+ Konu Cevaplama Paneli
Gösterilen sonuçlar: 1 ile 10 ve 10

Konu: Bediüzzaman Said Nursi'den Müslümanlara Hatýrlatmalar!!!

  1. #1
    Vefakar Üye EnsTanTeNe - ait Kullanýcý Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Oct 2007
    Bulunduðu yer
    izmir
    Mesajlar
    530

    Arrow Bediüzzaman Said Nursi'den Müslümanlara Hatýrlatmalar!!!

    Ey kardeþlerim! Mühim ve büyük hayýrlý iþlerin çok zararlý engelleri olur. Þeytanlar o hizmetin hizmetçileriyle çok uðraþýr. Bu engellere ve bu þeytanlara karþý, ihlas kuvvetine dayanmak gerektir. Ýhlasý kýracak sebeplerden; yýlandan, akrepten çekindiðiniz gibi çekininiz. Hazret-i Yusuf Aleyhisselâm'ýn "(Yine de) Ben nefsimi temize çýkaramam. Çünkü gerçekten nefis, -Rabbimin kendisini esirgediði dýþýnda- var gücüyle kötülüðü emredendir. Þüphesiz, benim Rabbim, baðýþlayandýr, esirgeyendir." (Yusuf Suresi, 53) demesiyle, nefsin emirlere itimad edilmez. Enaniyet ve nefsin emirleri sizi aldatmasýn."1 sözüyle dikkat çekmiþ olduðu gibi þeytan ihlasý kazanmayý ve mutlak samimiyete ulaþmayý hedefleyen kimselerin düþmanýdýr. Onlarý doðru yoldan saptýrmak, nefislerindeki kötülükleri teþvik ederek, ihlastan uzaklaþtýrmak ister. Ýþte þeytanýn bu kararlý gayretine karþýlýk müminin yapmasý gereken Hz. Yusuf'un ahlakýný kendine örnek alarak nefsine itimat etmemek ve nefsin bu yöndeki teþviklerinden þiddetle kaçýnmak olmalýdýr.
    Nefsin kötülüklerinden arýnmak
    Dünya hayatýndaki imtihanýn bir gereði olarak nefis -Allah'ýn dilemesi dýþýnda- insanlarý daima kötülüðe davet edecek þekilde yaratýlmýþtýr. Ýnsaný teþvik ettiði bu kötülüklerden biri de ihlassýz davranmaktýr. Nefis, kiþinin ihlasýný kýrmak, samimiyetini zedelemek için benliðinde var olan her türlü kötü fikir ve düþünceyi destekleyecek þekilde hareket eder. Çünkü "Nefse ve ona 'bir düzen içinde biçim verene', Sonra ona fücurunu (sýnýr tanýmaz günah ve kötülüðünü) ve ondan sakýnmayý ilham edene (andolsun)." (Þems Suresi, 7-8) ayetleriyle de dikkat çekildiði gibi nefis, benliðinde 'sýnýr tanýmaz günah ve kötülüðü' barýndýran bir varlýktýr. Ancak Allah insana tüm bu sýnýrsýz kötülükten sakýnmasýnýn ve nefsini arýndýrýp temizlemesinin yolunu da ilham etmiþtir. "Onu arýndýrýp-temizleyen gerçekten felah bulmuþtur. Ve onu (isyanla, günahla, bozulmalarla) örtüp-saran da elbette yýkýma uðramýþtýr." (Þems Suresi, 9-10) ayetleriyle de belirtildiði gibi nefsindeki kötülüklerin ardý sýra giden yýkýma uðrayacak, tüm bu kötülüklerden arýnýp temizlenen ise kurtuluþa erecektir.
    Ýþte ihlasý kazanmayý ve böylece Allah'ýn salih kullarýndan olabilmeyi hedefleyen bir kimsenin seçimi de mutlaka bu yönde olmalýdýr. Allah müminlerin bu konudaki samimi çabalarýna "Ýnsanlardan öylesi vardýr ki, Allah'ýn rýzasýný ara(yýp kazan)mak amacýyla nefsini satýn alýr. Allah, kullarýna karþý þefkatli olandýr." (Bakara Suresi, 207) ayetiyle dikkat çekmiþtir. Ancak önemli olan insanýn nefsine karþý son derece dürüst ve samimi yaklaþmasý, nefsine asla acýmamasý ve ona sahip çýkmamasýdýr. Nefsini tüm bu kötülüklerden arýndýrýp eðitebilmesi, ona boyun eðdirebilmesi ve terbiye edebilmesi ancak bu yolla mümkün olabilir. Bunun için nefsini hiçbir zaman için kendi benliðinin bir parçasý gibi görmemeli, hiçbir zaman için ondan yana tavýr koymamalý ve onu savunmamalýdýr. Onun daima haksýz olduðunu, her zaman Kuran'a muhalif olduðunu, þeytanýn sözcülüðünü yaptýðýný bilmeli, ondan gelen sözleri bu anlayýþ ile deðerlendirmelidir.
    Nasýl ki insan konu bir baþkasý olduðunda, o kiþinin nefsine karþý hiçbir acýma hissi duymuyor, hiçbir þekilde onu savunma ihtiyacý duymuyor, onu haklý çýkarmaya çalýþmýyorsa, söz konusu olan kendi nefsi olduðunda da ayný tavrý göstermelidir. Nefsini yabancý bir þahýs olarak kabul etmeli, onun yanýnda deðil onun karþý safýnda yer almalýdýr. Kötülüðü teþvik ettiðinde ona nasihat etmeli, þeytani bir merhamete kapýlmadan vicdanýnýn sesini dinlemelidir. Nefsinin baþvurduðu hileli yöntemleri fark edebilmesi, onu tarafsýz bir gözle deðerlendirip, Kuran ile muhakeme edip yargýlayabilmesi ancak bu yolla mümkün olabilecektir. Ancak bu þekilde ihlasý ve Allah'ýn rýzasýný kazanabilecektir. Allah bu durumu ayetlerinde "Kim Rabbinin makamýndan korkar ve nefsi heva (istek ve tutkular) dan sakýndýrýrsa, artýk þüphesiz cennet, (onun için) bir barýnma yeridir." (Nazi'at Suresi, 40-41) hükmüyle bildirmiþtir.

    Mümin kardeþinin nefsini kendi nefsine tercih etmek
    Ýman edenlerin sakýnmasý gereken tavýrlardan biri de insanýn nefsindeki 'cimrilik ve bencillik' duygusudur. Allah "Gerçekten, insan, 'bencil ve haris' olarak yaratýldý. Kendisine bir þer (kötülük) dokunduðu zaman feryadý basar. Ona bir hayýr dokunduðunda engelleyici olur (veya cimrilik eder)." (Mearic Suresi, 19-21) ayetleriyle insanýn bu özelliðine dikkat çekmiþtir. Ýhlasý kazanabilmek için insanýn nefsindeki bu negatif özelliði yenmesi ve bunun yerine özverili ve fedakar bir ahlaký kendinde yerleþtirmesi gerekir. Çünkü Allah "... Kim nefsinin bencil-tutkularýndan (ya da cimri tutumundan) korunursa; iþte onlar, felah (kurtuluþ) bulanlardýr." (Teðabün Suresi, 16) ayetiyle insanýn kurtuluþa erebilmesi için bu bencil tutkularýndan arýnmasý gerektiðini bildirmiþtir.
    Ýnsanýn nefsini bu yönde eðitebilmesi ise son derece kolaydýr. Önemli olan kendisini yeterli görmemesi, nefsinin sesine her zaman þüphe ile yaklaþmasýdýr. Ancak bencillik ve cimrilik kavramlarýný da yanlýþ anlamamak önemlidir. Cahiliyede bazý insanlar Allah korkusundan ve ahiret inancýndan yoksun olmalarý sebebiyle bencilliði ve cimriliði adeta bir hayat felsefesi haline getirmiþlerdir. Bu kiþiler her zaman önceliði kendilerinde bilmeyi, herkesten çok kendi menfaatlerini koruyup kollamayý uyanýklýk olarak algýlar ve bunun iyi bir özellik olduðunu zannederler. Bu nedenle de yaptýklarýyla Allah katýnda nasýl bir sorumluluk yüklendiklerini hesaba katmazlar. Ýnsanýn Kuran ayetlerini düþünürken, cimri ve bencil tutkularý sadece bu tarz insanlara ithaf edip, konuyu sadece cahiliyedeki insanlarla sýnýrlamasý yanlýþ olur. Bu insanlar bu ahlaký en uç noktasýnda yaþamaktadýrlar, ancak cimriliðiyle ya da bencillikleriyle ön plana çýkmamýþ pek çok insan da gizli ya da açýk olarak nefsinde bu duygularý barýndýrabilmektedir. Bu da bu kimselerin her þart ve durumda ihlaslý davranabilmelerini, olaylar karþýsýnda halisane tavýrlar gösterebilmelerini engellemektedir. Ýnsanýn nefsini bu kötülüklerden temizleyebilmesi ise son derece kolaydýr; bunun için Kuran ahlakýný eksiksiz ve kusursuz bir þekilde yaþamasý yeterlidir. Bediüzzaman Said Nursi, Kuran ayetlerinde bu konuya getirilen çözüme bir sözünde þöyle dikkat çekmiþtir:
    "Kendilerinden önce o yurdu (Medine'yi) hazýrlayýp imaný (gönüllerine) yerleþtirenler ise, hicret edenleri severler ve onlara verilen þeylerden dolayý içlerinde bir ihtiyaç (arzusu) duymazlar. Kendilerinde bir açýklýk (ihtiyaç) olsa bile (kardeþlerini) öz nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin 'cimri ve bencil tutkularýndan' korunmuþsa, iþte onlar, felah (kurtuluþ) bulanlardýr." (Haþr Suresi, 9) sýrrýyla ihlas-ý tâmmý kazanýnýz.2
    Allah ayetinde müminlerin kendilerinde bir eksiklik, açýklýk ya da ihtiyaç olsa bile diðer mümin kardeþlerinin nefislerini kendilerinden üstün tuttuklarýný, tercih yapmalarý söz konusu olduðunda da kendi nefislerinden deðil kardeþlerinden yana tavýr koyduklarýný bildirmiþtir. Medine'de yaþamakta olan Müslümanlar, Mekke'den hicret ederek gelen ihtiyaç içerisindeki mümin kardeþlerine infak etmekten, kendileri zor durumda kalarak bile olsa onlarý yerleþtirip barýndýrmaktan dolayý içlerinde hiçbir sýkýntý duymamýþlardýr. Aksine Allah rýzasý için nefislerinin bencil ve cimri tutkularýný yenmiþ olmaktan ve kardeþlerinin nefislerine öncelik tanýmýþ olmaktan dolayý da büyük bir sevinç ve mutluluk duymuþlardýr. Çünkü söz konusu þartlar altýnda Kuran'a en uygun, en vicdanlý ve en ihlaslý olan tavrýn böylesine bir fedakarlýk göstermek olduðunu bilmektedirler. Ayrýca Allah bu fedakarlýklarýn karþýlýðýný dünyada da ahirette de kat kat artýracak ve fazlasýyla onlara geri verecektir. Kuran'da Allah'ýn bu ahlaký gösteren kimselere vereceðini vaat ettiði karþýlýk þöyle bildirilmiþtir:
    Eðer Allah'a güzel bir borç verecek olursanýz, onu sizin için kat kat arttýrýr ve sizi baðýþlar. Allah Þekûr'dur (þükrü kabul edip çok ihsan eden), Halim'dir (cezayý vermekte acele etmeyendir). (Teðabün Suresi, 17)
    Nefsin Kýþkýrtmalarýna Kapýlmamak
    Ýnsan eðer bir kez daha samimiyetle gözden geçirecek olursa günlük hayatta nefsinin bu yöndeki telkinleriyle sýk sýk karþýlaþtýðýný görecektir. Nefsin bu kýþkýrtmalarý kimi zaman insanýn maddi, kimi zaman da manevi menfaatlerinden feragat etmemesini teþvik eder niteliktedir. Örneðin Allah bir ayetinde "Sevdiðiniz þeylerden infak edinceye kadar asla iyiliðe eremezsiniz. Her ne infak ederseniz, þüphesiz Allah onu bilir." (Al-i Ýmran Suresi, 92) hükmüyle asýl makbul olanýn insanýn 'sevdiði þeylerden infak edebilmesi' olduðuna ve iyiliðe eriþebilmenin de ancak bu yolla mümkün olabileceðine dikkat çekmiþtir. Ýnsan belki elinde avucunda bulunan herþeyi infak edebilir ama sevdiði, sahiplendiði birkaç þeye tutkuyla baðlanmýþ olup bunlardan vazgeçemeyebilir. Ya da eþyalarýný mümin kardeþiyle paylaþmasý söz konusu olduðunda kendi nefsini onunkinden üstün tutarak daha çok sevdiði eþyasýný kendine, sevmediðini ya da daha az sevdiðini de kardeþine ayýrabilir. Asýl makbul olanýn sevdiðini vermesi olduðunu vicdaný ona mutlaka hatýrlatýr. Ama nefsindeki bu tutku onun bu ahlaký gösterebilmesini ve yüzde yüz ihlaslý davranabilmesini engeller.
    Oysaki asýl güzel olan insanýn karþýsýndaki kimsede bir ihtiyaç olduðunu gördüðü anda hemen en sevdiði, en beðendiði þeyi ona vermesidir. Çünkü eðer sevilecek, beðenilecek birþeyse karþýsýndaki kiþi de bundan ayný zevki alacak, ayný þekilde memnun olacaktýr. O halde insanýn bu güzelliði kendine saklayýp, daha az güzel olaný karþýsýndakine vermesi nefsinde hala bencillikten yana birþeyler kaldýðýný göstermektedir. Ýþte Allah bu yüzden mutlak iyiliðe eriþebilmek için bu ahlakýn yerleþmesi gerektiðine dikkat çekmiþtir.
    Karþýsýndaki kiþinin nefsini kendi nefsine tercih etmesi, her zaman karþýsýndaki müminin rahatýný, saðlýðýný, neþesini kollamasý bu kiþinin ihlasýnýn da bir göstergesidir. Örneðin zor ve yorucu bir iþ yapýlmasý söz konusu olduðunda insan öne atýlýp, bu iþe talip olmalýdýr. Çünkü zor bir iþten kaçýp, bu iþi bir baþkasýnýn yapmasýný istemek ihlaslý bir tavýr deðildir. Müslümana yakýþan böyle iþleri hiç kimseye hissettirmeden ve hiç kimseyi minnet altýnda býrakmadan üstlenmektir. Ýhlasa uygun olan ise "… hayýrlarda yarýþýnýz…" ayetiyle bildirildiði gibi hiç vakit kaybetmeden herkesten önce bu iþe atýlýp ardýndan da en güzel þekilde sonuçlandýrmaktýr. Bu ayný zamanda söz konusu kiþinin kardeþinin nefsini kendi nefsinden daha üstün tuttuðunu gösterir. "Mümin kardeþim yorulacaðýna ben yorulayým", "Bu iþin zorluklarýyla o muhatap olacaðýna, ben olayým, o rahat etsin" ya da "Onun vakti gideceðine benimki gitsin" gibi fedakarane düþüncelerle sýkýntýyý ve zorluðu, kolaylýða ve rahatlýða tercih etmiþ ve böylece ihlaslý davranarak Allah'ýn rýzasýný kazanmayý umabilir.
    Bediüzzaman Said Nursi "Kardeþlerinizin nefislerini nefsinize; þerefte, makamda, sevgide, hattâ maddi menfaat gibi nefsin hoþuna giden þeylerde tercih ediniz. Hattâ en latif ve güzel bir iman hakikatini muhtaç bir mü'mine bildirmek ki; en masumane, zararsýz bir menfaattir. Mümkün ise, nefsinize bir hodgâmlýk (kendini düþünen, bencillik) gelmemek için, istemeyen bir arkadaþ ile yaptýrmasý hoþunuza gitsin. Eðer "Ben sevab kazanayým, bu güzel mes'eleyi ben söyleyeyim" arzunuz varsa, gerçi onda bir günah ve zarar yoktur. Fakat mabeyninizdeki sýrr-ý ihlasa zarar gelebilir."3 sözleriyle nefsin bencilce tutkularýndan kurtulmak için meþru gibi görünen konularda da diðer müminlere öncelik tanýmanýn makbuliyetine dikkat çekmiþtir. Þan þeref, makam mevki, maddi menfaat, ilgi ve sevgi gibi nefsin hoþuna gidecek her türlü konuda fedakarlýkta bulunmanýn ihlasa vesile olacaðýný hatýrlatmýþtýr. Öyle ki bir mümine güzel bir tavsiyede bulunacak, güzel bir söz söyleyecekken sözü bir baþkasýna býrakarak arka planda kalýp, bu þekilde kardeþini ön plana çýkarabilir.
    Ýþte nefsinin tüm bu kýþkýrtmalarýndan sakýnýp, Allah'ýn rýzasýný ve ihlasý kazanma konusunda gayret eden insana Allah yollarýný açacak ve onu kolay olanda baþarýlý kýlacaktýr. Allah Naziat Suresi'nde müminleri þu þekilde müjdeler:
    Kim Rabbinin makamýndan korkar ve nefsi heva (istek ve tutkular) dan sakýndýrýrsa, artýk þüphesiz cennet, (onun için) bir barýnma yeridir. (Naziat Suresi, 40-41)
    Rekabet Hýrsýný ve Kýskançlýðý Terk Etmek
    Allah, "… Nefisler ise 'kýskançlýða ve bencil tutkulara' hazýr (elveriþli) kýlýnmýþtýr. Eðer iyilik yapar ve sakýnýrsanýz, þüphesiz, Allah, yaptýklarýnýzdan haberi olandýr." (Nisa Suresi, 128) ayetiyle nefsin kýskançlýða yatkýn olarak yaratýldýðýný bildirmiþtir. Ýnsan, nefsindeki tüm kötülükler gibi, kýskançlýk ve rekabet hisleriyle de mücadele etmek ve bunlardan arýnmakla yükümlüdür. Aksinde Kuran ahlakýný gereði gibi yaþayabilmesi ve Allah'ýn rýzasýný tam olarak kazanabilmesi mümkün olmaz. Nitekim Kuran'ýn bir baþka ayetinde kendilerine doðru yolu gösteren hak kitaplar geldiði halde insanlarýn birbirlerine karþý olan 'azgýnlýk ve kýskançlýk'larý nedeniyle anlaþmazlýða düþtükleri, doðru yoldan saptýklarý þöyle bildirilmiþtir:
    Ýnsanlar tek bir ümmetti. Allah, müjdeciler ve uyarýcýlar olarak Peygamberler gönderdi ve beraberlerinde, insanlarýn anlaþmazlýða düþtükleri þeyler konusunda, aralarýnda hüküm vermek üzere hak kitaplar indirdi. Oysa kendilerine apaçýk ayetler geldikten sonra, birbirlerine karþý olan 'azgýnlýk ve kýskançlýklarý' yüzünden anlaþmazlýða düþenler, o, (Kitap) verilenlerden baþkasý deðildir. Böylece Allah, iman edenleri, hakkýnda ayrýlýða düþtükleri gerçeðe kendi izniyle eriþtirdi. Allah, kimi dilerse onu doðruya yöneltir. (Bakara Suresi, 213)
    Kuran'da verilen bu örnek, insanýn kýskançlýðýn neden olabileceði zararlarýn boyutunu anlamasý açýsýndan son derece önemlidir. Ýnsan doðru yolu bilip gördüðü halde sýrf kapýldýðý kýskançlýk hissi nedeniyle yanlýþ yola sapabilmektedir. Çünkü kýskançlýk ve rekabet duygularý insanýn akýlcý düþünebilmesini, olaylarý isabetli þekilde muhakeme edebilmesini engeller. Bu duygulara yenik düþen bir insan olaylar karþýsýnda Kurani tepkiler veremez, rahmani konuþmalar yapamaz, samimi ve ihlaslý tavýrlar gösteremez. Böyle bir durumda onu yönlendiren aklý ve vicdaný deðil, þeytanýn sözcülüðünü yapan nefsi olur. Nefsi, onu þeytani bir ahlaka çaðýrýr.
    Ýnsanýn bu özelliklerden arýnmak için yapmasý gereken þey öncelikle rekabet ve kýskançlýk hislerinin din ile baðdaþmadýðýný anlamak olmalýdýr. Bu duygularýn temeli tamamen dünyevi deðerlere dayanýr. Ýnsanlar baþkalarýnýn sahip olduðu maddi ya da manevi deðerlere karþý kýskançlýk duyar ve bunlardan dolayý onlarla rekabete giriþirler. Oysaki müminler dünya hayatýnýn menfaatlerine kapýlmayýp asýl olarak ahirete yönelen insanlardýr. Mümin dünya nimetlerini kendisine verenin ve bunlarý dilediði zaman alacak olanýn Rabbimiz olduðunu bilir. Bunlardan Allah'ýn razý olacaðý þekilde istifade eder, ancak hiçbir zaman bu nimetlere tutkuyla baðlanmaz. Daha fazlasýný elde etmek için hýrsa kapýlmaz. Allah'ýn takdir ettiði kadarýna þükreder ve bunlarla yetinmesini bilir. Eðer Allah bir baþkasýna kendisinden daha fazla nimet vermiþ ise "Göklerin ve yerin anahtarlarý O'nundur. O, dilediðine rýzký geniþletip-yayar ve kýsar da. Çünkü O, herþeyi bilendir." (Þura Suresi, 12) ayetiyle de bildirildiði gibi bunda mutlaka bir hayýr ve hikmet olduðunu bilir.

    Ahireti Düþünmek Kýskançlýðý ve Rekabeti Ortadan Kaldýrýr
    Her insan hem Allah'ýn kendisine verdiði nimetlerle hem de eksik tuttuklarýyla denemeden geçirilmektedir. Bu yolla insanlardan hangilerinin Allah'a yönelip þükredenlerden, hangilerinin ise Kuran ahlakýndan uzaklaþýp nankörlük edenlerden olacaklarý ortaya çýkmaktadýr. Bu nedenle dünya hayatýnýn geçici bir imtihan mekaný olarak yaratýldýðýný kavramýþ bir insanýn, bu dünyanýn süslerine karþý kýskançlýða kapýlmasý mümkün deðildir. Örneðin sýrf zengin, güzel ya da makam sahibi diye bir insana karþý kýskançlýk duymak Kuran ahlaký ile kesinlikle baðdaþmaz. Nitekim kiþi Kuran ahlakýný en güzel þekilde yaþadýðý takdirde Allah'ýn ahirette tüm güzellikleri en mükemmel þekliyle kendisine vereceðini bilmenin huzurunu ve rahatlýðýný yaþar. Ancak kaderi, tevekkülü, dünya hayatýnýn gerçeðini ve herþeyi yaratanýn Allah olduðunu kavrayamamýþ insanlar ise kýskançlýk ve rekabet gibi duygulara kapýlarak hareket ederler. Bu gerçeði bilmek mümini böyle bir hataya düþmekten alýkoyar.
    Söz konusu olan güzel ahlaka dair özellikler olsa bile, yine de iman eden bir kimse kýskançlýktan þiddetle kaçýnýr. Karþýsýndaki Müslümanýn güzel ahlakýna özenip, gýpta eder. Gýpta etmesi ise hiçbir zaman için rekabete girmesini gerektirmez. Kuran'da bildirilen "hayýrlarda yarýþýnýz" ayeti gereði elbette ki Allah'ýn en sevgili kulu olabilmek, Kuran ahlakýný en mükemmel þekilde yaþayan kiþi olabilmek için rahmani bir gayret sarf eder. Ancak bu rahmani yarýþýn temelinde kýskançlýk ya da rekabet hisleri yoktur. Bu yarýþ insanlara yönelik bir yarýþ deðil, sadece Allah'a yakýnlaþmayý hedefleyen bir yarýþtýr. Nitekim böyle bir insan kendisi gibi, diðer müminlerin de Allah'ýn en sevgili kulu olabilmelerini ister. Bunun için hem samimi olarak dua eder, hem de ihlasla çaba sarf eder.
    Müminler tüm yaratýlmýþlarla beraber kendi acizliklerini bilirler. Ýçleri titreyerek Allah'tan korkar ve Rablerine karþý olan acizliklerini dile getirmekten çekinmezler. Araf Suresi'nde Müslümanlarýn bu güzel ahlaklarý þu þekilde ifade edilir:
    De ki: "Allah'ýn dilemesi dýþýnda kendim için yarardan ve zarardan (hiçbir þeye) malik deðilim. Eðer gaybý bilebilseydim muhakkak hayýrdan yaptýklarýmý artýrýrdým ve bana bir kötülük dokunmazdý..." (Araf Suresi, 188)
    Dünyevi deðerlere deðil, ahirete önem veren bir insan hiçbir zaman insanlara ayarlý bir ahlak göstermez. Onlardan iyi olmak, onlar arasýnda bir yer edinmek, itibar kazanmak ya da ön plana çýkmak için deðil, sadece Allah rýzasý için gayret sarf eder. Bu noktaya kadar anlatýlanlardan da anlaþýlacaðý gibi insan eðer nefsinde böyle bir eksiklik ya da zaaf olduðunu görürse bilmelidir ki, bu onun ihlasýný kýracak ve Allah'ýn rýzasýný kazanmasýný engelleyecek bir ahlaktýr.
    Ýþte Bediüzzaman Said Nursi de eserlerinde bu konuyu derinlemesine tefekkür etmiþ ve müminlere yol gösterici olacak önemli noktalara temas etmiþtir. Ýhlas konusunu ele aldýðý risalesinde iman eden kimseler arasýndaki rekabeti Bediüzzaman þu þekilde tarif etmiþtir:
    Din ve ahiret iþlerinde rekabet, gýbta, hased ve kýskançlýk olmamalý ve hakikat bakýþ açýsýnda olamaz. Çünki kýskançlýk ve hasedin sebebi; bir tek þeye çok eller uzanmasýndan ve bir tek makama çok gözler dikilmesinden ve bir tek ekmeði çok mideler istemesinden; birbirine zahmet verme olur, kavga olur, yarýþ sebebiyle gýptaya, sonra kýskançlýða düþerler. Dünyada bir tek þeye çoklar talib olduðundan ve dünyanýn dar ve geçici olmasý sebebiyle insanýn sýnýrsýz arzularýný tatmin edemediði için, rekabete düþüyorlar. Fakat… âhirette rekabet sebebi diye birþey yoktur ve rekabet de olamaz. Öyle ise, âhirete ait olan salih ameller dahi rekabet olamaz; kýskançlýk yeri deðildir. Kýskançlýk eden ya riyakârdýr, salih ameller suretiyle dünyevî neticeleri arýyor veyahud gerçek cahildir ki, salih amelin nereye baktýðýný bilmiyor ve salih amelin ruhu, esasý ihlas olduðunu idrak edemiyor. Rekabet suretiyle Allah'ýn sevgili kullarýna karþý bir nevi düþmanlýk taþýmakla, Allah'ýn rahmeti imkanýný suçluyor...
    Ey ehl-i hakikat ve tarîkat! Hakka hizmet, büyük ve aðýr bir defineyi taþýmak ve muhafaza etmek gibidir. O defineyi omuzunda taþýyanlara ne kadar kuvvetli eller yardýma koþsalar daha ziyade sevinir, memnun olurlar. Kýskanmak þöyle dursun, gayet samimî bir muhabbetle o gelenlerin kendilerinden daha ziyade olan kuvvetlerini ve daha ziyade tesirlerini ve yardýmlarýný iftiharla alkýþlamak lâzým gelirken, nedendir ki rekabetkârane o hakikî kardeþlere ve fedakâr yardýmcýlara bakýlýyor ve o hal ile ihlas kaçýyor.4
    Bediüzzaman müminlere cennet ahlakýnda kýskançlýðýn ve rekabetin yeri olmadýðýný hatýrlatmýþtýr. Nasýl ki ahirette rekabetin yeri yoksa, ahireti kazanmak için yapýlan salih amellerde de rekabet ya da kýskançlýk olmaz. Müminler dünya ahiret birbirlerinin dostu, velisi ve kardeþidirler ve her biri de ayný amaca hizmet etmektedirler. Birbirlerine ne kadar destek olurlar, ne kadar kuvvet saðlarlarsa Allah'ýn rýzasýný da o kadar çok kazanmýþ olurlar. Bu nedenle mümine yakýþan bir baþkasýnýn güzel özelliklerinden kýskançlýk duyup onunla rekabete girmek deðil, tam aksine onu iftiharla alkýþlayýp daha da mükemmel olmasýna yardýmcý olabilmektir. Nitekim ihlasa uygun olan da budur zaten. Peygamberimiz iman edenlerin arasýndaki bu manevi birliði, sevgi ve dostluðu þu þözleriyle ifade etmektedir:
    Müslümanlar tek bir adam gibidir. Onun bir azasý hasta olduðunda vücudun diðer azalarý da müteessir olur. 5
    Bediüzzaman Said Nursi bir baþka sözünde, müminlerin, rekabet ve kýskançlýðý birbirlerinin üstün yönleriyle iftihar ederek yenebileceklerini hatýrlatmýþtýr. Böyle bir ahlak içerisinde herkesin kendi þahsiyetini bir kenara býrakýp, mümin topluluðunun þahsý manevisi içerisinde eriyeceðini, bu durumda da her güzel özelliðin aslýnda tek tek her birine ait olmuþ olacaðýný belirtmiþtir:
    Kardeþlerinizin yeteneklerini þahýslarýnýzda ve üstünlüklerini kendinizde düþünüp, onlarýn þerefleriyle þükrederek iftihar etmektir. Tasavvuf ve tarikat ehli arasýnda "yok fi-þ þeyh, yok fi-r resul" deyimi var. Ben sofi deðilim. Fakat onlarýn bu kaidesi, bizim meslekte "yok fi-l ihvan" suretinde güzel bir kaidedir. Kardeþler arasýnda buna "tefani" denilir. Yani, birbirinde kaybolmaktýr. Yani: Kendi nefsi hislerini unutup, kardeþlerinin yetenek ve hissiyatýyla fikren yaþamaktýr. Zâten mesleðimizin esasý kardeþliktir. Peder ile evlâd, þeyh ile mürid arasýndaki vasýta deðildir. Belki hakikî kardeþlik vasýtalarýdýr. Olsa olsa bir üstadlýk ortaya girer. Mesleðimiz "Samimi dostluk ve kardeþlik" olduðu için, meþrebimiz "samimi dostluk ve kardeþlik"tir. Samimi dostluk ise, en yakýn dost ve en fedakâr arkadaþ ve en güzel takdir edici yoldaþ ve en iyiliksever kardeþ olmayý gerektirir. Bu dostluðun en esas usulu, samimî ihlastýr. Samimî ihlasý kýran adam, bu dostluðun gayet yüksek kulesinin baþýndan aþaðý düþer. Gayet derin bir çukura düþmek ihtimali var. Ortada tutunacak yer bulamaz. 6
    Kýskançlýk ve Rekabet Müminlerin Gücünü Kýrar
    Bediüzzaman ayrýca müminler arasýnda yaþanmasýnýn ihtilaf zararlarýna da deðinmiþtir. Ýhtilaf ve rekabet ne kadar güç kýrarsa, ittifak etmenin de o kadar kuvvet saðlayacaðýný belirtmiþtir:
    ... Gaflete ve dalalete dalanlar ise, aþýrý bir sevgiyle baðlý olduklarý menfaatlerini kaçýrmamak ve menfaat için aþýrý baðlýlýk gösterdikleri, tapar derecesinde sevdikleri reislerini ve arkadaþlarýný küstürmemek için, zilletlerinden ve nâmerdliklerinden, hamiyetsizliklerinden; mutlak arkadaþlarýyla, hattâ alçak ve hain ve muzýr olsalar dahi, hâlisane ittihad..., hem menfaat etrafýnda toplanan ne þekilde olursa olsun ortaklarýyla samimane ittifak ederler. Samimiyet neticesi olarak istifade ederler. 7
    Said Nursi'nin bu sözlerinden de anlaþýlacaðý gibi, Allah'a ve ahirete inanmayan insanlar dahi sýrf güç kazanmak ve menfaat elde edebilmek için rekabeti bir kenara býrakýp birbirleriyle ittifak edebilmektedirler. Menfaate olan bu düþkünlükleri aralarýndaki rekabet ve kýskançlýðý bir anda yok edebilmekte ve onlarý samimi dostlar haline getirebilmektedir. Bu samimi ittifaklarýndan da umduklarý gibi istifade edip, çýkar elde edebilmektedirler.
    Ýnkar edenler sýrf menfaat için böylesine bir güçle ittifak edebilirken, Allah'ýn rýzasýný kazanmak gibi yüksek bir ideale sahip olan müminlerin rekabet ya da kýskançlýk duygularýndan kurtulamayýp ittifak edememeleri elbette ki söz konusu olamaz. Allah'ýn rýzasýný kazanma konusundaki þevkleri, nefislerinin fýsýldadýðý kýskançlýðý ya da rekabet hýrsýný rahatlýkla delip geçer. Önemli olan ihtilafýn sadece kendilerine deðil, ayný zamanda da dine nasýl zarar verebileceðini iyi kavramalarýdýr. Bir ayette "Allah'a ve Resûlü'ne itaat edin ve çekiþip birbirinize düþmeyin, çözülüp yýlgýnlaþýrsýnýz, gücünüz gider. Sabredin. Þüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir." (Enfal Suresi, 46) sözleriyle çekiþme ve ihtilafýn güç kaybýna neden olacaðý hatýrlatýlmýþtýr.
    Peygamberimiz de "Bir kimse din kardeþinin ayýbýný onun hoþlanacaðý þekilde örterse, Allah da kendisini dünya ve ahirette hoþnud eder."8 þeklindeki sözüyle Müslümanlarýn her zaman birbirlerinin eksikliklerini tamamlamalarý ve hatalarýný örtmeleri gerektiðini ifade etmiþtir. Aksi durumda aralarýndaki manevi birlik ortadan kalkacak ve güçleri gidecektir. Müminlerin güçlerinin gitmesi ise inkar edenlerin gücüne güç katmak anlamýna gelir. Hiçbir mümin sýrf nefsinin isteklerini tatmin etmek için böyle bir sorumluluðu yüklenmek istemez. Çünkü müminlerin asýl sorumluluklarý Kuran ahlakýný en mükemmel þekilde yaþamak, bu ahlaklarýyla baþkalarýna örnek olmak ve onlarý da dini yaþamaya teþvik etmektir. Açýktýr ki kendisi daha kýskançlýðý ya da rekabet hýrsýný yenememiþ bir insan, böyle bir sorumluluðu gereði gibi yerine getiremez. Dolayýsýyla da müminlerin gücünü kýran ve inkar edenlere güç veren tavýrlar gösterir. Bu tavýrlar sonucunda kiþi etrafýna kötü örnek olduðu gibi, ahiret için de aðýr bir sorumluluk yüklenir. O nedenle bu tavýrlarýný hemen terk etmeli ve güzel ahlaka yönelmelidir. Çünkü ihlasý ancak bu þekilde kazanabilecek ve Allah'ýn rýzasýna uygun bir ahlaka ancak bu þekilde ulaþabilecektir. Mümine yakýþan tavýr ise Bediüzzaman'ýn da belirttiði gibi "Ýyilik ve takva konusunda yardýmlaþýn" ayetine uygun olarak 'müminlerle samimi ittifak etmek' ve ihlasý ayakta tutmaktýr:
    Ýþte ehl-i hakkýn bu haksýz ihtilaf illetinin merhemi ve ilâcý: "Allah'a ve Resûlü'ne itaat edin ve çekiþip birbirinize düþmeyin, çözülüp yýlgýnlaþýrsýnýz, gücünüz gider…" (Enfal Suresi, 46) âyetindeki Allah'ýn þiddetli yasaklamasý, "Ýyilik ve takva konusunda yardýmlaþýn" (Maide Suresi, 2) âyetinde sosyal hayat için gayet hikmetli olan Allah'ýn emir ve prensipleriyle hareket etmek ve ihtilafýn Ýslâmiyete ne derece zararlý olduðunu ve dalalette olanlarýn, hak yolda olanlara üstün gelmesini ne derece kolaylaþtýrdýðýný düþünüp, tam bir zaaf ve acizlik ile, o hak yolda olanlarýn kafilesine fedakârane, samimane olarak katýlmaktýr; þahsiyetini unutmakla iyi yüzlülük ve yapmacýk hareketlerden kurtulup, ihlasý elde etmektir.9
    Enaniyeti Terk Etmek
    Bu bölümde bir müminin ihlasýný nelerin zedeleyebileceði üzerinde durduk ve nefsin rekabet, hýrs, kýskançlýk, kendi nefsini müminlerin nefsine tercih etme gibi özelliklerini inceledik. Ýþte nefsin ihlasý zedeleyen bu gibi özelliklerinin hepsinin ardýnda çok daha büyük ve þeytani bir özelliði yatmaktadýr: Enaniyet.
    Enaniyet, insanýn Allah'ýn karþýsýndaki aczini unutarak kibirlenmesi, diðer insanlarý kendinden aþaðý görmesi ve büyüklük hissine kapýlmasýdýr. Oysa insan çok aciz bir varlýktýr. Var olmak ve varlýðýný devam ettirebilmek için Allah'ýn gücüne muhtaçtýr. Ýnsaný yoktan var eden, ona ruh veren, barýndýran, yediren, içiren, nefes aldýran ve saymakla bitiremeyeceðimiz kadar çok nimet bahþeden güç, alemlerin Rabbi olan Allah'týr. Bu apaçýk gerçeðe raðmen insanýn kendisini Allah'tan baðýmsýz bir varlýk olarak görüp, sahip olduðu özelliklerin ya da yeteneklerin kendinden kaynaklandýðýný sanmasý elbette ki çok büyük bir yanýlgýdýr.
    Gerçekte insanýn enaniyet yapabileceði, kibirlenebileceði bir durumu yoktur. Allah'ýn dilediði anda insana lütfederek verdiði tüm özellikleri geri almaya kadir olmasý, bunun en açýk kanýtýdýr. Güzelliðinden, bilgi ya da becerisinden, zenginliðinden ya da toplum içerisinde elde etmiþ olduðu konumundan dolayý büyüklük hissine kapýlan insanlarýn, bu özelliklerini herhangi bir sebeple yitirdiklerinde ne hale geldiklerine zaman zaman hepimiz þahit olmuþuzdur. Eðer tüm bunlar kiþilerin kendilerinden kaynaklanan mutlak özellikler olmuþ olsaydý, bunlarý yitirmeleri de hiçbir zaman için söz konusu olmazdý. Nitekim Allah insanlarýn bu gerçeði anlayabilmeleri için dünya hayatýnda pek çok zorluk ve sýkýntý yaratmakta, yaþlýlýk, hastalýk gibi pek çok acizliklerle de insaný denemektedir.
    Sahip olduklarýný kendisine verenin Allah olduðunu, O'nun yardýmý ve desteði olmaksýzýn hiçbir þeye güç yetiremeyeceðini anlayan bir kimse ise, Allah'ýn yaratýþýndaki bu hikmeti görebilmekte ve aczini anlayarak tevazulu bir ahlaka sahip olmaktadýr. Bediüzzaman enaniyeti býrakmanýn, ihlasý kazanmada en önemli adým olduðunu da bir sözünde þu þekilde ifade eder:
    "Ve hakký, bâtýlýn saldýrýsýndan kurtarmak için... nefsini ve enaniyetini ve yanlýþ düþündüðü izzetini ve ehemniyetsiz rekabetkârane hissiyatýný terk etmekle ihlasý kazanýr, vazifesini hakkýyla îfa eder."10
    Bu ahlakýn yaþanmasý ihlasýn kazanýlabilmesi için gereklidir. Çünkü enaniyet kiþinin Allah'ýn razý olacaðý tavýrdan deðil de, kendi nefsinden yana tavýr göstermesine neden olur. Enaniyet insanýn herkesten çok kendini sevmesi, herkesten çok kendi benliðinin sözünü dinleyip, herkesten çok kendi menfaatlerini korumasýdýr. Öyle ki bu durum çoðu zaman kiþi için Allah'ýn rýzasýnýn, Kuran ayetlerinin ya da müminlerden gelecek olan hatýrlatmalarýn üstünde olabilir. Çünkü büyüklenme hissine kapýlan bir insan, vicdanýný dýþarýdan gelecek hatýrlatmalara karþý da kapatmýþ olur. Vicdanýnýn sesine kulak asmadýðý için olaylar karþýsýnda ihlaslý davranabilmesi de söz konusu olmaz.
    Kuran'da Allah enaniyetin bu etkisine "Ona: "Allah'tan kork" denildiðinde, büyüklük gururu onu günaha sürükler, kuþatýr. Böylesine cehennem yeter; ne kötü bir yataktýr o." (Bakara Suresi, 206) ayetiyle dikkat çekmiþtir. Mümine asýl yakýþan ise, "Ýnsanlardan öylesi vardýr ki, Allah'ýn rýzasýný ara(yýp kazan)mak amacýyla nefsini satýn alýr. Allah, kullarýna karþý þefkatli olandýr." (Bakara Suresi, 207) ayetiyle bildirildiði gibi böyle bir durum karþýsýnda nefsini ve enaniyetini bir kenara koyup Allah'ýn rýzasýndan yana tavýr koymasýdýr. Allah kendilerine gönderilen elçilere karþý büyüklenen kavimlerin uðradýklarý sonu ise Kasas Suresi'nde þu þekilde bildirir:
    Dedi ki: "Bu, bende olan bir bilgi dolayýsýyla bana verilmiþtir." Bilmez mi, ki gerçekten Allah, kendisinden önceki nesillerden kuvvet bakýmýndan kendisinden daha güçlü ve insan-sayýsý bakýmýndan daha çok olan kimseleri yýkýma uðratmýþtýr. Suçlu-günahkarlardan kendi günahlarý sorulmaz. (Kasas Suresi, 78)
    Enaniyetin neler kaybettirdiðini fark etmek
    Enaniyetin ihlasa verdiði zararlarý hayatýn her aþamasýnda görebilmek mümkündür. Diðer insanlardan daha büyük olduðu iddiasýna kapýlan bir insan, bu kimselerden gelecek her türlü eleþtiri, uyarý ya da tavsiyeye kapalýdýr. Karþý taraf kendisinin düþünemediði önemli bir konuyu hatýrlatsa bile, üstünlük iddiasý aðýr basar ve kiþi doðru olana teslim olmak yerine yanlýþ da olsa kendi dediðini savunur. Dolayýsýyla da ihlastan uzaklaþmýþ, adeta nefsinin emrine girmiþ olur. Oysaki böyle bir durum karþýsýnda ihlasa uygun olan, kiþinin haklý olduðu bir konuda bile karþý tarafýn sözüne uyabilmesi, üstünlük saðlama arzusuna kapýlmadan teslimiyet gösterebilmesidir. Bunun için gerekli olan ise öncelikle kiþinin enaniyete sebep veren benlik duygusunu bir kenara býrakmasý, nefsini müdafaa etmekten vazgeçmesidir. Ancak o zaman Kuran ruhuna uygun bir tavýr gösterebilecek ve ancak o zaman ihlasla hareket edebilecektir. Nitekim Bediüzzaman Said Nursi bir sözünde enaniyetin neden olduðu bu üstünlük saðlama ve haklý çýkma hýrsýna yönelik en etkili çözümün 'nefse taraftar olmadan müminlerin aklýna teslim olmak' olduðunu hatýrlatmýþtýr:
    … Bu illetin yegane çaresi: Nefsini suçlu duruma düþürmek deðil ve nefsine deðil daima karþýsýndaki meslekdaþýna tarafdar olmak. Fenn-i adab ve ilm-i münazaranýn alimleri (terbiye, bilgi eðitimi ve karþýlýklý konuþma ilminin alimleri) arasýndaki doðruluktan, haktan ayrýlmama ve bununla birlikte merhamet, adalet dairesinde hareket kaidesi olan þu: "Eðer bir mes'elenin tartýþýlmasýnda kendi sözünün haklý çýktýðýna tarafdar olup ve kendi haklý çýktýðýna sevinse ve hasmýnýn haksýz ve yanlýþ olduðuna memnun olsa, insafsýzdýr." Hem zarar eder. Çünki haklý çýktýðý vakit o tartýþmada bilmediði bir þeyi öðrenmiyor, belki gurur ihtimaliyle zarar edebilir. Eðer hak hasmýnýn elinde çýksa; zararsýz, bilmediði bir mes'eleyi öðrenip, kazanç saðlamýþ olur, nefsin gururundan kurtulur. Demek insaflý hakperest, hakkýn hatýrý için nefsin hatýrýný kýrýyor. Hasmýnýn elinde hakký görse, yine rýza ile kabul edip, tarafdar çýkar, memnun olur.11
    Ýnsanýn elde ettiði baþarýlarý kendinden bilmesi de enaniyetten kaynaklanmaktadýr ve ihlasý zedeleyen bir tavýrdýr. Oysa insanlara aklý da yeteneði de veren ancak Allah'týr. "Dediler ki: "Sen Yücesin, bize öðrettiðinden baþka bizim hiçbir bilgimiz yok. Gerçekten Sen, herþeyi bilen, hüküm ve hikmet sahibi olansýn." (Bakara Suresi, 32)" ayetiyle hatýrlatýldýðý gibi insanýn Allah'ýn kendisine öðrettiðinin dýþýnda hiçbir bilgisi yoktur. Ýnsan Allah'ýn yoktan var ettiði, aciz bir varlýktýr. Ýnsanýn güç getirebildiði herþey Allah'ýn kendisine ihsanda bulunmasýyla ve kuvvet vermesiyle gerçekleþmektedir. Allah'ýn sýnýrsýz aklý, sonsuz gücü ve bilgisinin yanýnda, aciz bir varlýk olan insanýn elde ettiði baþarýlarý kendinden bilmesi büyük bir gaflet olur. Ancak ne var ki, bir kez büyüklenme iddiasýna kapýlan bir insan tüm bu gerçekleri bir anda unutmakta, yaptýklarýndan kendisine pay çýkarabilmektedir. Elde ettiði baþarýlarla enaniyete kapýlýp ihlastan uzaklaþabilmektedir. Samimi bir mümine yakýþan ise dünyanýn en üstün yeteneklerine sahip, en akýllý, en mükemmel insaný da olsa asla bunlarý kendinden bilmemesi ve enaniyete kapýlmamasýdýr. Eðer sahip olduðu tüm bu nimetlere raðmen aczinin farkýnda olarak hareket ederse, Allah ona daha da güzel nimetler ihsan edecek ve bu ihlaslý tavrýndan dolayý onu rahmetine, rýzasýna ve cennetine kavuþturacaktýr. Oysa insanlarýn büyük bir bölümü dünya hayatýnýn bir deneme olduðunu unutup, kendilerine bir sýkýntý isabet ettiðinde Allah'a yönelir, sonra bir nimete kavuþtuklarýnda ise nankörlük ederler. Nimetleri kendi kabiliyetleri sayesinde elde ettiklerini, bunun kendi baþarýlarý olduðunu düþünerek çok büyük bir yanýlgýya düþerler. Allah Zümer Suresi'nde þu þekilde buyurmaktadýr:
    Ýnsana bir zarar dokunduðu zaman, bize dua eder; sonra tarafýmýzdan ona bir nimet ihsan ettiðimizde, der ki: "Bu, bana ancak bir bilgi(m) dolayýsýyla verildi." Hayýr; bu bir fitne (kendisini bir deneme)dir. Ancak çoðu bilmiyorlar. (Zümer Suresi, 49)
    Yine enaniyetin etkisiyle insanlarýn sýkça içerisine düþebildikleri bir baþka hata da, 'ön plana çýkma hýrsý'dýr. Nefis insaný hayýrlý iþlerde ve salih amellerde dahi rahmani olmayan bir hýrsa sevk edebilmekte ve makul gibi görünen mazeretlerle insanlarýn ihlaslarýný kýrmaya çalýþmaktadýr. Said Nursi'nin "Hem ihlas ve hakperestlik ise, Müslümanlarýn nereden ve kimden olursa olsun istifadelerine tarafdar olmaktýr. Yoksa, "Benden ders alýp sevab kazandýrsýnlar" düþüncesi, nefsin ve enaniyetin bir hilesidir."12 örneði ile dikkat çektiði gibi kimi insanlar karþýlaþtýklarý bazý iþlerde, o iþin en güzel þekilde yapýlmasýndan ya da sonuç bakýmýndan fayda vermesinden çok "bu iþi yapan kiþi ben olayým" mantýðýyla hareket ederler. Ön plana çýkma arzusunun ve enaniyetin hakim olduðu bu davranýþ ihlasý tamamen zedeler.
    Bediüzzaman'ýn "…"Bu sevabý ben kazanayým, bu insanlara ben doðru yolu göstereyim, benim sözümü dinlesinler." diye, karþýsýndaki hakikî kardeþi ve cidden muhabbet ve gücüne ve kardeþliðine ve yardýmýna muhtaç bir zâta karþý rekabetkârane vaziyet alýr. "Talebelerim ne için onun yanýna gidiyorlar? Ne için onun kadar talebem bulunmuyor?" diye, enaniyeti oradan fýrsat bulup, kötü bir huy olan makam mevki sevgisine meylettirir, ihlasý kaçýrýr, riya kapýsýný açar."13 sözleriyle ifade ettiði gibi aksi bir tavýrda insan mümin kardeþine karþý bir rekabet içerisine girmiþ olur. Güzel bir sorumluluða bir baþkasýnýn talip olmasýný ve bunu baþarýyla sonuçlandýrmasýný istememek, bir anlamda da onun ecir kazanmasýný, ahireti için fayda getirecek güzel bir sorumluluk yüklenmesini istememek demektir. Oysaki Kuran'a ve ihlasa en uygun olan tavýr, diðer inananlarýn ahiretlerine de vesile olmak, kendisi gibi onlarýn da Allah'ýn razý olacaðý iþlerde bulunmalarýný teþvik etmek olmalýdýr.
    Müslüman kendisi ne kadar salih amelde bulunmak istiyorsa, onlarýn da ayný þekilde ecir kazanmalarýný ve ahiretleri adýna güzel iþler yapabilmelerini istemelidir. "Bu iþi yapabilecek en ehil kiþi benim", "bu iþi ne kadar iyi yapabileceðimi görsünler de ne kadar üstün meziyetlere sahip olduðumu daha iyi anlasýnlar" ya da "bu iþi ben üstleneyim ki müminlerin gözünde iyi bir prestij ve makam elde edeyim" gibi düþüncelerle hayýrlý bir iþi bir hýrs konusu haline getirmek ihlasa uygun olmaz. Bunun yerine bu iþte bir baþka mümine öncelik tanýyýp, onun ne kadar üstün özelliklere sahip olduðunu ön plana çýkararak güzel ahlak göstermiþ ve ihlaslý bir harekette bulunmuþ olur. Bediüzzaman Said Nursi enaniyet ve ön plana çýkma hýrsýna çözüm olacak þöyle bir tavsiyede bulunmuþtur:
    Bu mühim illetin merhemi ve ilâcý: "Allah sevgisi" sýrrýyla, hak yoluna gidenlere refakatla iftihar etmek ve arkalarýndan gitmek ve imamlýk þerefini onlara býrakmak ve o Hak yolunda kim olursa olsun kendinden daha iyi olduðunun ihtimaliyle enaniyetinden vazgeçip ihlasý kazanmak ve ihlas ile bir gram amelin, ihlassýz kilolarca amele tercih olunduðunu bilmekle ve dolayýsýyla mesuliyetlerini bilerek ve zararlý olan liderlik hýrsýndan vazgeçmekle o illetten kurtulur ve ihlasý kazanýr, ahirete yönelik vazifesini hakkýyla yapabilir.14
    Said Nursi bu sözleriyle ihlasýn önemine bir kez daha dikkat çekmekte ve ahiret yurdunu hedefleyen insanlarýn enaniyet, liderlik hýrsý ve rekabet duygusu gibi bencil duygularýndan sýyrýlmalarý gerektiðini hatýrlatmaktadýr. Bunun için söz konusu olan din adýna yapýlacak bir hizmet dahi olsa, ihlasýndan dolayý bunda bir baþka mümine öncelik tanýyabilmesinin, onu ön plana çýkarabilmesinin ve onun baþarýlarýyla iftihar edebilmesinin önemine dikkat çekmiþtir. Baþkalarýnýn kendisinden daha üstün olabileceðine inanýp, onlara teslim olabilmesinin ihlasa daha uygun olacaðýný hatýrlatmýþtýr.

    Makam ve Mevki Hýrsýný Terk Etmek
    Ýnsanlarýn sadece Allah'ýn rýzasýný hedefleyerek, ahiret yurdu için ihlasla çaba sarf etmelerini engelleyen bir diðer neden ise, dünya hayatýndaki makam, mevki, þöhret gibi maddi deðerlere olan düþkünlüktür. Oysa maddi imkanlar, mal ya da mevki insana ahiret hayatýnda hiçbir þey kazandýrmaz. Allah, Kuran'ýn "Ey insanlar, gerçekten, Biz sizi bir erkek ve bir diþiden yarattýk ve birbirinizle tanýþmanýz için sizi halklar ve kabileler (þeklinde) kýldýk. Þüphesiz, Allah Katýnda sizin en üstün (kerim) olanýnýz, (ýrk ya da soyca deðil) takvaca en ileride olanýnýzdýr. Þüphesiz Allah, bilendir, haber alandýr." (Hucurat Suresi, 13) ayetiyle insanlar arasýnda üstünlüðün bulunduklarý makama ya da mevkiye göre deðil, yalnýzca 'takva'ya göre olduðunu bildirmiþtir.
    Böyle insanlarýn durumunu Bediüzzaman Said Nursi bir sözünde þu þekilde ifade eder:
    … Makam mevki sevgisinden gelen þöhretperestlik ateþiyle ve þan ve þeref perdesi altýnda insanlarýn sevgisini kazanmak, nazar-ý dikkati kendine celbetmekle enaniyeti okþamak ve nefsine bir makam vermektir ki, en mühim bir ruhi illet olduðu gibi "gizli þirk" tabir edilen riyakârlýða, bencilliðe kapý açar, ihlasý zedeler…15
    Makam ve mevkinin üstünlük saðlayacaðý inancý cahiliye toplumlarýna ait bir yanýlgýdýr. Ýmaný kavrayan bir müminin nefsinin bu yöndeki isteklerine itibar etmemesi ve üstünlüðü ihlasta ve samimiyette aramasý gerekir. Çünkü bu gibi arzulardan arýnan bir insan dünyada kazanýlacak tüm makamlarýn üzerinde bir makama eriþtirilecek, gerçek onur ve þerefin sahibi olacaktýr. Bu durum Kuran'ýn "Size yasaklanan büyük günahlardan kaçýnýrsanýz, sizin kusurlarýnýzý örteriz ve sizi 'onurlu-üstün' bir makama sokarýz." (Nisa Suresi, 31) ayetiyle insanlara bildirilmiþtir. Bu 'onurlu ve üstün' makama layýk olabilmek için iman eden bir kimsenin yapmasý gereken þey "Kim izzeti istiyorsa, artýk bütün izzet Allah'ýndýr. Güzel söz O'na yükselir, salih amel de onu yükseltir…" (Fatýr Suresi, 10) ayetiyle hatýrlatýlan gerçeðin þuuruna varmasýdýr: Ýzzetin gerçek sahibi Allah'týr ve kiþiye bunu kazandýracak olan tek þey de 'salih yani ihlasla yapýlan ameller'dir.
    Bediüzzaman Said Nursi de risalelerinde bu konuya önemle dikkat çekmiþtir. Said Nursi, Allah'ýn "… ayetlerimi az bir deðere deðiþmeyin" ayetindeki hatýrlatmasýna deðinerek ahirette ulaþtýrýlacak olan onurlu ve üstün makamýn yanýnda dünya hayatýnda elde edilecek olan makam mevki ya da þöhretin ne kadar deðersiz olduðunu þöyle vurgulamýþtýr:
    "… Ayetlerimizi az bir deðer karþýlýðýnda deðiþmeyin. Ve yalnýzca benden korkun." (Bakara Suresi, 41) âyetindeki þiddetli Allah'ýn yasaklamasýna nail olup, ebedi saadetin zararýna manasýz, lüzumsuz, zararlý kederli, kendini beðendirmeye çalýþarak, sakil, samimiyetsiz ve ikiyüzlü bazý aþaðýlýk hislerle ve küçük menfaatlerin hatýrý için ihlasý kýrmakla; hem bu hizmetteki umum kardeþlerimizin hukukuna tecavüz, hem Kurana hizmetlerine saldýrý, hem imani hakikatlerin büyüklüðüne saygýsýzlýk etmiþ oluruz.16
    Makam ve mevki elde etmeye karþý duyulan bu arzu, kiþinin yaptýðý amellerde ihlaslý olmasýný engeller ve kiþiyi samimiyetsizliðe sürükler. Bu kiþi bir yandan yaptýklarýyla Allah'ýn rýzasýný ve cennetini kazanmayý hedeflerken, bir yandan da insanlar arasýnda bir þeref ve itibar elde edeceðini düþünür. Bu da bile bile amellerini geçersiz kýlmasýna neden olur. Ýman eden bir kimsenin Kuran'daki bu hatýrlatmalarý dikkate alarak, nefsini dünya hayatýnýn þan ve þöhretine yönelik isteklerinden arýndýrýp, Allah katýndaki izzet ve onuru kazanmaya çalýþmasý gerekmektedir. Aksinde ise; "(Mal, mülk ve servette) Çoklukla övünmek, sizi 'tutkuyla oyalayýp, kendinizden geçirdi.' "Öyle ki (bu,) mezarý ziyaretinize (kabre gidiþinize, ölümünüze) kadar sürdü." (Tekasür Suresi, 1-2) ayetiyle hatýrlatýldýðý gibi insan nefsinin bu istekleri doðrultusunda ölümüne dek 'tutkuyla oyalanýp kendinden geçecek' ve bunlarýn hiçbir fayda saðlamadýðýnýn farkýna da ancak ahirette varabilecektir. Sýrf nefsinin istek ve arzularýný tatmin etmek uðruna yýllar yýlý boþ yere çalýþýp boþ yere yorulmuþ ve ahirette de hüsrana uðramýþ olacaktýr. Mümine yakýþan ise henüz vakit varken nefsin bu kötülüklerinden arýnýp ihlasý kazanmasý ve Allah'ýn razý olacaðý ahlaka ulaþmasýdýr.

    Mal ve Can Kaygýsýný Terk Etmek
    Nefsin bir özelliði de mala ve cana tutkuyla baðlý olmasýdýr. Bu nedenle de nefs insanlarý sürekli olarak bu iki konuda hýrsa kapýlmalarý yönünde teþvik eder. Ancak "Andolsun, mallarýnýzla ve canlarýnýzla imtihan edileceksiniz..." (Al-i Ýmran Suresi, 186) ayetiyle de bildirildiði gibi mallar ve canlar tutkuyla baðlanmak için deðil, insanlarýn denenmesi için yaratýlmýþtýr. Allah bu dünyevi deðerlerin peþi sýra gitmek yerine, bunlarý Allah'ýn rýzasýný kazanma yolunda seve seve ortaya koyabilenleri cennetle müjdelemiþ, büyük kurtuluþ ve mutluluða da ancak bu yolla ulaþýlabileceðini þöyle bildirmiþtir:
    Hiç þüphesiz Allah, mü'minlerden -karþýlýðýnda onlara mutlaka cenneti vermek üzere- canlarýný ve mallarýný satýn almýþtýr. Onlar Allah yolunda savaþýrlar, öldürürler ve öldürülürler; (bu,) Tevrat'ta, Ýncil'de ve Kur'an'da O'nun üzerine gerçek olan bir vaaddir. Allah'tan daha çok ahdine vefa gösterecek olan kimdir? Þu halde yaptýðýnýz bu alýþveriþten dolayý sevinip-müjdeleþiniz. Ýþte 'büyük kurtuluþ ve mutluluk' budur. (Tevbe Suresi, 111)
    Ýþte inananlarýn, bu ayetin bir gereði olarak mallarýný ve canlarýný tutku haline getirmekten þiddetle kaçýnmalarý gerekir. Hiç þüphesiz nefisten bu yönde telkinler ve teþvikler gelecektir. Ancak Allah'ýn bu vaadinin þuurunda olarak bir Müslümanýn nefsine uymasý mümkün deðildir. Çünkü dünya hayatýnda maldan ya da candan yana kazanýlabilecek hiçbir menfaat, sonsuz ahiret nimetleriyle kýyaslanamaz. Bu nedenledir ki Allah ayetinde "yaptýðýnýz bu alýþveriþten dolayý sevinip müjdeleþiniz" þeklinde buyurmaktadýr. Ýnsan dünya hayatýnda kazandýðý maddi deðerlerden ancak çok kýsa bir süre yararlanabilecek, ardýndan da hem bedenini hem de yýðýp biriktirdiði malýný ölümle birlikte terk etmek zorunda kalacaktýr. Allah'ýn ahirette verecekleri ise sonsuza dek insanýn kurtuluþuna ve mutluluðuna vesile olacaktýr.
    Bediüzzaman Said Nursi insanlarýn mala ve cana karþý duyduklarý tutkunun ne kadar beyhude olduðuna þu sözleriyle deðinmiþtir:
    Hem mala ve cana karþý þiddetli bir hýrs gösterir… bakar ki, geçici olarak onun nezaretine verilmiþ o fani mal ve afetli þöhret ve tehlikeli ve riyaya vesile olan o can, o þiddetli hýrsa deðmiyor. Ondan, hakiki can olan manevi makamlar ve Hak'ka yakýnlaþma dereceleri ve ahiret azýðýna ve hakiki mal olan salihi amellere teveccüh eder. Fena haslet olan geçici olan þeylere gösterilen hýrs ise, âlî bir haslet olan gerçek hýrsa dönüþür …17
    Bir baþka sözünde ise mal ve can derdine düþen kimselerin, bunun insana bir faydasý olmayacaðýný kavradýklarýnda düþtükleri durumu þu þekilde ifade eder:
    "… Þiddetli bir surette endiþe ettiði vakit bakar ki; o endiþe ettiði istikbale yetiþmek için elinde senet yok. Hem rýzýk cihetinde bir taahhüd altýnda ve kýsa olan bir istikbal, o þiddetli olan endiþeye deðmiyor. Ondan yüzünü çevirip, kabirden sonra hakiki ve uzun ve gafiller hakkýnda taahhüd altýna alýnmamýþ bir istikbale teveccüh eder."
    Aksinde yani can ve mal kaygýsýna kapýlýndýðýnda insanýn halisane bir kalple Allah'a yönelebilmesi, Allah'a gereði gibi teslim olup, ihlasla hareket edebilmesi mümkün olmaz. Nefsinde gizlediði bu tutkular onu gizliden gizliye yönlendirecek ve Allah'ýn rýzasýndan yana deðil, hep kendi menfaatlerinden yana davranmasýna neden olacaktýr. Örneðin malca ihtiyaç içerisinde olan bir kimse gördüðünde ona destek olup infakta bulunmasý gerekirken, o kendi menfaatlerinden yana tavýr koyacaktýr. Oysa ihlasa uygun olan, "Kendilerinden önce o yurdu (Medine'yi) hazýrlayýp imaný (gönüllerine) yerleþtirenler ise, hicret edenleri severler ve onlara verilen þeylerden dolayý içlerinde bir ihtiyaç (arzusu) duymazlar. Kendilerinde bir açýklýk (ihtiyaç) olsa bile (kardeþlerini) öz nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin 'cimri ve bencil tutkularýndan' korunmuþsa, iþte onlar, felah (kurtuluþ) bulanlardýr." (Haþr Suresi, 9) ayetiyle de bildirildiði gibi ihtiyaç içerisinde bile olsa insanýn malýný bir baþkasýna seve seve verebilmesidir.
    Ayný þekilde kendi nefsinin rahatý ve istekleri ona Allah'ýn rýzasýndan daha önemli gelecektir. Kuran'ýn "De ki: "Eðer babalarýnýz, çocuklarýnýz, kardeþleriniz, eþleriniz, aþiretiniz, kazandýðýnýz mallar, az kar getireceðinden korktuðunuz ticaret ve hoþunuza giden evler, sizlere Allah'tan, O'nun Resûlü'nden ve O'nun yolunda cehd etmekten (çaba harcamaktan) daha sevimli ise, artýk Allah'ýn emri gelinceye kadar bekleyedurun. Allah, fasýklar topluluðuna hidayet vermez." (Tevbe Suresi, 24) ayetiyle böyle bir tercihin Allah katýndaki karþýlýðýnýn hüsran olacaðýna da dikkat çekilmiþtir. Rabbimizin, "Tereddi edeceði (baþaþaðý düþüþe uðrayacaðý) zaman, malý ona hiç yarar saðlamaz." (Leyl Suresi, 11) ayetiyle de bildirdiði gibi malý o kiþiyi ahirette azaptan koruyamayacaktýr. Ancak, "Sakýnan ise, ondan uzak tutulacaktýr. Ki o, malýný vererek temizlenip-arýnýr. Onun yanýnda hiç kimsenin karþýlýðý verilecek bir nimeti (borcu) yoktur. Ancak yüce Rabbinin rýzasýný aramak için (verir). Muhakkak kendisi de ileride razý olacaktýr." (Leyl Suresi, 17-21) ayetlerinde de bildirildiði gibi ihlaslý davranan sonsuz nimetlerle mükafatlandýrýlacaktýr.
    Kuran'da mal gibi can kaygýsýna kapýlarak ihlaslarýný kaybeden ve Allah'ýn rýzasýndan uzaklaþan insanlarýn durumuna da pek çok örnek verilmiþtir. Peygamber kendilerini Allah yolunda canlarýyla savaþmaya çaðýrdýðýnda kimileri 'güçlerinin yetmediðini' (Tevbe Suresi, 42) kimileri de 'sýcakta savaþmanýn kendilerine zor geldiðini' (Tevbe Suresi, 81) öne sürerek nefislerinden yana tavýr koymuþlardýr. Bu mazeretleri öne sürerken kimisi Allah'ýn adýný anarak gerçekten güçlerinin yetmediðine dair yemin de etmiþtir. Ancak Allah bu kimselerin yalan söylediklerini ve bu tavýrlarýyla kendi nefislerini helaka sürüklediklerini bildirerek bu kiþilerin samimiyetsizliðini ifade etmiþtir. Ýhlasa uygun olan ise; "Ama Resul ve onunla birlikte olan mü'minler, mallarýyla ve canlarýyla cehd ettiler (mücadele ettiler); iþte bütün hayýrlar onlarýndýr ve kurtuluþa erenler onlardýr." (Tevbe Suresi, 88) ayetinde dikkat çekilen salih müminlerin tavýrlarýnda olduðu gibi, inananlarýn hiçbir hesap yapmadan mallarý ve canlarýyla Allah'ýn rýzasýndan yana tavýr koymalarýdýr.
    Allah bir baþka ayetinde de müminlerden mallarýný ve canlarýný ortaya koyup, Allah'ýn rýzasýný tüm bunlarýn kazandýracaðý çýkar ve menfaatlerden üstün tutan kimselerin, derece bakýmýndan Allah katýnda daha üstün tutulacaðýný bildirerek ihlas sahibi müminleri müjdelemiþtir. Ayette þöyle buyrulmaktadýr:
    Mü'minlerden, özür olmaksýzýn oturanlar ile, Allah yolunda mallarýyla ve canlarýyla cihad edenler eþit deðildir. Allah, mallarýyla ve canlarýyla cihad edenleri oturanlara göre derece olarak üstün kýlmýþtýr. Tümüne güzelliði (cenneti) va'detmiþtir; ancak Allah, cehd edenleri (çaba harcayanlarý) oturanlara göre büyük bir ecirle üstün kýlmýþtýr. (Nisa Suresi, 95)
    Dünya Bir Ýmtihan Yeridir
    Büyük Ýslam alimi Bediüzzaman Said Nursi eserlerinde dünya hayatýnýn geçici bir mekan olduðunu ve insanýn bu dünyada ahiret için ciddi bir çaba harcamasý gerektiðini þöyle dile getirmiþtir:
    Dünya bir misafirhanedir. Ýnsan onda az duracaktýr ve vazifesi çok bir misafirdir ve kýsa bir ömürde ebedi hayatýna lazým olan levazýmatý tedarik etmekle mükelleftir.18
    Ýnsanýn dünya hayatýndaki kýsa ömrünü "geçici bir misafirlik" olarak tanýmlayan Said Nursi bir baþka örneðinde "Ýnsana varlýðý, hayvan gibi dünya hayatýný kazanmak için verilmemiþtir." der ve þu þekilde devam eder:
    Ey nefsim ve ey arkadaþým! Aklýnýzý baþýnýza toplayýnýz. Ömür sermayenizi ve hayat kabiliyetinizi hayvan gibi, hatta hayvandan daha aþaðý bir derecede þu geçici hayata ve maddi lezzetlere harcamayýn. Yoksa sermayece en üstün hayvandan elli derece yüksek olduðunuz halde, en aþaðýda olanýndan elli derece aþaðý düþersiniz.19
    Bediüzzaman'ýn da belirttiði gibi üstün özelliklerle nimetlendirilmiþ, akýl, vicdan ve saðduyu sahibi bir varlýk olan insanýn yaratýlýþ amacýnýn, eksikliklerle dolu olan bu kýsa dünya hayatýnda, geçici yararlar elde etmek olmadýðý çok açýktýr. Ýnsan burada imtihan edilmektedir ve nihai hedefi de sonsuz ahiret güzelliðini kazanmaktýr.
    Ýnsan, dünyada karþýlaþtýðý olaylar karþýsýnda gösterdiði tavýrlarla, sahip olduðu ahlakla ve içinde taþýdýðý niyetiyle denenmektedir ve kiþinin sadece "iman ettim" demesi kesinlikle yeterli deðildir. Ýmanýný tavýrlarýyla da göstermelidir. Çünkü kýyamet gününde gizli ya da açýk, hayatýna dair herþey ortaya dökülecek, çok hassas bir hesap yapýlacaktýr. Bu hesapta "… bir hurma çekirdeðindeki iplikçik kadar" (Nisa Suresi, 49) bile haksýzlýða uðratýlmayacaktýr. Ýyilikten yana yaptýklarý aðýr basanlar sonsuz güzelliklerle bezenmiþ cennet yurdunda aðýrlanýrken, kötülüðü ve zulmü kendilerine yol edinenler sonsuz cehennem azabýyla karþýlýk bulacaklardýr. Zira Allah bu kýsa hayatý insanlarý denemeden geçirerek iyi ve doðru olanlarý diðerlerinden ayýrt etmek için yaratmýþtýr. Mülk Suresi'nde bu gerçek þöyle bildirilir:
    O, amel (davranýþ ve eylem) bakýmýndan hanginizin daha iyi (ve güzel) olacaðýný denemek için ölümü ve hayatý yarattý... (Mülk Suresi, 2)
    Dünya Hayatýna Karþýlýk Ahireti Satýn Almak
    Ýnsanlarýn büyük bir bölümü, dünya hayatýnýn geçici olduðunun farkýna varmaz; tam tersine dünya hayatýndaki süslere dalýp oyalanýrlar. Kimi sürekli daha çok mal toplamaya, kimi insanlar tarafýndan daha çok itibar görmeye, kimi daha güzel veya yakýþýklý bir eþ bulmaya, kimi de iþyerinde en baþarýlý kiþi olarak tanýnmaya çalýþýp çabalar. Tüm bunlara öyle büyük bir hýrsla baðlanýrlar ki, bu oyalanma onlara ölüm sonrasýnda karþýlaþacaklarý sonsuz ahiret hayatýný tamamen unutturur. Ölümü bir yokoluþ olarak algýlar ve ölümden sonrasý için bir hazýrlýk yapmayý düþünmezler.
    Oysa Bediüzzaman Said Nursi'nin de söylediði gibi ölüm bir ayrýlýþ, ya da yokoluþ deðil, tam tersine dünyada yaþanan imtihanýn son bulma ve yapýlanlarýn karþýlýðýný alma yeridir:
    Kainattaki yok olma, ayrýlýk, yokluk zahiridir. Gerçekte ayrýlýk yoktur, kavuþma vardýr. Yok olma ve yokluk yoktur, yenilenme vardýr. Ve kainattaki herþey bir çeþit sonsuza kadar var olma baþarýsýna sahiptir. Ölüm, bu geçici alemden sonsuz aleme gitmektir. Ölüm, hidayet ehli ve Kur'an ehilleri için öteki aleme gitmiþ dost ve ahbaplarýna kavuþma vesilesidir. Hem hakiki vatanlarýna girmeye araçtýr. Hem dünya zindanýndan cennet bahçesine bir davettir. Hem Rahman-ý Rahim'in fazlýndan kendi hizmetine karþýlýk bir ücret almadýr. Hem hayat vazifesinin zorluðundan bir terhistir. Hem kulluk ve imtihanýn talim ve talimatýndan bir paydosdur.20
    Bediüzzaman'ýn yukarýdaki sözlerinde de ifade ettiði gibi, dünyayý gerçek yurt zannetmek büyük bir gaflettir. Çünkü sonsuzluðun yanýnda dünya hayatýnýn süresi tek bir an hükmünde bile deðildir. Bediüzzaman bir baþka ifadesinde dünyayý ahirete tercih etmenin ne kadar akýlsýzca bir davranýþ olacaðýna þöyle bir örnekle dikkat çekmiþtir:
    Ebedi hayatý zehirleyecek ve bozacak bir tarzda þu geçici hayatý hasr-ý nazar etmek; ani bir þimþeði, sermedi bir güneþe tercih etmek gibi bir divaneliktir.21
    Ýþte bu gerçeðin bilincinde olan Müslümanlar, ölümle birlikte dünyadan ayrýlmayý, dinden uzak insanlar gibi isyanla deðil, þevk ve heyecanla karþýlarlar. Dünyada yaptýklarý güzelliklerin karþýlýðýný Allah'tan sonsuz ahiret hayatlarýnda almayý umarlar. Ahirette cennet gibi sonsuz güzellikler ve inceliklerle dolu bir mekana kavuþma umudunun þevki ve coþkusu içinde yaþarlar.

    Ýnsan Hayýrla ve Þerle Ýmtihan Edilmektedir
    Dünya hayatý Müslümanlar için Allah yolunda, O'nun rýzasýný kazanmak için cehd edilmesi yani çaba harcanmasý, hizmet edilmesi gereken bir mekandýr. Bediüzzaman Said Nursi de dünya hayatýnýn sadece bir hizmet yeri olduðunu, insanýn zorluk ve güzelliklerle denemeden geçirileceðini ve musibetlere, sýkýntýlara sabretmenin mükafatýnýn da çok büyük olacaðýný þu þekilde bildirir:
    Þu dünya hayatý, imtihan meydanýdýr ve hizmet yurdudur; lezzet, ücret ve mükafat yeri deðildir. Madem hizmet yurdudur ve kulluk mahallidir; hastalýklar ve musibetler dini olmamak ve sabretmek þartýyla, o hizmete ve kulluða çok baþarý ve kuvvet verir. Ve her bir saati, bir gün ibadet hükmüne getirdiðinden þikayet etmek deðil, þükretmek gerekir. Evet ibadet iki kýsýmdýr: Birinci kýsým olumlu diðeri ise olumsuz. Olumlu kýsmý malumdur. Olumsuz kýsmý ise, hastalýk ve musibetlerde, musibetzede, za'fýný ve aczini hissedip, Rahman olan Rabbin'e yönelip, O'nu düþünüp, O'na yalvarýp halis bir kulluk yapar. Bu kulluða riya giremez, halistir. Eðer sabretse, musibetin mükafatýný düþünse, þükretse, o vakit her bir saati bir gün hükmüne geçer. Kýsacýk ömrü uzun bir ömür olur. Hatta bir kýsmý var ki bir dakikasý bir gün ibadet hükmüne geçer.22
    Said Nursi'nin bu hikmetli anlatýmý üzerinde düþünmek son derece önemlidir. Her insan Allah'a kulluk etmek, O'na olan teslimiyetini ve baðlýlýðýný her olay karþýsýnda göstermekle yükümlüdür. Ýnsanýn karþýsýna çýkan zorluklara sabretmesi de bu baðlýlýðý göstermenin yollarýndan biridir. Ýnsan dünyada her türlü sýkýntýyla karþýlaþabilir, çünkü bu Allah'ýn Kuran'da bildirdiði, deðiþmeyen bir kanunudur. Üstelik bu sýkýntý ve zorluk anlarý, insanýn hiç karþýlaþmayý ummadýðý zamanlarda da ortaya çýkabilir. Ve çok uzun bir zaman dilimini kapsayabilir veya böyle görünebilir. Örneðin insan zenginken fakir düþebilir, baþarýlý olduðu bir konuda ummadýðý bir baþarýsýzlýkla karþýlaþabilir, sevdiði bir insaný yitirebilir, hastalanabilir, sakat kalabilir… Ama bunlarýn hepsi bu kiþi için bir denemedir ve Allah böyle denemelere sabreden kullarýný sonsuz bir güzellikle müjdelemiþtir.

    Ýyilerle Kötülerin Birbirinden Ayrýlmasý
    Bediüzzaman Said Nursi eserlerinde musibet ve zorluklar yoluyla iyilerle kötülerin birbirinden ayrýlmasýna çok geniþ yer vermiþ; bu konuda birbirinden hikmetli örnekleriyle insanlara deðerli tavsiyelerde bulunmuþtur. Bediüzzaman'ýn kendisine "þeytanlarýn ve kötülüklerin yaratýlýþ hikmetleri nedir?" sorusu sorulduðunda verdiði cevap, her sýkýntýnýn, eksikliðin ve "þer" diye tabir edilen olayýn arkasýnda çok önemli hikmetler olduðudur. Bu hikmetlerden en önemlisinin ise "kömür gibi istidadlarla elmas gibi istidadlarýn birbirinden ayrýlmasý" olduðunu söylemiþtir.
    Bu örnekle anlatýlmak istenen her türlü zorluðun, sýkýntýnýn insandaki güzel özellikleri ortaya çýkardýðýdýr. Ýmtihan dünyasýndaki bu zorlu denemelerle insanda kötü özellikler de ortaya çýkmakta ve böylece onlarýn yok edilmesi için bir fýrsat doðmaktadýr. Örneðin þiddetli bir hastalýk insanýn çabuk yýlgýnlýk ya da manevi zaaflar gösterebildiðini ortaya çýkarabilir. Bu zaaflarýnýn farkýna varan kiþi, hemen bunlarý telafi yoluna gider. Böylece hastalýk onun hatalarýný fark etmesine ve bu kýsa hayatý içinde gidermesine yol açtýðý için bir güzellik halini alýr. Bu musibet sonrasýnda bir kir daha giderilmiþ, insanýn ahlaký daha da güzelleþmiþ olur. Veya hayatý boyunca namuslu bilinen bir insan iflas ettiðinde veya parasýz kaldýðýnda gayri meþru yollara baþvurabiliyorsa, bu fakirlik musibetinin kötü bir insaný ortaya çýkarmasýna örnek teþkil edebilir. Ancak eðer bu insan fakirliðine ve ihtiyaç içinde olmasýna raðmen asla harama girmiyor ve namuslu davranýþlarýndan taviz vermiyorsa, o zaman fakirlik musibeti bir insanýn gerçekten temiz ve salih olduðunu ortaya çýkarmýþ olur.
    Bediüzzaman Mektubat adlý eserinde verdiði örneðin baþýnda, daha sonradan çok büyük hayýrlar getireceði bilinen durumlarda küçük zorluklara sabýr göstermenin hikmetleri üzerinde durmakta ve þöyle devam etmektedir:
    Ýþte kainattaki þerlerin, zararlarýn, imtihanlarýn, þeytanlarýn ve zararlýlarýn yaratýlýþlarý þer ve çirkin deðildir. Çok önemli bir sonuç için yaratýlmýþlardýr… Ýnsanlýk aleminde ise, ilerleme ve aþaðý düþme dereceleri sonsuzdur. Nemrudlardan, Firavunlardan, çok samimi evliyalara, Peygamberlere kadar gayet uzun bir ilerleme mesafesi vardýr.
    Ýþte kömür gibi olan aþaðý ruhlarý, elmas gibi olan yüksek ruhlardan ayýrmak için, þeytanlarýn yaratýlýþý, sorumluluk sýrrý ve Peygamberlerin gönderiliþi ile bir imtihan, cehd (çaba) ve müsabaka ortamý açýlmýþ. Eðer cehd ve yarýþ olmasaydý, insan madenindeki elmas ve kömür hükmünde olan kabiliyetler beraber kalacaktý. En üst kademelerdeki Ebu Bekir-i Sýddýk ile en alt kademelerde bulunan Ebu Cehil'in ruhu bir seviyede olacaktý. Demek ki þeytanlarýn ve kötülüklerin yaratýlmasý, önemli sonuca neden olduðu için þer ve çirkin deðildir.23
    Bediüzzaman'ýn bu örnekte üzerinde durduðu bir baþka önemli konu ise imtihan dünyasýnýn ne kadar deðerli olduðudur. Çünkü eðer kötülükler, sýkýntýlar olmasa insandaki bu güzel özellikler ortaya çýkmayacak, salih olanlarýn üstün ahlaklarý belirginleþmeyecek, manevi derecelerinde bir artýþ olmayacaktýr. Ýþte bu nedenle sýkýntý olarak görülen tüm olaylar insanýn ahlakýnýn güzelleþmesi, olgunlaþmasý, manevi olarak derinleþip güçlenmesi, cennetteki derecesinin, mertebesinin artmasý için önünde sýnýrsýz bir ufuk açmakta, çok güzel fýrsatlar sunmaktadýr.
    Bediüzzaman'ýn bu konu ile ilgili baþka bir sözü þu þekildedir:
    Din bir imtihandýr. Ýlahi sorumluluk bir tecrübedir. Sonuçta, yüksek ruhlar ile aþaðýlýk ruhlarýn birbirinden ayrýlmasý içindir. Nasýl ki bir madene ateþ veriliyor, sonuçta elmasla kömür, altýnla toprak birbirinden ayrýlýr. Ayný þekilde bu imtihan yurdunda mevcut olan ilahi sorumluluk yarýþmaya sevktir ki; insan madeninde bulunan üstün cevher ile aþaðý unsurlar birbirinden ayrýlsýn. Madem Kuran, bu imtihan yurdunda bir tecrübe konumunda, bir yarýþma meydanýnda insanlýðýn ilerlemesi için indirilmiþtir.24
    Bediüzzaman'ýn bu sözünde yaptýðý benzetmedeki gibi elmas gibi güzel özelliklerle kömür gibi kötü özelliklerin birbirinden ayrýlmasý için "ateþe verilmeleri", yani insanýn zorluklarla, musibetlerle ve türlü sýkýntýlarla þiddetli bir denemeden geçirilmesi gerekmektedir. Böylece kötü özellikler birer birer elenecek, güzel özellikler gün ýþýðýna çýkýp, parlayacaklardýr.
    Bediüzzaman Said Nursi'nin iyiliklerle kötülüklerin birbirlerinden ayrýlmasý konusunda verdiði bir baþka örnek ise altýn ve bakýr madenlerinin mihenk taþýna vurularak birbirlerinden ayrýlmasýdýr. Bir taþa vurularak birbirinden ayrýlan bu iki madenden deðerli olanlar bu yöntemle ortaya çýkmakta, deðersiz bakýr madeni de elenmektedir. Bu ayrýlma sýrasýnda madenlerin taþa þiddetle vurulmalarý ve elekten geçirilmeleri gerekmektedir. Böylece altýn tüm parlaklýðý ile ortaya çýkmakta, deðerini düþüren bakýr gibi madenlerden temizlenmektedir. Üstad'ýn taþa þiddetle vurulmaktan kast ettiði de yine insanýn karþýlaþtýðý zorluklar, sýkýntýlar ve musibetlerin sonunda çok büyük güzelliklerin ortaya çýkmasýdýr. Zorluðun ve sýkýntýnýn þiddeti de bunlarla karþý karþýya kalan kiþinin imanýnýn gücünü, ahlakýnýn üstünlüðünü, dirayetini, vefasýný, sadakatini ortaya çýkarmakta ve arkasýnda imani ve manevi bir derinliðe ulaþmýþ, olgun bir karakter býrakmaktadýr. Böylece insan üstün karakterini zaafa uðratan özelliklerden arýnmakta, altýn gibi bir karakter ortaya çýkmaktadýr. Bediüzzaman'ýn bu örneði þu þekildedir:
    Bu sabah aniden kalbe ihtar edildi ki: Siz, bu þiddetli imtihana girmek ve inceden inceye birkaç defa "altýn mý bakýr mý" diye mihenge vurulmak (denenmek) ve nefislerinizin hislerinin veya desiselerinin (kuruntularýnýn) var olup olmadýðýný üç dört elekle elemek, halisane, sýrf hak ve hakikat namýna olan hizmetinizde çok gereklidir. Bu nedenle ilahi kader ve Rabbin yardýmý buna müsaade ediyor. Çünkü böyle bir imtihan meydanýnda inatçý, bahaneci, insafsýz muhaliflerin karþýsýnda teþhir edilmesinden herkes anladý ki: hiçbir hile, hiçbir enaniyet, hiçbir amaç, hiçbir dünyevi, uhrevi ve þahsi menfaat karýþmayarak, tam halis, hak ve hakikatten geliyor. Eðer perde altýnda kalsaydý, çok manalar verilebilirdi. Daha avam olan ehli iman itimat etmezdi. "Belki bizi kandýrýrlar" der ve seçkin kýsmý da vesvese ederdi. Belki bazý makam ehli kimseler gibi kendilerini satmak, itimat kazanmak için böyle yapýyorlar diye tam kanaat etmezlerdi. Þimdi imtihandan sonra en inatçý vesveseli kiþi dahi teslime mecbur oluyor. Zahmetiniz bir, karýnýz bindir inþaAllah.25
    Bediüzzaman bu örneðinde sýkýntý ve musibetlerin baþka pek çok hikmetine de dikkat çekmektedir. Þiddetli denemelerden geçirilerek, nefislerinin kötü özelliklerinden sýyrýlan inananlarýn bu üstün ahlakýna böylece diðer insanlar da þahit olmaktadýr. Müminlerin ihlaslarý, haktan yana olan üstün ve erdemli tavýrlarý, bu þiddetli denemeler karþýsýnda ortaya çýkmakta, yaptýklarý hizmetlerin karþýlýðýnda hiçbir þahsi beklentileri olmadýðý gözler önüne serilmektedir. Müslümanlarýn gösterdikleri bütün çabanýn sadece ve sadece Allah rýzasý için olduðunu Müslümanlar hakkýnda kalbinde en çok þüphe taþýyan kiþi dahi tasdik etmekte, halis niyetlerine tüm insanlar þahit olmaktadýr. Bu yönüyle zorluk ve musibetler Müslümanlarýn doðru yolda olduklarýný gösteren bir belge hükmüne geçmekte ve Müslümanlarý diðer insanlara tanýtmaktadýr.

  2. #2
    Ehil Üye _ÞuA_ - ait Kullanýcý Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Oct 2007
    Bulunduðu yer
    A'raf
    Yaþ
    32
    Mesajlar
    1.430

    Standart

    EMEĞ?NE SAĞLIK KARDEŞ?M ALLAH RAZI OLSUN.

  3. #3
    Vefakar Üye zerre06 - ait Kullanýcý Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Oct 2007
    Bulunduðu yer
    ANKARA
    Mesajlar
    510

    Standart

    Allah razý olsun kardeþim..
    bu yazý daha çok kiþi tarafýndan okunmalý..
    vesselam..

    "Subhansýn ya Rab!senin bize bildirdiðinden baþka ne bilebiliriz ki?herþeyi hakkiyle bilen,herþeyi hikmetle yapan Sensin."(Bakara suresi 2/32)

    "insan ilim tahsil ettikçe cehlini anlar.ilmin nihayeti de yoktur."

    ”bu zamanda feragat ve fedakarlýk bir iksir gibi,magnetizma gibi tesir eder.”

  4. #4
    Pürheves mamafih - ait Kullanýcý Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Sep 2007
    Mesajlar
    154

    Standart

    uzunluğuna bakmay?p okumal?
    Talebeliðin özelliði ve þartý: Sözler’i kendi malý ve telifi gibi hissedip sahip çýkmak, onlarý hayatýnýn en önemli vazifesi bilmek ve onlarý neþretme hizmetini yapmak.

  5. #5
    Vefakar Üye EnsTanTeNe - ait Kullanýcý Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Oct 2007
    Bulunduðu yer
    izmir
    Mesajlar
    530

    Standart

    evet biraz uzun ama kendi lisan?mla okuyup k?saltmak istemedim çünkü hepside gerçekten değerli kelimelerle dizayn edilmiş cümleler....inşallah sizlere faydam olmuştur....
    ......oooO...............
    .....(....)................
    ......)../....Oooo.....
    .....(_/.....(....).......
    ...............)../........
    ..............(_/.........
    ...........................
    ......oooO...............
    .....(....)................
    ......)../....Oooo.....
    .....(_/.....(....).......
    ...............)../........
    ..............(_/.........

  6. #6
    Yasaklý Üye umut46 - ait Kullanýcý Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Oct 2007
    Mesajlar
    231

    Standart

    Alýntý mrv_kycn Nickli Üyeden Alýntý Mesajý göster
    evet biraz uzun ama kendi lisanýmla okuyup kýsaltmak istemedim çünkü hepside gerçekten deðerli kelimelerle dizayn edilmiþ cümleler....inþallah sizlere faydam olmuþtur....
    doðrusunu yapmýþssýn teþekürler

  7. #7
    Dost hakan49 - ait Kullanýcý Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Oct 2007
    Bulunduðu yer
    muþ
    Yaþ
    35
    Mesajlar
    4

    Standart

    ''Allah yazan kardeşimizden raz? olsun rabbim bizi bu yolda muvaffak etsin''

  8. #8
    Gayyur @deniz@ - ait Kullanýcý Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Oct 2009
    Bulunduðu yer
    ankara
    Yaþ
    32
    Mesajlar
    86

    Standart

    harika bir ihtar gerçekten nefsimizi çok güzel bir þekilde anlatmýþ allah nefsi terbiye olunanlardan olmayý nasib etsin hepimize kardeþlerim inþallah

    ...Sermayem Rahmetin, Ýlacým Cemalindir...

    YARSIN… CANSIN… ÞÝFASIN


  9. #9
    Ehil Üye muhibbülkurra - ait Kullanýcý Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Mar 2007
    Mesajlar
    4.304

    Standart

    13 Aralýk 2009 Pazar günü Habertürk Televizyonunda “Teke Tek” programýna konuk olan Cübbeli Ahmet Hoca olarak da tanýnan Ahmet Ünlü, Fatih Altaylý’nýn “Risale-i Nur nedir?” sorusuna verdiði cevapta, birkaç sayfasý dýþýnda Risale-i Nur’u okumadýðýný ifade etmekle birlikte üç konuda Risale-i Nur’a yönelik iddialarda bulunmuþtur.








    Cübbeli’nin iddialarý þu þekilde özetlenebilir: (1) Risale-i Nur’un dili aðýr ve anlaþýlmazdýr. (2) Risale-i Nur tefsir deðildir. (3) Said Nursi gayr-i Müslimlerin de –mesela Anzaklar- “þehit” olabileceðini ileri sürmüþtür.
    Öncelikle þunu ifade etmek isteriz ki, bütün ömrünü “Kur’an’ý ve Ýslami ilimleri en detayýna varýncaya kadar öðrenmek ve öðretmek” için vakfettiðini beyan eden Hoca’nýn Risale-i Nur’u okumamýþ olmasý onun noksanýdýr. Zira Risale-i Nur, çaðýmýz Ýslam dünyasýnda -Hoca’nýn da ilgi alanýna giren konularý kapsayacak þekilde- telif edilmiþ en kapsamlý ve etkin metinlerden oluþan bir tefsir külliyatýdýr. Ne demek istediðimizi þu örnekle açýklayabiliriz: Þayet Hoca, 26. Söz olan Kader Risalesi’ni okumuþ ve anlamýþ olsaydý, söz konusu programda Fatih Altaylý’nýn kader konusundaki sorularý karþýsýnda bocalamazdý.
    Cübbeli Ahmet Hoca’nýn iddialarýna karþý cevaplarýmýz þu þekildedir:

    Ýddia 1: “Risale-i Nur’un dili aðýr ve anlaþýlmazdýr.”

    Cevap 1: Risale-i Nur, 20. yüzyýlýn ilk yarýsýnda Osmanlýcanýn hâkim dil olduðu bir dönemde kaleme alýnmýþtýr. Dolayýsýyla o günlerden bugüne dilimizdeki fukaralaþma Risale-i Nur’la ilk defa karþýlaþanlarda iddia edildiði gibi bir izlenim býrakabilmektedir. Ancak bu yargýnýn doðru olmadýðý dönemin diðer dini ve seküler metinleriyle yapýlan kýyaslamada hemen anlaþýlacaktýr. Risale-i Nur'da Osmanlýca bir tabir ya da terkibin hemen ardýndan, o zamana göre fazlasýyla sadeleþtirilmiþ bir "tercümesi"nin kullanýlmasý, müellifinin eserlerindeki dili, özel bir seçimle kullandýðýný gösterir. Said Nursi isteseydi, meselâ, "levh-i mahv isbat" yerine "yazar-bozar tahta", "irae eder" yerine "gösterir", "beyder" yerine "harman" kelimelerini kullanabilirdi. Ayný cümlenin içinde bu kelimeleri ardarda sýralayabilen biri olarak, "eski" dil ile "yeni" dili birarada kullanmak istemiþtir, yeni dilden habersiz olduðu için eski dile mecbur kalmýþ deðildir. Bu tercih, dile zenginlik kattýðý kadar, okuma ve anlamaya da akýcýlýk ve kolaylýk katmaktadýr.
    Risale-i Nur'un dilinin bir baþka özelliði ise Kur'ân’daki kelimelerin konuþma diline aktarýlmasý, Nebevî kavramlarý Türkçe konuþanlar baþta olmak üzere her insanýn zihnine yerleþtirmesi gibi bir misyonu yerine getirmesidir. Gerçekten de, Risale-i Nur'u okuyanlar özel bir Arapça eðitimi almadýklarý halde, pek çok vahyî kavramý, Kur'ân kelimelerini daðarcýklarýna almýþ ve konuþma diline aktarmýþlardýr. Þu halde, Risâle-i Nur diðer dilleri konuþan milletler için, Kur'an kelimelerinin ve Nebevî terminolojinin konuþma diline aktarýlmasý konusunda, bir prototip, bir çalýþma örneði olarak deðerlendirilmeli.
    Cübbeli Ahmet Hoca okumak ve anlamak için emek sarf etmediði Risale-i Nur’u “dili aðýr ve anlaþýlmaz” diyerek zamanýn dýþýnda býrakma gayretlerinden vazgeçmelidir. Kendisinden beklenen, seküler saldýrýlarla iðdiþ edilen zihnimizi Asr-ý Saadetle, Kur’an ve Peygamber lisanýyla aþina kýlan Risale-i Nur’u okumasý ve anlamaya gayret etmesidir.

    Ýddia 2: “Risale-i Nur tefsir deðildir.”

    Cevap 2: Bu da yeni bir iddia deðildir. Risale-i Nur'un bilinen klasik tefsirler þeklinde –Cübbeli Hocanýn ifadesiyle- Fatihayla baþlayýp Nâsla biten sýra içinde kelime ve cümlelere mana verip yorumlayan bir kitap olmadýðýný gören bir kýsým hocalar ve bazý muhalif insanlar "Risale-i Nur bir tefsir deðildir" demiþlerdir. Bu iddialar karþýsýnda "Risale-i Nur Kur'ân'ýn çok kuvvetli, hakikî bir tefsiridir" diyen Said Nursi, bu itiraza açýklýk getirmek için iki kýsým tefsir bulunduðunu ifade eder.

    Özetle þöyle der:

    "Birisi malûm tefsirlerdir ki, Kur'ân'ýn ibaresini ve kelime ve cümlelerinin manalarýný beyan ve izah ve isbat ederler. Ýkinci kýsým tefsir ise, Kur'ân'ýn imanî olan hakikatlerini kuvvetli hüccetlerle beyan ve izah ve isbat etmektir. Bu kýsmýn pek çok ehemmiyeti vardýr. Zahir malûm tefsirler bu kýsmý bazen mücmel bir tarzda dercediyorlar. Fakat Risale-i Nur, doðrudan doðruya bu ikinci kýsmý esas tutmuþ, emsalsiz bir tarzda muannid feylesoflarý susturan bir manevî tefsirdir."
    Kur'ân'ýn kelimelerini ayrý ayrý inceleyerek lûgat ve ýstýlahî manalarýný araþtýran ve bu þekilde Kur'ân cümlelerine mana vermeye çalýþan pek çok klasik tefsir vardýr. Ancak çaðýn asýl problemi olan iman zaafýna Kur'ân'dan reçeteler sunan tefsirlere þiddetle ihtiyaç vardýr. Ýþte Risale-i Nur, Kur'ân'ý Kerim'in asrýmýzýn ihtiyaçlarýna cevap veren ayetlerini tefsir etmiþ ve bu konuda orijinal yorumlar ortaya koymuþtur.

    Ýddia 3: “Said Nursi gayr-i Müslimlerin de –mesela Anzaklar- “þehit” olabileceðini ileri sürmüþtür.”

    Cevap 3: Risale-i Nur’un hiçbir yerinde Anzaklar’ýn þehit sayýlabileceðinden bahsedilmez. Evet, Said Nursi bir mektubunda “kâfir” de olsalar bazý kiþilerin ölümlerini “bir nevi þehadet mertebesi” olarak nitelendirmiþtir. Ancak bu kiþiler Çanakkale’ye savaþmak için gelen Anzak askerler deðildir. Said Nursi’nin þefkat ve merhamet hissi ve “adalet-i mahza [tam adalet]” anlayýþýyla bahsettiði þartlar/kiþiler þu þekilde tasnif edilebilir:
    1. Felâket, helâket, sefalet ve açlýk gibi semavi musibetlere maruz kalanlar
    a. On beþ yaþýndan küçük iseler hangi dine mensup olursa olsun zaten masumdurlar, bir nevi þehit sayýlýrlar.
    b. On beþ yaþýndan büyüklerin hepsi ayný kategoride deðerlendirilmemiþtir. Burada, “masum ve mazlum” Hýristiyanlardan bahsedilmiþtir. Masum ve mazlum olan Hýristiyanlardan kastedilen de Hz. Ýsa’nýn din-i hakikisine sarýlan Hýristiyanlardýr. Zaten Ahirzamanda Hz. Ýsa’nýn din-i hakikisinin Ýslamiyetle omuz omuza geleceði, tevhid inancýnda birleþeceði dikkate alýnýrsa, Hýristiyanlarýn cehennemden kurtulmasý ya da ölümlerinin “bir nevi þehadet” olarak deðerlendirilmesi daha doðru anlaþýlabilir.
    2. Mazlumlarýn yardýmýna koþanlar, insanlýðýn rahatý, huzuru, güveni ve saðlýðý için mücadele edenler, dini ve mukaddes deðerleri korumak için çalýþanlar ve insan haklarý mücadelesini sürdürenlerin baþlarýna gelen musibetler onlar için dünyevi ve uhrevi þeref vesilesidir.
    Söz konusu programda Cübbeli Hoca’nýn verdiði örnekte de olduðu gibi, bir gemide dokuz cani bir masum olsa, o bir masumun hakký için o gemi batýrýlamaz hükmünü koyan Allah, hiçbir suçu, günahý, sorumluluðu olmadýðý halde zalimlerin zulmüne maruz kalan veya umumun günahlarýna binaen baþýna gelen felaketlerden zarar gören masumlarýn hukukunu da koruyacaktýr.
    Said Nursi’nin bahse konu mektubunda ifade ettiði hususlar da bundan ibarettir.

    Dipnotlar
    1Risale-i Nur'da metnin akýþý içinde gizli bir lûgatçe ile Kur'an kelimelerinin sade karþýlýklarýný da verir. Aþaðýda, Sözler'den seçilmiþ 'iç lûgatçe' örnekleri sunulmaktadýr.
    ".... o Sultana muhâtab ve halîl ve dost ol!"
    halîl = dost
    "O rahmetin kuvvetidir ki, zîþuurun nazarlarýný celbeder, kendine çeker."
    celbetmek = kendine çekmek.
    "Nihayet ihtilât içinde ve karýþmýþ olduklarý halde, nihayet derecede imtiyaz ve farkla birbirinden ayrýlýyor."
    ihtilât = karýþýklýk
    imtiyaz = fark = ayrý durmak
    "Hakikî istib'ad, hakikî muhaliyet ve akýldan uzaklýk..."
    istib'ad = muhaliyet = akýldan uzaklýk
    "Merdâne kabre bak, dinle ne taleb eder. Erkekçesine ölümün yüzüne gül, bak ne ister."
    merdâne = erkekçesine
    ne taleb eder = ne ister
    "Onu bütün hakaikýna temel taþý ve üssü'l esas yapýyor."
    üssü'l esas = temel taþý
    "... levh-i mahv ve isbat namýnda yazar-bozar tahtasý hükmündedir."
    levh-i mahv ve isbat = yazar-bozar tahta
    "Mahþer ise bir beyderdir, harmandýr."
    beyder = harman
    2Bediüzzaman Said Nursi, Tarihçe-i Hayat, Yeni Asya Neþriyat, Ýstanbul 2007, s. 917.
    3“Þiddet-i þefkat ve rikkatten, bu kýþýn þiddetli soðuðuyla beraber manevi ve þiddetli bir soðuk ve musibet-i beþeriyeden biçarelere gelen felâketler, helâketler, sefaletler, açlýklar þiddetle rikkatime dokundu. Birden ihtar edildi ki:
    Böyle musibetlerde kâfir de olsa hakkýnda bir nevi merhamet ve mükâfat vardýr ki, o musibet ona nispeten çok ucuz düþer. Böyle musibet-i semaviye masumlar hakkýnda bir nevi þehadet hükmüne geçiyor.
    Üç dört aydýr ki, dünyanýn vaziyetinden ve harbinden hiçbir haberim yokken, Avrupa’da, Rusya’daki çoluk çocuða acýyarak tahattur ettim. O manevi ihtarýn beyan ettiði taksimat bu elîm þefkate bir merhem oldu. Þöyle ki:
    O musibet-i semaviyeden ve beþerin zalim kýsmýnýn cinayetinin neticesi olarak gelen felâketten vefat eden ve periþan olanlar, eðer on beþ yaþýna kadar olanlar ise, ne dinde olursa olsun þehit hükmündedir. Müslümanlar gibi büyük mükâfat-ý maneviyeleri, o musibeti hiçe indirir.
    On beþinden yukarý olanlar, eðer masum ve mazlum ise, mükâfatý büyüktür, belki onu Cehennemden kurtarýr. Çünkü ahirzamanda madem fetret derecesinde din ve din-i Muhammedîye (a.s.m.) bir lâkaytlýk perdesi gelmiþ. Ve madem ahirzamanda Hazret-i Ýsa’nýn (a.s.) din-i hakikîsi hükmedecek, Ýslamiyetle omuz omuza gelecek. Elbette þimdi, fetret gibi karanlýkta kalan ve Hazret-i Ýsa’ya (a.s.) mensup Hýristiyanlarýn mazlumlarý, çektikleri felâketler onlar hakkýnda bir nevi þehadet denilebilir. Hususan ihtiyarlar ve musibetzedeler, fakir ve zayýflar, müstebit büyük zalimlerin cebir ve þiddetleri altýnda musibet çekiyorlar. Elbette o musibet onlar hakkýnda medeniyetin sefahetinden ve küfranýndan ve felsefenin dalâletinden ve küfründen gelen günahlara keffaret olmakla beraber, yüz derece onlara kârdýr diye hakikatten haber aldým, Cenab-ý Erhamürrâhîmine hadsiz þükrettim. Ve o elim elem ve þefkatten teselli buldum.
    Eðer o felâketi gören zalimler ise ve beþerin periþaniyetini ihzar eden gaddarlar ve kendi menfaati için insan âlemine ateþ veren hodgâm, alçak insî þeytanlar ise, tam müstehak ve tam adalet-i Rabbaniyedir.
    Eðer o felâketi çekenler mazlumlarýn imdadýna koþanlar ve istirahat-i beþeriye için ve esasat-ý diniyeyi ve mukaddesat-ý semaviyeyi ve hukuk-u insaniyeyi muhafaza için mücadele edenler ise, elbette o fedakârlýðýn manevi ve uhrevî neticesi o kadar büyüktür ki, o musibeti onlar hakkýnda medâr-ý þeref yapar, sevdirir.”
    (Kastamonu Lahikasý, Yeni Asya Neþriyat, Ýstanbul 2007, s. 146-148)
    Kâinat mescid-i kebîrinde, Kur’ân, kâinatý okuyor. Onu dinleyelim. O nur ile nurlanalým. Hidâyetiyle amel edelim. Ve onu vird-i zebân edelim. Evet, söz odur ve ona derler. Hak olup, Haktan gelip, Hak diyen ve hakikati gösteren ve nurânî hikmeti neþreden odur.
    Kur’ân’a ve imana ait herþey kýymetlidir; zâhiren ne kadar küçük olursa olsun kýymetçe büyüktür. Evet, saadet-i ebediyeye yardým eden, küçük deðildir.

  10. #10
    Ehil Üye muhibbülkurra - ait Kullanýcý Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Mar 2007
    Mesajlar
    4.304

    Standart

    Ahmet ÖZDEMÝR
    Re’fet Aðabey bana en çok Hastalar Risâlesi’ni okuturdu



    Hastalar Risâlesini okurken aklýma hep merhum Re’fet Aðabey gelir. Her ne kadar Hastalar Risâlesini yazan kâtipler arasýnda o yer almakla birlikte (diðerleri merhum Rüþtü ve merhum Hüsrev Aðabeylerdir) beni etkileyen baþka olaylardýr.
    Risâle-i Nur’da adý “Re’fet Bey” olarak geçen emekli Yüzbaþý Re’fet (Barutçu) Aðabeyi lisede okuduðum yýllarda yakýndan tanýmýþtým. Adeta nurlarýn hakikatlerini þahsýnda yaþar ve ders verirdi. Çok mübarek bir zattý. Onunla ilgili bazý hatýralarýmý daha önce bu köþede yazmýþtým. Kaldýðým yer onun evine yakýn olduðundan sýk sýk ziyaretine gitme fýrsatým olurdu. Hayatýný iman ve Kur’ân hizmetlerine vakfetmiþ bir Nur Talebesini âhir ömründe ziyaret etmek, onun dertleriyle dertlenmek de bizim görevlerimiz arasýnda olsa gerektir. Re’fet Aðabey o günlerde seksen yaþlarýnda bulunuyordu. Gözleri az görüyor, kulaklarý da aðýr iþitiyordu. Saðlýðý elverdiði ölçüde elinden tutar, kaldýðýmýz eve getirirdim. Beraber olduðumuz zaman içerisinde nurlu hatýralarýný kendine mahsus þivesiyle tatlý tatlý anlatýrken bizler de þevk alýrdýk. Onun hayatýnda yalnýzca iman, Kur’ân, Risâle-i Nurlar, Üstad Bediüzzaman vardý. En sýkýntýlý ânýnda bile hiç þikâyet etmezdi. Hep hâline þükr ederdi. O Üstadýndan aldýðý “Kadere teslim olan kederden kurtulur” dersini iyi anlamýþtý.
    O tarihlerde ülkemizde 12 Mart 1971 askerî muhtýrasýnýn getirdiði sýkýntýlar yaþanýyordu. Ülkenin tamamýnda sýkýyönetim idaresi vardý. Hâliyle Nur hizmetleri de bugünkü kadar serbest ve rahat deðildi. Risâlelerin basýlmasý, daðýtýlmasý ve okunmasý bazen Medrese-i Yusufiye (hapishane)lerden ve mahkemelerden geçerdi. Onun için beraatla biten baskýnlar ve tutuklamalar ülkenin gündeminden hiç düþmezdi. O yýllarda Türkiye’nin diðer yerlerinde olduðu gibi Ankara’da da hapisler ve mahkemeler devam ediyordu.
    Re’fet Aðabeyi evinde ziyaretine gittiðimde benden en çok Hastalar Risâlesi’ni okumamý isterdi. Kulaklarý aðýr iþittiðinden yanýna oturur, duyacaðý kadar yüksek sesle okumaya çalýþýrdým. Benim sesimi öyle zannediyorum ki, apartmanýn aþaðý ve yukarý daireleri de dinlerdi. Her gidiþimde bir “deva” okurdum. Dinledikten sonra, derin bir nefes alýr ve “Elhamdülillah, þimdi iyi oldum. Allah senden razý olsun” derdi. Bir ara askerî hastahanede tedavi altýna alýnmýþtý. Hastaneye Üstadýn o yýllarda hayatta olan bazý talebeleri ile ziyaretine gitmiþtik. Giderken aklýma aðabeyin benden yine Hastalar Risâlesi’ni okumamý isteyeceði geldi. Risâleyi almayý düþündüm. Fakat tedbir açýsýndan vazgeçtim. Ziyaret sýrasýnda kalabalýk içinde sanki evindeymiþ gibi bana:
    “Ahmet kardeþ! Hastalar Risâlesini getirdin mi?” diye sordu. Ben de unuttuðumu söyleyerek geçiþtirdim. Hastaneden çýktýktan sonra kaldýðýmýz yerden devam ettim. Bana da o günlerin kazasýný yapmak düþtü, Hastalar Risâlesi’nden bol bol okudum. Onun duâsýný aldým. Allah rahmet eylesin.
    Daha sonraki yýllarda ne zaman bir hastaneye veya hasta ziyaretine gitsem aklýma hep Hastalar Risâlesi gelir oldu. Yanýmda Hastalar Risâlesini taþýmak âdetim oldu. Hastalar Risâlesinden ders yapmak veya hediye etmek güzel bir alýþkanlýk hâlini aldý.
    Hastalar Risâlesinin baþýnda yer alan giriþ cümlesi bu mânâyý da bize hatýrlatmaktadýr:
    “Hastalara bir merhem, bir teselli, manevî bir reçete, bir iyadetü’l-mariz (hâl ve hatýr sorma) ve geçmiþ olsun makamýnda yazýlmýþtýr.”
    Hastalar Risâlesi hacmi küçük, ama mahiyeti büyük ve tesiri fazladýr. Çünkü “nev-î beþerin on kýsmýndan birini teþkil eden musîbetzede ve hastalara hakikî bir teselli ve nâfî bir ilâç olabilecek” devalar yer almaktadýr. Risâlede yer alan her bir devâ, manevî bir ilâç hükmündedir. Doktorlarýn reçetelerine yazdýklarý ilâçlarý kullanma târifeleri gibi. Biz de mânevî hastalara yazacaðýmýz reçetelere ‘devâ’larýn kullanýlma sýklýðýný þöyle ifade etsek olur mu: 1x1, 2x1, 3x1, 4x1…
    Þimdi önümüze güzel bir fýrsat çýktý. Yeni Asya, gazeteyle birlikte her okuyucusuna 25 Aralýk’ta bir adet Hastalar Risâlesi veriyor. O günü bir fýrsata dönüþtürüp çokça almak veya aldýrmak sûretiyle pek çok insaný bu kitaba kavuþturabiliriz.
    Belki imanlarýn kurtulmalarýna da vesile olabiliriz. Mikroplar vücudun en zayýf ânýný bekledikleri gibi; insî ve cinnî þeytanlar da insanýn mânen en zayýf ânýný beklerler. Ýmanlarý çalmak için en küçük fýrsatlarý bile deðerlendirirler.
    Allah, bizleri insî ve cinnî þeytanlarýn þerrinden korusun ve muhafaza eylesin! (Âmin)
    Kâinat mescid-i kebîrinde, Kur’ân, kâinatý okuyor. Onu dinleyelim. O nur ile nurlanalým. Hidâyetiyle amel edelim. Ve onu vird-i zebân edelim. Evet, söz odur ve ona derler. Hak olup, Haktan gelip, Hak diyen ve hakikati gösteren ve nurânî hikmeti neþreden odur.
    Kur’ân’a ve imana ait herþey kýymetlidir; zâhiren ne kadar küçük olursa olsun kýymetçe büyüktür. Evet, saadet-i ebediyeye yardým eden, küçük deðildir.

+ Konu Cevaplama Paneli

Konu Bilgileri

Users Browsing this Thread

Þu an 1 kullanýcý var. (0 üye ve 1 konuk)

     

Benzer Konular

  1. Bediüzzaman Said Nursi
    By TEMELYILMAZ in forum Ýstek, Öneri ve Forum Yardýmý
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 18.02.14, 09:46
  2. Bediüzzaman Said Nursi ve ABD
    By Bîçare S.V. in forum Bediüzzaman ve Risale-i Nur Çalýþmalarý
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 24.01.09, 19:43
  3. Bediüzzaman Said Nursi
    By emaneten in forum Gündem
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 27.11.07, 17:46
  4. Bediüzzaman Said Nursi
    By parlak_47 in forum Bediüzzaman'ýn Hayatý (Eski, Yeni ve Üçüncü Said Dönemleri)
    Cevaplar: 10
    Son Mesaj: 01.01.07, 16:21
  5. Bediüzzamandan Müslümanlara Hatýrlatmalar
    By muntehab in forum Risale-i Nur'dan Vecize ve Anekdotlar
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 20.10.06, 13:26

Bu Konudaki Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajýnýzý Deðiþtirme Yetkiniz Yok
Google Gruplarý
RisaleForum grubuna abone ol
E-posta:
Bu grubu ziyaret et

Search Engine Friendly URLs by vBSEO 3.6.0