“Belâ” (musibet) 1
Felâket, musibet, Arapça bir kelime, kader tarafından, Allah tarafından sana özellikle atılmış ok demek. Yani ok geliyor ve sana isabet ediyor. Taş geliyor, sana isabet ediyor. Özellikle gönderilmiş. İsabet kelimesinde kasıt var, irade var, bilgi var, plân var. Birileri seni hedef almış. Sana özellikle o belâyı, o musibeti, o sıkıntıyı gönderiyor. Sen hedefsin orada, hedef tahtası. Hedef tahtasıysan vazifeni yapacaksın orada. O musibeti alıp, orada değerlendireceksin.
Peki musibet gelmese de olur. İşte yerimizde sayan bir yaratık kalırız. Ne yeni bir şey öğrenen, ne yeni bir gelişme gösteren, ne yeni bir tat alan, ne yeni bir oluşum içinde olan bir camid, bir cansız yaratık halinde kalırız. Musibet gelir ne yapar? Tetikler işi, sistematiği çalıştırır. Yeni açılımlar olur, yeni güller açılır, yeni gelişmeler olur. Her bir insanı, bilgisayar içinde, yani kâinatı komple bir bilgisayar olarak ele alırsak, her bir insan o sonsuz bilgisayar içinde, küçük bir dosya gibidir.
O dosyayı geliştiremezsek, hiçbir zaman oraya bir bilgi göndermemiş oluruz. Tıklatmış olmamış oluruz. Tıklatırsan işte o zaman bazı kısımlarını kesersin, biçersin, eğritirsin, yuvarlak yaparsın, yeni bilgiler katarsın, eski yanlış bilgileri içinden çıkartırsın. İşte musibet budur. Bütün bu ameliyelere, bu çalışmalara; musibet diyoruz. Allah, bizi kâinatın umumi bilgisayarı içinde bir küçük dosya olarak yaratmış. Bu dosyayı geliştiriyor, yeniliyor. Eski bilgileri siliyor, yeni bilgiler katıyor. Yalnız her seferinde biraz rahatsız oluyoruz. Eski durumum çok daha güzeldi deyip, biraz rahatsız oluyoruz. Ama her seferinde gelişme olur. Yani istatistik yapabiliriz. Gelmiş, geçmiş ne kadar zaman varsa, bunun içinde ne kadar musibetler varsa, her birisi bir gelişmedir. Bir mükemmelleşmedir, bir olgunlaşmadır, ileriye doğru bir adımdır. Dosyanın büyütülmesidir, süslenmesidir, açılımıdır ve çiçek vermesidir. Bu musibetle eş değer bir kelime daha var, “belâ.”
“Belâ”o da Arapça bir kelime, çürüme demektir. Bu musibetten biraz daha farklı. Belâ, çürüme demek. Nasıl çürüyor insan?
İnsan, bir salkım gibidir. Bir meyve, sebze gibidir. O da canlı bir yaratık, bir dosyadır. İçinde kalp, ruh ve benzeri çekirdekler saklıdır. O çekirdeklerin mükemmelleşmesi, kaliteleşmesi, olgunlaşması için, bu beden zarının, beden kılıfının çürümesi lâzım, katılaşması lâzım, çürümesi lâzım ki; içindeki çekirdek açılsın, filiz versin, olgunlaşsın, yeni bir ağaç olsun, yeni bir âleme kavuşsun. Belâ, onun için çürüme demektir.
Bu beden, bu nefis, mutlaka çürümeli. Bu beden ve nefis çürümeden, yıpranmadan, hastalık görmeden, musibet ve çile görmeden,
işte o kalbimizdeki saklı çekirdek, ruh , öz hiçbir zaman ağaç olmaz, çekirdek olmaz. Ve bizde yeni bir âleme kavuşmamış oluruz.(!)
“Belâ” (musibet) 2
Bütün mutasavvuflar ve büyük zatlar, musibeti; Allah’ın ilgilenmesi olarak değerlendirmişler. Daha ölmemişsiniz. Problem yoksa, hiçbir şey yoksa ölmüşsünüz demektir. Artık iş bitmiş, tezgah kapanmış, hiçbir problem de yok. Problem varsa, bir şeyler olup bitiyorsa. Borçlar, harçlar, çekler, senetler, kavgalar, gürültüler çocuklar.. demek ki orada bir tezgah var.Yoksa problem diye bir şey olmaz.
İsabet, Allah’ın bizimle ilgilenmesi demektir. Bizimle ilgileniyorsa, en büyük nimettir. Hatta bazı kadınlar ve çocuklar, sırf beylerinin ve babalarının dikkatini çekmek için, ara sıra yanlış iş yaparlar ki; babamız bizimle ilgilensin, bak sen oğlum, hanım niye bu işi yanlış yaptın dedirtmek için, ilgilenme güzel bir nimettir. Allah, insanla ilgileniyor. O’nun ilgisi devam ediyorsa, her şeyimiz var demektir.
Biyolojik olarak, sosyolojik olarak da bakarsak, bu musibet kavramına. Tarihte hangi millet göç etmişse, o medenileşmiş, kalkınmış. Çünkü göç, bir musibetti eskiden. Çünkü yerini bırakıyorsun, yurdunu bırakıyorsun, malını, mülkünü bırakıyorsun. Başka bir memlekete, yerin, yurdun olmayan başka bir memlekete göç ediyorsun.
Ve tarihte en büyük faktör, tarihi yönlendiren en büyük faktör bu göç hadisesi var. Bir musibettir ama medeniyetin de en güçlü faktörüdür, motor gücüdür. Biyolojide de öyledir. İnsan, ilk hücre, basit bir hücredir. Bir şimşek geliyor, bir darbe geliyor, soğuk geliyor, başka bir darbe geliyor, biraz daha evrimleşiyor. Bir darbe daha geliyor. Belki sayısız darbeler yiye yiye. Hayat, insanlık seviyesine çıkmış. Şûurlu bir plân yalnız, tesadüfle olmuş değil. Şûurlu bir plân, Cenâb-ı Hakk, basit bir model yaratmış başta hücreyi, onu musibetlerle her seferinde, bir miktar daha geliştirerek, olgunlaştırarak insanlık seviyesine kadar çıkartmış. İnsanlık seviyesinden de melek seviyesine çıkmak için, işte bu bedenin yıpranması lâzım, çürümesi lâzım ki; kalbimizde, ruhumuzda o çekirdek,o fasulye ortaya çıksın. Biliyorsun yeşil fasulyeyi yeşil olarak yersen, onun içini ekemezsin, içini tohum yapamazsın, artık fasulyenin nesli bitmiş olur, kurumuş olur, o fasulye bitmiş olur. Taze fasulye yenilmiş olur.
Ama taze fasulyeyi yemezsen, bekletirsin içinde bir tohum gelişir. O tohum gider, milyarlarca fasulye olur. Ama taze fasulye olarak ta yenilmemiş olur. Arada bir tercih yapmak lâzım. Ya taze fasulye, ya ebedi bir hayat.
Tercihi yapmakta serbestiz.(!)
Derleyen: Selahaddin Vatansever