Bediüzzaman Hazretleri iman?n tasdik ve intisap buudlar?n? insan?n acz ve fakr?na bağlayarak, enfüsi âleme bakan güzel bir tahlil örneği sergilemiştir. ?nsan, Kadir-i Rahim’e intisap etmekle perişaniyetten kurtulur. Mutlak bir güç ve rahmet kazan?r. Dolay?s?yla aczi ve fakr? insan için elem kaynağ? olmaktan ç?k?p rahmet ve kudreti celbedecek birer merkez olurlar. ?man?n bu dönüştürücü yönüne değinilerek enfüsi âlemdeki tahlil noktalan?r.
Enfüsi âlemden afaki âleme geçildiğinde, diğer mevcudat?n da acz-? mutlak, fakr-? mutlak içerisinde bulunduğu müşahede edilir. Mesela basit, şuursuz inek, sadece ot yiyip su içerek şuur gerektiren ve mükemmel bir besin olan sütü yapamaz. Yumuşak olan kök ve damarlar sert olan kaya ve toprağ? delemez. Sebeplerle onlara bağl? sonuçlar aras?nda çok büyük bir uzakl?k vard?r. Sebepler, basit, aciz, şuursuz; sonuçlar ise sanatl?, harika ve şuur gerektiren bir mükemmelliktedir. Sebep ve ona bağl? sonuç aras?ndaki bu uzakl?kla, sebepler sonuçlar?n varl?ğa gelmelerinde kendilerinin tesir sahibi olmad?ğ?n? lisan-? aczleriyle hayk?rmaktad?rlar. Bu tahlille tabiatperestlerin afaki âlemde geçerli varsayd?klar? illiyet prensibi y?k?l?r. Sebeplerin sonuçlar? üretmesi, yaratmas? diye bir şey mümkün değildir. Bir sonucu ancak mutlak bir kuvvet ve rahmet Sahibi var edebilir.
Enfüsi âlemdeki tahlil, enenin insanda hükümran olduğuna dair vehmi y?km?şt?. Afaki âlemdeki tahlil de tabiat ve sebeplerin bir tesir sahibi olabileceği vehmini y?kmaktad?r. Ene ve tabiat?n ontolojik konumunun ne olduğu Bediüzzaman’?n fikriyat?nda çok merkezi bir yere sahiptir. Kendisi bunu şu sözleriyle ifade etmiştir: “Otuz seneden beri iki tağut ile mücadelem vard?r. Biri insandad?r, diğeri âlemdedir. Biri “ene”dir, diğeri “tabiat”t?r.” 3
Afaki âlemde sebeplerin tesirsizliğini göstermekle Bediüzzaman, Tevhid-i Uluhiyet’in yan?nda Tevhid-i Rububiyet’i de nazara vermektedir. Kamil bir tevhid anlay?ş? aç?s?ndan bu vurgu çok önemlidir. Bediüzzaman’?n bu yaklaş?m?, “kâinat? yarat?p da köşesine çekilen pasif bir tanr?!” iddias?na çok büyük bir darbe indirmektedir. Kâinattaki herbir şey, her an varolabilmek için mutlak bir kudret ve rahmete ihtiyaçlar? olduğunu lisan-? aczleriyle hayk?rmaktad?r. Allah’?n kayyumiyetiyle bu kâinat ayakta durmaktad?r. “Daimi yarat?l?ş” diyebileceğimiz bu yaklaş?mla Cenab-? Hakk’?n her bir şeyin her anki duas?na cevap verip, rububiyetini tecelli ettirmesini anlamak mümkün hale gelir. Dolay?s?yla her bir şey her bir an?nda kendi ad?na değil, Allah ad?na hareket etmektedir. Yani besmele çekmektedir. Birinci Söz’ün ilk paragraf?nda ifade edilen “bütün mevcudat?n en çok tekrarlad?klar? zikrin ‘bismillah’ olmas?” hakikati tevhid-i rububiyetin ilan?d?r. Bediüzzaman’?n Ayet’ül Kübra4 olarak kabul ettiği “Hiç bir şey yoktur ki Allah’? tesbih ediyor olmas?n.”(?sra, 17/44) ayetinden mülhem bu tahlil; besmelenin sadece insanla Allah aras?ndaki bir nispeti ifade etmeyip, bununla beraber kâinat ile Allah aras?ndaki ilişkiyi de ihtiva ettiğine dair orijinal bir tespittir.
Tahlilin üçüncü basamağ?nda, afaki âlemde müşahede edilen acz ve fakr hakikatleri tekrar insan?n iç dünyas?na taş?n?r. ?nsan?n her hal ve hareketinde, her bir şeyle olan ilişkisinde şükrünü hakiki müessir ve kuvvet sahibi olan Cenab-? Hakk’a vermesinin gerekliliği üzerinde durulur. Sebeplerin şükre merci olma noktas?nda hiçbir hakk? yoktur.
Şefkat
Şefkat, kendi acz ve fakr?ndan sonra bütün mevcudat?n da acz ve fakr içerisinde bulunduğunu farkeden bir insanda belirecek bir histir. Kendi gibi yard?ma muhtaç mahlukata ac?y?p merhamet duyan insan, Cenab-? Hakk’?n bütün mevcudata yönelmiş mukaddes şefkatinin bir gölgesini taş?r. Şefkat bir çeşit muhabbettir, fakat aşktan ayr? ondan daha keskindir. Aşk karş?l?k bekleyerek sevmektir, ancak şefkat karş?l?k beklemeden muhabbet beslemektir. Bu yüzden şefkat, aşka nispetle daha ulvi bir histir. Birinci Söz’de şefkatten aleni bir şekilde bahsedilmemiştir, ancak bahsedilmemesi şefkatin göz ard? edilip kullan?lmad?ğ? anlam?na gelmez. Şefkat hakikati baştan sona Birinci Söz’e hakimdir. Bunu farketmemizi sağlayan önemli bir nokta, mücerret hakikatlerin avam?n anlamas?n? kolaylaşt?rmak için temsillerle anlat?lm?ş olmas?d?r. Hakikatler pekala diğer baz? alimlerin yapt?ğ? gibi oldukça teorik bir şekilde, laf? uzatmadan anlat?labilirdi. Fakat böyle yap?lmam?ş. Kur’ân usulü takip edilerek en mücerret hakikatler herkesin anlayabileceği örnekler ve temsili hikayeler içinde sunulmuştur ki insanlar içerisinde büyük bir çoğunluğu oluşturan avam kesimi onlara bigane kalmas?n.
Temsil, bilinmeyen bir şeyin bilinen bir şey vas?tas?yla veya bilinen bir şey üzerinden anlat?lmas?d?r. Mesela, insan?n kendi gerçekliğini farketmesinde çok önemli bir yeri olan acz, fakr hakikatleri “bedevi çöllerinde seyahat eden bir adam?n” şahs?nda akla yaklaşt?r?lm?şt?r. Yiyeceklerimizi bize ulaşt?ran tablac?lar, bir diğer tabirle nakliyecilerin üzerinde nimetten nimeti verene yani Mün’im’e geçişin kavrat?lmas? da başka bir misaldir. Bediüzzaman Hazretleri’nin temsil kullan?m?; Kur’ân’da hakikatleri herkesin gördüğü bildiği şeylerle anlatmaya, temsillere ve k?ssalara verilen ehemmiyetten nebean etmiştir. Bediüzzaman taraf?ndan “tenezzülat-? ?lahiye” şeklinde ifade edilen ‘Cenab-? Hakk’?n muhataplar?n seviyesine tenezzül ederek hakikatleri anlatmas?’, Allah’?n mukaddes şefkatinin bir göstergesidir. Kur’ân üslubundaki bu şefkat Risale-i Nurlara da yans?m?ş, “Birinci Söz” dahil pek çok risale içerisinde görülen, muhataplar?n seviyesine göre şekillenen bir anlat?m tekniğinin kaynağ? olarak varl?ğ?n? sürdürmüştür. Şefkat hakikatini gösteren bir diğer mühim nokta da Sözler’e “Ey kardeş” hitab?yla başlanmas?d?r. Bediüzzaman, muhatab?n? şefkat, sevgi, ve tevazuyla kucaklayarak “ey kardeş” ifadesini kulanm?şt?r ki bu bir nevi şefkatin göstergesi ayn? zamanda da irşat erlerinin takip etmesi gereken bir hizmet usulüdür.
Tefekkür
?nsan, düşüncesini hakikati bulmak ve onu tasdik etmek için kullanabileceği gibi; apaç?k hakikatleri perdelemek, bat?l inançlar?na k?l?f yapmak için de kullanabilir. Şefkatli insan ise kendi konumunu doğru bir şekilde anlay?p ona göre davrand?ğ? için, akl?n? sadece hak ve hakikatin ortaya ç?kmas? için kullan?r. Dolay?s?yla şefkatli bir insan?n düşünmesi tefekkürü getirecek, hak ve hakikate kap? açmaya vesile olacakt?r. Tefekkürün ehemmiyeti imanda çok büyük bir inkişafa vesile olmas?ndan dolay?d?r. Tahkiki imana giden yol tefekkürden geçer. Tahkiki iman, Bediüzzaman Hazretleri’nin üzerinde önemle durduğu temel mevzulardand?r. Tahkiki iman; iman hakikatlerinin incelenerek, araşt?r?larak, hakkaniyeti anlaş?larak kabul edilmesidir. ?man hakikatlerinin hakkaniyetinin anlaş?lmadan, gelenek ve görenekler etkisiyle kabulü demek olan taklidi iman, tahkiki iman karş?s?nda oldukça sönük kalmaktad?r. ?man, ?slam dininde öylesine temel bir konuma sahiptir ki, insan?n yapt?ğ? her işin, her amelin baş?nda geçer bir katsay? gibi amelini katlar. ?mandaki kuvvet ve derinlik nispetinde bir amel, bazen yüz bazen bin bazen de hadsiz amele denk olabilir. “Bir saat tefekkür bin sene nafile ibadetten daha hay?rl?d?r.” 6 hadis-i şerifi asl?nda bu temel ilkeyi nazara vermektedir. Bir saatlik tefekkür eğer iman seviyemizde bir s?çramaya vesile oluyorsa, bu iman seviyesindeki bir saatlik amel olan tefekkür daha önceki iman seviyemizle yapt?ğ?m?z bir senelik ibadete denk gelebilir. Fakat bu, diğer ibadetler b?rak?larak sadece tefekkür edilsin, demek değildir. Her ibadet ayr? bir kurbet helezonudur.
Bu meyanda, Bediüzzaman Hazretleri’nin stratejisi genel itibar?yla halk?n taklidi seviyedeki iman?n? tahkiki seviyeye ç?karmakt?r. Hemen hemen herkes, “bismillah”, “elhamdülillah” gibi şeair olmuş, iman hakikatlerinden neşv ü nema eden kelimeleri kullan?r, ama pek çoğu bunlar?n içerdiği anlam zenginliğini bilmez. Bediüzzaman’?n amac? külle örtülen bu hakikatlerin üstündeki külü üflemek ve harikal?ğ?n? ortaya ç?karmakt?r. Bu yüzden metnin ilk kelimesi herkesin bilip istimal ettiği “Bismillah”t?r. Hemen hemen herkesçe paylaş?lan bir ortak payda ile söze başlan?r. Sonradan “besmele”nin s?rlar? aç?lmaya başlan?r. “Besmele”nin bir defineye benzetilmesi boşuna değildir. Define gömülü hazinedir. Besmele’yi gömüldüğü yerden ç?karmakla onun ne kadar değerli ve harikulade olduğu tefekkürle gösterilir.
Gafletle bak?ld?ğ?nda s?radanm?ş gibi görünen şeylerin hepsinin birer kudret mucizesi, rahmet hediyesi olduğu gafleti y?kan tefekkürle görülür. “Mucize” kelimesi Risale-i Nur’un terminolojik dili içerisinde; kendisini yapmaktan bütün sebeplerin aciz kald?ğ?, güç yetiremediği şey için de kullan?l?r. Varl?ğa ç?kabilmesi ancak mutlak bir kudretle mümkün olan her bir şey, kendinden önceki sebepleri kendilerini yapmaktan aciz b?rakt?klar? için mucizedirler. Bir tohumdan ağaç ç?kmas?, ay?n bir parmakla ikiye yar?lmas? gibi mucizedir. Her bir şey kendilerine tatmin edici bir karş?l?k ödemediğimiz halde ihtiyac?m?z? bilirmişçesine bize geldiklerinden “hediye”dirler. Bu gözle yap?lan bir tefekkür, bize s?radanl?k içinde mükemmelliği farkettirerek; her bir şeyden Allah’a pencereler açmam?z? sağlar. Nimetten Mün’im’e; eserden Müessir’e geçmemize imkan tan?r. Netice itibar?yla tefekkürün iman?n inkişaf etmesinde çok büyük bir rolü vard?r.
Şevk
Şevk esas? da metinde aç?k bir şekilde yer almamakla beraber, şefkat gibi metnin içine sinmiş bir hakikattir. Enfüsi âlemde aczimizi, fakr?m?z? farketmekle başlad?ğ?m?z tefekkür yolculuğu, afaki âlemde devam eder. Afaki âlemde tek bir durağa değil bir çok duraklara uğrayarak devam eder. Tekrar enfüse döner, tekrar afaka ç?kar; ama hiçbir zaman bitmez. Tek bir şey Allah’a kap? açmak için yeterli olduğu halde niye bu kadar çok menzillere uğran?lm?şt?r? Çünkü tefekkür eden yolcu her bir menzilde Allah’? daha farkl? bir buudda tan?r, heyecan? artar, ayn? Ayet’ül Kübra risalesindeki seyyah gibi “Hel min mezid-Daha yok mu?” der, durur. Yolcunun uğrad?ğ? her bir menzil, diğer menzile yönelmesini sağlayan bir heyecan pompalar yolcunun ruhuna. Marifetin artmas?yla ortaya ç?kan bu heyecan şevkin ta kendisidir. Şevk devaml? artar ve bir noktadan sonra da şükre ink?lab eder.
Şükür
Şükür bahsi, metnin sonuna doğru ele al?n?r. Acz, fakr, tefekkür esaslar? muhatab?n zihnine yerleştirildikten sonra s?ra şükür esas?n? ikame etmeye gelmiştir. Bediüzzaman Hazretleri, Cenab-? Hakk’?n bize verdiği nimetlere bedel bizden istediği fiyatlar? belirtirken şükrü kas?tl? bir şekilde sona yerleştirir ve şöyle der: “Ahirde elhamdülillah şükürdür.” Şükür Risalesi’nde de Bediüzzaman, şükrü hilkat-i âlemin en mühim bir neticesi olarak takdim eder. Buralardan anl?yoruz ki, şükür ibadette bir ufuktur. ?man ve ibadette ulaş?lmas? gereken as?l menzil şükürdür. Başta ibadetin özünün dua olduğunu söylemiştik. Dua ibadete sevk eden, ibadeti ayakta tutan şeydir. Dolay?s?yla ibadet duayla başlar ve duayla devam eder. Ama ne zaman ki insan dua ve ibadette şükre ulaş?r, kul şükür için ibadet etmeye başlar; işte o zaman ibadet kemale erer. Evet, iman ve ibadette kemal kendi içinde say?s?z mertebesi olan bu hatta girmekle mümkündür. Efendimiz’in “Duan?n en faziletlisi Elhamdülillah’t?r” (?bn Mace, Edeb 55; Tirmizî, Daavat 84) hadisi anlat?lan bu manay? çok veciz bir şekilde ifade etmektedir.
?badeti şükür için yapma ufkunu yakalayan birinin din anlay?ş? büsbütün değişir. Böyle bir insan, geleceğe matuf bir tak?m hesaplamalarla hareket etme yerine, kendisine önceden verilmiş sonsuz nimetlerden dolay? onlar? veren Rabbine karş? minnettarl?ğ?n?n bir neticesi olarak ibadet etmeye başlar. Hiç yokken varolman?n, varl?k içerisinde ak?l, kalb, göz, kulak v.s gibi bir sürü latife ve mükemmel özelliklerle donat?lm?ş insan olman?n, insanl?k içinde müslüman olman?n ve din-i mübin’in şuuruyla yaşaman?n hiçbir şey yapmad?ğ? halde verildiğini farketmek, insan?n önüne sunulan sonsuz nimeti görebilmek demektir. Şükür için ibadet eden, bu manay? anlam?ş demektir. Çünkü şükür insana ulaşm?ş bir nimetten dolay?d?r.
Netice itibar?yla görülmektedir ki, Birinci Söz’ün Risale-i Nur mesleğindeki alt? esas? ihtiva etmektedir. Birinci Söz’ün bu alt? esas gözetilerek yaz?lmas?n?n ne kadar orijinal bir “besmele” tefsirine vesile olduğu da meydandad?r. Hem Birinci Söz hem de Risale-i Nur, bu alt? esas etraf?nda yap?lacak daha geniş ve orijinal çal?şmalara konu olabilirler. Bu makalede, Risale-i Nur’un genelinde görülen ve takip edilen bu esaslar?n Birinci Söz’de nas?l mündemiç olduğu gösterilmeye çal?ş?lm?şt?r. Bu yap?l?rken de Birinci Söz’deki ifadeler, külliyat?n bütününden hareketle değerlendirilmeye gayret edilmiştir ki, ilk bak?şta farkedilemeyen şevk ve şefkat esaslar? böylelikle fark edilebilmiştir. Dolay?s?yla temel esaslar aç?s?ndan Birinci Söz’ün külliyat?n bir çekirdeği hükmünde olduğu görülmüştür. Gizli bir hazine olan Birinci Söz ve Nurlar başka pek çok aç?dan da incelenmeyi, üzerinde çal?şma yap?lmay? beklemektedir.
* Araşt?rmac? Yazar
nbakad@yeniumit.com.tr
D?PNOTLAR
1. Fethullah Gülen. Kalbin Zümrüt Tepeleri 2. “Seyr u Sülukte Bir Başka Çizgi” s. 288
2. Tirmizi, Tefsiru Sureti’l-Bakara,16
3. Nursi, Said. Mesnevi-i Nuriye. “Habbe”
4. Nursi, Said. Şualar. “7. Şua-Ayet’ül Kübra”
5. Nursi, Said. Muhakemat. “3. Makale”
6. Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, 1/370
7. Tirmizi, Daavat 9
Yeni Ümit Dergisi
01-12-2006
http://www.yeniumit.com.tr/konu.php?...5&yumit=bolum2