+ Konu Cevaplama Paneli
Gösterilen sonuçlar: 1 ile 2 ve 2

Konu: 20. Söz ve Bir Yorum

  1. #1
    Müdakkik Üye uSuLca - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Nov 2007
    Bulunduğu yer
    Ankara & Kütahya
    Mesajlar
    877

    Lightbulb 20. Söz ve Bir Yorum

    Yirminci Söz

    Ondokuzuncu Söz’de Son Peygamber ve Âlemlerin Sultanı Hazreti Muhammed’in (sallallahu aleyhi vesellem) risaletinden bahseden Üstad Bediüzzaman, Yirminci Söz’de ise Son ve Enbüyük Elçi’ye gönderilen Mukaddes Kitap Kur’an ile ilgili bazı sorulara cevaplar veriyor ve Kur’an’ın mucizelerinden de bazı örnekler serdediyor. İki makamdan oluşan 20. Söz’ün Birinci Makamı’nda Kur’an ile ilgili bazı itiraz ve vesveselere (bazı tarihî vakaların Kur’an’da birçok yerde tekrar edilmesi gibi) cevaplar veriliyor. Küçük ve önemsiz gibi görünen olaylarda büyük ve kapsamlı yasalara Kur’an’ın nasıl işaretlerde bulunduğu gösteriliyor.
    Meleklerin Hazreti Adem’e secde etmeleri meselesi insanoğlunun nasıl bir “yeryüzü halifesi” ünvanına sahip olduğunu gösteriyor. Cismaniyet itibariyle küçük fakat kendisine öğretilen esmanın verdiği güçle dağlara, taşlara, semâvâta hatta meleklere meydan okuyan bir varlık. Öyle ki bazen melekler insanların yaptıklarına imrenirler. İnsan kendisine verilen bu hilafet ile bütün varlık ve hadiselere belli ölçüde müdahale etme hakkına sahip oldu; uzaya çıktı, genlerle oynayıp hayvan kopyaladı, teknolojide sınırları zorladı ve böylece varlık karşısında hakim duruma geldi. Tabîi ki bu güç Allah tarafından insana bahşedilmişti. Bu nedenle melekler Hazreti Adem’e secde ederken, esas itibariyle Allah-u Teâlâ’ya, O’nun büyüklüğüne, O’nun kudretine secde ediyorlardı. Görüldüğü üzere “Kur’an-ı Hakîmde çok hâdisât-ı cüz’iye vardır ki, herbirisinin arkasında bir düstur-u küllî saklanmış”tır.
    Bakara sûresinde anlatılan ineği kesme hadisesi ise şirk düşüncesini ortadan kaldırıyor, yerine tevhid inancını koyuyor ve haşir akidesini gönüllere bir kez daha duyuruyor. Öyle ki Kur’an’daki ifade ile buzağıya, bakaraya, ineğe tapma arzusu, aşkı, iştiyakı, zevki kalplerine işlemişti o insanların. Evet, onlar ibadet etmiyorlardı; tapıyorlardı, çünkü yaptıkları işin farkında değillerdi. Böyle materyalist, herşeyi maddede arayan, rahatı, konforu, makamı hayattaki tek ve en yüksek ideal olarak gören bir toplumun aklını başına getirmek gerekiyordu ki en çok sevdikleri şeyi, canlarından bir parça olan buzağıyı boğazlamakla emrolundular. Böylece “şu hadise-i cüz’iye ile bir düstur-u küllînin, her vakit, hem herkese gayet lüzumlu bir ders-i hikmet olduğu” bir kez daha hatırlatılmış oldu.
    Taşların Kur’an’da anlatılan halleri öyle tesadüfî değildir; her birinin kendine ait bir hususiyeti vardır ve bizlere ders vermektedir. Kimi taşlar sulara kaynaklık ediyor; yarılıyor da aralarından sular akıyor. Hazreti Musa’nın asâsını vurduğu kaya gibi, kimi taşların bağırlarından çağlayanlar akıyor. Nil, Dicle ve Fırat gibi, kimi taşlar da Allah’a karşı içlerinde besledikleri mehabet, mehafet ve huşu hisleriyle iki büklüm olup kendilerini dağların tepelerinden aşağıya atıyor. Kur’an taşların bu durumlarını anlatırken kalbleri taşlaşmış olanlara nasihatte bulunuyor. Sert görünümlü taşlar işte böyle kendilerinden geçip eridiği gibi o kalbler de üzerlerindeki isi, pası atarsa eski hallerine dönebilirler diyor. Ayrıca bir uyarıda da bulunuyor ve diyor ki Hazreti Musa’nın asâsıyla parçaladığı o sert taştan sular geliyor ama sizin o gözlerinizden bir türlü yaş akmıyor. İşte bu gibi meseleler Üstad’ın ifadeleri içinde “Kur’an’ın îcâz-ı mu’cizi ve lütf-u irşadıyla bir derece basitleştirilmiş ve ihtisar edilmiş.”
    Üstad Hazretleri 20. Söz’ün İkinci Makamı’nda peygamber mucizeleri hakkındaki âyetlerde geleceğe ve teknolojik gelişmelere dair verilen işaretlerden bahsediyor. Evet, Kur’an-ı Kerim’de yaş, kuru herşey mevcuttur. “Fakat herkes herşeyi içinde göremez. Zira muhtelif derecelerde bulunur. Bazen çekirdekleri, bazen nüveleri, bazen icmalleri, bazen düsturları, bazen alâmetleri, ya sarahaten, ya işareten, ya remzen, ya iphâmen, ya ihtar tarzında bulunurlar.” İşte peygamber mucizeleri de teknoloji yolunda insanlara ışık tutmaktadır. Mucizeler zirveyi teşkil eder ve sıradan insanların o zirveye ulaşması mümkün değildir ama o noktaya kadar insanlar birçok teknolojik gelişmelere, yeniliklere imza atabilirler. İcadlar ve keşifler adına yapılmış ve yapılacak olan herşey her ne kadar muhteşem de olsa sıradan bir olaydır. İşte o sıradanlığı aşan hârikulâde olaylar ise mucizelerdir. Üstad’ın ifadeleri içinde “Evet, mucizât-ı enbiyayı zikretmesiyle, fen ve sanat-ı beşeriyenin nihayet hududunu çiziyor. En ileri gayâtına parmak basıyor. En nihayet hedeflerini tayin ediyor.” Kur’an, mucizeleri serdederek insanların ilim kuyusundan kovalarını doldurmaları için teşvikte bulunuyor. “Evet, denebilir ki, beşer, bütün maddî-manevî terakkinin anahtarlarını enbiyadan teslim almıştır.”
    Hazreti İbrahim’in atıldığı ateş içinde yanmaması, amyanttan -ateş geçirmez bir madde- elbiselerin kullanılması için bir misal, günümüz itfaiye erleri için de bir kurtarıcı olmuştur. Hazreti Süleyman’ın iki aylık mesafeyi bir günde katetmesi, bizlere sesden hızlı uçaklar yapma konusunda bir ilham olmuştur. Belkıs’ın tahtını göz açıp kapayıncaya kadar yanına getirtmesi bize eşya ve ses naklinin ne demek olduğunu öğretmiş; telekomünikasyon sistemlerini geliştirmek için kafamızda bir ışık yakmış ve sonunda dünya bir köy haline gelmiştir. Taşlardan su çıkaran Hazreti Musa’nın asâsı, santrifüj ile yeraltından su çıkarma konusunda insana ne ufuklar açmıştır. İnsanlar toprak altında hazineler aramış, bazen hayat kaynağı suya bazen de başka bir sıvıya; petrole ulaşmışlar. Hazreti İsa’nın anadan doğma körü, alaca hastalığına maruz olanları iyileştirmesi tıb alanında doktorlara rehber olmuş; derinin yapısı incelenmiş ve dermatolojide yeni çığırların açılmasına vesile olmuştur. Yine Hazreti İsa’nın, Allah’ın izniyle ölüleri diriltmesi, kalbi duranlara müdahale edilmesiyle alakalı bir ümit vermiştir. Bununla birlikte yukarıda da ifade edildiği üzere insanoğlu ne yaparsa yapsın, ne kadar uğraşırsa uğraşsın varacağı en son nokta mucizelerin altında olacaktır.
    Konuyla alâkalı bir mevzu olması hasebiyle bir şeyi hatırlatmanın faydalı olacağı inancındayım. Maalesef bizlere okullarda ilk insanların yaşadıkları devirler diye mağara adamlarının resimleri gösteriliyor, hiç birşeyden anlamadıkları, vahşi bir yaşam tarzına sahip oldukları ifade ediliyor. Müslümanların böyle bir inanca ve düşünceye sahip olmaları kesinlikle düşünülemez. İlk insan Hazreti Adem aynı zamanda bir peygamberdi ve vahiyle besleniyordu. Kaldı ki daha dünyaya gönderilmeden evvel eşyanın isimleri kendisine Allah tarafından öğretilmişti. Zaten bu yönüyle de Hazreti Adem’in bu mucizesi bütün ilimlerin, bütün fenlerin bir fihristesi gibidir. Elbise dikmek, yemek yapmak, çeşitli cihazları kullanmak kısacası sosyal hayatla alâkalı mevzuların hepsi vahy-i ilahî ile insanlara öğretilmişti. Yoksa nereden bilecekti insanlar bunları. Bir insanın, hayatı ile ilgili olan şeyleri sıfırdan öğrenmesi için 1 milyon seneye ihtiyacı vardır. Evet, insana öğretilecek temel disiplinler vahiyle öğretilmiş, bitmiş ve peygamberlik müessesesi de sona ermiştir. Daha sonra mûcitlerin, kâşiflerin buldukları şeyler ise meselenin özü, esası değil, birer ayrıntısıdır. İşte bundan dolayı da gemiciler Hazreti Nuh’u, saatçiler Hazreti Yusuf’u, terziler Hazreti İdris’i ... mesleklerinde bir pir, bir üstad olarak bilmişlerdir. Yine vahiyle olan ilişkisi açısından ilimlerin de esmâ-i ilâhiye ile bağlantısı vardır. Mesela matematik, geometri ve fizik, Adl ve Mukaddir isminin; tıb ve diş hekimliği Şâfi isminin, felsefe Hakîm isminin tecellîsinden birer katredir.
    Evet, Kur’an’da herşey vardır ama kendi cirmi, kendi önemi kadar bir yer tutar. Kur’an son model bir yolcu uçağından, bir F-16’dan veya bir denizaltıdan ayrıntılı bir şekilde söz etmez. Onların yerine, onlardan çok daha önemli ve mükemmel olan güneş konuşur, ay konuşur, yıldızlar konuşur. Medeniyet-i beşeriye harikalarının hakları, bahs-i Kur’anîde o kadar olabilir. Çünkü Kur’an’ın vazife-i asliyesi, daire-i Rububiyetin kemâlât ve şuûnâtını ve daire-i ubudiyetin vezâif ve ahvâlini tâlim etmektir.

    Fatih Harpcı


  2. #2
    Pürheves sami - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Oct 2007
    Mesajlar
    211

    Standart

    Herkes böyle firhistevari çal?şmalar yaparsa Risalelerdeki mevzulara ihatas? artar.

+ Konu Cevaplama Paneli

Konu Bilgileri

Users Browsing this Thread

Şu an 1 kullanıcı var. (0 üye ve 1 konuk)

     

Benzer Konular

  1. Bir söz bir yorum :)
    By Mesrure in forum Serbest Kürsü
    Cevaplar: 1
    Son Mesaj: 11.02.14, 18:33
  2. Yorum Sizin...
    By istiğna in forum Mizah
    Cevaplar: 4
    Son Mesaj: 17.05.08, 17:31
  3. Yorum Sizin
    By BEYAZ007 in forum Resim - Fotoğraf Galeri
    Cevaplar: 7
    Son Mesaj: 03.05.08, 23:54

Bu Konudaki Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
Google Grupları
RisaleForum grubuna abone ol
E-posta:
Bu grubu ziyaret et

Search Engine Friendly URLs by vBSEO 3.6.0