HAYR-I KESÎR İÇİN ŞERR-İ KALÎL KABUL EDİLİR NE DEMEKTİR?
O gizli zındıka komitesinin Üstâd Bedîüzzamân Said Nursî Hazretlerinin te’vîlât-ı fâside ile te’vîl ettikleri “Hayr-ı kesîr için şerr-i kalîl kabûl edilir” (Mektûbât s.43) cümlesinin îzâhı hakkındadır:
Evvelâ: Üstâd Bedîüzzamân (ra)’ın bu cümlesinde geçen “şerr-i kalîl”den maksad şerîat-ı teklîfiyyenin harâm ettiği “şer”ler yâni “günâhlar” değildir; belki şerîat-ı tekvîniyyedeki “belâ musîbet meşakkat maddî zarâr”dır. Bedîüzzamân (ra) bu cümlesiyle -hâşâ- “Büyük hayırları elde etmek için küçük şerler yâni günâhlar işlenebilir” demek istememiştir. Zîrâ bu durumda herkese günâh kapısı açılır ve netîcede dîn ortadan kalkar. O gizli zındıka komitesi Üstâd Bedîüzzamân (ra)’ın bu sözünü şöyle bir misâl vermek sûretiyle fâsid bir te’vîle girişiyorlar:
Meselâ “Dîne hizmet için 250 gram hayır var 50 gram da şer var. O 250 gram hayrı elde etmek için 50 gram şerri işlemek lâzımdır. Zîrâ o 50 gram şer işlenilmezse 250 gram hayr elden gidecektir. Öyle ise ister istemez o şerri işlemek lâzım gelir” diyorlar. Bu düşünceye sâhib olanlara soruyoruz:
Acabâ hayra giden yol şerden mi geçer ki 250 gram hayrı elde etmek için 50 gram şerri işleyelim?
Hâşâ! Dîne hizmet nâmı altında hiçbir şer ve günâh işlenemez! Belki dîne hizmet günâhların önünü kesmek ve Sünnet-i Seniyyeyi ihyâ etmekle olur. Çünkü günâhlar gadab-ı İlâhî’yi celbeder. Ancak cebr ve ikrâh ile işlenmeye zorlanan günâhlar müstesnâdır. “İkrâh” ise şerîatta “ölüm şiddetli darb veyâ bir uzvun kesilmesi” gibi hâllerdir.
Risâle-i Nûr talebelerinin asıl vazîfesi takvâyı esâs tutarak rızâ-yı İlâhî’yi kazanmak sûretiyle gazâb-ı İlâhî’den mahfûz kalmaktır. Hattâ Bedîüzzamân (ra) ruhsatlarla bile amel edilmeyeceğini Risâle-i Nûr’un mesleğinin ruhsatlarla değil azîmetle amel etmek olduğunu beyân etmiştir. İşte Bedîüzzamân (ra) her zamân husûsan bu zamânda takvânın üssü’l-esâs olduğunu eserlerinin müteaddid yerlerinde beyân etmiştir. Nümûne olarak birkaç cümlesini zikrediyoruz:
“Bugünlerde Kur’ân-ı Hakîmin nazarında îmândan sonra en ziyâde esâs tutulan takvâ ve amel-i sâlih esâslarını düşündüm. Takvâ menhiyyâttan ve günâhlardan ictinâb etmek; ve amel-i sâlih emir dâiresinde hareket ve hayrât kazanmaktır. Her zamân def-i şer celb-i nefa râcih olmakla berâber; bu tahrîbât ve sefâhet ve câzibedâr hevesât zamânında bu takvâ olan def-i mefâsid ve terk-i kebâir üssü’l-esâs olup büyük bir rüchâniyyet kesbetmiş.
“Bu zamânda tahrîbât ve menfî cereyân dehşetlendiği için takvâ bu tahrîbâta karşı en büyük esâstır. Farzlarını yapan kebîreleri işlemeyen kurtulur.” (Kastamonu Lâhikası 159)
“Risâle-i Nûr şâkirdlerinin bu zamânda en mühim vazîfeleri tahrîbâta ve günâhlara karşı takvâyı esâs tutup davranmak gerektir.” (Kastamonu Lâhikası 160)
Sâniyen: Bu kánûn şerîat-ı tekvîniyyeye âit bir kánûndur; şerîat-ı teklîfiyyeye âit bir kánûn değildir. Yâni kudret-i İlâhiyye ba’zan aklın zâhirine münâsib gelmeyen ba’zı şerleri kader noktasında halk ve îcâd ediyor. Halbuki o şerlerin altında küllî maslahat ve hayr-ı kesîr mevcûddur. Meselâ: Yağmurun yağmasında yağmurun katreleri adedince hayır ve rahmetler mevcûddur. Bununla berâber ba’zı insânlar tedbîrsizliklerinden dolayı yağmurdan zarâr görseler “Bu yağmur şerdir” diyemezler. Eğer o insânlar zarâr görmesin diye yağmur yağmazsa o zamân şerr-i kesîr vücûda gelir.
Sâlisen: Ne kadar evâmir-i Kur’âniyye varsa o evâmire imtisâl husûsunda çekilen sıkıntı zahmet ve meşakkatler şerr-i kalîl hükmündedir. Bu husûstaki “şer” de yine şerîat-ı tekvîniyyece kabûl edilen şerdir. O evâmire imtisâlin netîcesi olan rızâ-yı Hak ve Cennet ise hayr-ı kesîr hükmündedir. Meselâ: Namâz kılmakta zâhiren nefse ve bedene bir zahmet ve meşakkat vardır; fakat hayr-ı kesîr olan Cennet ve rızâ-yı İlâhî gibi âlî netîceler için o zahmet ve meşakkat mesâbesinde olan şerr-i kalîl işlenir.
Hem meselâ: “Cihâd” emri için orduyu sevk etmekte ve düşmanla çarpışmakta nefis beden ve mal için ba’zı meşakkat zahmet ve musîbetler olabilir. Fakat bütün bunlara karşılık bu savaşta mü’min eğer öldürülürse şehîdlik rütbesini; eğer sağ kalırsa gázîlik makámını elde eder. Aynı zamânda Müslümanların dîni vatanı ve nâmusu da küffârın istilâsından kurtulmuş olur. İşte bu maddî ve ma’nevî hayr-ı kesîr için şerr-i kalîl mesâbesinde olan mezkûr meşakkat zahmet ve musîbetlere katlanılır yâni o şerr-i kalîl işlenir. O hâlde buradaki “şer”den maksad “meşakkat sıkıntı musîbet ve zarâr”dır; yoksa “günâhlar” ma’nâsındaki şerler değildir.
Hulâsâ: Bütün ibâdetlerde zâhiren ba’zı meşakkatler bulunabilir. Fakat “şer” hükmünde olan bu meşakkatlerin arkasında “hayr-ı kesîr” olan rızâ-yı İlâhî ve Cennet mevcûddur. Allah’ın rızâsına ve ebedî Cennet’e nâil olmak için bu şerr-i kalîl olan meşakkatlere katlanmak gerekir. İşte Bedîüzzamân (ra)’ın “Hayr-ı kesîr için şerr-i kalîl kabûl edilir” cümlesinden bir murâdı da zikrettiğimiz ma’nâdaki “şerr-i kalîl”dir. Alıntı