+ Konu Cevaplama Paneli
1. Sayfa - Toplam 5 Sayfa var 1 2 3 ... SonuncuSonuncu
Gösterilen sonuçlar: 1 ile 10 ve 48
Like Tree3Beğeni

Konu: Fecr-i Sadık Ne Zaman?

  1. #1
    Müdakkik Üye ErekNUR - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Nov 2008
    Bulunduğu yer
    Van-Horhor
    Yaş
    44
    Mesajlar
    854

    Standart Fecr-i Sadık Ne Zaman?







    Risâle-i Nur’da bir çok müjdeli haber yer almaktadır. Bunlardan birisi de Hutbe-i Şâmiye’de geçen aşağıdaki ifadedir: “Hem de İslâmiyet güneşinin tutulmasına, inkişafına ve beşeri tenvir etmesine mümanaat eden perdeler açılmaya başlamışlar.
    O mümanaat edenler çekilmeye başlıyorlar. Kırk beş sene evvel o fecrin emâreleri göründü. Yetmiş birde fecr-i sâdıkı başladı veya başlayacak. Eğer bu fecr-i kâzip de olsa, otuz-kırk sene sonra fecr-i sâdık çıkacak.” (Hutbe-i Şamiye, s. 34)
    Bu ifadeyi kısaca tahlil etmek istiyoruz. Fakat tahlile geçmeden önce Hutbe-i Şâmiye hakkında bazı tesbitlerde bulunmak gerekiyor. Zira yukarıdaki ifade eserin bir bölümü olması itibarî ile eserin bütününe bakan, eserdeki genel hedef ve maksatlardan destek ve güç alan bir ifadedir.
    Bu sebeple Hutbe-i Şamiye adlı eserin genel hedef ve maksatları ile ilgili bilgiye sahip olmadan sadece bu kısa ifade üzerinde bir yorum yapmak mânânın tam anlaşılmasına engel olabilir.
    Hutbe-i Şamiye nasıl bir eserdir? Maksat ve hedefi nelerdir?
    Hutbe-i Şamiye 1910 yılında Şam’da Emevî Camii’nde, içinde yüzden fazla âlim zatın bulunduğu bir cemaate irad edilmiş bir hutbedir. Genel itibarî ile İslâm ümmetinin ve beşeriyetin sosyal seyrini izah eden, mühim sosyolojik tesbitleri ihtiva eden bir fikirler manzumesidir. Eser 1950 sonrası bizzat müellifi tarafından tekrar gözden geçirilmiştir.
    Eserde yüz yıllık, belki de daha ilerisi için İslâm ümmetinin nasıl noktalara gideceği, bu süre içinde bütün beşeriyetin nasıl bir sosyal yol takip edeceği delilleri ile izah edilmiş. Bütün insanlık için çok mühim müjdeler verilmiş. İnsanlığın ve İslâm ümmetinin ileride barış, huzur, sükûn, mutluluk içinde güzel günler yaşayacağı ifade edilmiştir. Yazıldığı yıl itibarî ile dikkate alınırsa bu müjdelerin ne kadar önemli olduğu açıkça anlaşılır. Zira 1910 sonrası iki dünya savaşı yaşanmış, ideolojik akımlar dünyayı sarsmaya ve titretmeye devam etmiş, insanlık tarihinde görülmemiş acı, sıkıntı ve zulümler insanlık âleminde derin izler bırakmıştır. İşte bütün bu dehşetli hadiseler içinde Üstad Bediüzzaman’ın Hutbe-i Şamiye adlı eserinde ortaya koyduğu fikirler hem İslâm toplulukları, hem de insanlık için bir nokta-i istinat olmuştur.
    Yukarıda naklettiğimiz ifade de bu bütünlük içinde mühim bir müjdeyi ihtiva eden bir ifadedir. Müjdenin temel noktası “Hem de İslâmiyet güneşinin tutulmasına, inkişafına ve beşerî tenvir etmesine mümanaat eden perdeler açılmaya başlamışlar” cümlesi ile izah edilmektedir.
    Müjdenin mahiyeti İslâm güneşinin inkişafı ile ilgilidir. Üstad’ın yaşadığı zamana dek İslâm güneşinin önünde engel olan bazı perdeler vardır. Bu perdeler 1900’lü yılların başından itibaren açılmaya başlamıştır. İslâm güneşi bu perdelerin açılmaya başlaması ile bütün insanlığı tenvir edecektir.
    İslâm güneşinin doğması ve insanlığı tenvir etmeye başlaması ise “Kırk beş sene evvel o fecrin emâreleri göründü” cümlesi ile ifade edilmiş. Bu tarih yine Hutbe-i Şamiye’de 1327 yılı olarak tanımlanmış.
    Bu tarihte emareler ortaya çıkıyor. Ama İslâm güneşinin doğmasının öncesi ise 1371 yılı olarak ifade edilmiş. Bu da yaklaşık 1950-51 yıllarına tekabül ediyor. Bu durum “Yetmiş birde fecr-i sâdıkı başladı veya başlayacak” tarzında ifade edilmiş. Eğer diyor Üstad, “bu fecr-i kâzip de olsa, otuz-kırk sene sonra fecr-i sâdık çıkacak.” Yani 1951 yılı baz alınırsa, 30 yıl, yani 1981 veya 40 yıl sonra yani 1991’de fecr-i sadık çıkacak diyor.
    İşte bu noktada bazı yanlış anlamalar olabiliyor.
    Zira kişi fecr kavramı ile gündüz kavramını birbirine karıştırabiliyor. Fecr-i sadık tâbirini gündüz öğle vakti ile aynı tarzda düşünmeye başlıyor. Kendi düşünce ve beklentisine göre ışığı göremeyince ister istemez bir tereddüt hâli yaşamaya başlıyor. Halbuki ifadede geçen benzetmelere dikkat edilse hiçbir şüphe hali kalmaz.
    Şöyle ki:
    İfadede fecr-i sadık için en son 1990’lı yıllara işaret edilmiş. Yani Bediüzzaman Hazretleri 1990 sonrasında artık önüne geçilemeyecek tarzda bir aydınlığa gidileceğini ifade ediyor. Ama 1990 yıllarında tam aydınlık görüleceğini söylemiyor. “Fecr-i sadık bu yılda çıkacak” diyor. Peki, fecr-i sadık ne demek? Fecr-i sadık güneş doğmazdan önce sabah ufkunda görülen ilk aydınlıktır. Ama unutmamak lâzım ki fecr-i sadıkta aydınlıktan çok karanlık vardır. Her taraf zifiri karanlık iken ufukta küçük bir ışık süzmesi görülmüştür. Evet, bu ışık süzmesi belki çok az bir ışıktır, ama güneşin habercisi olduğu için çok önemli bir ışık süzmesidir.
    Ancak daha tam aydınlık yoktur. Fecr-i sadıkın ilk anları hâlâ karanlıktır. Hatta ışığa galip bir karanlık vardır. Bu karanlık, sabah ezanı vakti ve namaz sonrasına kadar devam eder. Ne zaman ki sabah namazı eda edilir, sonrasında ışık karanlığa galip gelmeye başlar. Fecr-i sadıktan tam güneş aydınlanıncaya kadar yaklaşık iki saat gibi bir süre geçer. Ortalama karanlığı 10-12 saat gibi düşünecek olursak fecir vakti gece karanlığının beş veya altıda bir kadar bir süreye tekabül eder. Bu süreyi yüz yıllık bir devre tatbik edersek, Üstad Bediüzzaman’ın müjdesindeki süre de yaklaşık 20-25 yıllık bir zaman dilimine denk gelir.
    Buna göre 1991’de fecr-i sadık çıktı olarak kabul etsek 2011 ve sonrası yıllarda güneş gözükecek diyebiliriz. Demek ki gözle görülmeye başlanacak aydınlık önümüzdeki yıllarda gerçekleşecek.
    Ama her şeye rağmen geçmiş yılları şöyle bir gözden geçirsek yine Üstad’ın verdiği tarihlerin ne kadar gerçekçi birer sosyolojik tesbitler olduğu açıkça görülür. Hutbe-i Şamiye adlı eserin bütünlüğü içinde baktığımız zaman yukarıda ifade edilen ve benzeri müjdelerin üç büyük sınıfa işaret ettiğini ifade etmek pekâla mümkün.

    Bunlar:
    1- Ülkemiz ve içinde yaşayanlar.
    2- İslâm dünyası.
    3- Avrupa ve bütün insanlık.
    Fazla detaya girmeden ifadede verilen tarihlerdeki mühim hadiseleri nazarlara sunarak konuyu bitiriyoruz.
    1371 (1950) ve sonrasında meydana gelen mühim hadiseler:
    *İkinci Dünya Savaşının sona ermesi.
    *1952 Helsinki İnsan Hakları Beyannamesi.
    * Birleşmiş Milletlerin kurulması.
    *1948 sonrası İslâm devletlerinin bağımsızlığına kavuşması.
    *NATO’nun kurulması
    *1950’de Demokratların iktidara gelerek Ezanı aslına çevirmeleri ve yeniden millî ve mânevî duyguların yeşermesine vesile olmaları.
    * Avrupa Birliğinin temellerinin atılması.
    1991 sonrası hadiseler:
    * En önemli hadise Komünist Rusya’nın çökmesi.
    * 12 Eylül ihtilâli sonrasında 1991 seçimleri ile yeniden hürriyet havası.
    * Türkiye’nin Avrupa Birliğine kabul edilmesi.
    * Ülkemizde demokrasi ve hakların günden güne kuvvet bulması.
    * İslâm dünyasında hak ve hürriyetlere sahip çıkma noktasında müsbet gelişmeler.

    Yazar: Halil Akgünler

    Konu ErekNUR tarafından (21.11.08 Saat 16:39 ) değiştirilmiştir.
    Ararad bunu beğendi.



    Risale-i Nur bir derece muvaffak oluyorsa,
    bunun sırrı işte budur. Said yoktur.
    Said’in kudret ve ehliyeti de yoktur.
    Konuşan yalnız hakikattir,
    hakikat-i imaniyedir
    çünkü DAVAM DEVAM iledir
    vanasyanur


  2. #2
    Müdakkik Üye ErekNUR - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Nov 2008
    Bulunduğu yer
    Van-Horhor
    Yaş
    44
    Mesajlar
    854

    Standart

    Soru
    YETMİŞ BİRDE fecr-i sadık başladı veya başlayacak. Eğer bu, fecr-i kazib de olsa, OTUZ-KIRK SENE SONRA fecr-i sadık çıkacak. (Hutbe-i Şamiye, s. 23) fecr-i sadık ne demektir ve verilen tarih 81-91 lere işaret etmektedir bu tarihte ne olmuştur

    Yetmiş bir (71) denilen tarih, iki şekilde anlaşılmaktadır. Birisi hicri tarih olan (1371) 1950' li yıllar kast edilir. İkncisi ise, bu Miladi tarihtir. (1971) Üstadımız bu tarihte bir fecir yani bir manevi sabahın yaşanacağını ifade ediyor. Fakat fecir dediğimiz güneşin doğmasının iki devresi ve anlamı vardır. Şöyle ki:

    Fecir, sabaha karşı şark ufkunda yayılmaya başlayan beyaz bir aydınlıktır. Bunun mukabili birinci fecirdir ki, bir aydınlıktan sonra tekrar aydınlık gider. Bu birinci aydınlığa fecr-i kâzib denir. Ondan sonra güneşin nurları tekrar kendisini göstermeye başlar. Sabah namazının vakti, fecr-i sâdıkta başlar.

    İşte Üstadımız, İslam güneşinin inkişafını da bu fecir dediğimiz hadiseye benzetmektedir. Yani bu ülkede (1371) veya (1971) de manevi bir güneşin nurları görünecektir. Şayet bu yalancı fecir bile olsa, bu fecir hakiki fecrin müjdecisidir. 30 - 40 sene sonra (1981 - 1991) veya (2001 ve 2011) fecr-i sadık dediğimiz, İslam güneşinin tezahür etmesi ve nurlarını artık hakiki olarak göstereceği ve aydınlatacağı müjdelenmektedir.

    1981 - Ülkenin içerisine sürüklenilmesine çalışılan sağ - sol mücadelesinden bir cihetle kurtulması.

    1991 - Ülkenin sanayi ve ticaret alanında ciddi atılımlar yapması ve bazı tabulardan kurtulması.

    2001 - Ülkenin içerisinde mevcut olan bazı fikirlerin tamamen tezahür edip, kimin ne fikirde olduğunun tezahürü.

    2011 - Ülkenin maddi ve manevi refaha kavuşması.. (İnşâallah)

    Konu ErekNUR tarafından (21.11.08 Saat 16:41 ) değiştirilmiştir.
    Ararad bunu beğendi.



    Risale-i Nur bir derece muvaffak oluyorsa,
    bunun sırrı işte budur. Said yoktur.
    Said’in kudret ve ehliyeti de yoktur.
    Konuşan yalnız hakikattir,
    hakikat-i imaniyedir
    çünkü DAVAM DEVAM iledir
    vanasyanur


  3. #3
    Müdakkik Üye ErekNUR - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Nov 2008
    Bulunduğu yer
    Van-Horhor
    Yaş
    44
    Mesajlar
    854

    Standart

    Risale Nur'da 1956 Yılına İşaretler

    Gerçekten münafıklar, ateşin en alçak tabakasındadırlar. Onlara bir yardımcı bulamazsın. (Nisa Suresi, 145)

    ... Eğer şedde iki nun sayılsa, okunmayan hemzeler ve (ye) de sayılsa 1376 (1956-1957) ederek, bu zulümatlı nifakın ((dinsizlik ve zulme dayalı, ikiyüzlü münafıkane sistemin) sukut mertebesine (susma, son bulma derecesine)... (Emirdağ Lahikası (1), Mektup no: 15)

    Bediüzzaman Said Nursi, Emirdağ Lahikası adlı eserinde, Nisa Suresi'nin 145'inci ayetinin ebcedinin "1956 yılına" işaret ettiğini ifade etmiştir. Bediüzzaman buradaki "bu zulümatlıı nifakıın sukut mertebesine" sözleriyle, 1956 yılının dünya çapında İslam dünyası ve Müslümanlar açısından büyük bir önem taşıdığını belirtmiştir. Bediüzzaman'a göre, bu yıla kadar hüküm süren zulüm, delalet ve nifak ortamı, 1956 yılından sonra tüm dünyada gerilemeye başlayacak ve Allah'ın izniyle son bulacaktır. Nitekim Bediüzzaman'ın belirttiği, "Gerçekten münafıklar, ateşin en alçak tabakasındadırlar. Onlara bir yardımcı bulamazsın." (Nisa Suresi, 145) ayeti de bu gerçeğe işaret etmektedir. Bediüzzaman'ın "zulümatlı nifak" olarak adlandırdığı zulme ve inkara dayalı inanç sistemi de, aynı ayette bildirilen münafıkların durumu gibi, Allah'ın izniyle yok olacaktır. Münafıkların hiçbir yardımcısının olmaması gibi, dünya genelinde Deccaliyet'i temsil eden bu zulüm, nifak ve delalet ortamı da yardımsız kalarak son bulacaktır.

    Kuran'da 1956 yılının ebcedini veren bir başka ayet ise Al-i İmran Suresi'nin 81. ayetidir:

    Hani Allah peygamberlerden 'kesin bir söz (misak)' almıştı: "Andolsun size kitap ve hikmetten verip sonra size beraberinizdekini doğrulayan bir elçi geldiğinde, ona kesin olarak iman edecek ve ona yardımda bulunacaksınız." Demişti ki: "Bunu ikrar ettiniz ve bu ağır yükümü aldınız mı?" Onlar: "İkrar ettik" demişlerdi de "Öyleyse şahid olun, Ben de sizinle birlikte şahid olanlardanım," demişti. (Al-i İmran Suresi, 81)

    Bu ayette geçen "... sonra size beraberinizdekini doğrulayan bir elçi geldi..." sözlerinin ebcedi "1956 yılını" göstermektedir. Nitekim Risale-i Nurlar'a uygulanan yasağın kaldırılması da bu tarihe denk gelmektedir. 1956 yılı Risale-i Nur açısından çok önemli bir yıl olmuştur. Bilindiği gibi bu yıla kadar Risale-i Nur bulundurmak, okumak, dağıtmak yasaklanmış, Nur Risaleleri hakkında bin beş yüz kadar kamu davası açılmıştı. 1956 yılında ise, 8 yıldır Afyon'da süren dava sonuçlanmasıyla bu konuda verilen büyük hukuk mücadelesi de son bulmuş ve risalelerin hiçbir suç unsuru taşımayan imani eserler olduğu, mahkeme huzurunda karara bağlanmıştı. Afyon Mahkemesi, 1956'da Diyânet İşleri Riyaseti Müşavere Kurulu, bütün Risale-i Nur Külliyâtı'nı tek tek inceleyerek her bir Risale hakkında, olumlu ve yararlı Kur'anî bir tefsir olduğuna ilişkin bir rapor sunmuş, Nur Risaleleri'nin beraat ve iadesine karar vermiş ve böylece Risale-i Nurlar'ın yayınlanması serbest bırakılmıştı.

    Bediüzzaman'ın da belirttiği gibi, Risalelerin serbest bırakıldığı bu tarihle başlayan Deccaliyet'in fikir sisteminin yok olması Allah'ın izniyle yakın gelecekte tümüyle son bulacak, Peygamberimiz (sav)'in de müjdelediği gibi Kuran ahlakı tüm dünyada hakim olacaktır.

    Risale Nur'da 1979-1980 Yıllarına İşaretler

    İstikbal-i dünyeviyede 1400 sene sonra gelecek bir hakikati asırlarında karib (yakın) zannetmişler. (Sözler, s. 318)

    Bediüzzaman'ın İslam ahlakının hakimiyet devrelerine dair risalelerde belirttiği bir başka tarih ise, "sahabe döneminden 1400 sene sonrası"dır. Bu tarih, Miladi olarak "1979-1980 yıllarına" denk gelmektedir.

    Risale Nur'da 1981- 1991 Yıllarına İşaretler

    Bediüzzaman, hicri 1327'de Şam'daki Emevi Camii'nde on bin kişilik bir cemaate verdiği Şam hutbesinde de yine, 1371'den sonraki İslam aleminin geleceğine yönelik izahlar yapmış, ahir zamandan çeşitli tarihler vererek, İslam ahlakının mücadele ve galibiyet zamanına dikkat çekmiştir:

    Evet şimdi olmasa da 30-40 SENE SONRA fen ve hakiki marifet (hüner, sanat , ilim ve fenlerle öğrenilen bilgi) ve medeniyetin mehasini (iyi ve faydalı yönlerini) o üç kuvveti tam teçhiz edip (o üç kuvvetle donatıp), cihazatını verip (gerekli ihtiyacını karşılayıp) o dokuz manileri mağlup edip (o dokuz engelleri yenip) dağıtmak için taharri-i hakikat meyelanını (gerçekleri araştırma eğilimi) ve insaf ve muhabbet-i insaniyeyi (insan sevgisini) o dokuz düşman taifesinin (sınıfının) cephesine göndermiş, inşaAllah YARIM ASIR SONRA onları darmadağın edecek. (Hutbe-i Şamiye, s. 25)

    Bediüzzaman'ın Şam Hutbesi, İslam ahlakının hakimiyet zamanı ile ilgili net tarihler vermiş olması açısından son derece önemlidir.

    ... Evet şimdi olmasa da 30-40 SENE SONRA…

    Bediüzzaman'ın vermiş olduğu bu tarih ile, bu hutbenin okunduğu tarihten 30-40 yıl sonrası, yani hicri 1401-1411 yılları kastedilmiştir. Miladi olarak ise bu tarihler "1981-1991 tarihlerine" denk gelmektedir.

    Bediüzzaman'ın bu konuyu açıkladığı sözlerinden bir başkası ise şöyledir:

    YETMİŞ BİRDE fecr-i sadık başladı veya başlayacak. Eğer bu, fecr-i kazib de olsa, OTUZ-KIRK SENE SONRA fecr-i sadık çıkacak. (Hutbe-i Şamiye, s. 23)

    Fecir: Tan yerinin ağarması, güneş doğmadan önceki kızıllık, sabah vakti
    Fecr-i Kazib: Sabaha karşı ufukta yayılmaya başlayan birinci kızıllık.
    Fecr-i Sadık: Fecr-i Kazib'den sonra yayılmaya başlayan ikinci aydınlanma
    1371 + 30 = 1401 = 1981
    1371 + 40 = 1411 = 1991

    Bediüzzaman bu sözleriyle İslam ahlakının tüm dünyaya hakim olmasını güneşin doğuşuna benzetmiştir. Bediüzzaman bu örnekle, güneşin battıktan sonra ertesi gün yeniden doğması gibi, İslam ahlakının da dünya üzerinde tekrar doğup parlayacağına işaret etmiştir. Fecr-i Kazib ve Fecr-i Sadık ifadeleriyle bu doğuşun başlangıç yıllarına dikkat çekmiş, ve buna göre Hakkın karşısındaki batılı temsil eden düşünce olan ateizmin ve materyalist felsefenin dağıtılmaya başlamasının "1981-1991 yıllarında" gerçekleşeceğini belirtmiştir.

    Risale Nur'da 1997 Yılına İşaretler

    "...inkar edenlerin velileri ise tağut'tur..." (Bakara Suresi, 257)


    Bediüzzaman, Bakara Suresi'nin 257. ayetindeki "tağut" (batıl fikir sistemi) kelimesinin ebced değerinin 1417 yani Miladi "1997 yılını" verdiğini belirtmiş ve bu tarihte "tağut"un yani Deccaliyet'in batıl ve inkarcı fikir sisteminin dünya çapında azgınlaşacağını ve şiddetleneceğini bildirmiştir.

    Risale Nur'da 2001 Yılına İşaretler

    ... İnşaAllah YARIM ASIR SONRA onları darmadağın edecek... (Hutbe-i Şamiye, s. 25)

    Bediüzzaman Said Nursi, Kuran ahlakının tüm dünyaya hakim kılınmasının yarım asır yani 50 yıl içinde tamamlanacağını bildirmiştir. Bediüzzaman bu sözleriyle materyalist, Darwinist ve ateist felsefelerinin insanlar üzerindeki etkisinin 10 yıl gibi kısa bir süre içinde yok olacağına işaret etmektedir. Bu tarih ise Hicri 1421 yani Miladi "2001 yılına" denk gelmektedir.

    Bediüzzaman, aşağıda da yer verilen 1981-1991 yılarına işaret eden sözünde yine bir kez daha "2001 yılına" dikkat çekmektedir:

    YETMİŞ BİRDE fecr-i sadık başladı veya başlayacak. Eğer bu, fecr-i kazib de olsa, OTUZ-KIRK SENE SONRA fecr-i sadık çıkacak. (Hutbe-i Şamiye, s. 23)

    Bediüzzaman bu açıklamasında, Hakkın karşısındaki batılı temsil eden düşünce olan ateizmin ve materyalist felsefenin dağıtılmaya başlamasının 1981-1991 yılları, fikren tam anlamıyla susturulup dağıtılmasının ise "2001 yılında" olacağına işaret etmiştir.

    Risale Nur'da 2004 Yılına İşaretler

    Bediüzzaman'ın Risale-i Nur Külliyatı'nda, Hz. Mehdi'nin mücadele ve hakimiyet devreleri ile ilgili olarak verdiği tarihlerden bir diğeri ise 2004 yılına ilişkindir. Bediüzzaman Kuran'ın "Ağızlarıyla Allah'ın nurunu söndürmek istiyorlar. Oysa kafirler istemese de Allah, Kendi nurunu tamamlamaktan başkasını istemiyor." (Tevbe Suresi, 32) ayetindeki "...Allah, Kendi nurunu tamamlamaktan başkasını istemiyor" cümlesi hakkında, geleceğe yönelik şöyle bir bilgi vermektedir:

    "Şimdi hatıra geldi ki, eğer şeddeli "lamlar" ve "mimler" ikişer sayılsa bundan bir asır sonra zulümatı dağıtacak zatlar ise, Hazret-i Mehdi'nin şakirtleri (talebeleri) olabilir." (Şualar, sf. 605)

    Bediüzzaman bu ayetin ebced değerinin Hicri 1424 yani miladi "2004 yılına" denk geldiğini ve bu tarihin, Hz. Mehdi önderliğinde Kuran ahlakının dünya hakimiyeti devrelerinden birine işaret ettiğini bildirmektedir.

    Risale Nur'da 2007-2008 Yıllarına İşaretler

    Şu ayetin gizli imasına "Kim Allah'ı, Resûlü'nü ve iman edenleri dost (veli) edinirse, hiç şüphe yok, galip gelecek olanlar, Allah'ın taraftarlarıdır." (Maide Suresi, 56) ayeti teyid ediyor. Çünkü "... hiç şüphe yok, galip gelecek olanlar, Allah'ın taraftarlarıdır." ayetindeki şeddeli nun (Arapça şeddeli nun harfi) bir sayılsa tam evvelki ayete tevafuk ile (denk gelmesiyle) Hizb-ul Kur'an'ın (Kuran taraftarlarının) faaliyetine vasıta olan bir hadiminin (hizmet eden kimsenin) Kur'an okumaya başladığı 1302 tarihine iki fark ile tevafuk etmekle beraber şeddeli nun iki nun sayılsa bin üç yüz elli (1350) eder ki; bu tarihte Kuran'dan muktebes (alınan bilgilerle hazırlanmış) olan Risale-i Nur etrafında toplanan, bütün kuvvetleriyle Kuran hizmetlerine çalışan Hizb-ul Kur'an'ın faaliyeti ve delalet (sapkınlık) ve zındıkaya (dinsizliğe) manen galebe ettikleri (galip geldikleri) bir zamana tevafuku (denk gelmesi) ise istikbalde (gelecekte) tam galebelerine (tam galibiyetlerine dair) bir ima-i gaybidir (gizli bir işarettir). (8. Lem'a, Keramet-i Gasviye)

    Bediüzzaman Said Nursi bu sözünde, ayetin "...hiç şüphe yok galip gelecek olanlar Allah'ın taraftarlarıdır" cümlesinin ebced değerinin, Hicri 1350 tarihini verdiğini ve bu tarihte Kuran ahlakının bir galibiyeti olacağına işaret ettiğini bildirmiştir. Ancak ayetin ayrıca, bunun gibi gelecekte de yine Kuran ahlakının üstün geleceği bir başka dönem olacağına dair gizli bir işaret içerdiğini de hatırlatmıştır. Nitekim ayetin bu cümlesinin Arapça yazılımında yer alan baştaki "fe" harfi de hesaba katılarak ebcedine bakıldığında, bu sefer de ebced değeri 80 çıkmaktadır. 1350 üzerine 80 ilave edildiğinde de Hicri 1430 etmektedir ki, bu tarih de miladi olarak "2008 yılını" vermektedir. Allah'ın izniyle bu tarih Bediüzzaman'ın sözlerinde belirttiği ayetin, Kuran ahlakının gelecekteki, Darwinist, materyalist ve ateist felsefeler gibi dinsiz akımlar karşısındaki tam galibiyetine işaret etmektedir.



    Risale-i Nur bir derece muvaffak oluyorsa,
    bunun sırrı işte budur. Said yoktur.
    Said’in kudret ve ehliyeti de yoktur.
    Konuşan yalnız hakikattir,
    hakikat-i imaniyedir
    çünkü DAVAM DEVAM iledir
    vanasyanur


  4. #4
    Müdakkik Üye ErekNUR - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Nov 2008
    Bulunduğu yer
    Van-Horhor
    Yaş
    44
    Mesajlar
    854

    Standart

    bu yazıları nazara vermemin nedeni

    fecri sadıkın içindemiyiz yoksa daha varmı

    fecri sadıkın geniş dairede ki yansımaları nasıl olacak



    Risale-i Nur bir derece muvaffak oluyorsa,
    bunun sırrı işte budur. Said yoktur.
    Said’in kudret ve ehliyeti de yoktur.
    Konuşan yalnız hakikattir,
    hakikat-i imaniyedir
    çünkü DAVAM DEVAM iledir
    vanasyanur


  5. #5
    Ehil Üye Seha - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Oct 2006
    Mesajlar
    1.626

    Standart

    Bence fecr-i sadık 2011'dir. Zira, hem Üstad'ın münazaratta ki "hürriyetin cemalinin yüz sene sonra gözükmesi" müjdesine de tam tekabbül ediyor.

    Hem zemin o cemalin gözükmesine hazır vaziyete girmiştir. Zira, hürriyetin yüz sene geçikmesine sebep olan cehalet yavaş yavaş kalkmaya başladı. Umumi bir uyanış gözüküyor. Hem , hürriyetin gelmesini geciktiren ideolojik siyasetin menfi, kirli yüzü gözükmeye başladı. Halklar bir arayış içine girdi.

    Yanlış, dikkat edilecek ve iltibas edilmemesi gereken bir husus daha var. Bir sistem ancak halkı yüzde sekseninin refaha kavuşturuyorsa haktır. Zira, Kur'anın muradı budur. Hem Rahman ismi gereği budur.

    Eğer İslam ideolojik olarak gelse ve her kaleyi ele geçirse, sairler gelen saadetten istifade etmez ise istenilen, murad edilen hürriyet gelmiş olmaz.

    Demek Üstad'ın tarif ettiği öyle bir sistem olmalı ki, dünyada herkez huzuru bulsun, adalet-i mahz cemalinin göstersin. Halkın hayat biçimi, inacından endişesi kalmasın. Dünya perest dünya perest olarak kalsın. Bırakın onlara o adil düzende tebliğ edelim. Hürriyetten korkulmasın, zira hür bir koministe dini anlatmak köle olana anlatmaktan bin kat kolaydır. Öyle bir hürriyet sadece ve sadece hakikat inançların yaşamasına olanak veriri.

    Demek fikrinin hakikat olduğuna iman eden en önce hürriyeti istiyecek.

    Kesmek ve düzeltme yapmadan yazmak zorunda kaldım.
    Devam ederiz inşaallah
    Ararad bunu beğendi.
    Sakın, sakın, sakın! Çabuk, bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz.

  6. #6
    Müdakkik Üye ErekNUR - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Nov 2008
    Bulunduğu yer
    Van-Horhor
    Yaş
    44
    Mesajlar
    854

    Standart

    Alıntı Seha Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
    Bence fecr-i sadık 2011'dir. Zira, hem Üstad'ın münazaratta ki "hürriyetin cemalinin yüz sene sonra gözükmesi" müjdesine de tam tekabbül ediyor.

    Hem zemin o cemalin gözükmesine hazır vaziyete girmiştir. Zira, hürriyetin yüz sene geçikmesine sebep olan cehalet yavaş yavaş kalkmaya başladı. Umumi bir uyanış gözüküyor. Hem , hürriyetin gelmesini geciktiren ideolojik siyasetin menfi, kirli yüzü gözükmeye başladı. Halklar bir arayış içine girdi.

    Yanlış, dikkat edilecek ve iltibas edilmemesi gereken bir husus daha var. Bir sistem ancak halkı yüzde sekseninin refaha kavuşturuyorsa haktır. Zira, Kur'anın muradı budur. Hem Rahman ismi gereği budur.

    Eğer İslam ideolojik olarak gelse ve her kaleyi ele geçirse, sairler gelen saadetten istifade etmez ise istenilen, murad edilen hürriyet gelmiş olmaz.

    Demek Üstad'ın tarif ettiği öyle bir sistem olmalı ki, dünyada herkez huzuru bulsun, adalet-i mahz cemalinin göstersin. Halkın hayat biçimi, inacından endişesi kalmasın. Dünya perest dünya perest olarak kalsın. Bırakın onlara o adil düzende tebliğ edelim. Hürriyetten korkulmasın, zira hür bir koministe dini anlatmak köle olana anlatmaktan bin kat kolaydır. Öyle bir hürriyet sadece ve sadece hakikat inançların yaşamasına olanak veriri.

    Demek fikrinin hakikat olduğuna iman eden en önce hürriyeti istiyecek.

    Kesmek ve düzeltme yapmadan yazmak zorunda kaldım.
    Devam ederiz inşaallah

    Ey Allah’ın Resulü, mutlaka bizler (islamdan önce) cahiliyyede şerler içinde idik. Derken Allah bize hayrı getirdi. Acaba bu hayırdan (menfeatten, güzellikten) sonra kötülükler var mı? Bunun üzerine Allah Resulü “evet” buyurdu. O: “Peki bu şerden sonra hayırdan bir şey var mı? “Resulullah (yine) “evet” buyurdu...
    “(Hadis-i şerifte Resulullah (asm.) yine şerlerden söz etti.) sonunda Huzeyfe (ra.) yine sordu: “Bu şerlerden sonra da hayır var mı?” Resulullah (asm.) “Evet” buyurdu. “(Bir kısım) çağırıcılar cehennem kapılarına çağıracaklar, kendilerine icabet eden oraya yönelecektir. Onu oraya atacaklar
    ” (7).

    Bunun üzerine ben: “Onları bize tarif eder misin?” dedim. Resulullah: “Onlar sizin aşiretinizden, içinizdendir. Sizin dilinizle konuşurlar” dedi. (Yine) ben: “Bu zamana ulaşırsam bana ne yapmamı emredersin?”dedim. Resulullah şöyle buyurdu. “Müslümanların cemaatine ve onların imamına (önderine) uy ve bunlardan ayrılma” Bunun üzerine: “Onların cemaati ve önderi yoksa?” dedim. “O zaman cemaati ve imamı olmayan fırkaların hepsinden ayrıl, şayet bir ağacın köküne (kovuğuna) sığınabilirsen, ölüm sana yetişinceye kadar bu hal üzere ol.” (8)

    ahirzamandayız gittikçe bozulacak mı



    Risale-i Nur bir derece muvaffak oluyorsa,
    bunun sırrı işte budur. Said yoktur.
    Said’in kudret ve ehliyeti de yoktur.
    Konuşan yalnız hakikattir,
    hakikat-i imaniyedir
    çünkü DAVAM DEVAM iledir
    vanasyanur


  7. #7
    Ehil Üye Seha - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Oct 2006
    Mesajlar
    1.626

    Standart

    Küfür kıyamete kadar devam eder. Zulüm devam etmez.
    Toprağa ekilen on tohumun dokuzu çürüse, biri başak verse, nasıl eksikliğin toprakta olmadığını gösterir, hüriyet-i şeriye tesis edildiği vakit, onun nuru bir an gözüküp kaybolsa kafidir.
    Bence her şey daha iyiye gidecek. Hakiki hürriyet-i şeriye tesise edilecek. Velev ki kırk yıl hükmünü göstersin.

    Hem her zamanın bir hükmü var. Bu zamanda önder gücünü meşveret-i meşruadan alan bir şahs-ı manevidir. Şahıslar şahs-ı manevinin kararlarını uygulama merciidir. Onun adına hareket ile mükelleftir.

    Bu zamanda küfür ve zulüm gücünü şahs-ı maneviden alan bir cemat şeklini almış. Elbette ona ancak gücünü şahs-ı maneviden alan bir cemaat ile mukabele edilir. Şahıs ne kadar harika olsa o muhteşem küfür şahs-ı menevisi karşısında icraat yapamaz. Delil harika şecaat sahibi pek çok şeyhin o cemaat karşısında akıbetidir.
    Sakın, sakın, sakın! Çabuk, bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz.

  8. #8
    Pürheves sami - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Oct 2007
    Mesajlar
    211

    Standart

    Hicri 1430 etmektedir ki, bu tarih de miladi olarak "2008 yılını" vermektedir.


    Bir tashih yapalım 1430 = 2009 tarihine denk gelmektedir. Şuan 1429 dayız yani 2008 de.



    Üstadın Tılsımlar mecmuasından çıkarttığı Ahmet Feyzi Abinin(r.h.) Maidetül Kuran eserinde birçok yerlerde beşaretkerane 1430 tarihini ebcedi ve cifri olarak çıkarmıştır. İnşallah önümüzdeki birkaç sene içerisinde büyük futuhatlar görebiliriz. La ya'lemul Gaybe illallah









    Bu gibi ihbarlar çıkmazsa veya te'hir ederse Üstadın aşağıda verdiği mükemmel ve ince bir manayı gözönünde bulundurmak gerektir:


    Kardeşlerimizden Çaprazzâde Abdullah Efendi gibi bazı adamlar, ehl-i keşiften rivayeten, bu geçen Ramazan'da Ehl-i Sünnet ve Cemaat için bir ferec, bir fütuhat olacağını haber verdikleri halde, zuhur etmedi.
    Böyle ehl-i velâyet ve keşif neden hilâf-ı vâki haber veriyorlar? Benden sordular.


    Ben de, birden, sünuhat kabilinden olarak verdiğim cevabın muhtasarı şudur:

    Hadis-i şerifte vârit olmuştur ki, "Bazen belâ nâzil oluyor; gelirken karşısına sadaka çıkar, geri çevirir."


    Şu hadisin sırrı gösteriyor ki, mukadderat, bazı şerâitle vukua gelirken geri kalır.
    Demek, ehl-i keşfin muttali olduğu mukadderat mutlak olmadığını, belki bazı şerâitle mukayyet bulunduğunu ve o şerâitin vuku bulmamasıyla o hadise de vukua gelmiyor.


    Fakat o hadise, ecel-i muallâk gibi, Levh-i Ezelînin bir nevi defteri hükmünde olan Levh-i Mahv-İspatta mukadder olarak yazılmıştır. Gayet nadir olarak Levh-i Ezelîye kadar keşif çıkar. Ekseri oraya çıkamıyor.

    İşte bu sırra binaen, geçen Ramazan-ı Şerifte ve Kurban Bayramında ve daha başka vakitlerde, istihraca binaen veya keşfiyat nevinden verilen haberler, muallâk oldukları şerâiti bulamadıkları için vukua gelmemişler ve haber verenleri tekzip etmiyorlar.
    Çünkü mukadder imiş, fakat şartı gelmeden o da vukua gelmemiş.

    Evet, Ramazan-ı Şerifte bid'aların ref'ine Ehl-i Sünnet ve Cemaatin ekseriyetle hâlis duası bir şart ve bir sebeb-i mühim idi. Maalesef camilere Ramazan-ı Şerifte bid'alar girdiğinden, duaların kabulüne sed çekip ferec gelmedi.


    Nasıl ki, sabık hadisin sırrıyla, sadaka belâyı ref' eder; ekseriyetin hâlis duası dahi ferec-i umumîyi cezb eder. Kuvve-i cazibe vücuda gelmediğinden, fütuhat da verilmedi.

  9. #9
    Ehil Üye Seha - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Oct 2006
    Mesajlar
    1.626

    Standart

    Allah razı olsun Sami kardeşim.

    Ayrıca Fecr-i sadık hangi tarihteolursa olsun mühim fütuhatların başlangıcıdır. Artık yolun gözükmesi manasındadır. Yoksa tam zaferin ve herşeyin günlük gülüstanlık olduğu tarih değildir.

    Her şeyin kemale erdiği vakiti ikindi vakti simgeler. Demek fecr-i sadıktan ta ikindi vaktine kadar geçecek bilinmez bir süre kast edilmiştir.

    Bu süreyi Birinci Şua Risale-i nur'a işaret teden 28. Ayette işari olarak görebiliyoruz.

    Şöyle bir cümle var.

    "Şimdi hatıra geldi ki, eğer şeddeli 'lar ve ikişer sayılsa, bundan bir asır sonra zulümatı dağıtacak zatlar ise, Hazret-i Mehdinin şakirtleri olabilir."

    Gerisinde ise şöyle yazıyor.

    "Eğer şeddeli dahi şeddeli 'lar gibi bir sayılsa, o vakit 1284 eder. O tarihte Avrupa kâfirleri devlet-i İslâmiyenin nurunu söndürmeye niyet ederek on sene sonra Rusları tahrik edip Rus'un '93 muharebe-i meş'umesiyle âlem-i İslâmın parlak nuruna muvakkat bir bulut perde ettiler. Fakat bunda Resâili'n-Nur şakirtleri yerinde Mevlâna Halid'in (k.s.) şakirtleri o bulut zulümatını dağıttıklarından, bu âyet bu cihette onların başlarına remzen parmak basıyor. "

    Bundan yüz sene sonrarı 1393 yani yaklaşık 1971'e denk geliyor ki, ayen İslam'ın parlak Nuruna siyaset cenahından muvakkat bir perde çekildi.

    Üstündeki cümlede şöyle diyor.

    Sûre-i Tevbe'de cümlesi, kuvvetli ve letafetli münasebet-i mâneviyesiyle beraber şeddeli 'lar, birer ve şeddeli asıl kelimeden olduğundan, iki sayılmak cihetiyle 1324 ederek, Avrupa zâlimleri devlet-i İslâmiyenin nurunu söndürmek niyetiyle müthiş bir suikast plânı yaptıkları ve ona karşı Türkiye hamiyetperverleri, hürriyeti '24'te ilânıyla o plânı akîm bırakmaya çalıştıkları halde, maatteessüf, altı-yedi sene sonra, Harb-i Umumî neticesinde yine o suikast niyetiyle, Sevr Muahedesinde Kur'ân'ın zararına gayet ağır şeraitle kâfirâne fikirlerini yine icrâ etmek olan plânlarını akîm bırakmak için Türk milliyetperverleri cumhuriyeti ilânla mukabeleye çalıştıkları tarihi olan 1324'e, tâ '34'te, tâ '54'te tam tamına tevâfukla, o herc ü merc içinde Kur'ân'ın nurunu muhafazaya çalışanlar içinde Resâili'n-Nur Müellifi '24'te ve Resâili'n-Nur'un mukaddematı '34'te ve Resâili'n-Nur'un nuranî cüzleri ve fedakâr şakirtleri '54'te mukabeleye çalışmaları göze çarpıyor.

    Aynen yüz sene sonra 1424 yılında, yani, 2003'te dünyada mühim bazı olaylar oldu. O zaman ki Avrupa zalimleri yerine bu sefer Abd zalimleri var ve Ilımlı islam porjesi, BOP gibi projelerle İslam'ın Nurunu söndürme planına tam denk geliyor.

    Bundan yani 1424 tarihinden altı yedi sene sonra mühim bazı olaylar olabilir, büyük cihadlar yaşanabilir. (Ancak bu asrın savaşları geçen asır gibi kanlı değil daha çok siyasidir, diye inşaallah diyerek düşünüyorum.)

    Altı yedi sene sonrasi ise 1430 ve 1431 yıllarıdır ki 2009 ve 2010'dur. Demek bu iki tarihte mühim ve dehşetli siyasi, içtimai ve ekonomik fitneler ve (dilim varmıyor), ihtimal kanlı savaşlar olabilir.

    Sonra 1334 tarihi veriliyor ve Risale-i nur şakirtlerinin ortaya çıkışından bahsediliyor. Yüz sene sonrası 1434 yani yaklaşık 2013'tür. Demek, Risale-i Nur bu tarihlerde mühim fütühatlar yapacak ve belki alem-i İslam ve belki alem-i beşer düştüğü durumdan yegane halaskar olarak Risale-i Nur eczalarını keşfedip tam sarılacak.

    1354 tarihi ise üst sınır olarak görüyorum ki bu mücadelenin zafer ile sonuçlandığı öğlen vakti tabir ettiğmizi zaman dilimini sembolize ediyor. Yani 1454 tarihi, miladi 2034 tarihidir.

    Sonrasını, inşaallah ikindi vaktidir. Gerisi zaten Vel Asr nüktesinden biliyoruz.

    Doğrusunu Allah bilir. Fikrim böyle . Muhabbetle
    Sakın, sakın, sakın! Çabuk, bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz.

  10. #10
    Pürheves İhlas_neşriyat - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Mesajlar
    168

    Standart

    sevgili kardeşlerim lütfen devam edin büyük bir ilgi ve merakla takip ediyorum konuyu

    Allah razı olsun

+ Konu Cevaplama Paneli

Konu Bilgileri

Users Browsing this Thread

Şu an 1 kullanıcı var. (0 üye ve 1 konuk)

     

Benzer Konular

  1. Fecr-i Sadık Dersanemizden Kareler...
    By gamze-i_dilruzum in forum Serbest Kürsü
    Cevaplar: 44
    Son Mesaj: 10.04.14, 00:28
  2. Ve On Geceye Andolsun (Fecr, 2)
    By ıslak seccadem in forum İslami Konular ve İman Hakikatleri
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 29.10.11, 00:26
  3. Zaman Nedir? Hakikat-ı Zaman Ve Zamanı Genişletmek.
    By MuM in forum Açıklamalı Risale-i Nur Dersleri
    Cevaplar: 1
    Son Mesaj: 25.01.09, 10:56
  4. Zilhicce Geliyor !!! Fecr...
    By Barla in forum İslami Konular ve İman Hakikatleri
    Cevaplar: 4
    Son Mesaj: 21.11.08, 10:57

Bu Konudaki Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
Google Grupları
RisaleForum grubuna abone ol
E-posta:
Bu grubu ziyaret et

Search Engine Friendly URLs by vBSEO 3.6.0