Risâle-i Nur'da Ramazan ayı ve bu ayda tutulan orucun şeair-i İslâmiye'nin en azamlarından olduğu belirtilmekted ir. Bediüzzaman'ın şeair-i İslâm'ın en büyüklerinden şeklinde nitelendirdiği Ramazan ve oruç gözden kaçırılamayacak bir şekilde sosyal hayata damgasını vurmaktadır. Ramazan ayı, oruç ve Ramazan ayı boyunca yerine getirilen ibadetlerin şeair-i İslâmiye'ye dahil edilmesi bu ayın ve oruç sembolik ve simgesel anlatım gücüne de sahiptirler. Ramazan ayının toplumsal hayat içinde ne gibi etkileri bulunduğunu anlayabilmek için modern hayatın ve popüler yaşam tarzının Ramazan ayındaki manevi atmosfer ile kıyaslamasına bakmak gerekmektedir.

Öncelikle Bediüzzaman, "şükür" ibadetini varlığın en temel gereklerinden birisi olarak görmektedir. Bu yüzden Bediüzzaman Ramazan ayının ve orucun şükre vasıta oluşu, nefsi terbiye edişi, sosyal ve ekonomik hayatta diğergamlık gibi duyguları pekiştirici yönüne dikkat çekmektedir. İnsanın yeme, içme gibi bedene ait en temel gereksinimleri ne Ramazan ayıyla birlikte iradi bir sınırlama getirmesi öncelikle insanın yüzleşmiş olduğu kâinatın "ni'met-i İlâhîye" ile dolu olduğunu hatırlatmaktadır. Bediüzzaman gaflet perdesi altında unutulan bu mananın oruç ibadetiyle ihtar edildiğini belirtmektedir . Bu yönüyle bakıldığı zaman karmaşık ilişkiler bütünü olan sosyal ve ekonomik hayat içinde orucun insanları şükre sevk eden bir ibadet, İlâhî bir terbiye olduğu muhakkaktır. En zaruri gereksinimleri n imsak ve iftar vakitleriyle sınırlandırılması, bu vakitler arasında İlâhî bir yasaklama getirilmesi, insanı, madden ve manen şükre sevk etmekte ve günlük hayatını bu İlâhî emre göre ayarlamasını netice vermektedir.

Bediüzzaman, Ramazan ayı boyunca Müslümanların aynı duyarlılıkla ve kurallarla kendilerini sınırlamalarının, orucu bireysel bir ibadet alanına hapsetmeyip, doğrudan tüm Müslümanların yerine getirdiği külli bir ibadete dönüştürdüğünü söyler.

Ramazan ayının ve orucun bu özelliğine bakıldığı zaman Bediüzzaman'ın Ramazan ayını ve orucu niçin şeair-i İslâmiye içinde ifade ettiğini anlamak mümkündür. Her şeyden önce Ramazan ayında Müslümanların -illa aynı yörede olması şart değil- bir bütün olarak yerine getirdikleri oruç, teravih namazı gibi ibadetler Müslümanların cemaatler halinde Yaratıcıya yönelmesine vesile olmakta ve bu zaman dilimine Allah'ın emir ve yasakları doğrultusunda bir mana kazandırmaktadır. Cemaatler halinde yerine getirilen ibadetlerle hem toplumsal hayatta temsil fonksiyonu icra edilmekte, hem de Müslümanların birlik ve beraberliği sergilenmekted ir. Ramazanın ve orucun bu simgesel anlatım gücü gözönüne alındığı takdirde meşru dairede yapılan Ramazan eğlencelerinin, etkinliklerin ve diğer kültürel faaliyetlerin İslâm'ı ve Allah'ın emir ve yasaklarını hatırlattığı muhakkaktır. Helâl haram dengesini gözeten kültürel etkinliklerin toplumsal hayatta Ramazan ayının ihtar edici, şükre sevkedici, sosyal ve ekonomik eşitsizlikleri vasata çekici işlevini sergileyecek niteliğe kavuşturulması, bu ayın ve oruç ibadetinin ruhuna uygun şekilde yerine getirilmesini sağlayacaktır. Ramazanın ruhuna uygun olarak yapılan eğlenceler, kendi niteliklerinde n ziyade, Ramazan ayının özelliklerini hatırlatacak şekilde yapıldığı müddetçe Ramazan İslâm'ın en büyük simgelerinden birisi olacaktır.

Bediüzzaman orucun vermiş olduğu açlık hissinin vicdanda arınmaya ve kemalata neden olabileceğini belirtmektedir . Şüphesiz Bediüzzaman'ın bu tespiti oruçlu bir insanın sık sık nefis muhasebesi yapmasını istemesinden de kaynaklanmakta dır. Açlık hissinin nefis muhasebesi ve zihni egzersizle bir araya geldiği zaman insanların yeryüzü sofrasında başıboş olmadığını, tam aksine muhatap olunan bütün nimetlerin arkasında bir Yaratıcının olduğunu hatırlattığını belirten Bediüzzaman, ekonomik statüsü ne olursa olsun herkesin açlık vasıtasıyla "şükür" neticesine ulaşabileceğini belirtmektedir . Ancak zengin insanların açlık hissi çekmediğinden ötürü bu neticeye ulaşmasını engelleyebilec ek sosyal ve ekonomik sebeplerin olduğunu belirtir. Orucun ise zengin ve fakiri eşit seviyeye getirerek hem nefsi kemalata hem de zengini fakirin halini düşünmeye yönelttiğini ifade eder. Oruç bu yönüyle değerlendirildiğinde ve bu anlamlarla ifa edildiğinde tüketim ahlâkının "şükür" ve "sadaka" ölçülerine uygun şekillenmesini de netice verebilecektir .

Bediüzzaman'ın oruç ibadetinde dikkat çektiği bir diğer nokta orucun ahlâk anlayışında yaptığı köklü değişikliklerdir. İnsanın yaratılışından kaynaklanan sınırsız özgürlük, her istediğini yapma, her türlü sınırlama altına girmekten kaçınma gibi olguların ahlâki dejenerasyona da neden olabileceğini belirtir. Hz. Peygamber'in sünnetinden anlaşıldığı gibi İslâm beşeri özelliklerin mana ve amacına uygun kullanılmasını, yani yok edilmeyip istikametinin düzeltilmesini öngörmektedir. Orucun beraberinde getirdiği çile, açlık, susuzluk gibi hislerin insanı bir Yaratıcının mülkünde olduğunu hatırlatmaktadır. En temel ihtiyaçlar bile izin olmadan yerine getirilmemekte ve bu da insanı şükre, sabra ve nefis muhasebesine itmektedir. Ancak Bediüzzaman'ın anlattığı orucun şuur ve akılla bir arada yerine getirildiği zaman bu sayılan neticeleri vereceği belirtilmelidi r. Oruç her ne kadar zihni faaliyetleri yavaşlatsa, bedeni güçsüz düşürmüş olsa da, yapılacak bir nefis muhasebesi bu sayılanların bireysel vicdanda ve sosyal hayatın içinde nasıl yer aldığı kolaylıkla anlaşılabilecektir. Bediüzzaman'ın orucu özellikle nefis muhakemesine atıf yaparak işlemesi ve orucun kişinin vicdanında yaptığı etkileri ön plana çıkarması, orucun hem kişisel ahlâkla, hem de sosyal ahlâkla ilişkili olduğunu göstermektedir. Kişisel ahlâkla ilişkilidir çünkü, oruç İslâmiyet'e göre en temel şartlardan birisi olan "şükür"e sevk eder. Sosyal ahlâkla ilişkilidir çünkü, oruç zengini fakirin yardımına itecek bedeni ve manevi unsurları bünyesinde taşıdığı ve ayrıca zekat müessesiyle Ramazan'ın manasını tamamladığı için diğergamlık duygusunu güçlendirmekte ve sosyal yardım anlayışını diriltmektedir .

Modern hayatın sosyo-kültürel ve ekonomik şartları, beraberinde yeni bir yaşam tarzı da getirmiştir. Bu yüzden tüketim ahlâkı, eğlence kültürü, beden terbiyesi gibi alanlarda popülerliğin etkisi artmakta ve insanlar ister istemez popüler kültürün etkisi altına girmektedirler . Modernliğin eskiyi reddedip kendi kurallarını koyduğu bir toplumun tüketim ahlâkı incelendiği zaman, dini hükümler dışında bu ahlâkı sınırlayan bir anlayışın olmadığı kolaylıkla görülebilecektir. Sürekli değişen sosyal ve ekonomik şartlar insanları daha fazla, bedenin kölesi haline getirmektedir. Üstelik bu ilişki, insanı hem bedeninin kölesi hem de efendisi haline getirerek ne olduğu belli olmayan bir tüketim ve beden anlayışı ortaya çıkarmıştır. Modern hayatın inkâr edilemeyecek özelliklerinden birisidir bedenin her istediğini yerine getirmek, sürekli tüketmek ve bu faaliyetleri kişisel menfaat üzerine kurmak. Ramazan ayıyla birlikte tutulan oruç ise bu yerleşik ve zorlayıcı kalıpları fazlasıyla reddetmektedir . Öncelikle yeme-içme belli bir adaba kavuşturulmakta, insanlar ancak belli vakitlerde yiyebilmektedi r. Bu, orucun ilk etkisidir. Bunun dışında oruç Bediüzzaman'ın ısrarla ifade ettiği gibi nefis terbiyesi ve muhakemesiyle birlikte yerine getirildiği takdirde insanı şükre ve güzel ahlâka sevk etmektedir. Yeme ve içme alışkanlıklarının, tüketim kültürünün insanın varlık ve ahlâk anlayışından bağımsız olmadığı kesindir. Oruç ibadeti de tüketim ve yeme-içme ahlâkına getirmiş olduğu sınırlamalarla nefsi terbiye eden İlâhî terbiye metodudur. En bayağı ve rutin görünen bedeni ihtiyaçlara koyulan bir sınırlama ile insan ahlâkında arınmaya neden olan oruç, bedeninin kölesi olan, helal ve haram dengesini yitiren, tüketim ahlâkını menfaat üzerine kuran bireyin ve toplumun kurtuluş reçetesidir.

Hz. Peygamber'in hadis-i şerifinde belirttiği gibi: "Oruç, birinizin savaştan koruyucu kalkanı gibi Cehennem ateşinden koruyucu bir kalkandır."