+ Konu Cevaplama Paneli
Gösterilen sonuçlar: 1 ile 3 ve 3

Konu: Tercüman Gazetesindeki Said Nursi Yazı Dizisine Cevap

  1. #1
    Yönetici SeRDeNGeCTi - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Jun 2006
    Bulunduğu yer
    Ankara
    Yaş
    38
    Mesajlar
    5.901

    Standart Tercüman Gazetesindeki Said Nursi Yazı Dizisine Cevap

    Tercüman Gazetesindeki Said Nursi Yazısı - 1


    Bediüzzaman Said Nursi, gündemdeki yerini korumaya devam ediyor. Hemen hemen her gün ulusal basının farklı kalemleri tarafından bir vesile ile gündeme getiriliyor ve görüşlerine atıfta bulunuluyor. Bu durum Risale-i Nur’un ne kadar canlı ve dinamik bir Kur’an tefsiri olduğunu gösterdiği gibi, çağları aşan ve geleceğe dönük isabetli fikirlerle dolu bir külliyat olduğunu, Bediüzzaman’ın basiret ve ferasetinin ne kadar keskin olduğunu da gösteriyor. Konunun farklı başlıklar altında veriliyor olması da bu hakikati değiştirmez.

    Birkaç yıl önce Sabah Gazetesi için Emre Aköz, çok geniş kapsamlı bir yazı dizisi hazırlamıştı. Bu yazı dizisi çok farklı, fakat genelde çok olumlu tepkilere neden olmuştu. Said Nursi ve Nurculuk meselesine hep şaşı olarak bakmayı alışkanlık haline getiren malum kesimler, bu yazı dizisinden hiç hoşlanmamıştı. Emre Aköz’e çok şiddetli saldırılarda bulunmuşlar, fakat karşı taraftan hiçbir taviz koparamamışlardı. Emre Aköz’ün yazı dizisinde elbette tenkit edilebilecek bazı noktalar vardı. Fakat umumiyetle bir aydının nasıl olması gerektiği konusunda çok olumlu bir adım ve güzel bir çalışma olarak değerlendirilmişti.

    SAİT Mİ SAİD Mİ?
    Şimdi de Tercüman Gazetesinde bir yazı dizisi yayınlanmaya başlandı. Dizinin geneline bakmadan bir hüküm vermek biraz erken bile olsa, ilk gün için sıcağı sıcağına söylenmesi gereken bazı hususlar vardır. İlk önce böyle önemli bir konuyu yeniden gündeme taşıyan Sayın Sırrı Yüksel Cebeci’yi kutlamak gerekir. Yazının da hemen başında bir hususu düzeltmek istiyorum. Bediüzzaman Hazretleri ismini hep Said Nursi olarak yazmış ve bu şekilde bilinmektedir. Belki bir detay gibi olacak ama bu ismi sahibinin rağmına ‘’Sait’’ olarak yazmak doğru olmasa gerektir.

    31 MART OLAYI
    Yazının ilk bölümü genel hatları ile objektif bir görüntü vermektedir. Bediüzzaman, elbette 31 Mart Olayına katılmamıştır. Yüzlerce kişiyi idam eden, çok kısa süren muhakemeler neticesinde insanların hemen darağacına gönderildiği ve mahkemenin yapıldığı salondan darağacında sallananların rahat bir şekilde görülebildiği bir ortamda, muhteşem bir savunma yaparak, hiç tezellül etmeden, fikirlerinden zerre miktar taviz vermeden savunmaya devam eden, böyle bir ortamda beraat kararı verenlere teşekkür bile etmeden mahkemeden ayrılan, kendisini bekleyen yüzlerce insan ile birlikte ‘’Zalimler İçin Yaşası Cehennem’’ sadaları ile Sultanahmet Meydanına kadar yürüyen Bediüzzaman elbette haklıydı ve suçsuzdu. Bir de idam edilenlerin birçoğunun da suçsuz olduğunu ve bir öfkeye kurban gittiklerini ifade etmemiz gerekir.

    HER TÜRLÜ HAKSIZLIĞA KARŞI ÇIKMIŞTIR
    Bediüzzaman, her zaman birlik, beraberlik ve asayişten yana olmuştur. Devletten yana olmak, haksız uygulamaları eleştirmemek anlamına gelmez. Her türlü haksızlığa karşı çıkmış ve her ortamda hakkı söylemekten çekinmemiştir. Kürt Teali Cemiyeti’ne bu düşüncelerle katılmamış, fakat ilmi çalışmalar yapan Dar-ül Hikmet-il İslamiye’de aktif olarak çalışmalarda bulunmuş, aynı zamanda dini ve ilmi çalışmalar yapan Müderrisler Cemiyeti ve Yeşilay Cemiyeti’nin kurucuları arasında yer almıştır. 1919’da kurulan ve İstanbul’da yaşayan ‘’evlad-ı vatan içinde en ziyade nimet-i maariften mahrum bırakılmış’’ olan Kürt çocuklarına bir ilkokul kurmak amacıyla kurulan ‘’Kürt Neşr-i Maarif Cemiyeti’’nin on beş kurucu üyesi arasında yer aldı. Bu cemiyet, siyasi bir gaye peşinde olmamakla birlikte, bağımsız ve sadece eğitim faaliyetleriyle ilgileniyordu.(1)

    MİLİS ALAY KOMUTANI
    Bediüzzaman Hazretleri, 1. Dünya Savaşına fiilen katılmış ve vatan müdafaasında Milis Alay Komutanı olarak büyük hizmetlerde bulunmuştur. Dört yandan işgal edilmiş bir vatan toprağı için yapılacak her türlü kurtuluş mücadelesine destek vermekten daha tabii ne olabilir? Dürrizade’nin İngilizlerin emri ve baskısı neticesi verdiği fetvaya karşı çıkmış ve Kurtuluş Savaşı’nın meşru olduğuna dair fetvayı en evvel imzalayanlar arasına katılmıştır. Tehlikeli yerlerde bulunmayı seven ve işgal altındaki İstanbul’da İngilizlere karşı Hutuvat-ı Sitte isimli eserini yayınlayıp Dar-ül Hikmet-il İslamiyeden aldığı maaşlarla bastıran ve halka bedava dağıtan Said Nursi, işgale karşı direncin artmasına ve morallerin yükselmesine büyük katkılarda bulunur. Hatta bu yüzden İngillerin şimşeklerini üzerine çeker ve her gece farklı yerlerde kalmaya başlar. Israrlar üzerine gittiği Ankara’da istediği bir ortamı bulmadığı doğrudur. Ankara’da resmi ‘’hoşamedi’’ töreni ile karşılandı ve Meclis Kürsüsüne çıkarak dua etti. İslamın en temel farzı olan namaz konusunda bir lakaydlık havası görünce bir beyanname neşretti. Bu beyanname, dostu ve Birinci Meclis’in en demokrat, dindar ve cesur üyelerinden Trabzon Mebusu Ali Şükrü Beyin matbaasında basılarak milletvekillerine dağıtıldı. Bu beyannamenin sonrasında Mustafa Kemal Paşa ile tartıştıkları bilinmektedir. Bu durumdan hoşnut olmayan Mustafa Kemal Paşa’ya Said Nursi’nin cevabı çok açık ve nettir ‘’Paşa, Paşa. Kâinatta en yüksek hakikat imandır. İmandan sonra namazdır. Namaz kılmayan haindir. Hainin hükmü merduttur.

    MECLİS ŞAHS-I MANEVİYİ TEMSİL EDER
    Bedizzaman Hazretlerinin Saltanat ve Hilafet konusundaki görüşlerini ayırmak lazımdır. Bediüzzaman Meşrutiyet ve Cumhuriyet taraftarıdır. Halkın yönetime katılmasından ve yöneticilerini seçmesinden memnun olmayacağı asla düşünülemez. Zaten bu husus bütün hayatı boyunca savunduğu en büyük ideallerinden birisi olmuştur. Her zaman ve her zeminde bu görüşlerin savunucusu ve takipçisi olmuştur. Saltanatın kaldırılmasından dolayı bir itirazı olduğuna dair bir delil ileri sürülemez. Saltanatın 1 Mart 1922 tarihinde kaldırılmasından yaklaşık sekiz ay sonra Ankara’ya gitmiştir. Eğer bu konuda bir itirazı olsaydı, Ankara’ya gitmezdi. Hilafetin kaldırılmasından ziyade ‘’Şahs-ı maneviyi Meclis’’ tarafından temsil edilmesi gerektiği konusunda o zamanki yöneticilerle farklı bazı görüşlere sahip olduğu da bilinmeyen bir husus değildir.

    ATATÜRK'ÜN MAKAM, PARA TEKLİFİNİ KABUL ETMEMİŞTİR
    İslam’ın kamu hayatından tamamen dışlanıp tamamen şahsi hayatlara hapsedilmesi konusunda bir temayülün ortaya çıktığını görmesi neticesinde, kendisine yapılan bütün teklifleri ret etmiş ve hiçbir görev kabul etmeyerek Ankara’yı terk etmiştir. Aslında bu sırada bazı din adamlarının düştüğü zavallı durumu yakından müşahede etmiş, kendisine teklif edilen görevlerin ve dünyevi makamların bu amaca yönelik olduğunu müşahede etmiştir. Bu dönemin önde gelen özelliklerinden birisi de, herhangi bir dini hükmün kaldırılması için bir teşebbüste bulunulacağı zaman, bunların din adamı kimliği ile bilinen kişilere yaptırılmasıdır. Dinini dünyaya satan, makam, mevki ve maddi menfaatlerini kaçırmamak için her türlü tavizi verecek ve her denileni sorgusuz sualsiz yapacak çok sayıda sözde din adamı mevcuttu.
    "Atatürk’le Üç Ay’’ adlı kitabın yazarı Ahmet Hamdi Başar bu üzüntü verici durumu şöyle anlatıyordu:
    "Mürteci ve dindar gözükmemek için herkes elinden geleni yapıyordu… İki eski hoca mebus vardı ki, dalkavuklukta herkesten ileri gidiyorlardı. Bunlardan biri Allah’a küfrediyor, öteki cami ve mescitlere umumi bütçeden verilen tahsisatın Halkevlerine devredilmesini istiyordu.’’(2)

    Hilafetin kaldırılması ile ilgili kanun teklifi Urfa Mebusu Şeyh Saffet Efendi imzası ile Meclis Başkanlığına verilirken, din adamı kimliği ile bilinen Eskişehir Mebusu Abdullah Azmi ve Konya Mebusu Musa Kazım Efendi’ler de Şer’iyye Vekaletinin kaldırılmasını hararetle destekliyorlardı. Said Nursi’nin, bu şekilde maddi bir servet ve büyük makamlarla kendisini zabt-u rabt altına alınmak istendiğini görmüş, bunu önlemek için de sürgün, hapis ve çile dolu bir hayatı tercih etmiştir.

    M. KEMAL'İN HOŞGÖRÜLÜ OLDUĞU ZORLAMALI İZAHTIR
    Mustafa Kemal Paşa’nın Said Nursi konusunda hoşgörülü davrandığı konusu bir zorlama izah olmaktan öteye geçemez. Paşa’nın sağ olduğu ve yönetimde mutlak hâkim olduğu 1925 yılından 1938 yılına kadar Said Nursi sürgünlerde büyük baskı ve tarassut altında bir hayat geçirmiş, (bu sürgün ve tarassut, 1950 yılına kadar kesintisiz devam etmiştir) defalarca zehirlenmiş ve hayatına kast edilmiştir. 1923 yılının Mayıs ayında Ankara’dan ayrılmadan önce aşı denilerek çok kuvvetli bir zehirin verildiği ve ölümden kıl payı kurtulduğu bilinmektedir. Daha sonraki dönemde de hapishanelerde defalarca zehirlendiği ve hayatına kast edilmek istendiği kayıtlarda geçmektedir. Burada, Said Nursi’nin bir İlahi himaye altında olduğu ve korunduğu, rahatlıkla söylenebilir.

    BAŞÖRTÜSÜ
    Yazı dizisindeki bir diğer yanlış yorum da başörtüsü ile ilgili. Nur Talebeleri bütün İslami şeairde olduğu gibi başörtüsü konusunda da tavizkar bir tutum içine girmemişlerdir. Kimseye ''başınızı açın, okuyun'' demedikleri gibi, hiç kimseyi de başı açık olarak okudukları için eleştirmemişler ve hücum etmemişlerdir. Bu çerçevede, bu yazı dizisinin birinci bölümü için şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: Artık Said Nursi ve Nurculuk hakkında kulaktan duyma bilgilerle, masa başı yazılar ile iftira ve yönlendirme dolu yazıların devri geçmiştir. Bazı zorlama izah ve ifadeler mevcut olmakla birlikte genel olarak ilk bölüm için büyük oranda objektif olarak mesele izah edilmeye çalışılmıştır, diyebiliriz. Temennimiz, yazı dizisinin sonuna kadar doğru kaynaklara dayalı ve tarafsız bir şekilde devam etmesidir.


    Dipnotlar:
    1- Tarık Ziya Tunaya. Türkiye’de Siyasi Partiler II. Hürriyet Vakfı Yayınları. İstanbul. 1986. Sayfa. 188
    2- Ahmet Kabaklı, Temellerin Duruşması, Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları, İstanbul, 1990, Sayfa:219

    A. Kadir Hacıüzeyiroğlu - http://www.risalehaber.com/yazar_399...si-yazisi.html

    Anlamını Bilmediğiniz Kelimelerin Üzerine Çift Tıklayınız...

    Sual: Belki onlar eski hali istiyorlar?
    Cevap: Size kısa bir söz söyleyeceğim; ezber edebilirsiniz: İşte, eski hal muhal; ya yeni hal veya izmihlâl...
    (Bediüzzaman Said Nursi)


    Ne hayal, ne kuruntu hakikat istiyorum.
    Hakikat, hakikat, hakikat istiyorum!.. (Osman Yüksel SERDENGEÇTİ)




  2. #2
    Yönetici SeRDeNGeCTi - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Jun 2006
    Bulunduğu yer
    Ankara
    Yaş
    38
    Mesajlar
    5.901

    Standart Tercüman Gazetesindeki Said Nursi Yazısı - 2

    Tercüman Gazetesindeki Said Nursi Yazısı - 2


    Bediüzzaman Hazretleri 1922 yılının Kasım ayında Ankara’ya gelmiş ve 1923 yılının Nisan ayının sonlarında ise Van’a gitmek üzere Ankara’dan ayrılmıştır. Dolayısıyla Cumhuriyet ilan edildikten sonra Van’a gitmek üzere Ankara’dan ayrıldı görüşü doğru değildir. Bu düzeltmeden sonra asıl konuya geçebiliriz.

    Tercüman Gazetesi’ndeki Said Nursi ile ilgili olarak yayınlanan yazı dizisinin ikinci bölümü, genelde Şeyh Said Hadisesine ayrılmış. Bu önemli hadise Cumhuriyet Tarihinin, umumiyetle tek taraflı olarak anlatılan çok elim hadislerinden birisidir. Bu konuya hem objektif ve hem de resmi kaygıların ötesinde insaf ölçüleri ile bakmak lazımdır. Aslında öncelikle çok güzel bir gelişmeyi ifade ederek konuya başlamak gerekir. Eskiden, birçok yazar tarafından Said Nursi ve Şeyh Said kasten karıştırılır ve böylece zihinlerde yanlış bir izlenim doğmasının yolu açılırdı. Ama artık böyle bir tehlike kalmadı. Zira toplum içinde Said Nursi öyle bir şekilde tanınmaya başlandı ki, böyle bir yalana kimsenin inanmayacağını bilen birçok kalemşör, artık böyle bir yola tevessül etmekten bile çekinir olmuşlardır.

    Musul meselesinin ülkede şiddetle tartışıldığı ve ordunun Musul’a girmesinin an meselesi olduğu bir zamanda patlak veren bu hadisenin bütün yönleriyle aydınlatılmış olduğunu söylemek mümkün değildir. Şeyh Said’in evinde 13 Şubat 1925’te yapılan ve çoğu silahlı 700-800 kişinin davetli olduğu bir düğüne gelen on beş kişilik bir askeri müfreze, mahkeme tarafından istenen bazı kişilerin düğünde olduklarını belirterek, Şeyh Said’ten kaçakları teslim etmesini istemişler. Şeyh Said bunun üzerine müfreze kumandanına şu şekilde cevap vermiştir:

    ‘’Siz iki üç gün benim misafirim kalınız. Bu kalabalık dağıldıktan sonra, bunları o zaman size teslim ederim, alıp götürün. Şimdi yedi sekiz yüz silahlı insan topluluğu var. Hepsi de birbirlerinin hısımlarıdır, akrabalarıdır. Siz bunları zorla götürmeğe kalktınız mı, korkarım ki bir niza olur ve nahoş bir netice verir; sizden istirham ederim; üç gün sabırlı olun, arzunuz tamamıyla yerine gelir.’’

    Müfreze kumandanı; ‘’hayır ben emir aldım, bunları götüreceğim ve beklemem ve hemen neferlerle beraber onların bulunduğu yere gideceğiz, haydi düşün önüme gideceğiz. Mahkeme sizi istiyor’’ der. Aranan kişiler de’’ düğün bitsin sonra geliriz; düğünü yarıda bırakmak ayıp olur’’ derler. Bunun üzerine münakaşa çatışmaya döner, silahlar patlar, her iki taraftan da yaralanan ve ölenler olur. Kendi evinde asker ve subay vurulan Şeyh Said telaşa düşerek, yüksek dağ başındaki köyüne çekilir. Bu sefer Şeyh Said’i almaya gelen kuvvetle, Şeyh Said’in adamları arasında çatışma başlar. Ölü ve yaralılarla mesele büyür. (Yakın Tarih Ansiklopedisi, Yeni Nesil, 9. Cilt, Sayfa:130)

    Artık hadise geri dönülmez bir noktaya gelmiştir. Daha sonra isyancılar, Palu, Elazığ ve Diyarbakır’ı ele geçirdiler. Bölgede sıkıyönetim ilan edildi. O sıralarda bu olayların üzerine ılımlı bir şekilde gidilmesini isteyen Fethi Okyar başkanlığındaki hükümet düşürüldü. İsmet İnönü başkanlığında yeni ve sertlik yanlısı bir hükümet kuruldu. Musul’a gönderilmesi söz konusu olan bütün askerler hadise bölgesine gönderildi. Böylece Musul’u işgal etmiş bulunan İngiliz askerleri rahatladı. Bölgeye gönderilen çok sayıda askeri birlik ile hadise çok kanlı bir şekilde bastırıldı. Olayların bastırılması esnasında suçlu-suçsuz çok sayıda kişi öldürüldü. İstiklal Mahkemesi tarafından yargılanan Şeyh Said ve arkadaşları suçlu bulundu ve idama mahkûm edildi. Kısa bir süre önce çıkarılan bir kanun ile İstiklal Mahkemelerinin verdiği idam kararlarının, Meclis’in onayına gerek kalmadan infazının yolu açıldı. Şeyh Said ve 47 arkadaşı, 29 Haziran 1925’te Diyarbakır’da idam edildi. Mahkeme İdam Cezalarını 28 Haziran 1925’te vermiş ve kararlar bir gün sonra alelacele infaz edilmiştir. Cenazeleri toplu olarak büyük bir çukura gömüldü ve kepçelerle üzerleri örtüldü.

    Ankara’da kendisine yapılan teklifleri kabul etmeyip Van’a giden ve burada iki yıl kadar birkaç talebesi ile birlikte ilmi çalışmalarına devam eden Bediüzzaman Said Nursi, Şeyh Said hadisesi ile hiçbir alakası olmadığı ve Şeyh Said’in yardım çağrısına “dâhildeki hareket menfi olmaz. Bu zamanın gereği cihad-ı maneviyedir. Millet tenvir ve irşad edilmelidir. Siz de bu hareketinizden vazgeçiniz. Çünkü neticesiz akim kalacaktır” diye cevap vererek katılmadığı ve vazgeçirmeye çalıştığı halde, Van’daki ikametgâhından alınarak Erzurum-Trabzon-İstanbul ve Antalya yolu ile Burdur’a sürgüne gönderilmiş ve burada mecburi ikamete tabi tutulmuştur.

    Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, ahir zamanın dehşeti içinde, Ümmet-i Muhammediyeyi (ASV) sahil-i selamete çıkarmak için Risale-i Nur sefinesini (gemisi) kurmakla görevli bir müceddit olduğu için, elbette her türlü menfi hadisenin karşısında duracaktı.

    Zaten Deccal ve Süfyan gibi ahir zamanın dehşetli şahıslarının en büyük silahı anarşi ve terör olaylarıdır. Haklı haksız asayişi ihlal eden olaylar ile bu dehşetli şahısların ellerine koz verilecek ve ekmeklerine yağ sürülecekti. Çünkü bu tür olaylar ile kardeş kardeşe düşman olacak, bozgunculuk ve fitne için en müsait bir ortam meydana gelmiş olacaktı. Bu durum da, esas işleri aldatmakla iş görmek ve bozgunculuk yapmak olan dehşetli şahıslar, bulanık suda balık avlamakta sıkıntı çekmeyeceklerdi.

    İslam milletleri arasında kardeşlik bağlarının zayıflaması ve dinin büsbütün tesirini kaybetmesi için de ırkçılık düşüncesinin tahrik edilmesi ve ortama bu korkunun yayılması gerekirdi.

    Risale-i Nur; büyük bedeller ödenerek yapılan bu büyük hizmetin neticesi olarak, bütün vatan sathında kurulan Nur Mekteb-i İrfanı ile fitne ve bozgunculuğun önünde en büyük bir Sedd-i Kur’ani vazifesini görmüş ve birçok dehşetli planın akim kalmasına vesile olmuştur. Bugün ülkemizde dehşetli komite ve yasadışı örgütlerin istediği boyutta bir kardeş kavgası meydana gelmemişse, bunun en büyük sebebi, Said Nursi ve Nur Talebelerinin bütün ülke sathında temin ettikleri ve dalga dalga yayılan Türk-Kürt kardeşliğinin tesisi ile mümkün olmuştur.

    Son dönemde Ergenekon Terör Örgütü ile ilgili olarak yaşanan gelişmeler, bu dehşetli komitenin Kürtleri ve Türkleri birbirine kırdırmak için çevirdiği dolaplar ve kurduğu tuzaklar ortaya çıktıkça, Said Nursi’nin Nur Risaleleri ile yapmış olduğu bu büyük hizmetin önemi daha net bir şekilde anlaşılmaktadır. Doğu illerinde yaşanan çok elim hadisler, fail-i meçhul cinayetler, yüzlerce insanın içine atıldığı asit kuyuları ile Kürtlerin devlete düşman edilmek istendiği ve bütün bu caniyane tertip ve tahriklere rağmen çok büyük toplumsal olayların meydana gelmemesinin ardındaki manevi sır herkes tarafından iyice anlaşılmalıdır.


    A. Kadir Hacıüzeyiroğlu - http://www.risalehaber.com/yazar_400...-yazisi-2.html

    Anlamını Bilmediğiniz Kelimelerin Üzerine Çift Tıklayınız...

    Sual: Belki onlar eski hali istiyorlar?
    Cevap: Size kısa bir söz söyleyeceğim; ezber edebilirsiniz: İşte, eski hal muhal; ya yeni hal veya izmihlâl...
    (Bediüzzaman Said Nursi)


    Ne hayal, ne kuruntu hakikat istiyorum.
    Hakikat, hakikat, hakikat istiyorum!.. (Osman Yüksel SERDENGEÇTİ)




  3. #3
    Yönetici SeRDeNGeCTi - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Jun 2006
    Bulunduğu yer
    Ankara
    Yaş
    38
    Mesajlar
    5.901

    Standart Risale-i Nur, Nutuk ve Menderes

    Risale-i Nur, Nutuk ve Menderes


    Tercüman Gazetesi’nde yayınlanan yazı dizisinde tashih edilmesi gereken bir diğer konu da, Erzurum Ticaret ve Sanayi Odası’nın Ülkücü Başkanı Muammer Cindilli’nin ortaya attığı tutarlı olmayan iddiadır. ‘Şu an yaşayan Türk Diline iki büyük eserin önemli katkısı vardır. Bunlardan biri Atatürk’ün Nutuk’u, diğeri de Risale-i Nur Külliyatıdır.’’ diyen Sayın Cindilli’nin bu iddiasının bir temenniden öteye geçmediği söylenebilir.

    Risale-i Nur Külliyatı’nın Türk diline en büyük hizmeti ettiği doğrudur. Çünkü milyonlarca kişi tarafından okunan bu eserler ile doğudan batıya, kuzeyden güneye bir büyük gönül köprüsü kurulmuştur. Bizi ecdadımızın bin yıllık diline bağlayan ve bugün çok dinamik ve canlı bir şekilde varlığını sürdüren Risale-i Nur Külliyatının bu büyük hizmetini anlatmanın zorluğu ortadadır. Her gün on binlerce mekânda, yüz binlerce insan tarafından hararetle okunan, müzakere edilen bu eserler ile Türk Dili’nin her türlü dayatma ve yönlendirmenin aksine büyük bir kültürün parçası olarak zengin bir hazine gibi varlığını devam ettirmenin yolu açılmıştır. Ayrıca Risale-i Nur Külliyatı kırktan fazla dünya diline çevrilmiştir. Bu tercüme çalışmaları büyük bir şevk ile devam etmektedir. Bin yıllık dilimizin zengin terkipleri ve letafeti tercümeler ile dahi olsa dünya insanları ile buluşmaktadır.

    Birçok insan Risale-i Nur’u tanıdıktan sonra, bu muhteşem eserleri orijinalinden okumak için Türkçe öğrenmişlerdir. Türkiye’ye gelip bu eser külliyatından daha çok istifade etmek için ülkemizde uzun süre ikamet eden çok sayıda kişiden bahsetmek mümkündür.

    Burada yeri gelmişken, yıllar önce yapılan bir ilginç tespite yer vermekte fayda vardır. 1977 yılında aydınlarla Said Nursi ve Nurculuk konusunu görüşen Necmeddin Şahiner, çok değerli Sosyoloji Profesörlerinden Cahit Tanyol ile de görüşür. Bu görüşme esnasında Prof. Dr. Cahit Tanyol şu enteresan ifadeleri kullanır:’’Araştırmalarına devam et, hatta bu Said Nursi’nin kerametlerini, hakkında söylenilen menkıbeleri de topla. Türk halkı nasıl olup da bunun peşinden gidiyor. Biz devrimleri kanun kuvvetiyle koruyoruz. Said Nursi sırtında bir Kürt hırkasıyla milyonlarca insanı peşine taktı. İşte bu nokta sosyolojik açıdan çok ilginçtir, Sosyolojinin meşgul olduğu bir sahadır. Ben bu akılsız Marksistlere şu Nur Risalelerini bir okuyun diyorum. Onlar tutup benim aleyhimde nümayiş yaptılar. Sonra 1971’de gidip ikişer üçer sene yattılar. Sonra gelip özür dileyip elimi öptüler. Hocam siz haklıymışsınız dediler. İlkokuldan, üniversiteye kadar devrimleri, Kemalizm’i ders veriyoruz, Fakülteyi bitiren öğrenci ya Marksist oluyor veya Nurcu oluyor.’’(1)

    Nutuk için, hangi verilere dayanarak böyle bir iddianın ortaya atıldığını cidden merak ediyoruz. Bütün bu tespitler ışığında, bu konudaki kararı okuyucularımızın basiretine ve uyanık vicdanlarına havale ediyoruz.

    Tercüman Gazetesi’ndeki yazı dizisi, ufak tefek yanlışlarla birlikte genel olarak doğru ifade ve tespitlerle devam ediyor. Said Nursi, çok partili siyasi hayata geçildikten sonra Demokrat Parti’yi desteklemiş ve talebelerinden de aynı desteği istemiştir. Bu desteğin ifade edildiği birçok mektup Emirdağ Lahikası’nda geçmektedir. Ayrıca talebelerine de aynı telkinlerde bulunduğu Son Şahitlerin hatıraları ile sabittir. 27 yıl süren ‘’Tek Parti’’ zihniyetinin ülkeyi ne hale getirdiği herkesin malumudur. Halkta büyük bir tepki meydana gelmiş, ancak bunu göstermek için de sabırla meşru bir zemin beklemiştir. Bu meşru zemin 14 Mayıs 1950 yılında yapılan Genel Seçimlerdir. Millet eline geçen bu demokratik fırsatı çok iyi değerlendirmiş, yirmi yedi yıl boyunca kendisine çile çektirenlere, yokluğa ve kıtlığa mahkûm edenlere, dinini öğrenmesine ve yaşamasına fırsat vermeyenlere yeniden hükümeti kurma şansı vermemiş ve muhalefete mahkûm etmiştir. Bediüzzaman Hazretleri, bu demokratik fırsatın en iyi şekilde değerlendirilmesi için Demokratları teşvik etmiş ve yol göstermiştir.

    Bu arada Menderes ile görüştüğüne dair herhangi bir kayıt mevcut değildir. Yalnız Adnan Menderes, seçim çalışmaları için Emirdağ’a geldiği bir sırada caddede arabası ile geçip halkı selamlarken, evinin penceresinde duran Bediüzzaman ile göz göze geldikleri ve selamlaştıkları bilinmektedir. Bütün görüşmeleri uzaktan bu selamlaşmadan ibarettir. Bediüzzaman ve Adnan Menderes’in 1950’li yıllarda görüşmelerde bulundukları ifadesi bu nedenle doğru değildir. Ancak Bediüzzaman Hazretleri Demokrat Partili yöneticiler ve milletvekilleri ile defalarca görüşmüştür. Ziyaretine gelenleri kabul etmiş, Menderes’e selam göndermiş, tavsiyelerde bulunmuş, yapılmasını istediği hususları kendisine iletmiştir.

    Talebesi Tahsin Tola Demokrat Parti Isparta Milletvekili olarak Meclis’e girmiş, yine talebesi Hamza Emek’in Demokrat Parti Emirdağ İlçe Başkanı olmasına karşı çıkmamıştır. Bütün bu faaliyetler,‘’siyaseti dinsizliğe alet edenlere’’ karşı ‘’siyasetin dine dost ve hizmetkâr edilmesi’’ maksadıyla yapılmıştır. Ezanın yeniden aslı gibi okunmasından büyük bir memnuniyet duyduğunu ifade eden Bediüzzaman, ‘’Ayasofya’nın beş yüz sene devam eden vazifey-i kudsiyesine çevrilmesini ve âlem-i İslam’da çok hüsn-ü tesir yapan ve bu vatan ahalisine alem-i İslamın hüsn-ü teveccühünü kazandıran, yirmi senedir mahkemelerin muzır bir cihetini bulamadıkları ve beş mahkemenin de beraatına karar verdikleri Risale-i Nur’un resmen serbestiyetini ilan etmelerini’’ talep etmiştir.(2)

    Adnan Menderes’in, Bediüzzaman Hazretlerine siyasi bir beklentini ötesinde samimi bir muhabbet beslediği rahatlıkla söylenebilir. Bediüzzaman Hazretlerinin bazı şehirlere yaptığı seyahatlere şiddetle karşı çıkan İsmet İnönü’ye verdiği cevapta bu samimiyetin izlerini görmek mümkündür.’’Allah aşkına, Paşa niçin bu kadar dinden, dindarlardan rahatsız oluyor, öleceğini bilmiyor mu? Şimdiye kadar kendisine ne zararları dokunmuştur. Bütün hayatını dine vakfetmiş bir pir-i faniden ne istiyor? Niçin eziyetinden hoşlanıyor, niçin meşakket çekmesinden hoşlanıyor, niye bu kadar dine ve dindarlara karşıdır, anlayamıyorum?’’

    Dipnotlar:
    1-Aydınlar Konuşuyor, Necmeddin Şahiner, Yeni Asya Yayınları, İstanbul, 1977, sayfa:199
    2- Emirdağ Lahikası, 318. mektup, sayfa:748.

    A. Kadir Hacıüzeyiroğlu - http://www.risalehaber.com/yazar_402...-Menderes.html



    Anlamını Bilmediğiniz Kelimelerin Üzerine Çift Tıklayınız...

    Sual: Belki onlar eski hali istiyorlar?
    Cevap: Size kısa bir söz söyleyeceğim; ezber edebilirsiniz: İşte, eski hal muhal; ya yeni hal veya izmihlâl...
    (Bediüzzaman Said Nursi)


    Ne hayal, ne kuruntu hakikat istiyorum.
    Hakikat, hakikat, hakikat istiyorum!.. (Osman Yüksel SERDENGEÇTİ)




+ Konu Cevaplama Paneli

Konu Bilgileri

Users Browsing this Thread

Şu an 1 kullanıcı var. (0 üye ve 1 konuk)

     

Benzer Konular

  1. Hürriyet Gazetesindeki Rezalet...
    By edep_yahû in forum Serbest Kürsü
    Cevaplar: 8
    Son Mesaj: 25.08.08, 21:39
  2. Bir Yazı ...
    By SeRDeNGeCTi in forum Gündem
    Cevaplar: 3
    Son Mesaj: 23.09.06, 22:31
  3. Gecikmiş Bir Yazı - Harun Kolçak'a Cevap (Adalet)
    By SeRDeNGeCTi in forum Edebiyat
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 02.09.06, 02:50

Bu Konudaki Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
Google Grupları
RisaleForum grubuna abone ol
E-posta:
Bu grubu ziyaret et

Search Engine Friendly URLs by vBSEO 3.6.0